Tarihi gezi öncesinde on günde on yasa!.. Meclis Dışişleri Komisyonunda yılın diplomasi olayı ilan edilen Ecevitin ABD gezisine sayılı günler kaldı. Gezide ele alınacak sorunların ağırlığına rağmen Ecevit, birkaç yıl arayla Beyaz Sarayda huzura kabul edilecek olmanın uşaklara özgü heyecanı ve mutluluğu içinde şu günlerde. ABD yöneticileri, onlar adına gezi öncesinde Türkiyeyi ziyaret eden ABD heyetleri, açıklıkla ve ısrarla gezinin ana gündeminin Irak sorunu olacağını yineleyip durdukları halde, o döne döne gezide ekonomik sorunların ağırlık taşıyacağına vurgu yapıyor. Bu, yarattığı yanıltıcı izlenimin tersine, hiç de bir çelişki ya da farklılık oluşturmuyor. Bilindiği gibi ABD, bölgeye yönelik emperyalist çıkar ve hedefleri doğrultusunda Türkiyeye siyasal ve askeri roller biçiyor, dikkatleri de doğal olarak buna ilişkin sorunlara yöneltiyor. Ecevit ise ekonomik ve mali iflas içindeki bir ülkenin başbakanı olarak, işbirlikçi burjuvazi ve devleti adına, kendilerinden beklenen hizmetin ekonomik karşılığına (buna satış fiyatı da denebilir) dikkatleri çekiyor. O burada işini bilen bir tüccar gibi hareket ediyor. Satışa sunduğu mal Türkiye ve Türkiye emekçilerinin bugünü ve geleceği olsa bile. Bu arada meclis de harıl harıl çalışıyor. Geride kalan yılın 15 günde 15 yasası misali, şimdi de gündemde 10 günde 10 yasa telaşı var. İMFnin vaadettiği yeni borçların ve İMFyle üç yıllığına imzalanacak yeni anlaşmanın zorunlu önkoşulu olarak, bu yasaların gezi öncesinde mutlaka çıkmış olmaları gerekiyor. Halihazırda çoğu çıkarılmış durumda. Buna son olarak, İMFden gelecek 10 milyarlık borcun yarısını hortumcu bankalara peşkeş çekecek olan Bankalar Yasasının bir gece yarısı çalışmasıyla çıkarılması eklendi. Geriye bir şey kaldıysa eğer bunun da gezi tarihine yetiştirileceğine kesin gözüyle bakabiliriz. Gündeminin de ötesinde bizzat çalışma temposu İMF tarafından belirlenen, İMFnin direktiflerini ikiletmediğini geride kalan yılın çalışma performansıyla kanıtlamış bulunan bir uşaklar toluluğuyla yüzyüze olduğumuza göre, bundan kuşku duymak için bir nedenimiz de yok ortada. Ama ortada çarpıcı bir durum var. İMF, tam da ABDnin siyasal dayatmalarını kolaylaştırmak üzere cömert krediler vaadettiği bir dönemde bile, bu kredileri çok ağır iktisadi, sosyal ve idari koşullara bağlıyor. Bunların yasal bir çerçeveye kavuşturularak harfiyen yerine getirilmesini istiyor ve bunu titizlikle gözetiyor. Bu, uşakların huzurlarına çıkacakları efendileri karşısındaki pazarlık gücünün ne olabileceği konusunda da haliyle bir fikir veriyor. Arjantin örneği artık gözler önündedir ve üç yeni yıl boyunca demoklesin kılıcı gibi Türkiyeyi yönetenlerin tepesinde asılı duracaktır. Irak: Prensip değil pazarlık sorunu Ama herkes gibi biz de biliyoruz ki, tarihi gezinin asıl gündemi Irak sorunudur. İMF ile ilişkiler de, on günde on yasadan ya da imzalanacak yeni anlaşmanın sürekli tazelenecek öteki sayısız koşulundan önce, ABDnin bölgesel hedefleri çerçevesinde Türkiyenin alması düşünülen rollere bağlı olacaktır. ABD emperyalizmi için bugünkü öncelik, iktisadi ve mali sorunlarda değil, fakat siyasi ve askeri ihtiyaçlardadır. Onu bugün, İMF reçetelerinin uygulanması yoluyla Türkiyedeki sömürü ve soygundan ne elde edeceğinden