06 Ekim '01
Sayı: 29


  Kızıl Bayrak'tan
  Savaşa karşı mücadele

  Emperyalizme karşı mücadeleyi yükseltelim!

  Emperyalist saldırganlığa karşı öfke büyüyor...

  Yaşasın işçilerin birliği halkların kardeşliği!

  Emperyalizmin hizmetinde daha aktif bir rola arayışı
  Emperyalizme karşı mücadelede geçmişin devrimci deneyimleri...
  Deri işkolunda çalışma ve meslek hastalıkları
  Tekel'de mevsimlik kadın işçiler eylemde

  Savaş, anti-emperyalist mücadele ve Parti Programı

  Gençlik hareketi
  Habip gül yoldaş şahsında ON'lar anıldı...
  Ölüm Orucu Direnişi 352. gününde sürüyor...
  Sahte umutlar, boş çırpınışlar

  Ortak açıklama: Emperyalist savaşa hayır!

  Belçika'da kitlesel işçi yürüyüşü
  Che; uluslararası devrime adanmış bir yaşam
  Açıklamalardan...
  Mücadele Postasi

 Tüm yazılar

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 

TÜSİAD'ın hükümet karşıtı son çıkışı...

Emperyalizmin hizmetinde
daha aktif bir rol arayışı

Gerici-faşist koalisyon hükümeti kuruluşundan beri emperyalist kurumların (İMF ve DB) ve yerli işbirlikçilerinin hizmetinde oldu. Öyle ki, onların çıkarları uğruna onmilyonlarca emekçinin nefretini kazanmaktan çekinmedi. İşte sermaye oligarklarının şimdi eleştirdiği hükümet böyle bir hükümettir.

Sorumluluk hizmette kusur etmeyenlere...

TÜSİAD yaptığı son YİK (Yüksek İstişare Kurulu) toplantısında 57. hükümete açıktan tavır aldı. Seçim ve siyasi partiler yasalarının değiştirilmesini ve ardından erken seçime gidilmesini talep etti. Hemen ardından toplanan TOBB da, "Ekonomik krizin sorumlusunun hükümet olduğunu, bu hükümete olan güvenlerini yitirdiklerini ve erken seçim istediklerini" dile getirdi. Göründüğü kadarıyla, işbirlikçi burjuvazi hükümete verdiği desteği geri çekmiştir. TÜSİAD ile TOBB söylediklerinde ısrar ederlerse, bu hükümetin sonu yakın demektir.

Yerli ve yabacı tekellere gece-gündüz demeden hizmet eden ve Cumhuriyet tarihinin en çok yasa çıkaran hükümeti ünvanını çoktan kazanan mevcut sermaye hükümeti, buna rağmen efendilerine yaranamamış gibi bir durumla karşı karşıya. Görüntü böyle olmakla beraber, asıl nedenleri satır aralarında bulmak mümkün. Zira YİK toplantısı sonrasında TÜSİAD yöneticileri basına geniş açıklamalar yaptılar. Düne kadar tam destek verdikleri hükümeti ve meclisteki tüm siyasi partileri sert ifadelerle eleştiren asalak takımı, var olan siyasi anlayışın ve siyasi partilerin yeni koşullarda işi götüremeyeceğini, sermayenin ihtiyaçlarına yanıt veremeyeceğini açıkladılar. Partilerin demokratik işleyişe sahip olmamaları ve lider sultası altında bulunmalarına karşı yükseltilen itirazlar ise, samimiyetten tümüyle yoksundur.

Kendi düzenleri olan kapitalizmin yapısal krizini siyasi partilere havale eden TÜSİAD, böylece sistemdeki çürümeyi aklamaya çalışıyor. Oysa siyasiler en onursuz bir şekilde İMF'nin emrinde çalışmışlar, tekellerin çıkarları uğruna emekçilere, ekonomik-demokratik, sosyal hak ve özgürlüklere azgınca saldırmışlardır. Ne ekonomik saldırılara ne de devlet terörüne, TÜSİAD'tan herhangi bir itiraz gelmemiştir. Tam tersine, programdan taviz verilmemesini hep ısrarla talep etmişlerdir. Bu ise tam da o uygulanan sistematik devlet terörüyle olanaklı olabilmiştir. Yaşanan çöküş ve krizler, sistemin yapısından ve İMF reçetelerinin tahrip edici etkisinden kaynaklandığına göre, burjuva siyasetçiler olsa olsa yaşanan yıkımların suç ortağı olabilirler. Sermayeye uşaklık ve halka ihanetin hesabını işçi sınıfı ve emekçiler günü geldiğinde elbette soracaklardır.

TÜSİAD, "demokrasi" ve kurulacak
"yeni dünya"da Türkiye!

TÜSİAD'ın tespit ve taleplerine bakıldığında, bu asalak takımının niyeti daha iyi anlaşılıyor. Siyasilerle ilgili söylemler dışında, Türkiye'de ekonominin demokrasiyle gelişebileceği vurgulanıyor. Ama en önemlisi, yeni bir dünyanın eşiğinde olduğumuz, yeni dünyayı biçimlendirecek kırılmanın fay hattında bulunduğumuz, oturup seyretmenin zamanı olmadığı, yeni dünyada Türkiye'nin kendine gereken yolu çizmesi, Amerika'ya çağrılma kompleksiyle hareket etmemesi, yeni dünyanın beliren çizgilerini dikkate alması gerektiği, vb. çerçevede dile getirilenler arasında.

