06 Ekim '01
Sayı: 29


  Kızıl Bayrak'tan
  Savaşa karşı mücadele

  Emperyalizme karşı mücadeleyi yükseltelim!

  Emperyalist saldırganlığa karşı öfke büyüyor...

  Yaşasın işçilerin birliği halkların kardeşliği!

  Emperyalizmin hizmetinde daha aktif bir rola arayışı
  Emperyalizme karşı mücadelede geçmişin devrimci deneyimleri...
  Deri işkolunda çalışma ve meslek hastalıkları
  Tekel'de mevsimlik kadın işçiler eylemde

  Savaş, anti-emperyalist mücadele ve Parti Programı

  Gençlik hareketi
  Habip gül yoldaş şahsında ON'lar anıldı...
  Ölüm Orucu Direnişi 352. gününde sürüyor...
  Sahte umutlar, boş çırpınışlar

  Ortak açıklama: Emperyalist savaşa hayır!

  Belçika'da kitlesel işçi yürüyüşü
  Che; uluslararası devrime adanmış bir yaşam
  Açıklamalardan...
  Mücadele Postasi

 Tüm yazılar

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 

Savaşa karşı mücadele

Emperyalist savaşa NATO vizesi

ABD 11 Eylül saldırısının kaynağına ilişkin olarak uydurma olduğundan kuşku duyulmaması gereken sözde kanıtlarını NATO'ya nihayet sundu. Basına yansıdığı kadarıyla yer yer alaylara da konu olan bu sözde kanıtlar NATO tarafından açık, kesin ve son derece ikna edici bulundu. NATO Genel Sekreteri, bu "kanıtlama"dan sonra, artık 15 NATO üyesi ülkenin 5. madde çerçevesinde ABD'ye desteklerinin tam olduğunu dünyaya ilan etti.

Fakat nedense, bu tümüyle "ikna edici" kanıtlara rağmen, Afganistan'a karşı savaşa katılmada, farklı NATO üyelerinin bilinen tutumlarında herhangi bir değişiklik olmadı. Öyle anlaşılıyor ki, NATO'nun bu kesin ikna olmuşluğunun asıl işlevi, ABD'nin Afganistan'a saldırısını meşrulaştırmaktan ibarettir. Kendi emperyalist hesapları çerçevesinde Afganistan'ı günah keçisi olarak hedef seçen, fakat bunu herhangi geçerli bir nedene dayandırmayan ABD, NATO'dan sağladığı bu vizenin ardından saldırı konusunda şimdi kendini daha rahat hissetmektedir. Nitekim NATO'nun bu tanıklığı Pakistan'ın göstermelik itirazlarına da artık son vermiştir.

ABD'nin Ankara Büyükelçisi'nden aynı kanıtları öğrenen Ecevit'e, görüşmenin hemen sonrasında, bunları ikna edici bulup bulmadığı soruldu gazeteciler tarafından. Ecevit'in yanıtı, "ABD için ikna edici olması bizim için yeterlidir" biçiminde oldu. Uşağın efendisinin iradesine tam teslimiyetini yansıtan, utanç verici sözlerdi bunlar. Fakat buradaki bu aşırı şaşırtıcı hafifliğin gerisinde, muhtemeldir ki, sözde kanıtların bu aşamadaki işlevini bilmenin verdiği rahatlık da vardır. Adeta, ABD madem Afganistan'a saldırmak istiyor, varsın saldırsın, denilmek istenmiştir.

Fakat ABD'nin Afganistan'a bu keyfi saldırısı karşısında Türk burjuvazisi ve hükümetinin kendini öteki bazı NATO üyeleri kadar rahat hissetmesi için bir neden yoktur ortada. ABD'nin üssü olmaktan öteye ABD'nin askeri olmak doğrultusundaki bir istem ve basınç hala da ihtimal dahilindedir. Günlerdir bölgeyi dolaşan ve Arap ülkelerinden genellikle red cevabı alan ABD Savunma Bakanı'nın, program dışı olarak 5 Ekim'de Türkiye'ye yaptığı sürpriz ziyaret hangi ihtiyacın ürünüdür, bunu çok geçmeden öğreneceğiz.

Demokratik haklara saldırı ve
kurumlaştırılan ırkçılık

ABD'nin Afganistan'a karşı hazırlandığı emperyalist savaşa doğrudan katılım konusunda kendi aralarında anlaşamayan NATO üyeleri, buna karşın temel demokratik hak ve özgürlüklerin tırpanlanması konusunda tam bir mutabakat içindedirler. Birçok ülkede buna ilişkin hummalı hazırlıklar var. Saldırının sivri ucu beklenebileceği gibi yabancılara, özellikle de müslüman ülke kökenlilere yönelik.

