18 Ağustos '01
Sayı: 22


  Kızıl Bayrak'tan
  İşbirlikçi düzen cephesinde iç dalaşma

  Ordu kim için kime karşı?

  Katil devletten hesap soralım!

  İki yılda deprem bölgesinde değişen hiçbir şey yok
  Grev yasaklamaları ve sendika bürokrasisinin ihaneti
  Devrimci tutsakların ortak açıklaması
  Yoldaşlarının kaleminden Osman Osmanağaoğlu
  Aymsan direnişine destek ve dayanışmayı büyütelim!
  Türk dış politikası üzerine/2
  Küresel ısınma/1
  Emperyalist-siyonist "barış süreci"nin dönülmez çöküşü
  Arjantin hükümetinin yeni tasarruf paketi
  "Filistinlilerin ayaklanması meşrudur"
  15 Ağustos, devrimci direnişin zirvesi...

  Açıklamalardan

  Mücadele Postasi

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

"Filistinlilerin ayaklanması meşrudur"

Bu metin, Almanya'da yayınlanan günlük Junge Welt gazetesinin 14 Haziran '01 tarihli sayısında yeralan bir makalenin kısaltılmış çevirisidir.

(...) Anti-semitizm 19. yüzyılda Avrupa'da ulusal hareketlerin karakteristik bir özelliğiydi. Yahudi halkına karşı bu düşmanca tutumun kendisi siyonist hareketi besliyordu. Avrupa modelini savunan siyonizm kendi ulusal devletini kurma eğilimi taşıyordu; burası ise dinsel ve tarihsel nedenlerle Filistin olmalıydı. Topraksız bir halk için halksız bir toprak sloganıyla siyonizm Filistin'de Yahudi devleti kurmak için çaba sarfediyordu. Oysa Filistin hiçbir zaman boş bir ülke olmamıştı; tam aksine orada 19. yüzyılda yarım milyon insan yaşıyordu. Bunun da %90'ı Arap'tı. Böylece Filistin'de bir Yahudi devleti kurulması isteminde, ülke hakkında bilgi sahibi olamamak ve orada yaşayan halk üzerinde kendini beğenmişlik ve kibirli tutum hakimdi. Bunun yanında siyonistlerin Filistin'e zorla girmesi Arap halkında direniş potansiyelini büyütüyordu.

1. Dünya Savaşı'ndan sonra siyonist göçmenler ile Arap halkı arasında anlaşmazlıklar başladı. Anlaşmazlıklar Yahudilerin 3. İmparatorluk döneminde uğradığı saldırılarla daha da büyüdü. Nazilerden kaçan çok sayıda Yahudi şansını Filistin'de görüyordu. Siyonist hareket büyük güç kazandı. Buna karşı Arap halkında Yahudi göçüne ve Yahudilerin artan toprak talebine karşı tepkisel direniş büyüyordu. Holocaust'la 6 milyon Yahudi katledildi. Siyonistlerin kendi devletlerini kurmak talebi, politik ve ahlaki olarak haklılık kazanıyordu.

2. Dünya Savaşı'ndan sonra Filistin sorunu Birleşmiş Milletler'de tartışıldı. BM'de bölünme ve Yahudi ve Arap devletlerin kurulması kararı alındı. Kudüs çevresiyle birlikte özel statüye sahip bir bölge olacak ve uluslarası gözlem altında tutulacaktı. 14 Mayıs 1948'de İsrail'in bağımsızlığı ilan edildi. Arap (Filistin) devletinin kurulması askeri müdahalelerle engellendi. İsrail'e BM'in bölme planıyla toprakların %55'i verildi. Her iki devlet, hem Araplar hem de Yahudiler bu plandan sonra heterojen bölgeleri aldılar. Siyonist hareket bu bölünme planını kabul etti. Onlar bunu, Yahudi devlet hükümdarlığı için bir temel olarak kabul ettiler. Araplar tarafından BM bölme planı reddedildi. Onlar için Birleşmiş Milletler'in kendisine ait olmayan ülkeyi bölmesi kabul edilemezdi. Özellikle de halkın üçte birini oluşturmasına rağmen Yahudi azınlığına toprakların büyük kısmının verilmesi gerçeği onların bu düşüncelerini daha da güçlendiriyordu.

