01 Aralık '01
Sayı: 37


  Kızıl Bayrak'tan
  Reformist solda son durum
  Kurtlar sofrasında bir ada: Kıbrıs
  Taban inisiyatifini güçlendirelim!
  Medyadan yıkım programına boyun eğin çağrısı
  Ordu ve kriz yağmacısı OYAK
  Bir Aymasan direnişçisinin değerlendirmesi... "Her direniş bir okuldur"
  İşçi kültür evleri üzerine
  1 Aralık'a doğru sınıf hareketi: Sorunlar, imkanlar ve görevler
  Afganistan'ın ölüm tarlaları
  Emperyalizm gerici yüzünü ortaya seriyor... "Yeni dönem"de McCarthy'cilik diriltiliyor
  İHD İstanbul Şubesi'nin "2. 'hayata dönüş'" başlıklı açıklaması...
  Yeni YÖK yasası... "Zengin öğrenciden harç alıp, yoksulu okutacağız" yalanı
  Üniversitelerden eylem haberleri...
  27 Kasım, teslimiyet ve ihanete karşı Kürdistan emekçilerinin direniş bayrağıdır!
   Savaş meydanı kadınlar
   Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
“Bu ülke için seve seve” kampanyası...

Medyadan yıkım programına boyun eğin çağrısı

Bugün medya sermaye devletinin politikalarının, eylemlerinin hazırlayıcısı (kitleleri manipüle etme, tepkileri nötralize etme anlamında) ve yönlendiricisi olma misyonlarına sahip. Sermaye iktidarı her ihtiyaç duyduğunda medya devreye girer. Dönemsel olarak gündeme getirilen medyatik kampanyalar da bu bağlamda anlaşılmalı.

Medya tarafından kitlelere sunulan en son kampanya “Bu ülke için seve seve” söylemi etrafında şekillendiriliyor. İlk elden televizyon ekranlarının bir köşesine bayrak resmi üzerine parolayı yerleştirdiler. Gazeteler ve birkaç alışveriş merkezi de televizyonları izledi. Böylece tüm sıkıntıların bu ülkenin çıkarları için çekildiği yanılsaması yaratılmaya çalışıldı.

Oysa “Bu ülke için seve seve”, devletin “milli birlik ve beraberlik” söyleminin yeni bir versiyonu. Bu parolayla kitlelerin bilinçlerine kazınmaya çalışılan ise son derece açık: Ülke tehlikede ve ancak senin yardımınla, senin ülkene olan sevginle kurtulabilir.

Bu söylem birkaç amaca birden hizmet ediyor. İşçi sınıfı-emekçiler ile bir avuç kapitalist arasındaki fark görmezlikten gelinip, bu ülkede yaşayan herkesin “aynı geminin yolcuları” olduğu yanılsaması yaratılıp, işçiler ile burjuvazinin çıkar birliği içinde olduğu beyinlere kazınmaya çalışılıyor. Medyanın yaptığı uzlaşmaz olanı uzlaşır kılmak, öyle göstermek. Sabancı’nın yararına olanın fabrikasında çalışan işçinin de yararına olduğunu söylemek. Ve tersinden, medya uzlaşır olanı da uzlaşmaz gibi göstermeye çalışır. Geçmişte şovenizm kampanyaları ile Türk ve Kürt emekçilerini bölmeye çalışmaları buna iyi bir örnektir.

“Bu ülke için seve seve” sloganıyla ilk elden ekonomik krizden dolayı toplumda oluşan hoşnutsuzluk ve tepkileri yatıştırmayı hedefliyorlar. İstenilen tüm saldırılara karşı suskun kalınması, İMF ve işbirlikçileri tarafından dayatılan tüm politikaların kabul edilmesi, herhangi bir karşı koyuşun örgütlenmemesidir. Sonuç açlık, işsizlik ve toplumsal yozlaşma olsa da... Kısacası kitlelerden yıkım programına gönüllü kulluk talep ediliyor.

“Bu ülke için seve seve” söyleminde en etkin kelime hiç kuşkusuz yıllardır kullandıkları “ülke” kavramı. Sanki işçi sınıfının yaptığı fedakarlıklar sayesinde ülke ayakta kalacakmış gibi lanse ediliyor. Oysa yıkım programının kabulü sadece sermayenin kârlarına kâr katacak, ülkeyi yıkıma, geniş emekçi yığınları sefalete sürükleyecek.

