06 Ekim '01
Sayı: 29


  Kızıl Bayrak'tan
  Savaşa karşı mücadele

  Emperyalizme karşı mücadeleyi yükseltelim!

  Emperyalist saldırganlığa karşı öfke büyüyor...

  Yaşasın işçilerin birliği halkların kardeşliği!

  Emperyalizmin hizmetinde daha aktif bir rola arayışı
  Emperyalizme karşı mücadelede geçmişin devrimci deneyimleri...
  Deri işkolunda çalışma ve meslek hastalıkları
  Tekel'de mevsimlik kadın işçiler eylemde

  Savaş, anti-emperyalist mücadele ve Parti Programı

  Gençlik hareketi
  Habip gül yoldaş şahsında ON'lar anıldı...
  Ölüm Orucu Direnişi 352. gününde sürüyor...
  Sahte umutlar, boş çırpınışlar

  Ortak açıklama: Emperyalist savaşa hayır!

  Belçika'da kitlesel işçi yürüyüşü
  Che; uluslararası devrime adanmış bir yaşam
  Açıklamalardan...
  Mücadele Postasi

 Tüm yazılar

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 

Sahte umutlar, boş çırpınışlar...

Öcalan, günlerdir propagandası yapılan savunmalarını sonunda AİHM'e sundu. Bu davayla birlikte 15 Şubat'tan bu yana Kürt halkı üzerinde uygulanan bilinç, bellek ve ruh katliam hareketine de ivme kazandırıldı. Öcalan ve İmralı partisi yönetenleri halkımızın bilincini çarpıtmaya, halkımızı sahte umutlarla avutmaya, biriken enerjisini boşa akıtmaya devam ediyor. Bu, AİHM'e olmadık roller biçilerek, bu dava haddinden fazla abartılarak yapılmaya çalışılıyor. Böylece ömürlerini biraz daha uzatabileceklerini düşünüyorlar. Dahası, halkımız TC'nin Avrupa politikalarına alet edilmek için olmadık çabalar sergileniyor.

Peki gerçeklik nedir? Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne yükledikleri rol, verdikleri anlam nedir? İmralı mahkemesinden beklentileriyle AİHM'den beklentileri arasındaki benzerlikler, paralellikler nelerdir? İmralı Partisi yönetenleri bu mahkeme vesilesiyle ne yapmak istiyorlar, neler elde etmeye çalışıyorlar?

Yapılan açıklamalara göre, anılan mahkemeden beklentileri üç noktada toplamak mümkün: Bir; İmralı yargılamaları bütün sonuçlarıyla birlikte iptal edilsin. İki; her iki taraf (Burada TC ve PKK kastediliyor) adil bir biçimde uluslararası bir mahkemede yargılansın. Üç; AİHM, kendisini dar hukuk kuralları içinde sıkıştırmayarak Kürt sorununun çözüm platformu olabilsin, ya da bunun yaratılmasına vesile olsun!

AİHM'e yüklenilen bu abartılı misyona kendileri inanıyorlar mı? İmralı çizgisini reddetmeden "İmralı yargılamaları iptal edilsin!" istemlerinin herhangi bir değeri ve anlamı, samimi bir yönü var mı?

Anlaşılıyor ki, bu son iki yıl içinde gerçekleştirdikleri bellek silme operasyonuna son derece güveniyorlar, halkımızın tüm belleğini yitirmiş olduğuna inanıyorlar. Önce sormakta ve sonra hatırlatmakta yarar var:

Öcalan, İmralı mahkemelerine nasıl yaklaşmıştı, orada neyi ve kimi savunmuş, kimi mahkum etmişti? Şimdi AİHM'e verdiği savunmasında kimi savunuyor, kimi mahkum ediyor? Bu sorulara yanıt vermeden bu mahkemeyi fırsat bilip halkımızın en temiz bağlılık duygularını sömürmek, ulusal istemlerini kullanmak, halkımızı sahte umutlarla avutmak içine girilen suç pratiğini ağırlaştırmaktan başka bir sonuç verir mi?

Sürece daha yakından bakmamız gerekiyor: Esas olarak İmralı mahkemesinin açılışından itibaren her şey Öcalan'ın istemi ve iradesi ile sınırlı tutulmuştur. (Bu iradenin de kimin iradesi olduğu belgeler ve yaşanan pratik tarafından sayısız kez kanıtlanmıştır. (Bir Yanılsamanın Sonu adlı çalışmamıza bakılabilir.) Öcalan, İmralı duruşmaları başlamadan önce hukuksal hazırlıkların yapılmasını bizzat engellemiş ve dava ile ilgisi olan ya da ilgilenmek isteyen herkese, her çevreye şunu söylemiştir: "Ne gerekiyorsa ben yapacağım, ne söylenecekse ben söyleyeceğim. Başka hiçbir hazırlığa gerek yoktur.

