01 Aralık '01
Sayı: 37


  Kızıl Bayrak'tan
  Reformist solda son durum
  Kurtlar sofrasında bir ada: Kıbrıs
  Taban inisiyatifini güçlendirelim!
  Medyadan yıkım programına boyun eğin çağrısı
  Ordu ve kriz yağmacısı OYAK
  Bir Aymasan direnişçisinin değerlendirmesi... "Her direniş bir okuldur"
  İşçi kültür evleri üzerine
  1 Aralık'a doğru sınıf hareketi: Sorunlar, imkanlar ve görevler
  Afganistan'ın ölüm tarlaları
  Emperyalizm gerici yüzünü ortaya seriyor... "Yeni dönem"de McCarthy'cilik diriltiliyor
  İHD İstanbul Şubesi'nin "2. 'hayata dönüş'" başlıklı açıklaması...
  Yeni YÖK yasası... "Zengin öğrenciden harç alıp, yoksulu okutacağız" yalanı
  Üniversitelerden eylem haberleri...
  27 Kasım, teslimiyet ve ihanete karşı Kürdistan emekçilerinin direniş bayrağıdır!
   Savaş meydanı kadınlar
   Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Bir Aymasan direnişçisinin değerlendirmesi...

“Her direniş bir okuldur”

31 Mayıs Perşembe sabahı işe geldiğimizde kapıların kapalı olduğunu gördük. İşveren 240 işçinin tümünü kapıya bırakmıştı.

İşveren bu sürece gelmeden önce bilinçli ve planlı bir şekilde projesini hazırlamıştı. Bilinçli bir şekilde örgütlülüğümüze saldırmıştı. İçerdeyken 11. aydan itibaren ikramiyelerimizi ve aylıklarımızı parça parça ve azar azar vermişti ve son dört ay paralarımızı hiç vermedi.

İşveren birçok kez örgütlülüğümüzü dağıtmaya ve bizleri sendikasızlaştırmaya çalışmıştı. Örneğin ‘99 yılında “bittim, tükendim” diyerek, bizleri sendikadan istifa etmeye zorladı. Sendikadan istifa edersek tüm sosyal haklarımızı ödemeye devam edeceğini, maaşlarımızı aksatmadan ödeyeceğini söyledi. Bu baskılar sonucu o zamanki temsilciler dahil arkadaşlarımızın büyük bir çoğunluğu sendikadan istifa etti. Fakat her türlü baskıya rağmen kırk kişi sendikadan istifa etmedik. İşverenin verdiği sözleri tutmaması ve bizim kararlı duruşumuz sayesinde, sekiz ay sonra istifa edenlerin çoğunluğu sendikaya tekrar üye oldu. Çünkü bu arkadaşlarımız işçinin işçiden başka dostu olmadığını anlamışlardı.

Direnişe geçtiğimiz ilk günlerde çeşitli komiteler kurduk. Bunlar iç ve dış komiteler, mali komite, basın komitesi vb. idi. Bu komitelerin görevleri şunlardı. İç komite; çadıra gelmeyen arkadaşların evlerine giderek çadıra gelmelerini sağlamak. Dış komite; mahalle halkına direnişimizi anlatarak desteklerini sağlamak. Mali komite; çadıra gelen dayanışmacıların yardımlarını düzenlemek ve hesabını tutmak. Basın komitesi; partilere, sendikalara ve kitle örgütlerine direnişimizi duyurarak dayanışma sağlamak.

Bu komiteler görevlerini ne kadar yaptılar? Bu tartışılmalıdır. İç komiteyi el alalım. Çadıra gelmeyen arkadaşlarımızın evlerine ne kadar gittik, onları ne kadar ikna ettik? Sadece birkaç defa evlerine gittik, “neden çadıra gelmiyorsun” dedik. Fakat ısrarcı olmadık, bu insan çadıra gelmez, konuşmaya değmez dedik. Burada hata yaptık. Bu sadece bizim suçumuz değildir. Bu suça sendikamız da, bizi destekleyen devrimciler de ortaktır. Çünkü biz Aymasan işçileri ilk kez böyle bir direnişi yaşadık, tecrübemiz yoktu. Bu yüzden planlı ve programlı bir çalışma örgütleyemedik.

