08 Eylül '01
Sayı: 25


  Kızıl Bayrak'tan
 "Küçülen Türkiye" ya da düzenin iflası

  5 Eylül ihanetine geçit yok!

  5 Eylül toplantısı aynasından...

  Türk Lirası'na iade-i itibar komedisi

  Yolsuzluk düzeni ve faşist parti
  Tersane işçilerinin eylemine azgın polis saldırısı
  Emekçilerin hak arama mücadelesi de "terörle mücadele" kapsamında!
  Anadolu Yakası İşçi-Emekçi Bülteni'nden...
  Hülya Şimşek Ölüm Orucu'nun 286. gününde ölümsüzleşti

  1 Eylül'ün gösterdikleri ve Kürt sorunu

  "Dünya Barış Günü" eylemlerinin anlattıkları...
  Küresel ısınma/4
  İşkenceci devlet gerçeği
  Emperyalizmin "balkanlaştırma" politikası sürüyor

  Güney Afrika'da genel grev

  Dünya Irkçılıkla Mücadele Konferansı ve emperyalizmin ikiyüzlülüğü
  Tehditler devrimci yürüyüşümüzü engelleyemez!
  Ölüm Orucu Direnişi 324. gününde
  Mücadele Postasi

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Türk Lirası'na iade-i itibar komedisi

"Türkiye'yi kurtarmak, herşeyden önce paramızın itibarını kurtarmakla sağlanabilir." Bu sözler, gece gündüz İMF'nin hizmetinde çalışan bir hükümetin başında bulunan zat'a aittir. Bu hükümetin son dokuz aylık icraatlarında Türk Lirası yüzde yüzelliye yaklaşan oranda değer kaybetmiştir. Eğer sermaye düzeninin bir kırıntılık itibarı kalmışsa, bu itibar bu oranda düşmüştür.

İşbirlikçi tekelci burjuvaziye göbekten bağımlı olan burjuvazinin orta kesimleri İMF-TÜSİAD programlarını hararetle desteklemişlerdir. İşçi sınıfı, kent ve kır yoksullarının açlık ve sefilliğe mahkum edilmesi anlamına gelen bu programlar, kendi çıkarlarını da zedelemeye başlayınca "ulusalcı" kesildiler.

Ankara Ticaret Odası tarafından başlatılan "TL'ye itibar" hareketi, Başbakan'dan Maliye Bakanı'na, çeşitli düzen kurumlarından (kendilerine sivil toplum kuruluşları deniyor!) TÜSİAD oligarklarına kadar değişik kesimlerden destek görüyor. Bu kampanyayı başlatan ve destekleyenler, yerli malı tüketimi ile yastık altındaki dolar ve markların ekonomiyi düze çıkaracağını, böylece TL'nin itibar kazanıp ülkenin kurtulacağını vaazediyorlar. Bu kampanya ile ilgili çeşitli sloganlar da belirlenmiş: "Ulusal para ulusun onurudur!", "Ulusal paramız bağımsızlığımızın simgesidir!", "Ne mutlu Türk lirası kullanana!" bu sloganlardan bazıları.

İyiden iyiye gericileşip çürümüş bir sınıfın ikiyüzlülüğüne tümüyle uygun bir olayla karşı karşıya bulunmaktayız. Bugün yaşanan utanç verici durum, Türk lirasının böylesine yerlerde sürünmesi, emperyalizme bağımlılığın doğal bir sonucudur. Burjuvazi ve onun devleti ise emperyalizmin iç dayanağıdır. O halde paranın değerinin sürekli düşmesinin dolaysız sorumluları da onlardır. İMF ve Dünya Bankası'nın yönetiminde bulunan bir ülkede bağımsızlığın varlığını tartışmak ise abesle iştigaldir.

Bu gericilerin riyakarlığı bununla da sınırlı değil. Yerli malı tüketmeye, TL ile alışveriş ya da yatırım yapmaya çağrı yapıyorlar ki, doların fiyatı yükselmesin. Bırakalım dolar biriktirmeyi, geçinmekte bile zorluk çeken emekçiler dolar fiyatlarını etkiliyor olamazlar. Lüks ithal eşya satın almaları zaten mümkün değil. Kriz koşullarında bile patlama yapan lüks oto ithali, dövizin fırlamasına kimin neden olduğunu ortaya koyuyor. Buna yurtdışına kaçırdıkları yüz milyonlarca doları, Amerika'ya yaptıkları yatırımları, tatil, eğlence ya da tedavi amaçlı Avrupa-Amerika seyahatlerini de eklemek gerek. Emekçilerin sırtından büyük vurgunlar vuranlar, bu sayede sefahat sürererek, dış ticaret açığını ikiye katlayarak, ülkede üretilen değerlerin önemli bir kısmını emperyalist tekellere sunarak, Türk parasını bir paçavra haline getirdiler. Satın alma gücü sürekli düşen emekçiler de, bu soygunun faturasını ödemeye mahkum ediliyorlar. Buna itiraz, polis copu ve jandarma dipçiği ile karşılanmaktadır.