“Bu ülke için seve seve” kampanyasına medya dışında orta sınıfların uğrak yeri olan iki alışveriş merkezi de katıldı. Kampanya çerçevesinde iki günlük “indirim” yapıldı. Tüketim çılgınlığına tutulmuş, sahip olabildikleri meta ve markalar çerçevesinde yaşamlarını kuran orta sınıf mağazalara akın etti. Alış-veriş yaptıkları ölçüde hayata katılan-dışarıyla etkileşime geçen-bu sağlıksız bireyler için “indirim”, imajlarının modern-modaya uygun tarzda gözden geçirilmesi için iyi bir fırsattı. Alışveriş merkezleri ve yaşanan izdiham tüm tv kanallarını kapladı. İndirimin gerekçeler sorgulanmadan, mağaza sahiplerinin kârlarından feragat ettikleri anlatılmaya çalışıldı ve alkışlandı. Oysa bir ayakkabının indirimli fiyatının bile (245 milyon) asgari ücretin iki katı olduğu bir ortamda, birilerinin herhangi birzorluk çekmeden bu parayı ödeyebilmesi, diğerlerinin ise ucuz ekmek için saatlerce kuyrukta beklemesi utanç kaynağı olabilir ancak. Ancak medya için önemli olan indirimin işçi sınıfı ve emekçilerin hayatını kolaylaştırıp kolaylaştırmadığı değildir. Önemli olan tüm toplumsal tabakaların bu ülke için fedakarlık yaptığının propagandasını yapmaktır ve yaptılar da.

“Bu ülke için seve seve”‚ burjuvazinin ihtiyaçları doğrultusunda örgütlenen ilk kampanya değil. ‘94 krizinde “Haydi Türkiyem ileri!” sloganı kitleleri manipüle etmek için kullanılmıştı. Seçim döneminde ise “Şikayet etme, oy kullan!” söylemi çerçevesinde sandığın tüm sorunların çözümü olduğuna kitleler inandırılmaya çalışılmıştı. Susurluk süreciyle birlikte ordunun devleti tekrar yapılandırma ya da denetimi dışına çıkan kimi unsurlarını tekrar denetleme ihtiyacı çerçevesinde gündeme getirilen “temiz toplum” söylemi de yine medya tarafından kitlelere sunulmuştu. O süreçte medya ordunun çizdiği çerçevede bir muhalefet oluşturulması görevini aktif olarak yürütmüştü. Yine sirmaye düzeninin ihtiyaçları doğrultusunda rdu tarafından yürütülen anti-şeriat kampanyada medya kitleleri manipüle etmenin en aktif aracıydı. 28 Şubat sürecinde, laik-şeriat kamplaşması doğrultusunda, ‘80 darbesinin çocuğu olan İslami kesim ve örgütlenmeler üzerinden emekçilerin bilinçlerini bulandıran aktörlerden biri oldu medya. Atatürk rozetleri, posterler, Anıt-kabir ziyaretleri gibi görsel ideolojik malzemeler bol bol kullanıldı kampanya süresine. Gerektiğinde bu aynı malzemeler medya tarafından tekrar tekrar kullanıma sokuluyor.

“Bu ülke için seve seve” kampanyasının hedefi açık ki bu ülkeyi satışa çıkaran bir avuç asalak değil. Bu söylemle işçi sınıfı ve emekçiler ülke sevgisi üzerinden ayartılmaya çalışıyor. Ek vergiler, sermaye için değil işçi sınıfı ve emekçiler için gündeme getiriliyor. Kaynak sıkıntısını (bütçe açığını) ek vergilerle kapatma dışında çözüm olmadığını dillendiren ekonomi bürokratları, sermaye için çift vergilendirme ya da vergi oranlarının yükseltilmesinin sözünü bile etmiyorlar. Ya da bizden toplanan vergilerin borç faizleri olarak sermayenin kasalarına akıtılıyor olması onları hiç ilgilendirmiyor.

