Alman proletaryasının komünist önderleri Karl Liebknecht ve Rosa Luxemburg 83 yıl önce katledildiler...
Anıları kapitalist barbarlığa karşı Sıkı durun! Kaçmadık. Yenilmedik... Çünkü Spartaküs ateş ve ruh demektir, yürek ve can demektir, proleter devrimin iradesi ve eylemi demektir. Çünkü Spartaküs zafer özlemini, sınıf bilinçli proletaryanın mücadele azmini temsil etmektedir... Bunlar elde edildiği zaman, biz ister yaşayalım, ister yaşamayalım, programımız yaşayacaktır ve kurtulan halkların dünyasına egemen olacaktır. Her şeye rağmen. Karl Liebknecht, katledildiği gün Kızıl Bayrakta yayınlanan yazısında aynen bunları söylüyordu. Karl Liebknecht ve Rosa Luxemburg, sosyalizmin ve Alman proletaryasının bu iki yiğit ve başeğmez önderi, 15 Ocak 1919da alçakça katledildiler. Hükümette, proleter devrimin azılı düşmanı ve Alman tekelci burjuvazisinin sadık uşakları olan sosyal-demokrat hainler vardı. 1914de patlak veren Birinci Dünya Savaşı, büyük emperyalist devletlerin dünyayı paylaşmak için ilk büyük caniyane kapışmasıydı. Bir avuç soyguncu kapitalistin çıkarı için işçi ve emekçiler kitleler halinde cepheye sürüldüler. Kendi kapitalistlerinin bencil çıkarları için birbirlerini boğazlamak zorunda bırakıldılar. Milyonlarca insanın hayatını kaybetmesine ve ülkelerin harap olmasına yolaçan bu savaşa sosyal-demokrat hainler destek vermişlerdi. Oysa sosyalizmin ilkelerine ve işçi sınıfı davasına bağlı olanlar, bu caniyane savaşa en başından karşı çıkmışlardı. Karl Liebknecht bunların başında geliyordu. Emperyalist savaşın halkların yaşamında yarattığı yıkımın yolaçtığı öfke ve hoşnutsuzluk, savaşın hemen ardından bir dizi devrimler olarak patlak verdi. Karl Liebknecht ve Rosa Luxemburg Almanyada gelişmekte olan devrimin iki seçkin önderiydiler. İşte onlar tam da bunun için katledildiler. Savaş suçlusu Alman burjuvazisi, devrimin önderlerini hunharca katlederek ve binlerce devrimci işçiyi katliamdan geçirerek devrimi durdurmaya çalıştı. Sonuçta bunu başardı da. Fakat bunun insanlığa neye malolduğunu bugün biliyoruz. Önce Hitler faşizmi ve ardından da İkinci Dünya Savaşı geldi. Ve eğer sosyalist Ekim Devriminin ürünü olan sosyalist Sovyetler Birliği olmasaydı, insanlık çok daha büyük bedeller ödemek zorunda kalacaktı. Kapitalist emperyalizm bugün de işçi ve emekçilere ağır bedeller ödettirerek ve dünya halklarının kanını dökerek yaşamını sürdürmeye çalışıyor. İşçi sınıfının yoksulluğu artıyor, işsizlik çığ gibi büyüyor, onyılların mücadelesiyle kazanılmış sosyal haklar peşpeşe gaspediliyor, demokratik haklar sınırlanıyor, polis rejimi uygulamaları, ırkçı-faşist akımlar ve yabancı düşmanlığı güçlenip yaygınlaşıyor. Büyük bir yoksulluğun pençesinde olan geri ülke halkları ise derin acılar içerisinde yaşıyorlar. Dünyanın birçok bölgesinde emperyalist ve gerici savaşlarda halkların kanı akıyor, ülkeler yıkıma uğruyor. Tüm bunların gerisinde bugüne kadar zor ve katliamlarla ayakta tutulan kapitalist rejim gerçekliği yatıyor. Bugün Rosa Luxemburg ve Karl Liebknechtin anısına ve mirasına sahip çıkmak demek, bu kapitalist barbarlık rejimine karşı devrim ve sosyalizm mücadelesini yükseltmek demektir. Bu sistemi temellerinden yıkmak, geleceğin gerçek özgürlük ve eşitlik toplumu olan sosyalizm için savaşmak demektir. Rosa Luxemburgun katledildiği gün yayınlanan yazısında kurulu düzene yönelttiği tarihi sesleniş, bugün de tüm anlamını ve canlılığını koruyor: Berlinde düzen sürüyor!.. Sizi budala zaptiyeler! Kum üzerine kurulu sizin düzeniniz. Devrim daha yarın olmadan, zincir şakırtıları içinde yine doğrulacaktır! Ve sizleri dehşet içinde bırakıp, trampet sesleri arasında şunu bildirecektir: Vardım, varım, varolacağım!