Yanısıra, kamuda yapılanmanın şart olduğu, kamu kesiminin küçülmesi gerektiğinin altı çiziliyor. Bu sayede faiz dışı bütçe fazlası oluşturulabilecek. Bu fazlalık reel sektöre aktarılmalı ki, üretim ve istihdam artırılabilsin! Yine de İMF düzenine ihtiyaç var, ama şartlar değişiyor; değişen koşulları hesaba katarak yeni hedefler belirlemek gerekiyor.

TÜSİAD'ın temel vurgusu; yeni bir dünyanın kurulmakta olduğu ve Türkiye'nin de bu yeni biçimlenmede aktif rol alması gerektiği noktasında odaklanıyor. Diğer tespit ve talepler bu ihtiyaca göre belirlenmiş. Kısa süre önce "demokratikleşme" talebi içeren paketi açıklayan patronlar, şimdi de emekçilerin tiksindiği burjuva siyasetçilere saldırarak toplumda temelsiz beklentiler yaratma çabasındalar. Gündeme gelecek yeni saldırılar öncesinde emekçileri oyalayarak zaman kazanmaya bakıyorlar.

Ekonominin demokrasi ile gelişebileceği, dolayısıyla TÜSİAD'ın demokrasi istediği söylemi tam bir ikiyüzlülük örneği. Hem emekçilerin ve ilerici devrimci güçlerin en küçük bir demokratik eylemini bile düzenin bekçi köpekleri tarafından zorbalıkla engellenmesini zorunlu kılan İMF programını tavizsiz uygulayacaklar, hem de demokrasiyi savunacaklar.(!)

11 Eylül sonrasında İMF'nin yeni dayatmalarının gündeme getirileceğinin ilk işaretleri verildi bile. Örneğin kamu kesimiyle ilgili olarak İMF ve TÜSİAD aynı şeyleri söylüyorlar. Bir an önce binlerce kamu emekçisinin sokağa atılmasını istiyorlar. Bu sayede sağlanacak ek kaynak tabii ki zaman geçirmeden sermayenin hizmetine sunulmalı. Güya burjuvazi kaynak eksikliğinden dolayı yatırım yapmakta zorlanıyor. Oysa biliyoruz ki, sermaye grupları gelirlerinin yarısından fazlasını borsa kumarından elde ediyorlar. Asalak burjuvazinin sorunu istihdam alanları açıp işsizliği azaltmak değil, kârına kâr katmak.

ABD emperyalizmine daha ileri
düzeyde taşeronluk

Sermaye basını, patronlar kulübünün hükümetle ilgili söylemlerini, ardından Amerikan uşağı Ecevit'in savunmasını manşete çıkardı. Konunun özü, emperyalist güçlerin içine girdikleri yeni saldırgan dönemde aktif rol almak ve süreçten nüfuzunu artırarak çıkmaktır. Bu konuda pasif kalmakla eleştirilen Ecevit, bundan büyük bir rahatsızlık duyarak; "bize uçakların inişi kalkışına izin dışında herhangi bir talep gelmiş değil, biz kendi olanaklarımız elverdiğince işbirliği yapacağız" diyor. Her türlü uşaklığın gereğini yerine getirmeye hazırız, ama bizden şimdilik bu kadarı istendi demeye getiriyor.

İşbirlikçi burjuvazinin amacı ise bunun çok ötesindedir. Onlar ABD emperyalizmiyle daha ileri düzeyde bir kader ve davranış birliği istiyorlar. Ama bunun karşılığını da bekliyorlar. Ancak, pisliğin içinde yüzen, emekçiler nezdinde prestiji sıfıra inen partiler koalisyonuyla bu hedefe ulaşmanın mümkün olmadığını düşünüyorlar.

Şekillenmekte olan yeni dünyada Türkiye'nin aktif rol almasının, emperyalizme daha ileri düzeyde taşeronluktan başka bir anlama gelmeyeceği yeterince açık. İşbirlikçi burjuvazi, bölge halklarına karşı girişilecek saldırılarda oynanacak aktif rol karşılığında belli tavizler koparma hesabı yapıyor. Hem emperyalizme uşaklığın gereklerini yerine getirmek, hem de sürekli kriz içinde debelenmekten kurtulmak istiyor.

Başka halkların acı ve yıkımı üzerinden pay elde etme çabası işbirlikçi burjuvazinin karakterine tamamen uygundur. Körfez savaşında Irak halkının katledilmesi ve ülkenin boydan boya harabeye çevrilmesi karşısında takınılan tutum, "bir koyup beş almak"tı. Emperyalistler o zaman bu beklentiyi boşa çıkarmışlardı. Deneyim kazanan uşaklar, bu sefer boşa çıkmamak için kendilerini pahalıya pazarlamaya çalışıyorlar. Bu tiksindirici emeller, Türk tekelci burjuvazisinin kurulacak yeni dünyada yerini nasıl alacağına ışık tutuyor.

Burjuva siyaset sahnesindeki tüm partiler çürümüştür. Siyasi alanda yaşanan bu çürümenin gerisinde, kapitalist ekonominin tam bir rant ve kara para ekonomisine dönüşmesi yatıyor. Sömürü ve vurgunlardan elde edilen servetin büyük bir kısmı TÜSİAD oligarkları tarafından paylaşılıyor. Düzendeki çürüme ve kokuşmanın, devletteki çeteleşme ve mafyalaşmanın gerisinde bu sınıf duruyor. Bu koşullarda dişe diş bir mücadele yükseltilmeden herhangi bir demokratik hakkın kazanılması bile mümkün değil. Kısacası demokrasi mücadelesi, bu sınıf ve onun adına ülkeyi yönetenlerle köklü bir hesaplaşmayı gerektiriyor.