Biz işçiler amaçlarımızı net olarak bilmiyorduk. Yani amacımız işe geri dönmek miydi, yoksa tazminatlarımızı faiziyle birlikte almak mıydı? Bu konuda netleşemedik. Amacımız işe geri dönmek de olsa, tazminatlarımızı almak da olsa, mücadele etmemiz gerektiğini net açıklayamadık. Her iki amaç için de mücadele etmemiz gerekirken taraflar birbirini suçlamakla yetindi. Halbuki amacımızı netleştirebilseydik, işe geri dönüş amacını yaygınlaştırabilseydik, birbirimizle uğraşmak yerine daha örgütlü bir duruşa sahip olurduk. Yani anlayacağınız tanımlanmış net bir amacımız yoktu.

Bir araya gelip plan ve programımızı yapamadık. Amaçlarımızı netleştiremedik. Her birey kendi kendine görev ve sorumluluk aldı. İnisiyatifini kullanarak sağa sola koşturdu. Kolektif çalışmayı örgütleyemedik. Her işçiye görev veremedik. Belirli işçiler her işi yaptılar, diğer işçiler seyirci olmak zorunda kaldılar. Halbuki her işçi görev ve sorumluluk alsaydı, işçiler arasında daha çok kaynaşma ve dayanışma olacaktı. Örneğin bir kalem ve bilet satışında belirli işçilere değil de çadırdaki her işçiye görev ve sorumluluk verilmeliydi. Onlar da kalem satmaya gitmeliydi. Böylece arkadaşlar da direnişi sahiplenirdi. İnsanları kolektif bir çalışmaya organize edemedik. Öncü işçiler bile kendi aralarında kolektif bir şekilde organize olamadı. Çünkü herkes kendi bildiğini okuyordu. Ben bilirim, ben yaparım, ben giderim diyorduk. Ccedil;ünkü kolektif bir planımız yoktu.

Bizler direnişi bir okul olarak görüyoruz ve öyle de oldu. Fakat Aymasan direnişi çoğu dersin öğretmeninin olmadığı, çoğu dersin boş geçtiği bir okula benziyordu. Nitekim içerdeyken sendikalıydık, fakat bilinçli değildik. Sendika bizlere bilinç verememişti. Çünkü eğitim çalışmaları yapılmamıştı. Sendika bu işyerine ‘97 yılında sokuldu. Aymasan işçileri o zaman eğitim almış olsalardı, yani neden sendikalı ve örgütlü olmamız gerektiğini anlamış olsalardı, ‘99 yılında sendikadan istifalar yaşanmazdı. Biz işçiler şunu yapamadık; sendikayı bize eğitim versin diye zorlamadık. Ancak üç yıl sonra sendikayı ve işçileri eğitime zorladık. Yani çıkarılmadan son bir yıl içerisinde işçilere eğitim verildi. Bu eğitimin niteliği ise tartışılır. Çünküişçilerin eğitim kapasitesi nedir? Ne şekilde eğitilmeli? Nasıl bir dil kullanılmalı? Sonuçta konular işçilerin anlayabileceği dilden anlatılmadı ve işçiler sıkıldıkları için eğitime devam edilmedi.

İçerdeyken işçiler eğitilmediği için çadırda bunun eksikliğini çok yaşadık. İşçiler çadırda örgütlülükten ve sınıf bilincinden konuştular, ama söz bilince dönüşemedi.

İşçilerin çıkarları ortaktır ve bu yönde mücadele etmelidirler. Çıkarları ortak olan işçilerin kendi aralarında paylaşmayacağı hiçbir şey yoktur. Bu yüzden işverene karşı birlikte ve ortak mücadele etmek zorundayız.

Oysa çadırda ortak ve kolektif bir şekilde çalışamadık. Sürekli kendi aramızda gruplar oluşturduk. İşverenin ekmeğine yağ sürdük. Ortak hareket etmedik, birey olarak hareket ettik. Bütün işçilerle aramızda dayanışma yaratamadık. Halbuki sorunlarımız ortaktı ve birbirimize sahip çıkmalıydık. Örneğin bir kalem satmaya hep beraber gitmedik. Belirli işçiler kalem sattılar. Belirli işçiler arasında dayanışma oldu. Yani dayanışma bilincini geliştiremedik.

Çadırdayken çevremizdeki fabrikalarla iletişime geçemedik. Bir fabrikanın yemekhanesine gidip direnişimizi anlattık. Birkaç fabrikada işyeri temsilcisiyle ya da öncü işçiyle konuştuk. Fakat bu çabamızı süreklileştiremedik. Dostluğumuzu ve dayanışmayı sürekli kılamadık. Çünkü bu çabalar tanımlanmış net bir hedefe yönelik çabalar değildi. En azından yakın çevremizdeki fabrikalarla sürekli bir iletişim ve dayanışma yaratabilirdik.