Avukatlarım ve dava ile ilgilenen herkes benim dış dünya ile bağlarımı kursun; PKK'yi yönetmeme aracı olsun, başka bir şey istemiyorum, gerek de yoktur..." Söylenmek istenen ve pratikte yaptırılan budur! Dolayısıyla başta Öcalan'ın avukatları olmak üzere, dava ile ilgili görünen bütün kesimler basit birer figürandan başka bir şey değildirler. Daha da ötesi, başta Öcalan'ın avukatları olmak üzere, dava ile ilgili ve yetkili hemen hemen herkes, İmralı yargılamalarını hukuka uygun ve adil bulmuştur. Nitekim bundan dolayı Öcalan'ın avukatları, mahkemeye teşekkür ve şükranlarını sunmaktan geri durmamışlardır. Bunlar, mahkeme tutanaklarıyla sabittir. Bu durum, Öcalan'ın İmralı mahkemesinin ilk gün değerlendirmesi ile çakışmakta ve kendisi, "bana her zaman olgun ve saygılı davranıldı" demektedir. Henüz İmralı duruşmaları başlamadan, TC, AİHM'de ve uluslararası zeminlerde karşılaşabileceği itiraz ve sıkıntıları bizzat Öcalan eliyle ortadan kaldırmış ve İmralı yargılamasının temellerini sağlam atmıştır. Öcalan, İmralı tiyatrosunda kendisine verilen rolü layıkıyla oynamış ve AİHM'e de kendisine verilen bu rol doğrultusunda hazırlanmıştır.

Dikkat edici bir nokta daha var: AİHM'e sunulacak savunmalar için, adeta herkes nefesini tutup Öcalan'ı beklemiştir. Ne kendisinin avukatları ne de yurtsever hukuk çevreleriyle, Kürt halkının gerçek dostlarının dava sürecine katılmaları, hazırlık yapmaları istenmemiştir. Daha da ötesi birçok girişim ve zemin işlevsiz hale getirilmiş, dava sürecine katılımları engellenmiştir.

İmralı'dan AİHM'e ulaşan savunma adı altındaki Türk devlet tezlerinin hiçbir harfine dokunulmamış, farklı bir ses çıkmamıştır. Sadece hukuksal değil, siyasal ve diplomatik anlamda hiçbir bilimsel çalışma yapılmamış; yapmak isteyenler açık bir şekilde engellenmiştir. İmralı'da "Kutsal insan" olduğunu ve peygamberlik sıfatını hakkettiğini iddia edecek kadar ileri giden Öcalan, artık hem hukuk alimidir, hem diplomasi uzmanıdır, hem tarihçidir, hem bilim adamıdır, hem politikacıdır... Kısacası o artık her şeydir. Dolayısıyla dava savunmalarının hazırlanması için hiç kimseye ve hiçbir şeye ihtiyacı bulunmamaktadır. Avrupa dillerinden birisini az buçuk bilmiş olsaydı, tercümanlara ve dosyayı AİHM'e sunan maskaralara da gerek olmayacaktı! Kendisi ile görüşen avukatlar ise her görüşmede bir hiç olduklarını Öcalan'ın ağzından kutsal sözler gibi dinleyip, maskaralığa devam ediyorlar! Bütün bunların anlamı ve nedenleri de çok açıktır. "Hizmet" etmeyi bir borç bildiği "yüce devlet", böyle buyurmuştur çünkü!

Gerçek bu olmasına rağmen Öcalan ve İmralı yönetenlerinin AİHM sürecine yükledikleri anlam, TC'nin hesapları doğrultusunda, sahte umut tüccarlığı yapmaktan başka bir şey değildir. Bu durum hem otuz yıllık Kürdistan Ulusal Kurtuluş Mücadelesi'nin, hem de bir bütün olarak Kürt ulusunun aşağılanması; Kürt toplumunun gücü ve enerjisi ile alay edilmesi anlamına gelmektedir.

Başka bir ifadeyle, İmralı mahkemelerini meşru gören, o kürsülerde TC'nin resmi bütün tezlerini doğrulayan, devletin kendisine saygılı davrandığını belirten, PKK'yi, Kürdistan direniş tarihini mahkum eden, Kürtlerin en temel ve vazgeçilmez hakkı olan kendi kaderini belirleme hakkını reddeden, kendi misyonunu TC'ye hizmet etmek olarak ilan eden, bu bağlamda PKK ve ulusal kurtuluş adına ne varsa bütün değerlerimizi tasfiye etmeyi "yüce devlete bağlılığının" bir gereği sayan ve bu sözlerini iki yılı aşkın bir süredir uygulayan, uygulatan, bu "hizmetlerinin" karşılığı olarak nedamet getirerek af dileyen Öcalan değil mi? Dahası var: İmralı duruşmalarının bir "çözüm platformu" olmasını isteyen Öcalan değil miydi? Bugün aynı şeyler Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nden de isteniyor. Halkın güzel deyimiyle, peki, "Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu?"