Bölünme planı ve İsrail'in bağımsızlığının ilanını savaş takip etti. Her iki taraf da diğerinin topraklarından daha fazlasına sahip olmayı hedefliyordu. 1948-49 yılları arasında yapılan savaş ile İsrail sınırlarını BM bölünme planındakinden daha fazla genişletti; bölgenin %78'ine hakim oldu. Bu genişleme ile Arap halklarının sistematik olarak kendi topraklarından sürülmesi başladı. Savaş sürecinde 750 bin Filistinli topraklarından sürüldü. 1949 yılında İsrail ve Arap devletleri arasında imzalanan ateşkes anlaşmasında İsrail gözle görülür biçimde galip ayrıldı. Kızıl Deniz'deki Eilat'tan Lübnan sınırına kadar olan homojen bölgeye hakim oldu. Arap devletlerine kalması planlanan Batı-Ürdün toprakları ve Gazze Şeridi Ürdün egemenliğine verildi. İsrail 1948-49'dan bu yana bunu bağımsızlık savaşı olarak kutluyor, aynı savaş Filistinliler için anlaşılır biçimde yıkım olarak algılanıyor.

1967'deki 6 Gün Savaşı sırasında İsrail geri kalan bölgeyi işgal etti, bunun yanı sıra Suriye'ye ait olan Golan Tepeleri'ni. Ve Mısır ile yaptığı barış görüşmeleri ve 12 Mart '79'da sonuçlanan Camp David anlaşmasıyla Sina Yarımadası Mısır'a geri verildi. İsrail politikası "1949'lardaki sınırlarıma geri gitmem" esasına dayanıyordu, çünkü böylece İsrail'in savunması daraltılacaktı. Diğer bir esas da, Arap düşmanlarına korkutucu bir etki yapması açısından bağımsız ve güçlü bir askeri güç oluşturulmalıydı.
İsrail tarafından işgal edilen bölgelerde işgal hakkı yeni gerilimleri ve daha önceden varolan çatışma potansiyelini beraberinde getiriyordu. Topraklarından sürülme, evlerinin havaya uçurulması, Filistinlilere ait kurumların kapatılması gibi baskılar sürekli gündemdeydi. Yeni oluşturulan İsrail yerleşim merkezleri işgal edilen bölgelerde kuruluyordu. Arap halkına karşı zulüm sürüyordu. Ayrıca göçe zorlanarak büyük kısmının toprakları alındı. Aynı şekilde, resmi olarak orada olmayan, ama orada bulunan her Arabın; yani, fiziki olarak İsrail'de kalmış olan, ama İsrail devleti vatandaşı olamayanların toprakları da. İşgalci hareket artan bir Yahudi göçü ile ilerliyordu.

İsrail yerleşim politikası enternasyonal hukuka uygun düşmüyor. Bu politikayla İsrail Ortadoğu'da şiddet eylemlerinin tırmanmasında belirgin sorumluluk taşıyor. BM'in bölme planı Yahudi devletine toprakların (Filistin) %25'ini vermişti. 1948-49 yılındaki savaşta İsrail diğer %23'ünü işgal etti. 1967'deki 6 Gün Savaşı'ndan sonrada geri kalan %20'lik kısmı. İsrail politikasını 1948-49 savaşındaki kazanımlarda elde ettikleri olguların sarsılmaz anayasası tayin ediyor. Görüşme konusu ve olası anlaşma çizgisi buna göre sadece geri kalan %22'yi kapsıyordu. İsrail bu tutumunu BM kararlarını hiçe sayma olarak yansıtıyor ve uluslararası hukuk sürekli bir biçimde hiçe sayılıyordu.

Oslo anlaşmasıyla ilgili görüşmeler sürerken de İsrail hükümeti işgal altındaki topraklarda işgalci politikasını yürütüyordu. Yeni yerleşim yerleri kurma, kurulmuş olan yerleri genişletme işlemi gaddarca sürüyordu. İsrail ordusu Batı-Ürdün topraklarında ve çevresindeki önemli yolları kontrol altında tutuyordu. İsrail politikasıyla İsrail tarafından kontrol altında tutulan otonomi bölgeleri paspasa döndü. Ayrıca özellikle de otonom bölgelerinde ekonomik gelişme engellendi. İsrail'in işgalci politikası ve onun olumsuz sonuçlarına, bir de bölgenin ekonomik durumunun korkunç derecede kötüleşmesi ekleniyor. Yiyecek maddelerinden ve sağlık hizmetlerinde sıkıntı çekiliyor. Gazze Şeridi'nde ve Batı-Ürdün topraklarında yaşayan Filistinliler sürekli biçimde İsrail tarafından saldırıya uğruyor, aşağılanıyor.
Filistinlilerin ayaklanması meşrudur. (...)

