18 Ağustos '01
Sayı: 22


  Kızıl Bayrak'tan
  İşbirlikçi düzen cephesinde iç dalaşma

  Ordu kim için kime karşı?

  Katil devletten hesap soralım!

  İki yılda deprem bölgesinde değişen hiçbir şey yok
  Grev yasaklamaları ve sendika bürokrasisinin ihaneti
  Devrimci tutsakların ortak açıklaması
  Yoldaşlarının kaleminden Osman Osmanağaoğlu
  Aymsan direnişine destek ve dayanışmayı büyütelim!
  Türk dış politikası üzerine/2
  Küresel ısınma/1
  Emperyalist-siyonist "barış süreci"nin dönülmez çöküşü
  Arjantin hükümetinin yeni tasarruf paketi
  "Filistinlilerin ayaklanması meşrudur"
  15 Ağustos, devrimci direnişin zirvesi...

  Açıklamalardan

  Mücadele Postasi

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Akkise beldesi ve "ulusal güvenlik"...

Ordu kim için kime karşı?

10 Ağustos gecesi Konya-Ahırlı'ya bağlı Akkise Beldesi'nde yaşanan dehşet, düzenin polis copu ve jandarma dipçiği üstünde yaşatıldığını bir kez daha gözler önüne serdi. Jandarmanın, beldede yaptığı "huzur" operasyonu sırasında gençleri keyfi olarak gözaltına almak istemesine karşı çıkan halk, bu cesaretinin bedelini kurşun yağmurlarıyla ödemek zorunda kaldı. Açılan ateş sonucu bir genç öldürülürken, ikisi hala ölümle pençeleşen beş kişi yaralandı.

Gerçekte yaşananlar, basında bu cinayeti haklı göstermeye yönelik utangaç girişimler ve yetkili ağızlardan çıkan yalanlar oldukça tanıdıktı. Keyfilik, ilerici-demokrat kurumlara yönelik baskınlarda gösterilen pervasızlıkla, saldırıdaki vahşet ise 19 Aralık benzeri katliamlarda görülen gözü dönmüşlükle aynıydı.

Peki neler yaşandı Akkise'de?

Basına yansıdığı kadarıyla, askere gidecek belde gençleri, bunu kutlamak için bir eğlence düzenlerler. Ancak beldeye huzur getirmekte kararlı olan jandarma, "halkın %71'inin en güvendiği kurum"un kudretini ve otoritesini halka göstermekte de aynı kararlılık içindedir. Kimlik kontrolu sırasında "biz de askeriz" diyen gençlere "başlarım sizin gibi askere!" diyerek hakaret eden jandarma, kimliği bulunmayan iki genci üzerlerindeki askere alınma belgelerine rağmen gözaltına almaya kalkar. Gençler arkadaşlarının, belde halkı çocuklarının böyle keyfi bir şekilde gözaltına alınmak istenmesine karşı çıkar ve gençleri jandarmaya vermez. Bunun üstüne görevli astsubay askerleri toplayarak geri döner ve yaşananları Ahırlı Jandarma Bölük Komutanı Ali Çalışkan'a bildirir. Daha önce de Kürdistan'da görev yapmış olan bu kahraman astsubay, anlaşılan o coğrafyada başarıyla uyguladığına inandığı islah yöntemini Ahırlı halkı üzerinde de denemeye kararlıdır. Çünkü daha önce de Akkise Beldesi'nde tarlada çalışan kadınlara ateş açtırmış ve 56 yaşındaki Ümmügülsüm Erbil'i dövdürtmüştür. Takviye kuvvet alınır ve belde basılır. Olayları yatıştırmaya çalışan Belediye Başkanı ve muhtarlar tüfek dipçikleriyle dövülerek uzaklaştırılır. Elinde kalaşnikofla bir masa üstüne çıkan astsubay "50 tanenizi öldürmeye yetkim var!" diyerek halkın üzerine ateş açar ve ateş açma emri verir. Çünkü o devrimci tutsaklar için "200 tanesini gözden çıkardık" diyen bir devletin astsubayıdır; bu nedenle Akkise halkının 50 tanesini gözden çıkarma yetkisine sahiptir. 25 dakika boyunca küfürlü ve dipçikli saldırı eşliğinde halka ateş açılır. "Ulusal güvenlik" tehlikededir. Artık "halkın %71'inin en çok güvendiği kurum" işbaşındadır ve halka gerçek şefkatini sunmaktadır.

Sonuç; üzerinden kimlik çıkmadığı için gözaltına alınmak istenen gençlerden Hasan Gültekin öldürülür, Sami Tokmak ve Kemal Candan isimli yurttaşlar ise ölümün pençesinde hala yaşam savaşı vermektedir.

Akkise gençleri düğün benzeri bir şenlikle katılışlarını kutladıkları asker ocağının ne menem bir ocak olduğunu bir gece içinde anlamıştır. Göstermelik soruşturmalar açılır, alışıldığı gibi olaylardan belde halkı suçlanmaya çalışılır ve bu arada astsubay Ali Çalışkan "en güvenilir kurum" içindeki görevine hala devam etmektedir.

