01 Aralık '01
Sayı: 37


  Kızıl Bayrak'tan
  Reformist solda son durum
  Kurtlar sofrasında bir ada: Kıbrıs
  Taban inisiyatifini güçlendirelim!
  Medyadan yıkım programına boyun eğin çağrısı
  Ordu ve kriz yağmacısı OYAK
  Bir Aymasan direnişçisinin değerlendirmesi... "Her direniş bir okuldur"
  İşçi kültür evleri üzerine
  1 Aralık'a doğru sınıf hareketi: Sorunlar, imkanlar ve görevler
  Afganistan'ın ölüm tarlaları
  Emperyalizm gerici yüzünü ortaya seriyor... "Yeni dönem"de McCarthy'cilik diriltiliyor
  İHD İstanbul Şubesi'nin "2. 'hayata dönüş'" başlıklı açıklaması...
  Yeni YÖK yasası... "Zengin öğrenciden harç alıp, yoksulu okutacağız" yalanı
  Üniversitelerden eylem haberleri...
  27 Kasım, teslimiyet ve ihanete karşı Kürdistan emekçilerinin direniş bayrağıdır!
   Savaş meydanı kadınlar
   Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Emperyalist savaş makinası Afgan topraklarını kan gölüne çeviriyor...

Afganistan’ın ölüm tarlaları!

Y. Maden

Emperyalist savaş makinası Afganistan’ı kan gölüne çevirmiş durumda. Hergün Afganistan’dan yeni bir katliam haberi geliyor. Binlerce savaşçı, Amerikan, İngiliz ve yerli savaş çeteleriyle birlikte vahşi işkencelerden geçirilerek katledilmiş, Taliban’ın terkettiği kentlerin herbiri birer ölüm tarlasına dönüştürülmüştür. Kabil, Kunduz ve son olarak Kale-i Ceng’de yaşanan katliamlar emperyalist savaşın kirli ve kanlı yüzüne ayna tutmaktadır. Kabil’de yüzlerce, Kunduz’da binlerce ve Kale-i Ceng’de yüzlerce savaşçı vahşi biçimlerde katledilmiştir. Amerikan üniforması giymiş çapulculardan oluşan Kuzey İttifakı askerleri, katliamların ardından kentleri yağmalamakta, cesetleri altın dişlerine kadar soymaktadırlar. Afganistan’daki katliamlar o denli acımasızdır ki, savaşın bir kolu olarak çalışan burjuva medya dahi yaşanan vahşeti ynsıtmak durumunda kalmaktadırlar.

Burjuva medya katliamları Kuzey İttifakı güçlerine bağlamaktadır. Oysa savaşın başından beri ABD Afganistan’a ölüm kusmaktadır. Kesintisiz olarak günlerce süren bombardıman bir yana, Kuzey İttifakı’na Kabil’in yolunu açan “papatya kesicileri” adlı bombaların atom bombasından sonra tahrip gücü en yüksek bomba olduğu gerçeği ABD’nin katliamcılığının boyutlarını ortaya koymaya yetmektedir. Afganistan’da yaşanan her türlü katliam ve vahşetin sahibi, başta ABD olmak üzere gerici savaş koalisyonudur.

Kuzey İttifakı denilen çapulcu çetelerinin Kabil’e girişleri sonrasında yaşananlar biliniyor. Taliban’ın terkettiği kentte sokak infazları, kurşuna dizmeler yaygınca yaşanmıştır. Evler tek tek basılmış, onlarca insan toplanarak infaz edilmiştir. Kunduz ve Kale-i Ceng’de yaşananlar ise, katliamların Nazilere rahmet okutan biçimlerde gerçekleştirildiğini göstermektedir. Tüm bu kanlı icraatlar Amerikan ve İngiliz kirli savaş uzmanlarının denetiminde gerçekleşmektedir.

