08 Eylül '01
Sayı: 25


  Kızıl Bayrak'tan
 "Küçülen Türkiye" ya da düzenin iflası

  5 Eylül ihanetine geçit yok!

  5 Eylül toplantısı aynasından...

  Türk Lirası'na iade-i itibar komedisi

  Yolsuzluk düzeni ve faşist parti
  Tersane işçilerinin eylemine azgın polis saldırısı
  Emekçilerin hak arama mücadelesi de "terörle mücadele" kapsamında!
  Anadolu Yakası İşçi-Emekçi Bülteni'nden...
  Hülya Şimşek Ölüm Orucu'nun 286. gününde ölümsüzleşti

  1 Eylül'ün gösterdikleri ve Kürt sorunu

  "Dünya Barış Günü" eylemlerinin anlattıkları...
  Küresel ısınma/4
  İşkenceci devlet gerçeği
  Emperyalizmin "balkanlaştırma" politikası sürüyor

  Güney Afrika'da genel grev

  Dünya Irkçılıkla Mücadele Konferansı ve emperyalizmin ikiyüzlülüğü
  Tehditler devrimci yürüyüşümüzü engelleyemez!
  Ölüm Orucu Direnişi 324. gününde
  Mücadele Postasi

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

"Dünya Barış Günü" eylemlerinin anlattıkları...

Serhat Ararat

1 Eylül Dünya Barış Günü eylemleri, kendi içinde çelişkili de olsa bazı gelişmeleri, duruşları, bugün ve gelecek açısından bazı sonuçları biraz daha netleştirdi. Bunları satırbaşlıkları biçiminde ortaya koymakta yarar var.

Türk devleti, geleneksel inkar, bastırma ve imhacı çizgisini bütün şiddetiyle ortaya koydu. HADEP'in "Ankara Mitingi"ni yasakladı. Başta Diyarbakır olmak üzere birçok merkezde yapılan yürüyüş ve gösterileri şiddetle bastırmaya çalıştı. Bu vahşi bastırma hareketiyle bir yurtsever katledildi, yüzlerce kişi çeşitli yerlerinden yaralandı, 3 binden fazla kişi gözaltına alındı. Devlet, bu bastırma hareketinde ateşli silahlar dahil her aracı kullanmakta tereddüt etmedi. Bu küçük tablo bile TC devletinin tüm sömürgeci, faşist özel savaşçı nitelikleriyle ortada durduğunu ve Kürtlerle bundan başka bir dille konuşmayacağını bir kez daha net olarak anlattı. TC, "ben buyum" diyor, ama "bizim" cumhuriyetçiler, bu şiddet ve bastırma politikasını, devletin resmi politikası olarak tanımlamak yerine, devlet içindeki "barışı istemeyen rantçı kesim"le açıklamaya çalışmaktadırlar. İmralı Partisi yönetenlerinin tüm bilinçleri çarpıtma ve katletme çabalarına rağmen her defasında gelişmeler kendilerini yalanlıyor. Gerçekler, tartışmaya yer bırakmayacak kadar açık bir biçimde kendisini ortaya koyuyor.

"Savaş bittiğine göre devlet neden bu kadar bastırmacı davranıyor, neden barışçı barış etkinliklerine izin vermiyor, ortamı neden sürekli gerginleştiriyor, neden savaş kışkırtıcılığı yapıyor" sorusu yaygınca soruluyor, yanıtları üzerinde de tartışılıyor.

Aslında ortada biten bir savaş yok. TC'nin Kürdistan'daki varlığı bir savaş durumudur. Askeri işgal, işgal edilen ülke ve halka savaş değilse nedir? Son yirmi yılda TC, kendisini ülkemizde yeniden örgütledi, kurumlaştırdı, sömürge yönetimini özel savaş sistemi biçiminde geliştirdi ve derinleştirdi. Gerilla savaşına karşı kendini yeniden yapılandıran devlet, bu özel savaş durumunu sürdürmekte, bir milim dahi gevşetmemekte, tersine Öcalan teslimiyet ve tasfiyeciliğini de fırsat bilerek konumunu daha da kalıcılaştırmanın çabası içinde bulunmaktadır.

