Emperyalizme
karşı mücadelede geçmişin "Emperyalizm kağıttan kaplandır!" Emperyalizm dünyayı yeniden kana bulamaya hazırlanıyor. İlk hedef olarak belirlenen Afganistan'a dönük bir askeri harekat için gün sayılıyor. Afganistan'ı başkaları takip edecek. "Teröre destek" oldukları bahanesiyle bir dizi ülke halkı daha emperyalizmin hedefi durumunda. Kısacası dünya sonu nereye varacağı, nelere yol açacağı bugünden belli olmayan bir emperyalist saldırı ve terörün tehdidi altında. Sömürü düzenini zorbalık ve zulümle, yeri geldiğinde oluk oluk kan akıtarak korumak için emperyalistler devasa büyüklükte savaş aygıtlarına; yüzbinlerce kişilik ordulara, en modern savaş araçlarına sahipler. Buna emperyalizme bağımlı ülkelerdeki gerici rejimleri, onların elindeki orduları da kattığımızda ortaya devasa bir güç çıkıyor. Gerçekten de dünyanın her tarafını bir örümcek gibi sarmış bu gerici savaş aygıtı, çürüyüp kokuşmakta olan kapitalist sistemin kendisini koruma konusunda güvendiği en büyük güçtür. Yeri geldiğinde ve değişik bahanelerle bu devasa savaş aygıtını kullanarak halkların kanını dökmek emperyalistlerin yabancısı olduğu bir iş değil. 100 yılı aşan tarihi boyunca emperyalistlerin adı hep savaşlarla, katliamlarla, işgallerle birlikte anıldı, anılıyor. Daha önceleri İngiliz emperyalizmi, son 50 yıldır ise ABD emperyalizmi tam da bu sömürgeci ve kana susamış kimlikleri nedeniyle halkların, ilerici ve yurtseverlerin nefretini kazandılar. Emperyalistler ellerindeki askeri gücü kullanarak bir yandan çıkarlarını korurken bir yandan dünya halklarına, işçi ve emekçi yığınlara emperyalizmle başa çıkılamayacağı mesajını vermeye çalıştılar. Bunda büyük ölçüde başarılı da oldular. Fakat bütün bunlara rağmen aslında emperyalizm, askeri bakımdan yenilmesi imkansız bir güç değildir. Belli bir örgütlenme ve bilinç düzeyine ulaşmış halkların emperyalist zorbalığa karşı başarılı savaşlar verdiğine, karşılığında ödenen ağır bedellere rağmen emperyalizmi rezil rüsva ettiğine tarih birçok kez tanıklık etmiştir. Büyük Çin Devrimi: "Emperyalizm kağıttan kaplandır!" Japon emperyalizmine karşı Çin halkının verdiği büyük mücadele buna çarpıcı örnektir. Japonlar 1931 yılında Çin'e bağlı Mançurya'yı işgal ettiler. Çin'in yönetiminde söz sahibi olan Guomindang, Japon işgalina karşı belli bir savaş yürütse de onları Çin topraklarından söküp atmakta başarılı olamadı. Çünkü Guomindang ve başında bulunan Çan Kay Şek esas enerjisini Japon emperyalizmiyle değil Başkan Mao önderliğindeki devrimcilerle savaşmaya vermişti. İşgal yıllarca sürdü ve yayılmaya başladı. Uzun Yürüyüş'ün belli bir aşamasından sonra Mao önderliğindeki devrimciler, yürüyüşün rotasını ülkenin içlerine doğru değil Japon işgali altındaki bölgelere yönelttiler. Çin devrimi düşmanla savaşarak büyüyecekti. Nitekim öyle de oldu. Devrimciler emperyalizme karşı savaşın örgütlenmesi sorumluluğunu yüklendiler. Bunun getirdiği ağır faturayı hiç çekinmeden ödediler. "Sekizinci Yol Ordusu" ya da Kızılordu (bu Mao önderliğindeki devrimci güçlerin ordusuydu) Japon emperyalizmine karşı savaşta üç yılda (1937-40) tam 400 bin kayıp verdi. Yakılıp yıkılmadık köy kalmadı. Devrimcilerin denetimindeki "kızıl bölgeler"in nüfusu yarı yarıya azaldı. Fakat Japonlar Çin'i sömürgeleştiremediler. Öte yandan emperyalizme karşı verilen büyük savaş, devrimcilerin Çin halkı içindeki itibarını görülmemiş ölçüde arttırdı. ÇKP'nin 1938'de 200 bin olan üye sayısı sadece iki yıl sonra yani 1940'da 800 bine ulaştı. İkinci Dünya