 


 

İsrail halkından saldırılara protesto

İsrail ordusunun Filistin halkına karşı sürdürdüğü savaşa karşı İsrail halkında tepkiler büyüyor, sokağa taşıyor, protesto eylemleri yaygınlaşıyor.
4 Ağustos günü, İsrail Barış Hareketi'nin barış çağrısı üzerine, İsrail ordusunun Filistin halkına karşı sürdürdüğü saldırılar protesto edildi. Binlerce İsraillinin katıldığı yürüyüşte "Haksız savaşa hayır!" sloganlarıyla yüründü. Bu, Ariel Şaron'un Şubat'ta Başbakan olmasından sonra gerçekleşen en büyük protesto yürüyüşüydü.
İsrail barış grubu "Gush Shalon"un yaptığı aşağıdaki açıklama, 5 Temmuz '01 tarihli Junge Welt'te yayınlanmıştır.

İşgalcinin ölümü sonrası kollektif cezalandırma

3 Temmuz gecesi, Yair Har-Sınai isimli, sonradan buraya yerleştirilmiş bir İsrailli Batı Şeria topraklarının güneyinde Sussia'nın mahallelerinde ateş edilerek öldürüldü. Onun gibi buraya göç ederek yerleşen arkadaşları, kendilerine sorulması üzerine, onun hakkında iki şey anlattılar. Diğerlerinden farklı olarak silah taşımadığını ve ayrı devletlerin yan yana yaşamalarına taraf olduğunu iddia ediyorlardı. Ve oraya göç etmiş İsraillilerden daha fazla işgal edilmiş Filistin topraklarını kullanıyor ve gece gündüz kuzularını otlatarak burayı İsrail toprakları yapmak istiyordu. Oraya göç eden İsraillilerin bakış açısıyla kutlanacak bir tutum.

Son 9 ayda sürekli artan sayıda yaşamını yitiren halka olduğu kadar, çelişkilerle yönlendiren bu kişiye de üzüldük. Her tarafsız gözlemci Yair Har-Sınai'nin davranışlarının çelişkili olduğunu görür. Sen hem birarada yaşamı destekleyecek, silahsız bir pasifist olacaksın, hem de komşularının topraklarını işgal edeceksin. Yair Har-Sınai işte bu çelişkilerle öldü.

Bu 3 Temmuz gecesiydi. Salı sabahı Har-Sınai'nin cesedi bulunduktan birkaç saat sonra, İsrail askerleri yakında bulunan Filistinlilerin yaşadığı bir köye saldırdı, sistemli olarak yoksul Filistinli köylülerin evlerini, yaşadıkları mağaraları havaya uçurdu, tarlalarını darmadağın etti, kuyuları toprakla doldurdu. Tam 500 insanı bir anda evsiz-yurtsuz bıraktılar. Şu ana değin ayrıntıları hakkında bir şey bilinmiyor. Çünkü askeri birlikler tüm bölgeyi ablukaya almış durumdalar. Ne insan hakları aktivistlerinin, ne de evsiz kalan ailelere çadır yardımında bulunmak istediğini açıklayan Kızıl Haç'ın bölgeye girmesine izin veriliyor.

Açık ki, burada yaşanan fiili bir kollektif cezalandırma eylemidir. Uluslararası hukuk kurallarının ihlalidir. Daha da kötüsü, bir öldürme olayı uzun yıllar planlanan işgal politikasının sürdürülmesinin vesilesi oluyor.

1982 yılında 86 bin dönümlük toprak askeri bölge ilan edilmiş, Filistinlilere bu toprakları terketmeleri emredilmişti. İsraillilere yerleşim alanlarını oluşturulması içindi bu. Filistinliler evden çok mağara olan evlerini ve yüzyıllardır yaşadıkları toprakları terketmeye karşı direndiler. Whad Rock Haim, Karbet Al-Nabi, İmlaizel al-Shatneh ve Kharbet al-Sussıa, bu isimler İsrail'de toprakların gasp edilenlerindendi. Filistinliler son 20 yıldır varlıklarını tehlikeye sokarak, kendi topraklarının arta kalanında işgalcilerin saldırılarına maruz kalarak yaşamlarını sürdürüyorlar. İsrail şimdi de işgal sahnesini sonuca götürmek için bir cinayeti kullanıyor.

Bu trajik ve korkunç tarih, içinde bulunduğumuz çıkmazı açıklıyor. İsrail hükümeti ateşkes ilan ediyor; tam, mutlak sessiz, bir kez bile ateş edilmeyen, bir taşın bile atılmadığı; Başbakan Ariel Şaron'un sözleri bunlar. Ama aynı süreçte işgalciler, kendi toprakları içinde bulunan ve başka bir devlete ait olan toprak parçasının silah zoruyla genişletilmesine ve komşularının topraklarının işgal edilmesine izin veriyorlar; bu da Ortadoğu'nun en güçlü ordusuyla ve onun aktif katılımıyla yapılıyor.