08 Eylül '01
Sayı: 25


  Kızıl Bayrak'tan
 "Küçülen Türkiye" ya da düzenin iflası

  5 Eylül ihanetine geçit yok!

  5 Eylül toplantısı aynasından...

  Türk Lirası'na iade-i itibar komedisi

  Yolsuzluk düzeni ve faşist parti
  Tersane işçilerinin eylemine azgın polis saldırısı
  Emekçilerin hak arama mücadelesi de "terörle mücadele" kapsamında!
  Anadolu Yakası İşçi-Emekçi Bülteni'nden...
  Hülya Şimşek Ölüm Orucu'nun 286. gününde ölümsüzleşti

  1 Eylül'ün gösterdikleri ve Kürt sorunu

  "Dünya Barış Günü" eylemlerinin anlattıkları...
  Küresel ısınma/4
  İşkenceci devlet gerçeği
  Emperyalizmin "balkanlaştırma" politikası sürüyor

  Güney Afrika'da genel grev

  Dünya Irkçılıkla Mücadele Konferansı ve emperyalizmin ikiyüzlülüğü
  Tehditler devrimci yürüyüşümüzü engelleyemez!
  Ölüm Orucu Direnişi 324. gününde
  Mücadele Postasi

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Dünyayı tehdit eden felaket:

Küresel ısınma/4

Türkiye: Emperyalist ağababalarının izinde

Türkiye küresel ısınmanın etkisiyle artan 31 doğal afetten biri sayılan kuraklığı bizzat yaşamaktadır: "Türkiye son yıllarda en kurak mevsimlerini yaşamaya başlamıştır ve kuraklık trendinin artacağına ilişkin tahminler yapılmaktadır... Türkiye uzun yıllar yağış ortalaması 631 milimetre iken, 1999 yılında %15 oranında, 2000 yılında ise %7 oranında azalmaya devam etmiştir. Küresel ısınma ile ortaya çıkan iklim bileşenleri arasındaki bu dengesizlik, yağışların miktar ve dağılımına olumsuz etki yaparken, ısınmaya yol açmaktadır." (Tarım ve Köy Dergisi, sayı: 137, Ocak-Şubat 2000)

Küresel iklim modelleri ile yapılan analizlere göre, 2030 yılında Türkiye'nin büyük kısmı sıcak ve kurak iklimin etkisine girecek. Sıcaklıklar kışın 2 derece, yazın 2-3 derece artacak; yağışlar kışın az bir artış gösterirken yazın %5-15 oranında azalacak. Hayvanlar iklim değişikliğine dayanamayacak, ekili alanlar zarar görecek. Bugün iç kesimlerde kuraklık yaşanması ve Karadeniz Bölgesi'nde yağışların artması, küresel ısınma konusunda yapılan tahminlerin doğrulandığı şeklinde yorumlanıyor.

Küresel ısınma kaynaklı aşırı sıcak yaşadığımız bir başka felakettir. Çünkü yalnızca Gaziantep Devlet Hastanesi'nde üç ay içerisinde aşırı sıcaklardan dolayı 89 kişi ölmüştür.

Sermaye devleti küresel ısınmaya karşı hiçbir önlem almamaktadır. Somut bir tehlike olan kuraklığa karşı önlem almak yerine İsrail'e su pazarlamaya çalışmaktadır. Bir enerji verimliliği/yenilenebilir enerji hedefi ve programı bulunmamaktadır. Oysa Türkiye rüzgar, güneş, jeotermal ve biyokütle gibi yenilebilir enerjiler açısından zengin bir ülke.

Bugün ülkemizde kullanılan temel enerji kaynağı fosil yakıtlardır. Bu yakıtların kontrolsüz kullanılması ormanları öldürmekte, kentleri soluk alınmaz kılmakta ve insan yaşamını kısaltmaktadır. Büyük şehirlerde hava kirliliğinden kaynaklı alerji, astım ve benzeri hastalıklarda son yıllarda büyük artış göstermektedir. Buna rağmen fosil yakıtlarına dayanan enerji kullanımı sürmekte, yine fosil yakıt olan doğalgazı çeşitli ülkelerden ithal etmektedir. Linyite dayalı termik santrallerin zararlı etkisini azaltmak için gerekli olan arıtma tesisleri de Türkiye'de hala bulunmamaktadır.