Savaşı başladıktan sonra Japon emperyalizminin Çin'e ayırdığı askeri güç
giderek düştü. Fakat işgal tümüyle bitmedi. Çünkü Çin halkına karşı ihanet
içinde olan Guomindang ve ABD emperyalizmi aralarında anlaşarak Japon
işgalinin sürüncemede kalması için ellerinden geleni yaptılar. ABD emperyalizminin büyük yenilgisi: Vietnam Ulusal kurtuluş mücadelesini ezmek isteyen ABD emperyalizmi, Fransa'nın boşalttığı yeri doldurarak, 1963'te Vietnam'da geniş çaplı bir askeri operasyona girişti. Vietnam'a 1 milyon 200 bin asker gönderdi. En modern savaş uçaklarını, helikopterleri, tankları, makinalı tüfekleri bu operasyonda kullanılmak üzere Vietnam'a yığdı. Ancak karşısında kenetlenmiş bir Vietnam halkı ve devrimci önder Ho Chi Minh vardı. Emperyalist savaş makinası, her bakımdan geri bırakılmış bu küçük ve yoksul ülkede tam 12 yıl boyunca bütün acımasızlığıyla çalıştı. Fakat Vietnam halkı teslim alınamadı. Ne uçaklardan yağdırılan binlerce ton bomba (ki 2. Dünya Savaşı'nda kullanılanları kat kat aşıyordu), ne katliamlar, köy yakmalar, işkenceler ne de milyonlarca insanı yakan napalm bombaları, hiçbiri Vietnam halkına boyun eğdiremedi. Kendisini dünyanın efendisi olarak gören küstah ABD emperyalizmi, bu ummadığı direnişi ne kırabildi ne de anlayabildi. "Bu kadar yıl ve bu kadar bin can kaybından sonra bu korkak, bilgisiz, eğitimsiz, inançsız, kara donlu sefil piçlerin, dünyanın en büyük askeri gücüne hala meydan okumakta" (New York Times) oluşlarını bir türlü kavrayamadı. Emperyalistler gerçeği ancak içine düştükleri bataklık iyiden iyiye derinleştikten ve tümüyle çaresiz kaldıktan sonra öğrendiler ve dile getirdiler: "Komünistler, Vietnam'da bir ihtilalci fikrin tohumlarını atmışlardır. Bu ise bizim bilmemezlikten gelmemiz, bombalamamız ya da bastırmaya kalkmamızla yokedilemez. Fikirler bu çeşit metodlarla öldürülecek şeyler değildir." Emperyalist
dünyanın jandarması olan ABD, kurtuluşu için savaşan bu mazlum ve onurlu
halkın direnişi karşısında tarihinin en utanç verici yenilgisini yaşadı.
Savaş, 30 Nisan 1975'te, ABD ordusunun Vietnam'dan kaçması ve Vietnam
kurtuluş devriminin kesin zaferiyle sonuçlandı. Vietnam yenilgisi ABD emperyalizimi için yıllar boyunca "Vietnam sendromu" halini aldı ve bunun ancak Körfez savaşıyla bir ölçüde kırılabildiği bizzat kendilerince dile getirildi. Gerçekte emperyalistler bu yenilgiyi halen de unutabilmiş değiller. Afganistan'a dönük bir askeri operasyon için hazırlık yaparken en büyük korkuları buranın da kendileri için bir "Vietnam bataklığı" olması. Emperyalizmin akıl hocaları hemen her vesileyle bunu açığa vurmak zorunda kalıyorlar. ABD'nin tahammül edemediği çıbanbaşı: Küba ABD emperyalizmi
Orta ve Latin Amerika ülkelerini kendi evinin "arka bahçe"si olarak görüyordu.
