16 Mart '02
Sayı: 10 (50)


  Kızıl Bayrak'tan
  İşgal, katliam ve terör politikasına karşı ölümüne direniş sürüyor!
  Halkların katili Cheney Türkiye'den defol!
  Sahte tartışmalar değil birleşik-militan mücadele!
  Büyüyen öfke ve çözüm arayışı
  Sendikal ihanete karşı tabanın örgütlü sesini yükseltelim!
  "Salonlarda değil, alanlarda mücadele etmek istiyoruz!"
  Türkiye'de 8 Mart eylemleri...
  "Anadilde eğitim hakkı"na tutuklama!..
  8 Mart ve burjuva toplumunda kadın hakları
  Hücresinden sıyrılan kadın...
  Emekçi kadını sınıf mücadelesi saflarına kazanacağız!...
  Yurtdışında 8 Mart etkinlikleri...
  Susurluk ordu ve devlettir!
  Direniş tüm saldırılara rağmen kararlılıkla devam ediyor
  Bültenlerimizden...
  Filistin direnişinin öğrettikleri...
  Kürt halkının dostlarına!..
  Fırtınayla gelenler
  Sınıfı örgütlemede her türlü araç ve yöntemi kullanmalıyız!
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Sınıf-emekçi hareketinin seyrine ilişkin
kesin saptamalardan kaçınmalıyız

Gazetemizin 47. sayısında yayınlanan “Sınıf ve emekçi eylemlerinin gösterdikleri” başlıklı yazı bazı fikir yanlışlıkları içeriyor.

Yazı, belediye otobüslerinde indirimin kaldırılması uygulamasına karşı yaşanan eylemlilikleri değerlendiriyor ve bu hareketliliğin sınıf devrimcilerine yüklediği sorumlulukları ortaya koyuyor. Ancak, yaşanan eylemliliklerin çapı, anlamı ve gücü açısından abartılı bir yaklaşım sergiliyor.

Değerlendirme belediye, haber (birkaç ilde) ve eğitim (bilindiği kadarıyla tek ille sınırlı) işkollarında yaşanan yerel ve parçalı eylemlilikler ışığında yapılıyor. Bu eylemliliklerin sınıf ve kitle hareketinde uzun süreli bir sessizlikten sonra yeni bir kıpırdanma anlamına geldiği, yerellerden başlayan eylemliliklerin sendika bürokrasisini, inisiyatifi ele almak kaygısıyla harekete geçmeye zorladığı ifade ediliyor. Oysa sendika bürokrasisinin son birkaç hafta içerisinde yaptıkları açıklamaların bu eylemlerle (dolaylı olabilir) doğrudan bir bağı bulunmuyor.

Sınıf ve emekçi hareketi, eylemlerin örgütlenmesinde olduğu kadar hedefleri planında da parçalı ve yerel bir görünüm sunmaktadır. Öyleki belediye başkanları eylemlerin hedefi olarak görülmektedir, ki bu yazıda da belirtilmektedir. Hedefini bu darlıkta koyan ve parçalı gelişen bir hareketlenmenin sendika ağaları (ki yazıda kastedilen konfederasyonların başındakilerdir) üzerinde yaratacağı basınç düzeyi tartışmalıdır.

Dahası sendika ağaları geçmişte taban basıncı karşısında göstermelik bazı eylem kararları almak zorunda kalırlardı. Uzun süredir bu da yok. Boş sözler, tehditler ve sonrasında derin bir sessizlik var. Söz konusu hareketliliğin sendika bürokratlarının bu tutumlarında herhangi bir değişiklik yarattığı söylenemez. Bu durumun sınıf ve emekçi eylemliliklerinin sendika ağaları üzerinde yarattığı basıncın düzeyi ile (dolayısıyla bu hareketliliğin gücü ve etkisi ile) bir bağı yok mu?

Yazıda sınıf ve emekçi hareketi açısından yaşanan zayıflık kabul ediliyor. Ama zayıflık devrimcilerin hanesine yazılıyor. Bir bakıma doğrudur. Ama sınıf ve emekçi hareketinin yaşadığı parçalılık ve darlığın düzeyi düşünüldüğünde, bu, çubuğu tek yanlı olarak bükmek anlamına gelmiyor mu?

Bu tür bir değerlendirme abartılı sonuçlar ve kolaycı beklentiler yaratıyor. Yazıda bunun ifadesi dikkatsiz ifadeler var. Örneğin bu eylemlilikler ışığında, “Saldırı ve yıkım giderek şiddetlenip yaygınlaşacağına göre, buna karşı ortaya çıkan mücadele eğilimi ve ortaya konan eylemlilik de giderek güçlenecektir” saptaması yapılıyor. Bunun her zaman böyle olmayacağı, son bir yılın sınıf ve emekçi hareketinin tablosu üzerinden bile görülebilir. Yazıda da bu saptamanın arkasından sınıf hareketinin nasıl bir seyir alacağını zaman gösterecektir de deniliyor. Eğer öyleyse, neden böyle kesin bir saptama öne sürülüyor?