Tekrar hatırlayalım: Dün İmralı mahkemesinden "çözüm" bekleniyordu, teslimiyet ve eşi görülmemiş tasfiyeciliğin karşılığında "çözüm", yani af, kendisini de kapsayan pişmanlık yasası bekleniyordu. Bugün, AİHM'den beklenen idamın durdurulmasından başka bir şey değildir. Kürt sorununun çözümü ile ilgili söylenenler, işin tamamlayıcı fonu, aksesuarı niteliğindedir. Beklentilerinin özü bu. Ama bunu yaparlarken halkımızın sahte umutlarla avutulması, enerjisinin boşa akıtılması ve biraz da idamı önleme beklentisine yönlendirilmesi gerekiyordu... Yapılan budur.

İmralı yargılamalarının iptal istemi samimi değildir. Çünkü İmralı yargılamalarını meşru gören, bunu ideolojik, politik ve stratejik çizgi haline getiren Öcalan ve İmralı partisinin kendisidir.

Öcalan ve İmralı partisinin gerçek anlamda bir Kürt sorunları yoktur. Onlara yüklenen misyon, tüm tarihsel kazanımlarımızı ve ulusal kurtuluş mücadelemizi topyekûn tasfiyedir. Onların "çözüm" den anladıkları, Öcalan'ın idam edilmemesi ve bu tasfiyeciliğin nihai sonucuna götürülebilmesi için bazı kültürel kırıntılardır. Avrupa'daki çırpınışları da bu bağlamdadır: "Biz sizin istediğiniz çizgiye geldik, bizi kendi içinize alın, istediğimiz bazı kültürel kırıntılardır!" "Kimlik bildirimi" ve son AİHM vesilesiyle yapılan gösterilerin hedefi bundan başka bir şey değildir.

AİHM sürecinin sonucunda ortaya çıkması muhtemel kararlar ise sır olmasa gerektir. İmralı yargılaması AİHM içtihatları ile birlikte düşünüldüğünde, ortaya çıkacak karar öz olarak, Öcalan'a verilen idam cezasının infazının durdurulmasıdır. Ancak bu durdurma kararının TC için hiçbir bağlayıcı özelliği yoktur. AİHM kararlarına uymamanın bir yaptırımı da yoktur. AİHM süreci esas olarak Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi çerçevesinde AB kapsamındaki ülkelerin hukuksal ve siyasal sistemlerinin korunması, yüceltilmesi üzerine kurulmuştur. AİHM'in adalet ve meşruiyet kaynakları ise AB ülkelerinin sistemlerinin kendisidir.

Ölüm cezası kararının ertelenmesi ya da durdurulmasının yanında, bazı kişisel haklarının kısıtlanmasından dolayı (ki, Öcalan bu kısıtlamalara karşı dahi çok pişkin bir tutumla gülümsemekte) parasal tazminata hükmedilmesi, AİHM yargılamaları geleneğinin gereğidir. Bunun da pek bir anlamının olmadığı biliniyor.

Bunun dışında AİHM sürecinden kararlar beklemek, ya saflık, değilse sahtekarlıktır! AİHM'in sosyal ve siyasal sorunların çözüm mercii olmadığını bilmeyen yoktur. Bu durumu başta Öcalan'ın avukatları ve İmralı partisi yönetenleri çok iyi bilmektedirler. Ancak ellerine geçirdikleri rant ve yaşam olanaklarını sürdürmek için, bir halkın kaderi ile oynamakta ve Kürt halkını dünya karşısında gülünç bir duruma sokmaktadırlar. Aşağılanan, horlanan ve ayaklar altına alınan sadece Kürt toplumunun hakları ve mücadele olanakları değil, aynı zamanda ONURUDUR!

Kısaca özetlemeye çalıştığımız bu noktalar, AİHM sürecinin çok önemli boyutlarıdır. Başka boyutları da var, bunlar, bu dönemde pek öne çıkmadı. Öcalan, anılan mahkemeye yüzlerce sayfa tutan bir savunma sundu. Bu savunmanın özü nedir? Hangi bölgesel ve uluslararası politikalara oturuyor, neyin hizmetinde, nasıl bir hedef güdülüyor? Bu soruların yanıtı çok önemli. Hemen vurgulayalım ki, bu yüzlerce sayfa tuttuğu propagandası yapılan savunma, İmralı savunmalarının daha geliştirilmiş ve belli uluslararası politik hesaplara oturan, TC'nin resmi tezlerini dış politika alanına taşıyan bir belgeden başka bir şey değildir. Başka bir ifadeyle Öcalan, "yüce devlete" verdiği "hizmet" sözünün gereklerini yerine getiriyor, Cumhuriyete borcunu ödemeye devam ediyor. Avrupa karşısında TC'nin ve onun üzerinden ABD'nin elini güçlendiriyor. Hatırlayalım:

Öcalan, İmralı duruşmalarında ABD'den, İsrail'den, onların rollerinden hiç söz etmedi. Yunanistan'ı, Rusya ve İtalya'yı hedef tahtasına koydu. TC'mi? Öcalan'a göre o "kurban"dı. "Kurbanlar" el ele vererek bu komployu boşa çıkaracaklardı! AİHM'e sunulan savunma da bu anlayışı teorileştirdi. Bu savunmanın politik özünü ve ayrıntılarını daha sonraki çalışmalarımızda genişçe değerlendireceğiz. Şu anda burada vurgulamak istediğimiz, halkımızın kendine ait olmayan, tersine kendisine ait ne kadar değer ve mevzi varsa içini boşaltan ve tasfiye eden bir politikanın peşinden sürüklendirilmesi ve nefesinin tüketilmeye çalışılmasıdır.

Bir kez daha vurgulamakta yarar var: AİHM, Kürt halkının en temel sorunlarının ve istemlerinin savunulduğu, ulusal kurtuluş mücadelemizin haklılığının ve meşruiyetinin dile getirildiği, uluslararası karşı-devrimci güçlerin, emperyalizmin Kürt politikalarının devrimci bir bakış açısıyla mahkum dildiği, Kürt özgürlük ve bağımsızlık istemlerinin çok açık ve net bir şekilde ifade edildiği bir platform değil, TC'nin resmi görüş ve politika tezlerinin Kürt sosuna batırılarak savunulduğu, genelde Avrupa, özelde de Yunanistan, Rusya, İtalya vd. devletlerin sıkıştırılmaya çalışıldığı, TC'nin Avrupa politikasında elinin güçlendirilmek istendiği bir platformdan başka bir şey değildir.

Bu çizginin Ortadoğu ve Güney Kürdistan'a uzanan boyutları da var. Sevr'e, Lozan'a göndermeler yapılarak, "Demokratik Cumhuriyet" yaklaşımının ve bunu bu alanlara taşırmanın ne kadar önemli olduğu bir kez daha hatırlatılıyor. Bu noktada hesap şu:

Güney ve genelde Kürt sorununda ABD ve TC'nin uzlaştığı noktada kendine bir misyon kapmak!

Bu, işbirlikçilik bile denmeyecek bir misyondur ve sonuçta yine idamı önleme hesabına dayanıyor. Bu konudaki yaklaşımlarını İmralı partisi yönetenlerinden Murat Karayılan, 2 Ekim 2001 tarihli Özgür Politika'da çıkan bir mülakatında şöyle özetliyordu:"Şimdi anlaşılıyor ki ABD, bu olayla birlikte yeni bir konsept geliştiriyor. Dünyanın çeşitli ülkelerinde, bölgelerinde ve en temelinde Ortadoğu'da, Kafkasya'da yeni bir düzenleme geliştirmek istiyor. Bu sadece ABD değil, genel anlamda NATO politikasına dönüşebilir. Dolayısıyla yeni düzenlemede Kürtlerin bu yeni süreci hassasiyetle ele almaları ve kendilerine bir yer yapmaları gerekiyor. Bizim yaklaşımımız budur." Evet, söylenmek istenen çok açık:

"Güneyi'yle Kuzeyi ile bütün Kürtler, ABD'nin saldırgan dünya, Avrasya, Ortadoğu politikasında kendilerine bir yer kapmalı!"

Peki bu yerin anlamı, niteliği, Kürt halkı ve bölge halkları için anlamı ve sonuçları ne olacak? Kürtler hep bugüne kadar başkalarına ait konseptlerde yer alıp bir şeyler elde edebilecekleri yanılsamasını yaşamadılar mı? Cezayir anlaşması, Halepçe, Ô88 bozgunu ve en son İmralı tasfiyeciliği bu politikaların sonucu değil mi? Kaldı ki emperyalist güçler ve TC, işbirlikçilerini tercih ederken de "seçici"dirler. Bugün diz çökmüş olsa da Öcalan ve İmralı partisine kendi politikalarında geleneksel anlamda bir işbirlikçi rol vermeyeceklerdir, sadece aşağılayarak kullanacak ve posasını çıkarıp çöpe fırlatacaklardır. Hepsi bu. Gerisi ham hayaldir!

Halkımız gerçeği görmeli, kendisi, kaderi, geleceği ve onuru üzerinde oynanan iğrenç oyunları kavramalı ve boşa tüketilmeye çalışılan enerjisini ulusal kurtuluşu ve özgürlüğü için harcamalıdır!

PKK-Devrimci Çizgi Savaşçıları
3 Ekim 2001