Bu bölgedeki ABD karşıtı her türlü harekete de pervasızca saldırıyor,
yok etmek için elinden geleni yapıyordu. Ne yaptıysa Küba'nın onurlu insanlarının içindeki devrime bağlılık ateşini yenemedi. Fidel Kastro önderliğindeki Küba halkı emperyalizmin her yeni saldırısı karşısında daha fazla kenetlendi. Gerektiğinde aç kaldılar, büyük yokluklar çektiler. Fakat emperyalizmin her oyununu da boşa çıkarmayı bildiler. Küba'nın emperyalizm karşısındaki onurlu direnişinin, başta Latin Amerika olmak üzere tüm dünyada devrim ve sosyalizm inancının diri kalışında küçümsenmeyecek bir payı oldu. Ortak düşman: Emperyalizm Emperyalizm sadece Çin'de, Vietnam'da ya da öteki Çinhindi ülkelerinde yenilgi tatmadı. Latin Amerika'da, Afrika'da, Asya'da emperyalistlerin yenilmez sanılan silahlı güçleri halkların direnişi karşısında birçok kez çaresiz kaldılar, bozguna uğradılar. Eşsiz bir özveriyle savaşan Cezayir halkının önünden kaçan da, eliyle kurduğu diktatörlüklerin yıkılışını seyretmek zorunda kalan da emperyalizmdi. ABD ya da İngiltere, ya da Fransa, her yerde yenilen emperyalizmdi. Fakat emperyalizmin askeri gücünü büyük direnişlerle altetmenin bağımsızlık ve özgürlük için asla yeterli olmadığını da gene aynı halkların yaşadıkları gösterdi, ne yazık ki. Emperyalizm zorbalıkla giremediği, sömürüp yağmalayamadığı ülkelere başka yöntemlerle girmeye yöneldi bu kez ve esas başarıyı da bu alanda kazandı. Geçmişte direnişleriyle emperyalizme diz çöktüren halklar bu kez iktisadi ve mali silahlarla teslim alındılar. Özellikle de şu son on yılda. İMF ya da Dünya Bankası ile imzaladıkları her anlaşma onları biraz daha emperyalizmin boyunduruğu altına soktu. Çin ve Küba, herbiri kendine özgü iki istisna olarak bunun dışında bırakılacak olursa, siyasal bağımsızlığını büyük bedellerle korumuş birçok ülkenin bugün İMF kredilerine muhtaç durumda olduğunu, bunun da dizginsiz bir emperyalist yağmanın önünü düzlediğini söyleyebiliriz. Kuşkusuz bu tarihi sonuç, sözkonusu tarihi mücadelelerin iktisadi ve toplumsal içeriği ile, ona önderlik eden sosyal-siyasal güçlerin sınıf karakterleri ve bundan ayrı düşünülemeyecek olan ideolojik konumları ve programlarından ayrı düşünülemez. Kapitalizmi aşma perspektifine dayalı olmayan ve bunu olanaklı kılacak sosyal güçlere dayanmayan bir mücadeleyi bekleyen sonuç çoğu durumda bu olacaktır. Sistemin temellerine yönelen bir mücadele... ABD emperyalizmi bugün dünyaya hakim olan emperyalist kapitalist sistemin en önde gelen temsilcidir. Fakat işçi sınıfının ya da ezilen halkların mücadelesi bu emperyalist süper güce karşı mücadele ile sınırlanamaz. Mücadele bir bütün olarak emperyalist-kapitalist sistemin kendisini hedef almalıdır. Emperyalist saldırganlığın ağır faturasını bu çürümüş sistemin kendisine ödetmenin tek yolu, mücadelenin bu perspektifle geliştirilmesidir. Sınıfa
karşı sınıf, düzene karşı devrim, |
|||||