Açıkçası, medyanın bu ülkeden anladığı patronlar kulübü, yani işbirlikçi tekelci burjuvazidir. İşçi sınıfı ve emekçilerden bir avuç işbirlikçi kapitalistin semirmesi için fedakarlık isteniyor. “Bu ülke için seve seve”nin gerçek anlamı “TÜSİAD için seve seve”dir!



“DGM sürpriz yaptı”...

Gerçekte değişen hiçbir şey yok!

Radikal gazetesinin 24 Kasım tarihli manşetinde “DGM sürpriz yaptı” başlığı altında şöyle bir haber yer alıyordu: “Anayasa değişiklikleri uyarınca Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 312 ve Terörle Mücadele Yasası’nın (TMY) 8. maddesinde yapılacak yasa değişikliklerini bekleme kararı veren Ankara 1 No’lu DGM, düşünce açıklamalarına ceza istemli davayı 2.5 ay süreyle erteledi.”

Peki bu “sürpriz” gerçekte bir değişikliğe neden olacak mı? Göstermelik biçimde bile olsa buna evet demek mümkün değil. Çünkü savaşın ve krizin ağırlaşan faturasının işçi ve emekçilere ödettirilmeye çalışıldığı koşullarda, bunun için saldırıların azgınlaştığı koşullarda düşünceleri ifade etme özgürlüğünün olabileceğini söylemek tam bir yalandır. Bu ülkede artık düşünce açıklamak, “örgüte yardım ve yataklık” “intihara teşvik” vb. suçlar kapsamına girmektedir.

Yasada sözü edilen değişiklikler olabilir, bazı aydınlar cezaevinden çıkabilir ya da yargılanmaktan kurtulabilir. Zaten bu maddelerden neredeyse sadece aydınlar yargılanmaktadır. Devrimciler ise ya TCK 168’den ya da 169’dan, yani örgüt üyeliği ve örgüte yardım-yataklık yapmaktan yargılanmaktadırlar. Yasal prosedür gereği birçok dava TCK’nun 312. veya TMY’nın 8. maddelerinden açılmış olsa bile, sonuçta devrimci yayınların yazı işleri müdürleri TCK’nun 168. ya da 169. maddelerinden yargılanarak ceza almaktadırlar.

TCK’nun 141. ve 142. maddeleri kaldırıldığında da “artık düşünce özgürleşecek” diye sevinç çığlıkları atanlar oldu. Ama çok geçmeden TMY’nın 7. ve 8. maddelerinin bu boşluğu fazlasıyla doldurduğu görüldü. TMY kaldırılan yasaların yerini almakla kalmadı, daha saldırgan bir biçimde yeniden düzenlendi.

Demek ki sermaye iktidarı herhangi bir yasayı kaldırsa bile, eğer bu yasa kendi dolaysız çıkarları gereği ise, ya bu yasanın yaratacağı boşluğu fazlasıyla dolduracak yeni bir yasa çıkarır, ya da uygulamada farklı yöntemlerle bu boşluğu doldurur. Yalnızca komünistler ve devrimciler açısından değil, işçi ve emekçiler açısından da değişen bir şey olmaz. Olası değişiklikler ise kesinlikle emekçilerin aleyhinedir.

Son açıklanan AB raporunda Türkiye’ye yönelik eleştiriler var. Bu eleştirilerin merkezine ise anti-demokratik uygulamalar oturuyor. Yasada yapılacak göstermelik değişikliklere bu eleştiriler çerçevesinde bakmak gerekiyor. Elbette AB demokrasi havariliğinden dolayı böylesi eleştiriler getirmiyor. Türkiye’yi AB’ye almamak için bunları kullanıyor. Türk burjuvazi bunu biliyor, ama yine de göstermelik düzenlemelerle AB’nin eleştiri imkanlarını elinden almak istiyor.

Sonuç olarak işçi ve emekçiler açısından hiçbir şey değişmeyecek, yapılan düzenlemeler işçi ve emekçilerin lehine olmayacaktır. Derin bir kriz batağında debelenen, ülkeyi ve emekçileri tam bir yıkıma götüren burjuvazinin özgürlüğü değil, baskı ve terörü azgınlaştırmaya ihtiyacı vardır. Tüm özgürlükler işçi ve emekçilerin dişe diş mücadeleleriyle kazanılacaktır.