18 Ağustos '01
Sayı: 22


  Kızıl Bayrak'tan
  İşbirlikçi düzen cephesinde iç dalaşma

  Ordu kim için kime karşı?

  Katil devletten hesap soralım!

  İki yılda deprem bölgesinde değişen hiçbir şey yok
  Grev yasaklamaları ve sendika bürokrasisinin ihaneti
  Devrimci tutsakların ortak açıklaması
  Yoldaşlarının kaleminden Osman Osmanağaoğlu
  Aymsan direnişine destek ve dayanışmayı büyütelim!
  Türk dış politikası üzerine/2
  Küresel ısınma/1
  Emperyalist-siyonist "barış süreci"nin dönülmez çöküşü
  Arjantin hükümetinin yeni tasarruf paketi
  "Filistinlilerin ayaklanması meşrudur"
  15 Ağustos, devrimci direnişin zirvesi...

  Açıklamalardan

  Mücadele Postasi

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

F Tipinde artan baskı ve işkenceye karşı devrimci tutsaklardan ortak açıklama:

"İnsanlığımıza, işçi ve emekçi halkın davasına,
böylece de siyasi niteliğimize ve onurumuza sahip çıkıyoruz..."

"Ölebiliriz ama asla boyun eğmeyeceğiz!.."

Halkımıza

Emperyalist efendilerinin direktifleri doğrultusunda hareket eden egemen sınıfların devleti, 19 Aralık katliamıyla F tipi denilen hücre tipi hapishaneleri hayata uyguladı. F tiplerindeki ağır tecrit ve izolasyonun yanı sıra hak gaspları ve fiziki saldırılar da çeşitli biçimlerde bugüne kadar devam etmiştir. Fakat gerek 19 Aralık katliamına duyulan tepki gerekse de tüm bu baskı, yalan, demagoji ve hilelere rağmen devam eden Ölüm Orucu ve açlık grevlerinin kamuoyunda oluşturduğu duyarlılık nedeniyle, F tipi sistemin temel mantığının bir parçası olan keyfi yaptırım, baskı ve işkenceleri daha fazla teşhir olmamak için çok fazla öne çıkarmamaya çalışıyorlardı. Son zamanlarda ise keyfi yaptırımlar cezalara, fiili baskılara ve işkencelere ağırlık vermeye başladılar.

Son günlerde basına yanısıyan 19 Aralık operasyonu ile ilgili Adli Tıp Kurumu raporlarında gözler önüne serilen ve bir katliam olduğu açık olan 19 Aralık operasyonu nedeniyle bizlere hücre cezaları verilmektedir. Hem katliama uğruyoruz, yakılarak işkenceyle öldürülüyoruz, her çeşit işkence ve baskıya maruz bırakılıyoruz hem de hücre cezalarına çarptırılıyoruz. Bizler zaten 1 ve 3 kişilik hücrelerde tutuluyoruz. Ek hücre cezalarıyla zaten içinde bulunduğumuz ağır tecrit, izolasyon ve baskı koşulları daha da ağırlaştırılmaktadır.

"Disiplin cezası" adı altında onlarca, yüzlerce arkadaşımız tekli hücrelerde havalandırmaya, avukata, ziyarete çıkarılmamakta ve mektup gönderememe, gelenleri alamama gibi cezalara çarptırılmaktadır. Bu cezalara çarptırılan arkadaşlarımız tekli hücrelerde ve yan hücrelerinde de kimse tutulmadığı için tamamen tecrit koşullarında kalmaktadır. "Disiplin cezaları" adı altında tecrit içinde tecrit, hücre içinde hücre cezalarına çarptırılmayı, çok asgari düzeyde olan haklardan dahi mahrum bırakılmamızı kamuoyunda ve mahkemelerde teşhir etmeye devam edeceğiz.

Birçok F tipinde sayımlarda asker gibi ayağa kalma, sıraya dizilme gibi yaptırımlar dayatılıyor. Niteliğimize ve kişiliğimize yönelik bu ve bunun gibi yaptırımlara ne pahasına olursa olsun uymamaya devam edeceğiz.

