08 Eylül '01
Sayı: 25


  Kızıl Bayrak'tan
 "Küçülen Türkiye" ya da düzenin iflası

  5 Eylül ihanetine geçit yok!

  5 Eylül toplantısı aynasından...

  Türk Lirası'na iade-i itibar komedisi

  Yolsuzluk düzeni ve faşist parti
  Tersane işçilerinin eylemine azgın polis saldırısı
  Emekçilerin hak arama mücadelesi de "terörle mücadele" kapsamında!
  Anadolu Yakası İşçi-Emekçi Bülteni'nden...
  Hülya Şimşek Ölüm Orucu'nun 286. gününde ölümsüzleşti

  1 Eylül'ün gösterdikleri ve Kürt sorunu

  "Dünya Barış Günü" eylemlerinin anlattıkları...
  Küresel ısınma/4
  İşkenceci devlet gerçeği
  Emperyalizmin "balkanlaştırma" politikası sürüyor

  Güney Afrika'da genel grev

  Dünya Irkçılıkla Mücadele Konferansı ve emperyalizmin ikiyüzlülüğü
  Tehditler devrimci yürüyüşümüzü engelleyemez!
  Ölüm Orucu Direnişi 324. gününde
  Mücadele Postasi

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Direnişimiz tek bir can kalana kadar
devam edecek!..

"... geldi duyuyor musun
Hesaplaşmanın finalindeyiz şimdi
Anın akrebi çoktan soktu zamanı
Yelkovansızlığın hızıyla geçiyor saatler
Hazırlan irademizin pençesinde kıvranmaya
Ve hazırlan zaferin çengelinde asılmaya"

Alaattin Karadağ
(TKİP dava tutsağı/ÖO Direnişçisi)

Sevgili can dostum, merhaba;

Bekir yoldaşın bana gönderdiği son kartta yazdığı dörtlükle mektubuma başlamak istedim. Bana gönderdiğin çizim kartı aldım. Teşekkür ediyorum. Gönderdiğin eşyaları da, para yollaman iyi oldu. Posta, kantin vs. işini rahatlattı.

Buraya getirildiğimizden birkaç gün sonra sana kısa bir mektup göndermiştim. 2 Ağustos sabahını iple çekerek zor getirmiştim. Neden mi? Önceden belirttiğim gibi 6. koldan yürüyüşe SAG ile başlamıştım ve ÖO'na dönüştürecektim. Tesadüf, 2 Ağustos sabahı nöbeti ben devralmışım. Bir taraftan dilekçemi hazırlıyor, bir taraftan da; birazdan yapacağımız ve aylardır yüreğimi avucumun içinde tutarak dört gözle beklediğim yürekli Hatice canımızdan, "Toprak aç/toprak susuz/toprak tohuma hasret, toprak yeni doğumlara gebe/toprağa tohum olmak için bir heyecanımız, coşkumuz bundandır.". "Umudun öyküsünü yazmak bize düştü" diyen Resul canımızdan, Muharrem canımızdan, ölümü çaresiz bırakan canlarımızdan, siper yoldaşlarımızdan devralacağım bant takma töreni için sabırsızlanıyordum.
Bu aşamada koğuşlara aynı anda alt ve üst kapılardan girdiler ve bizi apar topar ("dubleks kat"larına) götürdüler. Sloganlarımızla oradan ayrıldık. 1. koğuşta bulunan bayan arkadaşların kapısının önünden geçerken kapıyı vurarak attıkları slogan ve haykırışları, bende çocukları çalınan bir güvercinin kanat çırparak haykırışlarını anımsattı.

Buraya getirildiğimizde ben 3 kişilik hücrede 4 gün boyunca yalnız kaldım. İlk günlerde Buca'dan gelen .... dava tutsağı buraya yerleştirildi. Daha sonra Alınteri'den ÖO'nun 135. günlerinde olan .... .... arkadaşla 15 gün boyunca birlikte kaldık. Yaptıkları yeni düzenlemelerde şimdi yürüyüşe benim gibi 6. koldan katılan .... .... arkadaşla birlikte kalıyoruz.