Biz Aymasan işçileri diğer fabrikalarda yaşanan direnişleri bir araya getirip ortak direnişi de örgütleyemedik. Yani direnişleri birleştiremedik. Ortak bir şekilde hareket edemedik. Örneğin halen devam eden Aktif ve Göktaş direnişlerini Aymasan direnişiyle birleştirebilirdik. Örneğin ortak bir basın açıklaması düzenleyemedik. Halbuki halen devam etmekte olan ekonomik krize ve sorunlara karşı ortak bir basın açıklaması yapsaydık, kamuoyunda bu ne kadar ses ve yankı bulurdu.

Evet her direniş bir okuldur. Ama Aymasan direnişi çoğu dersin öğretmeni olmayan çoğu dersi boş geçen bir okuldu. Tabii ki birçok şey öğrendik, tabii ki birçok kazanımımız oldu. Fakat kazandıklarımız, kazanabileceklerimizin yanında çok azdır. Çünkü amaçlarımızı tanımlayamadık, netleştiremedik. Tanımlanmış hedeflere ulaşmak için planlı bir yürüyüş örgütleyemedik. Bu yüzden kazanabileceklerimizin yanında kazandıklarımız deveyle pirenin karşılaştırılmasına benzedi.

Yanlış anlaşılmasın, hiçbirşey kazanmadık demiyorum. Örneğin arkadaşlarımızın büyük çoğunluğu bize gelen sosyalist basına karşı tavırlıydılar. Sürekli olarak onların geliş amaçlarını sorguladılar. Bunlar teröristler, bunlar komünistler, bunlar buraya ideolojik düşüncelerini aktarmaya geliyorlar dediler. Sonra sonra dostu düşmanı tanıdılar.

Oy verdikleri partilerden direnişe destek istediler, vaad aldılar. Ve gördüler ki, sosyalistler hergün yanımızdalar. Maddi ve manevi desteklerini esirgemiyorlar. Ve biliyoruz ki, gerçek dost kötü günde yanında olandır. Direnişe başlarken sosyalist basına ve devrimcilere tepki gösteren ve çadıra gelmelerini istemeyen arkadaşlarımızdan bir kısmı değişti. Bugün sosyalist basın hakkında ne düşünüyorsun dediğimizde şu cevabı veriyorlar: “Hakkını aramak suç ise ben teröristim, ben komünistim.”

Aymasan direnişçisi



Adana’da toplu taşıma araçlarına yapılan zamlar protesto edildi

Krizi ve savaşı biz yaratmadık, faturasını da ödemeyeceğiz!

Adana Büyükşehir Belediyesi’nin toplu taşıma araçlarına yapmış olduğu %100'lük artışa bir tepki de Şakirpaşa halkından geldi. Yapılan %100'lük zammı protesto etmek için bir eylem programı çıkartıldı. Eylem programı çerçevesinde hazırlanan imza kampanyası için evler tek tek dolaşılarak yapılan zamların gerçek nedeni anlatıldı.

Toplanan imzalar Cumartesi günü pazarda yapılan basın açıklaması ile basına duyuruldu. Açıklamada yeni zamların bu zamları izleyeceğine vurgu yapıldı. Atılan sloganlar arasında "Susma sustukça yeni zamlar gelecek!", "Otobüs zamları geri alınsın!", "Emperyalist savaşa hayır!", "Kurtuluş yok tek başına, ya hep berarber ya hiçbirimiz!" sloganları atıldı.

Yapılan çalışma genelde işçi-emekçilerle buluşma cephesinden iyi sonuçlar vermiştir. Emekçilerin tepkilerini imza koyarak dile getirmeleri sorunlarına sahip çıkma noktasında olumlu bir gelişmeydi. Eksik kalan ise bu tepkinin sokaklara taşınmasıydı.

Yoğun imza kampanyası sonucunda 2 bin imza toplandı. Ancak imza verenlerin büyük bir kısmı yapılan eyleme fiilen katılmadı. Bunun nedeniyse mahallenin kendi bileşenlerinin aktif hale getirilememesiydi. İkinci önemli nokta ise eylemin organizasyonunda yaşanan aksaklıklardı. (Pazarda yapılacak basın açıklamasının yeri tam olarak belirtilmemişti. Basın açıklamasından bir gün önce yapılan afiş çalışması, çağrı pusulaları ise dar ve sınırlı kaldı.)

SY Kızıl Bayrak/Adana