"Üçlü Protokol"le birlikte savunma hakkımız fiilen yokedildi. Avukatlarımızla görüşmemiz açıkça yasaklandığında mantık ve amaçları deşifre olacağı için, fiiliyatta avukat görüşümüz enlgellenmektedir. Avukat görüşü göstermelik bir duruma dönüştürülmüştür. Avukat görüşümüzün fiiliyatta engellenmesi için çıkarılan tüm engelleri aşıp avukat görüşüne gidenler de aynı dava dosyasından yargılandığı arkadaşıyla dahi birlikte olup avukat görüşüne gidememektedir. Gardiyanların tacizi altında iki tarafın da elinde hiçbir bilgi, belge, yazılı döküman olmadan görüşme yapmak durumunda bırakılmaktayız. Avukat görüşüne gidiş gelişte yapılan ayakkabı araması dayatması ile böylesi olumsuz koşullardaki avukat görüşümüz dahi fiilen ortadan kaldırılmaktadır. Bizlerin siyasi, insani kişiliğini ezmek, "disiplin cezaları" ve bunun gibi "tredman" mantık ve uygulamasının somutlanması olan uygulamalarla boyun eğdirmek amacıyla bazı yerlerde bu insanlık dışı uygulamalar "ağız içi arama"sına kadar vardırılmıştır. Bu tür insanlık dışı keyfi uygulamaları kabul etmediğimiz için avukatlarımızla görüşmemiz imkansız hale getirilmiştir. Gayri ahlaki ve onur dışı aramalardan dolayı avukatlarımızla görüşemiyoruz.

Zirayetçilerimizle görüşmemiz birinci dereceden akrabalarımızla 30 dakika ile sınırlıdır. Bu olumsuz koşullara ek olarak bir süredir bazı yerlerda ayakkabı araması dayatılarak ziyaret de engellenmeye çalışılıyor. Bu dayatmanın olduğu yerlerde bu dayatmayı kabullenmemiz beklenemez. Bu yüzden de ayakkabıları çıkarıp giymeden, ayakkabısız görüşe gitmek zorunda kalıyorlar.
Mahkeme ve hastanelere hangi gün götürüleceğimiz önceden söylenmiyor.

Kimin ne zaman hastane ve mahkemelere götürüleceği belli olmadığı için savunma için hazırlık yapmamız imkansız hale geliyor. Savunma hazırlığı yapmaktan kastımız yazılı bir hazırlık değildir. Çünkü elimizde herhangi bir belge ve döküman bulunmamaktadır. Çünkü avukatımızın bunları bize ulaştırması engellenmektedir. Eğer daha önce mahkemeye gidip orada neyle suçlandığımızı öğrenmemişsek kafamızda bir savunma hazırlamak durumundayız. Çünkü yazılı bir savunma hazırlamaya çalışsan ya aramada askerler tarafından alınmakta ya da mahkemeye götürülmen engellenmektedir.

Mahkeme, hastane ve ziyarete giderken bırakalım yazılı bir belge vs. götürmeyi, kalem, kağıt, sigara, çakmak, para vs. dahi yanında bulunduramıyorsun. Mahkeme ve hastanelere giderken hemen hücre kapısında aranıyoruz. Ardından elektronik kapıdan geçiyoruz ve asker üst araması yapıyor. Son zamanlarda bu aramaların yanısıra jandarma ayrıca ayakkabı araması dayatmaktadır. Bu keyfi ve onur kırıcı uygulamanın yapıldığı yerlerde bu keyfi dayatmayı protesto ederek ayakkabısız gidip gelinmektedir. Ayakkabı aramasının dayatıldığı yerde, ya hücre çıkışında ya da kapı altında ayakkabılar çıkarılıp giyilmemektedir. Buna rağmen genellikte saldırıya uğramaktayız. 5-10 asker ve subay arkadaşlarımızın üzerine saldırıp, ayakkabıların yanısıra bütün elbiselerini zorla hırpalayarak çıkarmaktadırlar. Maruz bırakıldığımız bu saldırıları çıktığımız mahkemelerde ve savcılık yoluyla teşhir edip suç duyurusunda bulunmamıza rağmen ya hiç ya da ciddi bir işlem yapılmamakta, bu suç duyurularımızın keyfi bir biçimde engellenmektedir.

Bu keyfi ve onur kırıcı uygulamalara başvuranlar her mahkeme ve hastane dönüşünde "baskı, işkence ve kötü muamele görmedim" türünden bir belge imzalatmayı dayatıyorlar. Belirttiğimiz keyfi uygulamalara son verilmediği müddetçe doğal olarak bu tür belgeleri imzalamayacağız.
Her geçen gün yenileri eklenen saldırılarla içinde bulunduğumuz koşullar daha da çekilmez hale getiriliyor. Fiili dayatma ve saldırılar fiili direniş biçimlerini zorluyor. Ancak bugün hapishanelerde Ölüm Orucu eyleminden dolayı fiili direnmeyi temkinli ve tali durumda ele almak durumunda kalıyoruz ve ÖO'daki ve ciddi derecedeki hasta arkadaşlarımız fiili saldırılara maruz kalmamak için ayakkabılarını çıkarmak durumunda kalıyorlar.