Şovenizmin temel sloganlarından biri, "Ne mutlu Türküm diyene!"dir. Şimdi buna "Ne mutlu Türk lirası kullanana!" sloganı da eklenmiş bulunuyor. "Türk olmak", işsiz, sefil, yarı aç ve baskı altında yaşayanlara mutluluk getirmezken; zamlarla, enflasyonla değeri pula dönen Türk parası mı mutluluk getirecek? Bu yeni slogan en az eskisi kadar gülünç ve aldatıcıdır. Milyonlarca işçiyi kapı önüne koyanlar, yüzde yüzü aşan enflasyona rağmen çalışanlara sıfır zam dayatanlar, gerici-milliyetçi sloganlarla sahte umutlar yaratma çabasındadırlar.

Kampanya başlatanlar, bu kampanyaya destek verenler, acaba kendileri bu çağrıya uygun hareket ediyorlar mı? Uygulamalar bunun tersini gösteriyor. En başta devlet fiyatlandırmaları "ulusal onuru"muz olan TL ile değil, dolar ile yapmaktadır. Elektrik, doğalgaz ve akaryakıt fiyatları, yurtdışına çıkanlardan kesilen harçlar dolar üzerinden hesaplanmaktadır. Hazine dolar üzerinden borçlanmaktadır. Bu uygulamalar şu soruyu akla getiriyor. Acaba Türk devletinin itibarı Amerikan doları ile mi ölçülüyor?

Sermaye sınıfının zaten dini imanı dolardır. Ciroları, net kârları, yaptıkları yatırımlar vb. dolar üzerinden hesaplanmaktadır. Ellerindeki milyarlarca dolarla borsada kumar oynayarak sürekli vurgunlar yapıyorlar. Birkaçı dünya dolar milyarderleri arasında ilk beş yüz arasında bulunuyor.

Bu koroya katılan son kurum Diyanet İşleri Başkanlığı oldu. Hutbe hazırlayıp camilerde okutan Diyanet; ilahi çağrılarla dolar-mark gibi gavur paralarından vazgeçilip müslüman TL'ye rücu edilmesi için fetva verdi. Ortaçağ kalıntısı bu kurum "ulusal onuru kurtarma" harekatına aktif destek vererek, "yurtseverliğini" ispatlamış bulunmaktadır. Acaba? Diyanetin rant alanlarının başında Hac ziyaretleri geliyor. Müslüman yurttaşlar yer yıl yüklü bir meblağı gözden çıkarmak zorunda kalıyorlar. İşte bu Hac tarifesini Diyanet her yıl dolar üzerinden belirliyor.

Doların, markın bu yaygınlıkta kullanılması elbette bir rastlantı değil. Aklı başında hiçbir yatırımcı sürekli değer kaybeden bir para birimine yatırım yapmaz. Değeri artan para birimleri varken kim zarara girmek ister. Bu kampanyayı destekleyenler, bir işe yaramayacağını bildikleri halde reklamını yapanların yatırımlarına bakarlarsa, bunların nasıl da dolara taptıklarını görürler.

İşçi sınıfı ve emekçilerin sorunları ise başkadır. Onlar, kışlık yakıt, çocuğunun okul masrafları vb.'ni nasıl karşılayacağını, ay sonunu nasıl getireceğini düşünmek zorundalar. İşsizlik belasından kurtulma, insanca çalışma ve yaşam koşullarına ulaşmanın arayışındalar. Dolar, mark biriktirmek, lüks ithal ürünler tüketmek gibi bir dertleri yoktur onların.

Bir taraftan bu türden ikiyüzlü kampanyalar yürütülürken, öte yandan yeni saldırı hazırlıkları yapılmaktadır. Sermaye çevrelerinin 5 Eylül toplantısından beklentileri bunun göstergesidir. Zamların ardı arkası kesilmezken, kapitalistler, kıdem tazminatını gaspetmek, sıfır zamları meşrulaştırmak ve "esnek üretim"i dayatmak için kolları sıvamışlardır. İşçi sınıfı, kent ve kır yoksulları bu saldırılara karşı örgütlü, militan bir direnişle karşılık vermedikleri sürece, ödenen bedeller ağırlaşmaya devam edecektir.