Bugüne kadar devletin örtülü desteği altında sürdürülen yabancı düşmanlığı ve ırkçılık, 11 Eylül sonrasında, "teröre karşı mücadele" adına adeta resmileştirildi. Yabancılara karşı bugüne kadar resmen zaten var olan ayrımcılık, artık resmen de yabancı düşmanlığına dönüştürülerek, yasal planda kurumlaştırılmak istenmektedir. Düne kadar yabancılar sorununu "entegrasyon sorunu" olarak iyi-kötü sosyal-kültürel bir çerçevede tartışan Avrupalı emperyalistler, bunu bugün artık bir "iç güvenlik sorunu" olarak ele almakta, dolayısıyla tümüyle kriminal bir alan saymaktadırlar. Geçmişte Yahudi düşmanlığının bu toplumlarda gericiliğin geliştirilmesindeki işlevi ne olmuşsa, yeni dönemde yabancı düşmanlığının işlevi de aşağı yukarı o olacaktır.

Emperyalizmin bir gericilik eğilimi olduğu, en demokratik geçinen emperyalist ülkelerde dahi fırsat doğar doğmaz demokratik haklara yöneltilen sistematik saldırı ve kurumsallaştırılan ırkçılık üzerinden bugün bir kez daha görülebilmektedir.

Savaşa karşı mücadelenin
büyük önemi

Afganistan'a saldırının zamanlaması üzerine spekülasyonlar çok çeşitli olsa da, saldırıya yönelik askeri yığınağın günden güne artırılarak sürdüğü somut bir gerçektir. Saldırıdaki gecikme herhangi bir yanılgıya yolaçmamalıdır. Körfez krizi sırasındaki "kanıtlama" gerektirmeyen duruma rağmen bu yığınak aylar boyu sürmüş ve sonunda emperyalist saldırı gerçekleştirilmişti. Afganistan'a karşı bir emperyalist yıkım savaşının da, biraz erken ya da geç, ama kesin olarak başlatılacağına kuşku yoktur.

Bu dünyanın her yerinde olduğu gibi Türkiye'de de emperyalist savaşa karşı mücadelenin özel önemine işaret etmektedir. Herkes tarafından bilinen nedenlerle, bu görev biz Türkiyeli devrimciler için çok daha yakıcı ve önceliklidir. Zira biz savaş bölgesinde yer alıyoruz ve Amerikancı iktidar ülkemizin topraklarını komşu halklara karşı Amerikan emperyalizmine bir saldırı üssü olarak tahsis etmiş bulunmaktadır. Bu bizim sorumluluğumuzu artırmaktadır. Afganistan'ın ardından savaşın ağırlık merkezinin bize daha yakın bir bölgeye kayması kuvvetle muhtemeldir ve bu, gene muhtemeldir ki, Türkiye'yi savaşta doğrudan bir taraf haline getirecektir ve bizi daha zorlu görevlerle yüzyüze bırakacaktır.

Bütün bunlardan dolayı emperyalist saldırganlığa ve savaşa karşı Türkiye işçi sınıfını ve emekçilerini bugünden uyarmak, aydınlatmak ve her yolla emperyalizme karşı eylemli bir tutuma yöneltmek apayrı bir önem taşımaktadır. Kuşkusuz bu görev ancak emperyalizme ve emperyalist savaşa karşı açık bir tutum içerisinde olan güçlerin paralel ve ortak çabalarıyla omuzlanabilir. Fakat halihazırda böyle bir açıklık olmadığı gibi, genele egemen bir atalet ve rehavet sözkonusudur. Savaşa karşı ajitasyon halihazırda son derece cılız ve etkisizdir. Örgütlenmeye ve eyleme yönelik çabalar ise hemen hemen hiç yoktur.

Ürkek liberalizmin yeni utancı

Büyük kentlerde oluşturulmaya çalışılan savaş karşıtı platformlar konusunda hayale kapılmak için bir neden yok ortada. Sorun, tabansız, etkisiz ve iradesiz çok sayıda kuruluşun bir araya gelerek, pratik bakımdan sonuçsuz kalan sözde platformlar kurmasından çok; devrimci akımların etkili bir ajitasyonla işçilere, emekçilere ve gençliğe yönelmesi sorunudur. Sözkonusu savaş karşıtı platformların ilki İstanbul'da oluştu bile. Fakat bu sözde savaş karşıtı oluşum, emperyalist saldırı savaşının niteliğini açıkça tanımlamak ve gerçek amaçlarını ortaya koymak konusunda bile acze düştü.