Son günlerde sık sık gündeme getirilen ve F tiplerinde koşulların ne kadar iyi ve insani olduğu gibi bir yanılsamayı hedefleyen iki uygulama vardır.

Bunlardan birincisi, açık görüş, ikincisi telefondur. Her ikisi de tutsaklara hak olarak tanınmamaktadır. Bunlardan yararlanmak için "disiplin cezası" almamak başta olmak üzere bir çok kurala boyun eğmemiz isteniyor. Yani her ikisi de "tredman"ın bir parçası olarak ele alınmakta ve uygulanmaya çalışılmaktadır. Adalet Bakanı her zaman olduğu gibi kamuoyunu yanıltmaya ve yalan söylemeye devam ediyor. "Açık görüş hakkı tanıdık" diyor, Adalet Bakanı. Bizlere açık görüş hakkı verilmemiştir. Bu açık bir yalandır.

Açık görüş hakkı denilen aldatmacanın aslı şudur: Bir sürü dayatmayı kabul ettikten sonra yalnızca eşin ve on yaşından küçük çocuğunla görüşeceksin. Evli değilsen fiilen bu "hakkı" kaybetmiş oluyorsun. Evliysen, çocuğun on yaşında veya daha büyükse çocuğunla görüşemiyorsun. Bu bir komedi ve aldatmacadır. Bu komedi ve aldatmacayla Adalet Bakanlığı ne bizleri ne de kamuoyunu kandırabilir ve bu uygulamayı kabul etmemizi bekleyebilir. Bütün tutsaklara hak olarak değil de "tredman" anlayışının bir parçası olarak kullanılmaya çalışılan açık görüş ve telefon uygulamalarını reddediyoruz. Yine kütüphane, işlik vb. gibi ortak kullanım alanları da aynı mantıkla birçok koşula "terdman"a bağlı olarak uygulanmak isteniyor. Dolayısıyla dayatılan kişiliksizleşmeyi kabul ederek buraları kullanmamız da düşünülemez, kabul etmiyoruz.

Bizler hücre tipi hapishanelerde ağır tecrit, izolasyon ve hak gasplarına karşı, ağır bedeller pahasına sürdürdüğümüz ÖO direnişimizin yanısıra, yukarıda belirttiğimiz ahlaki olmayan, onur kırıcı, boyun eğidirmeye yönelik "tredman" (ıslah etme) uygulamalarına baskı ve işkencelerle teslim alınmak istenmemize karşı direnişimizi sürdüreceğiz. Boyun eğmeyeceğiz. Bunun başka yolu yok. Ölüm Orucu direnişimizi tasfiye etmeye yönelik "tahliye" oyununu boşa çıkaracağız. "Tedavi yükü"nü ailelerimizin sırtına yıkmayı da hedefleyen Ölüm Orucu direnişçileri için "ceza ertelemesi ve tutuklama" politikasına destek vermeyeceğiz. Gaziler ve öteden beri cezaevi koşullarında tedavisi mümkün olmayanlar dışında hiç bir arkadaşımız erteleme ve tahliye için dilekçe vermeyecektir.

İnsanlığımıza, işçi ve emekçi halkın davasına, böylece de siyasi niteliğimize ve onurumuza sahip çıkıyoruz... Ölebiliriz ama asla boyun eğmeyeceğiz. Bugün ve gelecek açısından en büyük siyasal kazanımımız bu olacaktır. Ve gelecekte başlı başına bir isyan-direniş çağrısının meşalesi olacaktır...

DHKP-C, TKP (ML), TKİP, MLKP, TKP/ML,
TİKB, DH, TDP, DY, MLSPB, PKK/DÇS, TKP/K

davasından yargılanan tutuklular adına Ercan Kartal, Cemal Çakmak, Sefa Gönültaş, Hacı Demirkaya, Yunus Aydemir, Can Ali Türkmen, Ramazan Sadıkoğulları, M. Aytunç Alpay, Nizamettin Doğan, Hasan Yüksel, Ziya Büyükışık, Özgür Aslan.