Sabahları kumru kuşlarının, serçelerin sesleriyle (saat 7 civarı) uyanıyoruz. 8'de (sayım)lara geliyorlar(!) Gündüz kırlangıçlar, uçan böcekler, zaman zaman kelebekler kanatlarında baharın-bozkırın, hayatın yeşil ağacını taşıyıp bize misafirliğe geliyorlar. Bulutlar, deniz mavisi gökyüzü bize komşuluk yapıyorlar. Günde 2 gazete alıyorduk. Evrensel, Cumhuriyet (ekonomik nedenlerden şimdi Evrensel alıyoruz) gazetelerin her satırını, her köşesini okuyor, üzerine tartışıyoruz. Birkaç gün önce de bize ait olan birkaç kitap verdiler. Şu an Yurt yayınlarının "Sovyetler Birliği Tarihi 1"i okuyorum. Bitirdiğimde Moskova Önlerinde adlı romana başlayacağım.

Günde 4 defa slogan atıyoruz. Yan taraftaki arkadaşlarla bağrışarak konuşabiliyoruz. Akşam 9'dan sonra Kırıklar F Tipi özgür tutsak radyosu yurttan sesler fasıllara başlıyor. Türkülerimiz, marşlarımız, şiirlerimiz ilk günden beri eksik olmadı. Gecenin ilerleyen saatlerinde parıldayan yıldızlar ve sonsuzluğun boşluğundaki parlak ay bizi selamlıyor.

İşte böyle dostum. Günlerimizde böyle geçiyor. Öve öve bitiremedikleri "dubleks kat"larını da gelip gördük. Sıcak suyu haftada 1 defa vermeye başladılar. 55 milyona çay seti satacaklarını söylüyorlar. Çayı, soğuk suyu güneşte ılıtıp demleyerek içiyoruz. Günde ben 9 litre kadar su alıyorum. Suyu çeşmeden içmek durumunda kalıyoruz. Sağlıksız aslında, ara sıra da ishal yapıyor. Kantinden almaya kalksan büyük külfet olacak. İaşe yerine su vermeleri için dilekçe verdik, olmaz dediler. Şimdilik öyle gidiyor...

Sevgili yoldaş, operasyonlarla, F tipleriyle, hücrelerle bitireceğiz dediler, bitiremediler. ÖO'da değiller, gizlice yemek yiyorlar dediler. Cengiz siper canımızla birlikte başlayan ölümsüzler kervanıyla hevesleri kursaklarında kaldı. Zorla müdahale edip sakat bırakarak tahliye ettiler. Yine tutmadı. Tutmayacak da. Ne izleme kurulları manevrası, ne de "7 kişilik odalar yapacağız" manevrası da tutmayacak. Sınıfın kitlelerin en derin yerlerine kök salan direnişimiz böyle gün görmedi, her gün büyüyerek sürecek. Dünya emekçilerinin kalbi bizimle atıyor şimdi, bizimle soluk alıyor. 7. kervanımızda yer alacak olan boranlarımız Ulucanlar'da halayımızın başını çeken on canımızın yıldönümünde (26 Eylül) havalanacak. 1., 2., 3., 4., 5., 6..... şimdi 7., sonra 8., daha sonra da 9. ve tek bir can kalana kadar devam edecek.
Seni hasretle, coşkuyla kucaklayıp öpüyorum. Bütün dostlara selamlar, sevgiler.

İzmir Kırıklar F Tipi Cezaevi

 



Devrimci basın susturulamaz!

Sermaye devleti kriz bahanesiyle ülkeyi emperyalistlere peşkeş çekip, işçi-emekçilere sefalet koşullarını dayatıyor. Bunun yolunu açmak içinse, başta devrimci tutsaklara olmak üzere devrimcilere azgın bir faşist zorla saldırıyor. Bu saldırılara her yeni gün bir yenisi ekleniyor. Bu faşist terörün son bir aylık tablosuna baktığımızda, onlarca tutuklama, işkence ve gözaltı var.