O keskin bir kılıç, Rosa Luxemburg 5 Mart 1871de Zamosa adlı küçük bir Polonya kasabasında doğdu. Sosyalist düşünceyle gençlik yıllarında tanışan Rosa Luxemburg, 1882de kurulan Proletarya adlı ihtilalci partiye girdi. Bir süre sonra polisin peşine düşmesi üzerine arkadaşları, cezaevinde olmaktansa yurtdışında daha yararlı işler başarabileceğini düşünerek dışarı çıkmasına yardımcı oldular. Yurtdışında birkaç yıl sonra Polonya Devrimci Sosyalist Partisinin önder kuramcısı olarak kabul edildi. Ve yaşamının sonuna kadar Partinin önderi konumunda kaldı. Genç yaşına rağmen Rosa Luxemburg, partisini Sosyalist Enternasyonal Kongresinde temsil etti. Luxemburgun entellektüel gelişimi hep sıçrayışlar şeklinde olmuştur. Rosa Luxemburg düşüncelerinde ve eleştirilerinde değişmez biçimde bağımsızdı. Hiçbir şey onu doğru bildiği ve inandığı fikirden saptırmaya yetmiyordu. Rosa, Almanyadaki işçi hareketine bütün gücüyle katıldı. Birçok sosyalist gazetenin kadrosunda yazar olarak çalışıyordu. Mitinglerde konuşuyor, işçi hareketinin Ona yüklediği bütün görevleri yerine getiriyordu. Yazılarında ve konuşmalarında heyecandan çok mantığa yer veriyordu ve okuyucularında daha önce bildiklerinden daha büyük, daha geniş ufuklar açıyordu. Birçok kez tutuklanarak cezaevine konan Rosa Luxemburgu hiçbir şey mücadelesinden vazgeçiremedi. O her seferinde daha sıkı bağlanıyordu mücadelesine... 8 Kasım 1918de cezaevinde bulunan Rosa Luxemburgu Alman Kasım Devrimi cezaevinden kurtardı. Bütün gücü ve isteğiyle kendini devrimin içine attı. Ne var ki burjuva gericiliği kuvvetliydi. Düşman devrimci proletaryayı bastırmak ve ezmek için birleşmişti. O günün devrimci Alman işçi hareketi gericilik tarafından ezildi, binlerce işçi katledildi. Devrim önderleri ve Almanya Komünist Partisinin kurucuları Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht de tutuklandıktan sonra apar topar katledildiler. Rosa Luxemburg herşeyden önce devrimci bir komünistti. Büyük komünist önderler arasında onun özel bir yeri vardır. Onun ölümüyle uluslararası işçi hareketi en asil önderlerinden birini yitirdi. O, ölümüyle olduğu gibi hayatında da herşeyiyle kendini insanlığın kurtuluşu davasına adamıştı. Derin bir insan sevgisi, gerçek bir doğruyu bulma, sınırsız bir cesaret ve müthiş bir beyin demekti O. Rosa Luxemburg tüm bu üstün özellikleri kendinde birleşmişti. Yakın arkadaşı Clara Zetkinin Onun ölümünde yazdığı gibi; Rosa Luxemburgta sosyalist fikir, hem kalbin, hem beynin hiçbir zaman sönmeden yanan güçlü ve egemen bir ihtirasıydı. Bu şaşırtıcı kadının büyük amacı toplumsal devrim yolunu hazırlamaktı...Devrim denemesi, devrim için çarpışmak onun en büyük mutluluğuydu. Bütün hayatını ve bütün varlığını sosyalizme adamıştı. Kendisini sadece trajik ölümünde değil, fakat bütün hayatı boyunca her gün, her saat, yıllar boyu süren bir mücadelede sosyalizme hasretti... O, keskin bir kılıç, canlı bir devrim aleviydi. SY Kızıl Bayrak okurları/İzmir |
|||||