11 Ağustos '01
Sayı: 21


Kızıl Bayrak'tan
Katillerin el sıkışması

Deprem gerçeği ve devlet

Emperyalizmin yalanları

Ortadoğu
Sınıf ve kitle hareketi
ÇHD İstanbul Şubesi basın toplantısı
Ölüm Orucu Direnişi 296. gününde
Devrimci basın susturulamaz!
Direniş ve devletin son hamleleri
Türk dış politikasının güncel sorunları
Sınıf hareketinin sorunları
Hacı Bektaş şenlikleri
Uluslararasi hareket
PKK-DÇS: Teslimiyet ve Tasfiyeciliği teorileştirme çabaları
Zaferi direniş kazanacak!

Açılım Hukuk Bürosu açıklaması

Mücadele Postasi

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Teslimiyet ve tasfiyeciliği
teorileştirme çabaları...

Teslimiyet ve tasfiyeciliğin bu biçimi dünya tarihinde, başka ülkelerin pratiğinde, devrim ve sosyalizm tarihinde görülmüş müdür? Bilebildiğimiz kadarıyla, hayır! Her açıdan bu kadar açık ve net olan bir teslimiyet ve tasfiye çizgisi, dünyanın başka bir ülkesinde, tarihin herhangi bir kesitinde bu kadar rahat yürütülmüş müdür? Ya diz çöküşün teorileştirilmesi?..

Hayır, dünya tarihinin hiçbir kesitinde ve hiçbir ülkede bu tarzda ne böyle bir teslimiyet ve tasfiyecilik hareketi görülmüş, ne de bu düzeyde bir bilinç, bellek ve ruh katliam çizgisi ve pratiği bu kadar rahat yürütülmüştür!

Elbette bunun, Kürtler açısından, ulusal kurtuluş mücadelemiz açısından onyıllara uzanan etkileri olacaktır. PKK'nin ilk çıkışında teslimiyet, ihanet ve uşaklığa karşı kesin, net, ikirciksiz ve ödünsüz bir anlayış ve duruş var. Bunu kendi varoluş özelliklerinden biri haline getirdi. Ancak süreç içinde Öcalan'ın bütün değerlerimize ve partimize el koyması, kendi özel mülkü haline getirmesi ve mutlak iktidarıyla birlikte kişi kültünü yaratması sonucu ölçüler ve değerlerin özü de boşaltıldı, ayakları üzerine oturtulan gerçekler ve ölçüler yeniden baş aşağı edildi, her şeyin özü boşaltıldı. Öyle bir mutlak monarşik yönetim ve kişi kültü yarattı ki, düşmanın çıplak ve yoğun zoru karşısında diz çöküp her şeyimizi düşmana altın tepside sunduğunda bile rahattı, kendi sistemine güveniyordu. Biliyordu ki, ekseninde kişi kültü olan sistemi, partinin örgütsüzleştirilmesi, kadroların hiçleştirilmesi ve her şeyin kendisine bağlanması ve kendisiyle açıklanması anlayışına ve politikasına oturuyordu.

Bu sistemini süreç içinde oturtmuş, yetkinleştirmiş ve giderek bir kültüre ve psikolojiye dönüştürmüştü. Bununla birlikte sisteminin toplumsal ve siyasal ayaklarını da süreç içinde geliştirmiş ve güçlendirmişti. Partimizin devrimci çizgisi ve emekçi dayanağı süreç içinde eritilirken, orta sınıf ve egemen sınıf ayağı güçlendiriliyordu. Hiç emek harcamadan, hep mücadelenin kıyısında ve köşesinde duran, mücadelenin olanakları üzerinde oturmayı bir çizgi haline getiren parti dışı unsurlar giderek etkin hale getirildi. Dolayısıyla İmralı teslimiyet ve tasfiyeciliği geliştiğinde, Öcalan kişi kültüyle partililer ve halk etkisizleştirilmiş, düşünemez, soru soramaz, tartışamaz, kendine ve emeklerine sahip çıkamaz hale getirilmiş, buna karşılık orta sınıf ve egemen sınıf unsurları ise köşe başlarını tutmuş durumdaydı. Örgütsüzleştirilen, eleştirel akıldan yoksunlaştırılan, her açıdan silahsızlandırılan parti ve kadro gerçekliği karşısında Öcalan, İmralı'da bütün değerlerimizi rahatlıkla, eşine az rastlanan bir pervasızlıkla düşmana peşkeş çekebiliyor, daha da trajik olanı bütün bir partiyi buna alet edebiliyordu...