 


 

Bir garip iade-i itibar kampanyası
ya da TL nasıl kurtulur?

A. Aydın

ATO'nun başını çektiği "TL'ye itibar kampanyası" kumpanyasının gösterileri devam ediyor. Programda yok, yok. Esas oyuncusundan soytarısına kadar herkes marifetini döküyor ortaya. Bu güne kadar sahne alan soytarılar içinde en göz dolduranı ise "devlet din işleri başkanlığı" oldu. Dünya işlerini din kurallarıyla yürütmek gerektiğini savunan şeriatçıların bile bugüne dek düşünemediği bu "krize hutbeli müdahale" yöntemi, sermaye siyasetinin din kullanımında aldığı mesafeyi de ortaya sermiş oldu.

Elbette ki, hiç kimse hiç kimsenin, dua ile niyaz ile nutuk ile TL'ye itibar sağlanacağını düşünebileceğine inanmıyor. Kampanyayı açanlarla hutbe desteği verenlerin asıl avanaklığı da burada değil. Kafaları henüz bu kadar dalavereye eriyor. Beyinlerinin dumura uğradığı yer, bu tür yol ve araçlarla kitleleri oyalayabileceklerini umdukları çizgiden başlıyor. Sermaye sınıfı ve temsilcileri işçi ve emekçi kitlelerden uzun zamandır öylesine uzak kalmışlardır ki, onların düşünce ve duygularını, suskunluk ve hareketlerini anlamaları ve yorumlamaları mümkün olamamaktadır.

Göründüğü kadarıyla, bu konuda yüksek eğitimli uzmanlarının da onlara fazlaca bir yararı dokunamıyor. Filistin intifadasının yeniden yükseldiği, Kore'de, Arjantin'de ve daha dünyanın dört bir yanında işçi eylemlerinin savaş görüntülerine büründüğü bir tarihte, üstelik devrimci tutsakların Ölüm Orucu gibi bir eylemi sürdürdüğü bir coğrafyada, "koskoca" profların, emniyet ve istihbarat yetkililerine sunabildiği fikir "silahlı ayaklanma döneminin bittiği" olmuştu.

TL kampanyasıyla işçi ve emekçi kitlelere "krizi hafifletme" umudu taşıyamayacakları ortada olduğuna göre, ve buna rağmen, yine de kampanyanın bir işlevi olmalı ama. Bu işlev, sermayenin işçi sınıfı ve emekçileri ahmak yerine koyarak alay etmek suretiyle moralini yıpratma, özgüvenini sarsma ihtimalidir.

Gerçekten de, TL'yi yerlerde sürükleme konusunda rekor üstüne rekor kıran son hükümetin, ve tüm yıkım kararlarına onun başı olarak imza atan Ecevit'in, itibar kampanyasına ilk imza atan sıfatına haiz olması/edilmesi, seyirci konumundaki kitlelere yönelik ağır ve acı bir istihzadır. Aynı şekilde, yıkım programlarının mimarı ve tam da bu nedenle TL'sının celladı emperyalist kurumların, Dünya Bankası ve İMF şeflerinin de kampanyayı desteklediği açıklamaları da birer kara mizah örneğidir.

Ancak, yıkımın yerli ve yabancı mimarları, bu tutumlarıyla, sadece işçi sınıfı ve emekçilerle değil, kampanyanın sahipleriyle de alay etmektedirler. Sanayi ve Ticaret Odaları yöneticilerinin bu alayın ne kadar farkında olduğunu (veya ne kadar ortak olduğunu) bilemeyeceğiz. Ancak, daha dün, yaygın iflaslarla ve tüm yakıcılığıyla yaşadığı yıkımın öfkesini sokaklarda boşaltan küçük esnafın, temsilcileri eliyle düşürüldüğü bu aşağılayıcı konumu kolayca hazmetmeleri beklenmemelidir.

Ortaçağ kalıntısı bu tabaka öz itibarıyla da, emperyalist ekonomideki yeri itibarıyla da (tekellerin eklentisi konumu) genelde gerici ve tutucudur. Ancak, bugünkü siyasi ve ekonomik konjonktür, bu kesimin gerici-tutucu özünü kışkırtmaktan uzaktır. Onlar açısından güncel tehlike devrim değil düzendir. Çünkü kurulu düzenleri ve gelecek hayalleri, efendileri ve idolleri emperyalist-kapitalist tekeller ve siyasal iktidarları tarafından bozulmakta/yıkılmaktadır.

İşçi sınıfı hareketi, kendi durumuyla birlikte düzen içindeki bu küçük çatlağı da değerlendirebilmeli, ondan kendi devrimci amaçları ve hedefleri doğrultusunda yararlanabilmelidir.