"Türkiye, coğrafi konumu itibariyle pek çok konuda olduğu gibi biyolojik çeşitlilik yönünden de yeryüzünün en önemli, aynı zamanda da en stratejik konuma sahip ülkelerinden biridir... Bu zenginliğe ve biyolojik çeşitliliğin öneminin her geçen gün artmasına karşın, ne yazık ki ülkemizde tüm kamu kurumlarınca kabul edilmiş ve kamuoyu tarafından benimsenmiş bir doğa koruma politikası geliştirilmemiştir... Yine yanlış politika ve uygulamalar sonucunda biyolojik çeşitlilik ve ekolojik dengenin korunması yönünden son derece önemli olan orman alanları daralmış, mera alanlarının %50'den, sulak alanların %40'dan fazlası kaybedilmiş, kalanlarında ise ekolojik denge bozulmuştur." (T. C. Çevre Bakanlığı IV. Çevre Şurası/ 6-8 Kasım 2000, 3. Komisyon Kararları Sonuç Raporu)

Bu satırların tüm açıklığıyla ortaya koyduğu gibi, kapitalist devlet emperyalist ağababaları gibi davranmakta, çevreyi tahrip etmektedir. Çevreyi korumak adı altında oluşturulan sözde örgütlenmelerin düzenledikleri toplantılar dışında bir şey yapmamaktadır.

Türkiye sera gazı üretiminde dünyada 80. sıradadır. Buna rağmen, 1992 Rio İklim Değişikliği Sözleşmesi ile 1997 Kyoto Protokolü'nü imzalamamıştır. Rio İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi'ni imzalamayan birkaç ülkeden biridir. Kyoto Protokolü'nü ise, sanayileşmiş ülkelerle aynı kefeye konulduğu ve aynı yükümlülüklere tabi tutulduğu gerekçesiyle imzalamaktan kaçınmaktadır. OECD üyesi olmasından dolayı anlaşmayı onaylaması gereken sanayileşmiş 55 ülke ile aynı kategoride tutulmaktadır. Protokol'ü kabul ettiği takdirde sera gazları üretiminde kısıtlamaya gitmek zorunda kalacaktır. Sözkonusu 55 ülkenin arasından çıkarılması durumunda ise, Kyoto Protokolü'nün öngördüğü iğreti yükümlülüklerden kaçınmış olacaktır.

Sözde çözüm önerileri

Dünya ikliminin önümüzdeki yüzyıllık dönemde dengeye oturabilmesi için, karbondioksitin okyanus ve ormanların emebileceği düzeye çekilmesi gerekiyor. Bu ise, karbondioksit üretimini yılda 1-2 milyar tonda tutmakla mümkün. Bu bugünkü oranın %20'sidir. BM Genel Sekreteri Kofi Annan'ın açıkladığı 3 Nisan 2000 tarihli bir rapora göre ise, küresel ısınma tehtidinin azaltılması için sera gazlarının %60 oranında azaltılması gerekmektedir.

Uzmanların küresel ısınmaya yönelik çözüm önerileri şunlardır:

- Fosil yakıt kullanımını terketmek,
- Enerji verimliliğini arttırmak,
- Hidrojen, güneş, jeotermal, biyokütle, med-cezir ve rüzgar gibi yenilebilir enerjilere yönelmek,
- Temiz teknolojiler ve akaryakıtı doğrudan elektriğe çevirebilen aygıtlar kullanmak,
- Kilit canlı türlerini belirlemek ve onlara göre koruma sağlamak,
- Kamu taşımacılığına yönelmek,
- Orman katliamını engellemek,
- Erozyonla mücadele etmek,
- Nüfus artışını engellenmek,