Akkise olayları yüzlerce yıllık bir geleneğin devamıdır. Anadolu halkı Osmanlı döneminde iki defa devleti tarafından hatırlanırdı; bir vergi zamanı bir de askere alınma zamanı. Ancak günümüzde bunlara, çağdaş ve "demokratik cumhuriyet"in farkı, dolayısıyla bir de seçim zamanı eklenebilir. Açlık ve sefaletin kol gezdiği bu coğrafyada emekçileri boyunduruk altına almanın yolu Osmanlı zamanında zaptiye kılıcıydı, günümüz cumhuriyet Türkiyesi'nde polis copu ve jandarma dipçiğidir. Akkise'de yaşananlar da, bir jandarma astsubayının psikopat kişiliğiyle değil -o yönü de olmakla birlikte- sermaye devletinin bahsedilen yönetme tarzı ile açıklanabilir. Bu ülkede her "huzur" operasyonu, her sıradan kimlik kontrolu gözaltı, karakolda işkence ve hatta ölümle sonuçlanabilir, bunun sayısız örneği vardır. Devrimcilere ve halk muhalefetine yönelik şiddeti ve cinayetleri ise hatırlatmak bile gereksiz.

Bu arada burjuva basını tam bir şaşkınlık içindedir. Olaylarda devrimcilerin, solcuların en ufak bir izi bile olsa işleri kolaydı. Ancak işlenen cinayet tıpkı Metin Göktepe cinayetinde olduğu gibi apaçık ortadaydı. Devlet ve onun "en güvenilir kurumu" yaptığı iş üzerinde yakalanmıştı. Her şeye rağmen görev görevdi. Cinayeti haklı çıkarabilecek ayrıntılar arandı. Halkın olaya ilişkin tanıklıkları "iddiaya göre" ön belirtmesiyle verilirken, yetkili ağızların açıklamaları 19 Aralık'taki aynı kesin doğruluk kabulüyle verildi. Buna göre "öfkeli kalabalık erlerin üzerine sandalye fırlatmıştı" , "33 asker de yaralanmıştı". Bu ülkede bundan daha geçerli cinayet sebebi olamazdı. Fakat bu yaralı askerleri kimse göremedi.

Tüm bunlar düzenin iki gerici kliği arasında "ulusal güvenlik" üzerine bir kayıkçı dövüşü yaşanırken olmuştur. Bir yanda açlık, işsizlik ve yoksulluk düzeninin parlamentodaki "yasama" ve "yürütme" sorumluları, diğer tarafta her toplumsal muhalefetin yükseldiği süreçte halka ve onun devrimci önderlerine sınırsız bir vahşetin uygulayıcıları, ordu ve polis kurumları. Birisi ipliği pazara çıkmış olmanın sonuçlarını en aza indirerek, sahte demokrasi şampiyonluğuyla yeniden parlamentoya girme taktikleri geliştirirken; diğeri, devletin çelik çekirdeği, onyılların ayrıcalığını ve siyasal-ekonomik rantını korumak için, ulusal bütçenin %20'sini yiyen bir kurum olduğunu unutarak "ekonomik krizin önceliği" demagojisine başvurmaktadır.

Devlet ve onun ordu kurumu sınıflı toplumların ürünleridir. Her ikisinin de sınıfsal bir anlamı vardır. Devlet, "bir sınıfın başka bir sınıf üzerindeki baskı organıdır.", modern kapitalist devlet "burjuvaların işlerini organize eden bir komiteden başka bir şey değildir." Ve bu aygıtın kurumları olarak "sürekli ordu ve polis" burjuva devletin başlıca güç aletleridir. Akkise, ordu ve polisin varlık nedenini, hele Türkiye gibi bir ülkede en ufak bir makyaja bile gerek duymadığını bir kez daha gösterdi. Bu gerçeğin batı uygarlığı ve demokrasilerinde de değişmediği Cenova'da yaşanan polis terörü ile kanıtlanmış bulunuyor.

12 Ağustos tarihli Hürriyet gazetesinde "Amerika'da ulusal güvenlik" tartışması başlıklı bir haber verildi. Buna göre, ABD ordusunun 10 yıl içinde ikinci kez küçültülmesine karşı çıkan komutanlar "Ordumuz bu haliyle zaten görev yerine getirirken zorlanıyor. Eğer küçülürse ulusal güvenliğimiz çok zayıflar" diyorlar. 1.4 milyon kişilik mevcuduyla Amerikan ordusunun dünyada ne gibi "görevleri" yerine getirirken zorlandığını ve Amerikan ulusal güvenliğinin dünya halkları için ne anlam taşıdığını Vietnam'dan, Panama'dan ve Irak halkı üzerine yağan bombalardan biliyoruz.

Her ülkenin generalleri, bir yandan yüzbinlerce genci kendi halkına karşı silah altına alıyor, diğer yandan kendi gerici çıkarlarını "ulusal güvenlik" ve "ulusal çıkarlar" yalanı ardına gizliyor. Oysa burjuva-kapitalist devlet aygıtı ve onun sürekli ordusu-polisi bizzat işçi ve emekçilerin güvenliğinin, yaşam hakkının ve geleceğinin önünde tehdittir. Ve işçi sınıfı gerçekten güvenli bir gelecek için, burjuva ordusunun ve burjuva devletinin "demokratikleştirilmesini" değil, "tüm devlet makinasının asr-ı atika müzesine atılmasını içeren" bir devrim hedeflemelidir.