Sınıf ve emekçi hareketinin bir kesiminde yaşanan kısa dönemli, birçok açıdan zayıflıklar ve özgünlükler barındıran bir hareketlilik üzerinden hareketin geneline ilişkin sonuçlar çıkarırken daha dikkatli davranmak gerekiyor. Yaşanan eylemliliklerin özgünlüğü içerisinde, hareketliliğin gücünü ve bütüne etkisini kavramak açısından bu temel önemdedir. Yaşanan hareketliliğin gücü ve etkisi ortada olduğu yerde, sınıf hareketinin gelecekteki seyrine ilişkin saptamalar yapmaktan kaçınmak gerekiyor.

Y. Maden



Yarınlara umut olalım!..

Başladığı günden itibaren muazzam bir devrimci irade sergileyen ölüm oruçları, gelecek güneşli günlerin muştulayıcısı olmuştur. Direnişçiler başından beri dile getirdikleri taleplerle işçi ve emekçilerin sesi olmuşlardır. Bu sese tahammül edemeyen devlet 19 Aralık 2000 tarihinde zindanlara saldırmış, 28 devrimciyi katletmiş; o günden bugüne 86’ya yakın devrimci tutsağın direnişte hayatını kaybetmesine de seyirci kalmıştır.

Dışarıdaki gelişmeler ise süreç içinde olumsuz bir seyir izlemiştir. Ama içerdekiler canları pahasına direndiler ve direnmeye de devam ediyorlar. Ve herbir can sermayenin beyninde patlayan bir orak-çekiç olup ölümsüzleşti. Bedenler hücrelere atıldı, ama bir türlü devrimci irade teslim alınamadı.

Devlet cephesinden dışarısının F tipleştirilmesi önemli oranda başarıya uğradı. Böylece devrimci tutsaklar önemli oranda dış destekten yoksun kaldılar. İleriye doğru ne kadar umut varsa karartılmaya çalışıldı. Çünkü umut yarın katliamların, işkencelerin, zulmün hesabının sorulması anlamına gelmekteydi.

F tipi saldırısı işçi ve emekçilere ve onların çocuklarına dönük kapsamlı saldırının resmi oldu. Devrimci tutsaklara dönük F tipi saldırısından ve dışarının hücreleştirilmesinden sonra İMF programları daha rahat uygulanmaya başlandı. Suskunluk sürdüğü oranda sosyal yıkım programları daha rahat devreye girecek. Direnişçilerin başından beri üstünde durdukları en temel konu buydu. Düzen tüm çürümüşlüğü ve kokuşmuşluğunun verdiği ruh haliyle saldırmaktadır. Bizlerin buna ses çıkarmamız gerekiyor.

Sistem kuşkusuz ki karşısında muhalif görmek istemeyecektir. Ama herşeye rağmen dört bir yandan çatlayan sistemin çatlaklarını arttırmak gerekmektedir. Bu sorumluluk devrimcilere düşüyor. Çünkü asli muhalifler devrimcilerdir. Diğerleri bir şekilde düzenin zaten bir parçasıdır. Devlet bundan dolayıdır ki devrimcileri yok etmeye çalışıyor. O da sonunu iyi biliyor. Bizim hareketsizliğimizle sadece ömrü uzuyor. Onun için hareket alanı yaratmış oluyoruz. Artık suskunluğun olmaması gerekmektedir. Alanlarda devrimcilerin, ÖO direnişçilerinin ve tüm muhaliflerin sesini duyurması, gücünü göstermesi gerekiyor.

Bir okur/Antakya



Bahar isyandır, isyan ateşini yakalım!

İsyanın ve başkaldırının mevsimi olan bahar mevsimi, Dünya Emekçi Kadınlar Günü olan 8 Mart’la başladı. 8 Mart'ta tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de çeşitli etkinlikler düzenlendi. Bunlardan biri de Adana’da gerçekleşti.

9 Mart günü Antakya’dan Adana’ya hareket ettik. Payas dolaylarında jandarmaların kimlik kontrolünden sonra tekrar yola koyulduk. Adana'ya vardığımızda “mitinge geç kaldık” endişesi sardı bizi. Hızlı hareket ettik. Yürüyüş alanı olan Mimar Sinan Açık Hava Tiyatrosu’na vardığımızda saat 11:00'i gösteriyordu. Yürüyüş henüz yeni başlıyordu. Sosyalizm mücadelesi çağrısı yapan pankartımızın arkasında yerimizi aldık. Kitlenin genelinde bir canlılık vardı. Biz de o genel canlılık ve coşkuya ortak olduk.

Alanda sık sık Ölüm Oruçları ve savaş karşıtı sloganlar atılarak mücadele çağrısı yapıldı. Mitingte "Yusuf Kutlu ölümsüzdür!" sloganı atıldığında şanlı ölüm orucu direnişinde bir şehit daha verildiğini duyduk. Eylemden hemen sonra Yusuf Kutlu'nun cenazesine katılmak üzere Antakya'ya doğru tekrar yola koyulduk.

Onurumuz olan Yusuf Kutlu'nun cenazesine katıldıktan sonra baharla birlikte gelen isyan günlerine hazırlık yapacağız. 21 Mart Newroz, 30 Mart Antakyalı devrimci Mehmet Latifeci'nin şahsında Kızıldere şehitleri ve tüm devrim şehitleri Latifeci'nin mezarı başında anılacak. Daha sonra 1 Mayıs'a etkin bir katılımın olanaklarını yaratarak isyan ayı bahar mevsiminin yakıcı ateşinde kavrulacağız.

Bir okur/Antakya