çok, bölgesel çıkar ve hedefleri doğrultusunda Türkiyeden ne ölçüde yararlanacağı ilgilendirmektedir. Dahası, bu çerçevede verilecek hizmetler karşılığında ödeme yapmaya bile hazırdır. Askeri borçların silinmesinden Ecevitin yinelemeyi pek sevdiği tekstil kotalarına kadar bir dizi istemi müzakere etmeye açık olması da bundandır. Afganistana karşı açılan savaşta bir saldırı ve savaş üssü olarak kullanılması karşılığında Pakistanın borçlarının silindiğini biliyoruz. Şimdi ise gündemde Irak var ve Iraka karşı da Türkiye bir saldırı ve savaş üssü olarak kullanılmak isteniyor. Ecevitin gezisi de buna yönelik olara sürmekte olan gizli pazarlıkların bir uzantısı olacaktır ve perde arkasındaki gelişmelerin seyri hakkında bazı açıklıkların doğmasına hizmet edecektir. Türkiyeyi yönetenlerin Irak konusunda koro halindeki söylemleri, ısrarla iki nokta üzerinde yoğunlaşmaktadır. Irakın toprak bütünlüğü konusundaki hassasiyetlerini vurguluyorlar ve Irakla ticarette geçmişten beri uğradıkları ve yeni bir savaşla birlikte uğrayacakları ekonomik kayıplara dikkat çekiyorlar. Emperyalizmin hizmetinde Yugoslavyanın parça parça edilmesine bizzat katılanların ve halihazırda bu parçaların bir kısmında ABD hesabına bekçilik yapanların Irakın toprak bütünlüğü konusundaki hassasiyetlerinin tümüyle Kürt sorunundan kaynaklanan bir hassasiyet olduğu bilinmektedir. Tüm korkuları, Irakın parçalanması durumunda Güney Kürdistanda ortaya çıkabilecek bir Kürt devletidir. Bu, tümüyle ABDnin denetiminde ve onun bölgesel &cceil;ıkarlarına göre şekillendirilecek bir kukla devlet olsa bile, Türkiyeyi yönetenler bunun Türkiye Kürtlerine kötü bir örnek oluşturmasından öcü gibi korkmakta ve bunu gizleme gereği duymamaktadırlar. Fakat bu Türkiyenin kendisine biçilen role razı edilmesinde ABD için hiç de aşılmaz bir engel değildir. ABD için sorun, sanıldığı ya da iddia edildiği gibi, ne kendi başına Saddamdır ve ne de Irakı bölmek, ABD için kendi içinde değişmez bir amaçtır. ABD kendisi için engel olmaktan çıkarılmış ve tümüyle kendi çıkarları ve politikaları çerçevesinde hareket eden işbirlikçi bir rejimin egemen olduğu bir Irak istemektedir. Saddam yönetimiyle sorunu da akıl almaz bir inatlaşmadan ya da saplantıdan değil, ama tümüyle buradan gelmektedir. Burada son derece rasyonel bir politika sorunuyla yüzyüzeyiz. Amerikancı bir iktidarın egemen olduğu bir Irak; ABDnin Ortadoğu üzerindeki egemenliğinin yeni bir düzeyde pekişmesi, en büyük petrol rezervlerinden birinin daha ele geçirilmei, İsrailin önündeki önemli bir engelin kaldırılması, dolayısıyla Filistin davasının daha güçsüz bir duruma düşürülmesi ve nihayet Irak Kürtleri üzerinde kurulacak vesayet yoluyla Kürt sorununun önemli ölçüde denetim altına alınması demektir. ABDde yönetimden yönetime devredilen değişmez Irak sorununun gerisinde işte bu türden temel hedefler ve çıkarlar var. Bütü bunlar olmasaydı, ABDnin, duruma göre tüm dünyayı da karşısına alarak Irak sorununu çözmeyi bu denli katı bir politik hedef haline getirmesi herhalde çılgınlık olurdu. ABD emperyalizmi Irakla bağlantılı hedeflerine Irakın bölünmesi yoluyla ulaşabileceği gibi, savaşla yıkıma uğratılıp teslim alınması yoluyla da pekala ulaşabilir. Bundan dolayıdır ki, Amerikan yönetenleri