12 gün boyunca direnişin sürdürüldüğü Kunduz kenti bugün tam bir ölüm kenti durumundadır. Burada teslim alınan Taliban askerlerinin akibetleri konusunda bilgi verilmemektedir. Kunduz sokakları birer ceset tarlasına dönmüştür. Yakalanan savaşçılar sokak ortasında ayakları bağlanıp kafalarından kurşunlanarak infaz edilmektedirler. Bazı savaşçılar ise kent halkının katılımıyla linç edilmektedir. Kızıl Haç’ın kamyonları tarafından dizi dizi ceset taşınmaktadır.

Katliamlar Güney Afganistan’a kadar yayılmıştır. Güney’deki Taliban muhalifi Peştunlar tarafından yapılan katliamların birinde 160 Taliban askeri kurşuna dizilmiştir. Bu katliamda Amerikan askerleri de hazır bulunmuş, yani katliamı yönetmişlerdir.

Kale-i Ceng’de gerçekleşen ise apaçık bir katliamdır. Mezar-ı Şerif’e girilmesi sonrasında esir alınan çoğunluğu yabancı yüzlerce esir askerin üzerlerine günlerce uçaklarla, tanklarla, roketatarlarla bombalar yağdırıldı. Sonuçta Kale-i Ceng de kimsenin sağ çıkmadığı bir ölüm tarlasına dönüştürüldü. The Guardian muhabirinin kalede kalan son üç savaşçının nasıl katledildiğine ilişkin anlatımları, gerçekleştirilen katliamın boyutlarını ve kapsamını ortaya koyuyor:

“Kale içindeki iki katlı binada direnen üç yabancı savaşçı, 'Teslim ol' çağrılarını 'Biz Amerikalılara teslim olmayız' diye yanıtlamış. Buna karşılık Britanya ve ABD özel birliklerinin tavsiyesiyle binaya benzin dökülüp ateşe verilmiş. Ardından ikinci kata çıkmak zorunda kalan savaşçıları vurmak için yerlerdeki Taliban cesetlerini ezerek bir tank getirilmiş. Tank binaya dört kere ateş ederek savaşçıları öldürmüş.” (Aktaran Ntvmsnbc.com)

Bu satırlar Afganistan’da yaşanan katliamın boyutları kadar, bu katliamın nasıl ve kimler tarafından yapıldığına ilişkin de yeterli açıklık sunuyor. Yapılan katliamlar, sergilenen barbarlık, “Britanya ve ABD özel birliklerinin tavsiyesi” doğrultusunda yerine getirilmektedir. Bu kirli savaş uzmanları yeteneklerini şimdi de Afganistan’da sergilemektedirler.

Emperyalist savaş makinası tüm kirli ve kanlı icraatlerinde olduğu gibi Afganistan’da yaşananları da meşrulaştırma çabasındadır. Emperyalist savaş merkezlerinden yapılan açıklamalara göre, Kale-i Ceng’de yaşananlar katliam değil bir meydan muhaberesidir, bundan dolayı da son derece meşrudur. Emperyalist savaşın propaganda merkezlerinin insanlığa yutturmaya çalıştığı budur. Oysa ne yürütülen savaş haklıdır, ne de bu savaşta kullanılan yöntemler meşrudur. Ortada emperyalislerin gerici çıkarlarına hizmet eden bir savaş ve bu savaşın kendi özüne uygun kirli ve insanlık dışı yöntemleri vardır.

Kale-i Ceng’de yaşanan vahşi katliam direnişle karşılanmıştır. Kaledeki askerlerin çoğu yabancı olan büyük bölümü teslim ol çağrılarına sonuna kadar direnmiştir. Ama kaledeki direnişin yanında ihanet de vardır. Taliban’ın Mezar-ı Şerif’teki üst düzey yöneticileri Afganistan’a savaşmak için gelen insanları arkadan hançerlemiştir. Bunlar emperyalist savaş koalisyonuyla yabancıların teslimi konusunda anlaşmışlar, katliam sonrasında da Raşit Dostum ile birlikte kalede yaşananların planlı olmadığına ilişkin açıklama yapmışlardır. Bu örnekler sadece Kale-i Ceng ile de sınırlı değildir. Sınırlı ve eksik, yer yer emperyalist psikolojik savaşın izlerini taşısa da, belli bir gerçeklik payı taşıdığı açıktır. Bu durum dinsel gerici akımların konumuna, sınırlarına ve açmazına ilişkin çarpıcı bir örnektir.