Dünya jandarması ABD'nin bölge halkları nezdinde ezilen dünya halklarını hedef alan bu kaba, küstah ve haydutça emperyalist saldırısını açıkça tanımlamak yeteneğini gösteremeyen herhangi bir oluşum ya da çevreden savaş ve emperyalizme karşı mücadeleye dişe dokunur bir katkı beklemek, bile bile kendini aldatmaktadır. Gerçek devrimciler bu türden liberal-pasifist oluşumlara umut bağlamak bir yana, onları savaşa karşı etkili devrimci bir çalışmanın ve mücadelenin önünde engel saymalı, savaşa karşı görevleri kendi devrimci konum ve çabaları üzerinden omuzlamalıdırlar.

Büyük bir bölümü tabansız, etkisiz, iradesiz ve son dönem olaylarının yeterli açıklıkta gösterdiği gibi, büyük ölçüde samimiyetsiz sendikacılar ve DKÖ yöneticileri bir yana. Bunlar üzerinde şu veya bu ölçüde etkisi bulunan reformist partilerin bile 11 Eylül sonrası gelişmeler karşısındaki tavrı utanç vericidir. Bunlardan SİP ve EMEP, liberal ara sınıf konumunun çarpıcı bir örneği olarak, kendilerine "savaşa ve teröre" karşıtlık üzerinden yeni bir ara konum tanımlama yoluna gittiler. "Terör"den sözederlerken yer yer emperyalistler ve gericilerle aynı dili kullanmaktan bile kaçınmadılar. Gelinen yerde iyice pelteleşmiş bu ikili liberal çevre, ABD emperyalizminin dünya ölçüsünde estirdiği gerici rüzgarı göğüslemede Perinçekçi İP kadar bile olamadı. 11 Eylül sonrası tavırları, tıpkı 19 Aralık katliamı sonrasındaki utanç verici tavırları gibi, bu iki omurgasız liberal çevrenin alnında silinmez bir leke olarak kalacaktır.

Reformist solun ve sözde ilerici reformist sendikacı takımının konumu ve tutumu, sarsıcı bir çatışma olan F tipi saldırısı döneminde yeterli açıklıkta zaten ortaya çıkmıştı. Son gelişmeler aynı konum ve tutuma bir kez daha tanıklık etmektedir. Bu çevreler mücadelenin özneleri olmak bir yana, kısmi imkanları bile değildirler. Dahası, bunun önünde dosdoğru engeldirler ve bunun gerektirdiği bir mücadelenin hedefi sayılmalıdırlar.

Mücadeleyi örgütlemek için kitlelere!

Savaşa karşı etkili bir çalışma yürütmek ve kitlelerden bu konuda destek almak isteyen her çaba, açık, tok ve yürekli bir tutumla dosdoğru kitlelere yönelmek durumundadır. Gidilmesi gereken yer fabrikalar, işletmeler, emekçi mahalleleri, üniversiteler ve liselerdir. Dağıtılacak her bildiri buralarda dağıtılmalı, asılacak her afiş öncelikle buralara asılmalı, sözlü ajitasyon ve teşhir buralarda yapılmalıdır. Ve aynı şekilde savaşa karşı örgütlenme çalışmaları da buralardan başlatılmalıdır. Kurulacak savaş karşıtı komiteler ya da platformlar öncelikle buralarda kurulmalı, buradan hareketle kendi yöresinde merkezi bir yapıya kavuşturulmalıdır.

Ve en önemli nokta. Değişik konumdaki kişi, çevre ve partilerle işbirliği, dayanışma ya da dosdoğru ittifakın somut zeminleri de buralar olmalıdır. İller düzeyinde platform adı altında geliştirilen sözde ittifak ilişkilerinin çoğu durumda havanda su dövmekle kaldığını, ortaya dişe dokunur bir ortak pratik çaba koyamadığı deneyimlerle, özellikle de son bir yılın hücre karşıtı mücadele deneyimiyle çok iyi bilinmektedir. Bu tür yanılgılara, üstelik de acil ve yakıcı siyasi görevlerle karşı karşıya bulunduğumuz bu dönemde bir kez daha düşmenin bir anlamı yoktur.

ABD emperyalizminin gündeme getirdiği saldırganlık ve savaş tümüyle emperyalist emellere dayanmaktadır ve bunun böyle olduğu Türkiye'nin emekçi kitleleri tarafından bilindiği ya da sezildiği içindir ki, onay görmek bir yana tepkiyle karşılanmaktadır. Aynı şekilde, Türkiye'nin emekçi kitleleri, işbirlikçi burjuvazinin ve Amerikancı hükümetin Türkiye'yi ABD emperyalizminin savaş arabasına koşma niyet ve hazırlıklarına karşıdırlar. Günün görevi, bu tepkiyi ve karşıtlığı örgütlemek ve savaşa karşı bir kitle hareketine dönüştürmektir.