ve medyası, bu arada Türkiyeyi peşpeşe ziyaret eden ABD heyetleri, pekala Irakın toprak bütünlüğü konusunda güvence verebileceklerini söyleyebiliyorlar. Türkiyeyi Iraka karşı bir savaşa razı etmek ancak bu koşulla olanaklıysa, Amerikanın bugün için bunu kabul edeceğinden kuşku duyulmamalıdır. Bu durumda geriye işbirlikçi takımının sürekli yineleyip durduğu ekonomik kayıplar sorunu kalır ki, bu da nihayetinde bir fiyat ve ödeme sorunudur. ABDnin bundan da kaçınmayacağını ise söylemiş bulunuyoruz. Nasılsa bu yolla verdiğinin çok daha fazlasını binbir başka yoldan ve üstelik döne döne Türkiyeden çekip alacaktır. Pazarlıklar ABDnin istek ve dayatmaları doğrultusunda bir sonuca bağlanamazsa ne olur? Arjantin örneği üzerinden söylenebilecekleri söylemiş bulunuyoruz. Bunun ötesinde söylenebilecekleri ise Türkiyenin Başbakanı ile sadık bir Amerikan uşağı olan Dışişleri Bakanı, birbirini izleyerek ve birbirini tamamlayarak söylemiş bulunuyorlar. Dışişleri Bakanı İsmail Cem, biz razı olmasak bile ABD Iraka düşündüğü türden bir müdahaleyi yapacaktır; Irak konusunda ABD Türkiyenin olurunu almadan bir şey yapamaz gibi görüşleri çok iddialı buluyorum, demektedir. Başbakan Ecevit ise Iraka yönelik bir savaş durumunda, biz istesek de istemesek de katılmak zorunda kalırız diyerek bu söylenenleri tamamlamaktadır. Bunlar birarada ABDyi Iraka karşı bir müdahale konusunda fazlasıyla rahatlatan ve cesaretlendiren açıklamalarır. Söz konusu olan Türkiye ve bölge halklarının kaderidir ABD ile Türkiye arasındaki ilişkilerin bugünkü seyri, Türkiyenin ve Türkiyeli emekçilerin kaderini olduğu kadar, bölge halklarının kaderini de yakından ilgilendirmektedir. ABD dünya üzerindeki hegemonyasını yeni bir düzeyde pekiştirme seferine çıkmış bulunmaktadır. Bu uğurda girişilen saldırganlığın ve savaşlar dizisinin hedefi durumundaki ülkelerin hemen tümü de bizi çevreleyen coğrafya içinde yeralmaktadır. ABD yalnızca Iraka değil, Kafkasyaya ve İç Asyaya da egemen olmak istemektedir. ABD yalnız Irak üzerinden Kürt sorununu kendi denetimine almaya çalışmamakta, Irak, Suriye vb. devletleri etkisizleştirerek ve siyonist İsraili destekleyerek Filistin halkının özgürlük mücadelesini boğmayı da hedeflemektedir. Bugün ülkemizi Iraka karşı savaşa sürmeye çalışanlar, yarın ondan do&currn;uda İrana ve Kafkasyada Rusyaya karşı roller üstlenmesini isteyeceklerdir. Türkiye bu rolleri siyasal açıdan halihazırda zaten üstlenmiş bulunmaktadır. Bizim kastettiğimiz bunun da ötesidir. Türkiyeyi her alanda ABDnin çiftliği haline getirenler, ağır borç batağında ekonomiyi iflasa sürükleyerek kaderini İMFnin vereceği birkaç milyar dolar yeni borca bağlayanlar, ülkemize ve halkımıza ihanetin dipsiz çukurundadırlar. ABDnin yeni dayatmalarına boyun eğmek onlar için kaçınılmazdır. Bu ise yaşadıkları ihanete yeni boyutlar eklemekle kalmayacak, bölge halkları için de ağır ve felaketli sonuçlar yaratacaktır. Türkiye işçileri ve emekçileri 11 Eylülü izleyen gelişmeleri, 11 Eylül sonrasında Türkiyeye biçilen yeni rolleri, İMF reçetelerine uşakça itaatin ekonomik ve sosyal yıkımdan da öteye ağır siyasal sonuçlarını bu çerçevede değerlendirebilmeli, Ecevitin ABDye gündemdeki gezisinin siyasal sonuçlarına da buradan bakabilmelidirler. |
|||||