Devrim Yolunda İşçi-Köylü gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Memik Horoz, tamamen asılsız bir suçlamayla gözaltına alınarak günlerce işkence görmüş ve bir komployla tutuklanarak Sincan F tipine götürülmüştür. Ardından Yaşadığımız Vatan dergisi bürosu yine açık bir komployla basılarak çalışanları ve misafirleri gözaltına alınmış, yoğun bir baskı görmüş ve aralarında TAYAD Genel Sekreteri Tekin Tangün'ün de olduğu 3 kişi tutuklanarak Tekirdağ F tipi Cezaevi'nde hücrelere kapatılmıştır. Bu saldırılara son olaraksa; Devrim Yolunda İşçi-Köylü gazetesi çalışanları, okurları ve The Irısh Times gazetesinden gelen misafirlerinin dün gece tamamen keyfi bir şekilde gözaltına alınmaları eklenmiştir. Misafirleri yurtdışına çıkarmak isteyen devlet, gazete çalışan ve okurlarından Ufuk Balçık, Murat Deniz, Kamil Taş, Selma Kaan, Seza Mis Horuz ve Sema Gül için de Cuma gününe kadar ek süre almıştır.

Ayrıca dün Kartal'da özel sayımızın dağıtımını yapmak isteyen okurlarımız Çağdaş Tan ve Sinan Örs Kartal polisi tarafından üzerlerine ateş edilerek gözaltına alınmışlar ve halen savcılığa çıkarılmamışlardır.

Devletin tüm bu saldırılarına rağmen devrimciler onun kirli yüzünü işçi ve emekçiler önünde teşhir etmeye ve bu düzeni yıkana dek mücadelelerine devam edeceklerdir. Şu an gözaltında olan arkadaşlarımız ve dostlarımızın başına gelebilecek her türlü olumsuzluktan başta emniyet müdürlüğü olmak üzere işkenceci devlet sorumlu olacaktır. Hiçbir zor bizi haklı yolumuzdan alıkoyamayacaktır.

Yaşasın devrimci dayanışma!
Baskılar bizi yıldıramaz!
Gözaltılar derhal serbest bırakılsın!

Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak
4 Eylül 2001

 


 

 

Devrimci sanatçı
Yılmaz Güney'i saygıyla anıyoruz

Yılmaz Güney, romancı, hikayeci, senarist
ve sinema sanatçısı. 1 Nisan 1937 yılında Adana'nın Yenice köyünde doğdu. Yedi çocuklu yoksul bir Kürt ailenin çocuğuydu. Çocukken bir yandan okula gidiyor bir yandan da su, simit satarak, pamuk toplayarak, vb. ailesine yardımda bulunuyordu. Bu durum Yılmaz Güney'in emekçi kökeni, devrimci kimliğinin oluşmasında kuşkusuz önemli bir yer tutmuştur.

Lise yıllarında ise pursantaj memurluğu ile sinema ortamına giren Yılmaz Güney bu sıralarda öykü yazmaya başladı. Ardından yazdığı bu öyküler çeşitli dergilerde yayınlandı. Daha o zamandan bazı öykülerinde "komünizm propagandası" yaptığı iddiasıyla yargılandı ve hapis yattı. O sıralar henüz komünizm ve sosyalizm ideolojisini bilmeyen Güney, bu kavramları araştırmaya yönelir.

Sanatsal ve toplumsal içerik yönünden fazla anlamlı olmayan ilk filmlerinin ardından Yılmaz Güney kendini geliştirir ve ezilen emekçi yığınlara seslenen, onların hayatlarını anlatan filmler çekmeye başladı. Bu tercihinden dolayı ona cezaevi yolları gözüktü. 12 Mart faşist darbesinin ardından tutuklanan Güney, 47 yıllık ömrünün 12 yılını zindanlarda geçirdi. 12 Eylül faşist darbesini hapiste karşıladı.

Güney sanat hakkındaki görüşlerini bir vesileyle şöyle ifade eder:

"Sanat tek başına devrim yapmaz, fakat doğru bir çizgiye, dünya hakkında doğru bir siyasi görüşe sahip olan sanatçı, eserleri yoluyla halkla, kitlelerle çok güçlü bağlar kurulabilir. Bu anlamda sanat siyasi propaganda ve siyasi ajitasyon ve propaganyaı kuru bir dille ele almayı reddediyorum. O zaman sanat olmaktan çıkıyor. Gerçekten devrimci sanata sahip olduğumuzda, sadece kitlleleri değil sanatçıları da etkileyebilirsiniz. Siyasi bilinç için ortamı hazırlamış olursunuz. Bu anlamda sanat bir silahtır."

1984 Eylül'ünde Paris'te sürgündeyken hayatını kaybeden devrimci sanatçıyı ölümünün 17. yılında saygıyla anıyoruz.