Bu çözüm önerilerine karşı sürülen en temel gerekçe maliyettir. Oysa BM İklim Değişimi Komisyon Başkanı Dr. Bert Metz'in açıkladığı verilere göre, sera etkisi yaratan gazları azaltmak için yapılacak masraflar, gelişmiş ülkelerin gayri safi milli hasılalarının % 0,1'i kadardır. Hiçbir şey yapılmadığı durumda ise, gelişmiş ülkelerin milli gelirinin % 10- 20'sine mal olacaktır.

Çözüm önerileri ifade edilirken sıkça vurgulanan nokta ise zamandır. Çünkü önlem alınmadığı takdirde küresel ısınma geri dönüşü mümkün olmayan bir hal alacaktır.

Fakat bu çözüm önerilerinin üzerinden atladığı çok temel bir nokta var: Bu, kapitalizmin akıldışılığıdır. Sadece Dr. Bert Metz'in açıklamaları göz önüne alındığında, sorun karşısında yapılacaklar bellidir. Fakat kapitalizm koşullarında bu mümkün olamamaktadır. Sorunun çözümü için yapılan ilk BM konferansının tarihi 1988'dir ve o günden bu güne kopartılan onca gürültüye rağmen bir arpa boyu yol alınamamıştır.

Zira kapitalizmin işleyişinde esas olan insanlığın geleceği ve mutluluğu değil; kâr, daha çok kârdır. Onlar olsa olsa, soruna çözüm bulma adına alınan göz boyayıcı "önlemler"in yanısıra, yarattıkları çevre kirliliğinden kâr etmek amacıyla ya çevre temizliği sektörüne yönelecek ya da "çevre dostu" teknolojiler üreteceklerdir.

Sorun kapitalizm tarafından yaratılmıştır. Gerçek çözüm de kapitalizm dışında mümkündür.

Sonuç yerine

Küresel ısınma kapitalizmin insanlık dışı karakterinin gösterilmesi açısından önemli bir işlev üstlenebilecek bir sorundur. Emekçileri, gezegenimize ve tüm insanlığa yönelen bu tehditin sonuçları konusunda aydınlatmak büyük bir önem taşımaktadır. Küresel ısınmanın önlenmesi nasıl küreselleşme karşıtı hareketin istemleri arasında yer alıyorsa, ülkemizde kitle hareketliliklerinin istemleri arasında da gereken yeri bulmak durumundadır. Ancak, sonuçlarını yaşadığımız güncel ve yakıcı bir sorun olması dolayısıyla "acil" bir istem olmasına rağmen, henüz bu konuda yeterli duyarlılık ortaya konabilmiş değildir.

Çevre sorununun gezegenimizin geleceğini ilgilendiren bir sorun olmasından yola çıkılarak, emekçiler kadar kapitalistleri de ilgilendiren bir sorun olduğu ileri sürülmektedir. Ama kapitalistlerin bu soruna gösterdiği ilgi timsah gözyaşları ve göz boyamanın ötesine hiçbir zaman geçmemiştir ve geçemez. Bunun gerisinde, kâr hırsının yanısıra emekçilerin sırtına kurdukları sırça köşklerine güvenleri var. Örneğin yaz aylarında televizyon haberlerinin konularından biri de susuzluktan kavrulan köylerdir. Su sıkıntısı ülke çapında sonuçlarını ciddi olarak gösterse bile, açık ki susuzluk çekenler sırça köşklerinde yaşayanlar olmayacaktır. Dolayısıyla sorun herkesin değil, işçi ve emekçilerin sorunudur.

Sonuç olarak, küresel ısınmaya karşı mücadele yalnızca emekçilerin kendi yaşamlarını korumak ve sürdürmekle sınırlı bir anlam taşımıyor. Aynı zamanda gezegenimizin ve insanlığın geleceğinin kazanılmasını da içeriyor.