ABD önderliğindeki emperyalist savaş koalisyonunun yönetimi ve denetimi altında Afganistan koca bir ölüm tarlasına çevrilmektedir. Bu katliamcılığa karşı durmak, bu kirli savaşın suç ortağı konumuna düşmemek, hem geleceğimize hem de onurumuza sahip çıkmanın zorunlu bir gereğidir.



Burjuva demokrasisinin sınırları...

Emperyalizm siyasal gericiliktir!

11 Eylül saldırılarından sonra başlatılan “anti-terörizm” maskeli emperyalist saldırganlık, emperyalist-kapitalist ülkeler dahil olmak üzere tüm dünya işçi ve emekçilerine demokratik hak ve özgürlüklerden yoksunluğu dayatıyor. Bu çerçevede saldırı dalgası daha da derinleşerek fiili terör uygulamalarına doğru genişliyor, mazlum Afgan halkının başına bombalar yağdırılıyor.

Başta ABD emperyalizmi olmak üzere AB emperyalistleri de demokrasi havarisi maskelerini bir yana atıp, dünya halklarına saldırıda sınır tanımayacaklarının açık mesajlarını vermekte birbirleri ile yarışıyorlar.

11 Eylül saldırısı sonrasında emperyalistlerin koro halinde birbirlerinin ardı sıra aldıkları tutum, emperyalizmin siyasi gericilik olduğu yönündeki leninist belirlemenin ne denli doğru olduğunu tüm çıplaklığı ile ortaya koyuyor. Emperyalistler hukuksuzluk belgesi önlemleri birbirinin peşisıra uygulamaya sokmuş bulunuyorlar.

ABD emperyalizmi ülkesinde yaşayan 5 bin yabancı uyruklu vatandaşı gözetim altına alarak işe başladı. Ardından hızla bunların özel askeri mahkemelerde yargılanmalarının önünü açacak yasal düzenlemeleri yaptı. Şimdi ise “Terör suçlularına temyiz yolunu kapatma” propagandası eşliğinde gündeme getirilip yasalaştırılan düzenleme ile de ABD “adaleti” temyiz yükünden kurtarılıyor.

AB emperyalistleri de benzer önlemleri almakta ABD’den geri kalmadılar. İngiltere, yabancı uyrukluların kolayca tutuklanmalarının önünü açan düzenlemeyi hemen yaptı. Bu düzenleme doğrultusunda video görüntüleri de delil sayılacak. Diğer Avrupalı emperyalistler de benzeri uygulamalara yöneliyorlar. AB emperyalistleri de özel mahkemeler konusunu gündemlerine alıyorlar. Ayrıca AB emperyalistleri, Amerika’daki FBI’ın benzeri bir güvenlik örgütünün oluşturulması doğrultusunda da anlaştılar. Polis teşkilatlarını güçlendirme doğrultusunda kararlar alıp, hızla uygulamaya soktular. Hem ABD emperyalizmi hem de Avrupalı emperyalistler “terör davaları” demagojisiyle süreci perdeleyerek, burjuva hukukunda en doğal hak olan “temyiz hakkı”nı gasp ediyorlar.

Emperyalistler burjuva hukukunun asgari normlarını bile çıkarları söz konusu olduğunda ayaklar altına almaktan geri durmayacaklarını bir kez daha tartışmaya yer bırakmayacak bir tarzda ortaya koyuyorlar. En temel demokratik hak ve özgürlüklere yönelik bu pervasız saldırılar burjuva demokrasisinin gerçek yüzünü ve sınırlarını tüm çıplıklığıyla gözler önüne seriyor.