Her olayda da açığa çıktığı gibi devletin Kürt halkına karşı yürüttüğü özel imha savaşı sürüyor. Bunda kuşku yok. Ancak Öcalan'ın teslimiyeti ile birlikte ulusal kurtuluş savaşı bitirildi, Kürt halkı tek yanlı silahsızlandırılma sürecine alındı... Değişen sadece budur. Sanıldı ki teslimiyet, af dilenciliği, kendini topyekûn silahsızlandırma ve tasfiyecilik, Kürtlere bazı hak kırıntıları getirecek, her taraf güllük gülistanlık olacak! "Topyekün teslimiyet ve tasfiyeciliğe yatarsak devlet de bir şeyler yapar" mantığı, çok basit bir yutturmacaydı. Elbette bu büyük bir yutturmaca ve yanılgıydı. Güç yasasının egemen olduğu bir dünyada güçsüzlüğün, dahası diz çöküşün, kendini çok yönlü silahsızlandırmanın itibar gördüğü, dikkate alındığı görülmüş müdür? Gerillanın, serhıldanın, siyasal güç ve itibarın dorukta olduğu bir dönemde en sıradan bir tavize yanaşmayan bir devletin ve sistemin, teslimiyet ve af dilenciliği karşısında kılını kıpırdatması mümkün mü?

Deneyimler tarafından sayısız kez kanıtlanmıştır ki, her boyun eğişçi adım, daha şiddetli baskıların ve yeni boyun eğişçi adımların basamağı olmuştur. "Direniş zafere, teslimiyet ihanete götürür" şiarı tam da bu deneyimin en özlü ifadesidir.

Sömürgeci devlet, kendi dilini konuşturuyor, İmralı teslimiyetini, Kürt davasını tümden bitirmenin basamağı ve fırsatı olarak değerlendiriyor. Kürtlerin en sıradan hak istemlerini dahi şiddet ve kanla bastırmasının nedeni budur. Devletin ne olursa olsun Kürt adına tahammül etmediği, etmeyeceği, bunun inkarcı resmi ideolojinin kaçınılmaz bir gereği olduğu, inkarcılığın TC'nin var oluş nedeni olduğu bir kez daha şiddet ve kanla anlatıldı... Bu bağlamda dahası var:

İmralı çizgisine rağmen Kürt halkının taşıdığı devrimci potansiyeli ve dinamiklerin çok iyi farkındalar. Teslimiyet ve tasfiyeciliğin son otuz yıllık mücadele ve savaşın yarattığı ulusal bilinci, ruhu ve belleği kısa sürede ortadan kaldıramayacağını çok net biliyorlar. Bunu teorik değerlendirmelerden yola çıkarak değil, halkın somut eylemlerinden çıkarıyorlar. Newroz'dan bu yana yaşanan eylemlerin tümünde bu gerçekliği çok net olarak gözlemliyorlar. Bu gerçekliği, "terör büyük ölçüde bitti, ama potansiyel terör endişesi içindeyiz" sözleriyle itiraf etmek durumunda kalıyorlar. Onlar da çok iyi biliyor ki;

Kürt sorunu, devrimcidir, Kürdistan toprakları devrime, yeni devrimlere gebedir!

Kürt halkı, son otuz yılda sayısız ulusal ve toplumsal devrimci değer yarattı, içinde sayısız çarpıklığı ve lekeyi taşısa da önemli bir gelişme, bilinç ve ruh düzeyi yakaladı.

Bu nedenlerden dolayı Kürt sorunu TC'nin birinci stratejik hedefi konumundadır. Her gelişmeye bu pencereden bakıyor ve bunun bir sonucu olarak en sıradan Kürt girişimini kanla bastırmakta tereddüt etmiyorlar. Bu noktada TC'nin tavrında anlaşılmayacak ve şaşılacak bir şey yok. Ama umudunu TC'nin merhametine bağlamış "bizim" Kürt egemen çevreleri, siyaset esnafı, onların temsilcili İmralı Partisi devletin saldırıları karşısında şaşırıyor, hayal kırıklığı yaşıyorlar ve içi boş blöflerle kendilerini ve halkımızı kandırmaya çalışıyorlar...

Bir de 1 Eylül Dünya Barış Günü dolayısıyla gerçekleşen eylemlere ve kitleleri bu eylemlere iten temel etkenlere kısaca bakmamız gerekir. İmralı Partisi yönetenlerine bakılırsa gerçekleşen eylemlere katılım düzeyi, kendi çizgilerini doğrulayan en önemli göstergedir. Bir gösterge olduğu doğrudur. Yüzeysel ve tek boyutlu bir bakışla bakıldığında bu değerlendirmelerin doğrulandığı sanılır. Ama gerçekliğin özü, eylemlerin esas dinamikleri, temel itkileri tarihsel bir perspektifle bakıldığında bambaşka olduğu görülecektir.

Unutmayalım ki, son eylemlerde yaşanan kitlesel düzey, bugün bir çağrıyla, son birkaç ay içinde yapılan birkaç çalışmayla sağlanmış değildir. Kürt halkı son otuz yıllık mücadele ve on beş yıllık savaşla önemli bir bilinç ve ruh düzeyi yakaladı. Kürt halkı verdiği mücadelelere rağmen hiçbir ulusal demokratik isteminin gerçekleşmediğinin de farkındadır. Başka bir deyişle ulusal istemleri ve eylemini tetikleyen hiçbir neden ortadan kalkmış değildir. Öte yandan yakaladığı bilinç ve eylemlilik düzeyinin PKK'nin öncülüğü ile gerçekleştiğini çok iyi biliyor. Dolayısıyla İmralı Partisi, PKK ile kabuk ve yanılsamalı durumlar dışındaki tüm bağlarını havaya uçurmasına rağmen, halkımız, bugün paradoksal ve yanılsamalı bir biçimde de olsa onların platformunda istemlerini eylemli bir biçimde ifade etmekten geri durmuyor. Görülüyor ki, anılan eylem alanlarında ve platformlarında halkımızın yıllara dayanan devrimci birikimi ve ulusal istemlerinin eylemli ifadesi ile İmralı teslimiyet çizgisi paradoksal ve uzlaşmaz bir karşıtlık biçiminde iç içe, yan yana duruyor. Burada bize ait yanlarla düşmanın güdümünde olan yanları ayrıştırmak, bize ait olan yanları devrimi ve devrimci çizgiyi yeniden güçlendirmenin dayanağı haline getirmek çok önemli. Bu, dönemin güncel taktikleri ve çalışma tarzı hakkında da önemli ip uçları vermektedir.

Açık ki halkımız, TC'yi onaylamak, onu "devletimiz" olarak kutsamak, kazanımlarını birkaç kırıntıyla trampa etmek için eylem alanlarında bulunmuyor. O kendi ulusal istemleri için eylem alanlarındadır, o, yılların devrimci birikimi ve refleksleriyle eylemlerdedir.

Ama bu ne kadar inkara gelmez bir gerçekse, aynı şekilde bugün tüm değerlerimizi ve mücadelemizin olanaklarını ele geçiren bir çizginin, bize ait olmayan bir iradenin varlığı da bir olgudur. Uluslararası iradenin bir ürünü olan bu egemen çizgi ile halkımızın ulusal istemleri, devrimci dinamikleri uzlaşmaz bir karşıtlık içindedir. Bu çatışma, hızla bir ayrışma, netleşme ve yeniden yapılanmayı zorunlu kılmaktadır. Bu nokta üzerinde her sorumlu devrimcinin, yurtseverin durması gerekmektedir. Yoksa halkımızın eylemli duruşuna rağmen sürecin hızla tükeniş, çürüme ve kokuşmaya doğru yol aldığı bir olgudur ve bunu günlük olarak gözlemlemek mümkündür. O nedenle devrimci yurtseverler, devrimci birikim ve dinamiklerin olduğu her alanı bir mücadele platformu haline getirmek, bunu devrimci çizgiyi öncü düzeyde örgütleme çalışmalarıyla birlikte yapmak durumundadırlar...

Bir nokta daha var: Son eylemler, İmralı çizgisinin iflasını belgeledi. Sadece birkaç tane örnek: Devlet hakkında yaratılan yanılsama, "barış" hakkında yaratılan hayaller tuz buz oldu. 7. Kongre'de, "Yasal demokratik mücadele" stratejisini esas alacaklarını kararlaştırdılar. Peki bugün karşılaştıkları tablo neyi anlatıyor? En sıradan gösteriyi, yasal bir mitingi bile yapamıyorlar? Neden?

Uzatmak gereksiz. Bir kez daha vurgulamalıyız ki, Kürt halkı İmralı'ya sığmaz.

Kürt halkı, paradoksal da olsa, içinde sayısız yanılgıyı da taşısa, hatta İmralı Partisi'nin peşinde yürüyor görüntüsünü verse de, eylemli duruşuyla, İmralı ve TC gerçekliğini deşifre ediyor...

Kürt halkı, devrimci öncüleriyle birlikte, içinde bulunduğu paradoksal durumu parçalayacak, İmralı çizgisini aşarak, yeni bir devrimci yükselişi sağlayacaktır. Bundan kuşku duymamak gerekir!..

5 Eylül 2001