İmralı savunmaları, ideolojik ve politik teslimiyeti anlatıyor, 2 Ağustos kararı stratejik-askeri silahsızlandırmayı... 7. Kongre ise, PKK ve Kürdistan ulusal kurtuluş mücadelesi açısından bir cenaze törenini... Elbette Öcalan, bu noktada duramazdı, mutlak teslimiyet ve topyekün tasfiyeciliği sonuna kadar götürecekti. O günden bu yana bu tutumunu derinleştirerek sürdürdü, sürdürüyor... Şimdi geldiği nokta, teslimiyet ve tasfiyeci çizgisini "evrensel bir teori" adına teorileştirmek ve meşrulaştırmak... Çıplak burjuva ideolojisi, bu bağlamda Kemalizm böyle bir teorileştirme ve meşrulaştırma işlevi göremez. Bu "yeni" teori, biraz sosyalizm sosuna batırılmış, biraz özgün Kürt renk kırıklarına bulaştırılmış, ama evrensellik iddiasında olan bir teori olmak durumundaydı. Devlete ve kendisini İmralı'ya tıkan iradeye hizmetinin bir gereği buydu. Bu, teslimiyet ve tasfiyecilikte, daha açık ifadeyle bilinç, bellek ve ruh katliam hareketinde yeni bir aşamayı anlatıyordu. "AİHM" savunmalarında geliştirmeye çalıştığı bir yönüyle de budur.

Öcalan, teslimiyet ve tasfiyeci çizgisini teorileştirme çabalarını "3. Alan Teorisi" olarak tanımlıyor. Aslında bu çabası genel ölçüler bakımından çok komik ve ciddiyetten uzaktır; düşünen beyinler açısından bu lafların laftan öte bir anlamı da yok. Ancak şu veya bu nedenle kitleleri etkileyen, teslimiyetin derinlere işlemesini sağlayan, direnişçi dinamiklerin önünü tıkayan ve genel olarak ulusal kurtuluş mücadelemiz önünde mutlaka aşılması gereken bir enkaz durumunda olduğu için, İmralı çizgisinin deşifrasyonu çabalarını aralıksız olarak sürdürmek gerekir.

"3. Alan Teorisi"nde "yeni" adına küçücük bir kırıntıya rastlamak mümkün değildir. Devlete boyun eğme, teslimiyeti bir yaşam tarzına dönüştürme çabası, İmralı çizgisinin, aynı anlama gelmek üzere "3. Alan Teorisi"nin özünü oluşturmaktadır. 27 Temmuz 2001 tarihli Özgür Politika gazetesine yansıyan avukat görüşme notlarına göre, Öcalan'ın bu "teorik" çabasının ana çizgileri tüm netliğiyle ortaya çıkıyor. Aslında daha önce söylenenlerden özde farklı bir şey söylemiyor. Bu anlamda kendini tekrarlıyor. Yeni olan ise, dünden bu yana söylediklerini ve yaptıklarını bir "teori' adına teorileştirmek. Elbette bu, bilinç katliamında yeni bir aşamayı anlatıyor. Anılan görüşmede Öcalan, her türlü Kürt direnişini, genel direniş çizgisini, "İran, Arap, Türk milliyetçiliği ile Kürt küçük-burjuva milliyetçiliği"ni aynı kefeye koyarak, bunların tümü için "kasıp kavuruyordu" değerlendirmesini yaparak bir kez daha mahkum ediyor. Kürt direnişini mahkum etmekle yetinmeyen Öcalan, Türkiye devrimci hareketinin de devlete yaklaşımını eleştiriyor ve devlet karşısında diz çökme ve teslimiyet demek olan İmralı çizgisini "3. Alan Teorisi" olarak teorileştirmeye çalışıyor. Bu çabasının özünü de şöyle anlatıyor:

"3. Alan Teorisi denilen şey, demokratik siyaset, toplumu, ekonomik çevreleri, ticaret odaları, dernekler, demokratik kooperatifler, spor, sanat birlikleri, tarihi ve kültürü koruma örgütleri, vakıflar, gençlik ve kadın hareketlerinin demokratik birliği ile olur. Tüm bunlarla demokratik toplumun örgütlenmesi yapılır. Devrim de budur. Sahte solculukla olmaz. 3. Alan Teorisi başarıyla uygulanırsa devlet de klasik diktatörlükle bir şey yapamaz.3. Alanın tümüyle kurumlaşması devleti, toplumu, insanları demokratik olmaya zorlar. (...) Avrupa'nın geldiği çizgi de budur. Bu sivil toplum projesidir."

Aslında burada dile getirilen sözlerin anlamından çok neyi gizlediği, hangi politik ve ruhsal işlevi gördüğü önemli. Yoksa İmralı çizgisinin herhangi bir reformizm, sağa sapış, hatta herhangi bir teslimiyet çizgisi olarak değerlendirilmeyeceği açıktır. O nedenle, İmralı çizgisinin hangi iradenin ürünü olduğu ve bizim açımızdan ne anlama geldiği gerçeğinden bağımsız yapılacak bir tartışmanın, havanda su dövmek olduğu, dolayısıyla İmralı'nın değirmenine su taşıyacağı çok açıktır. Bu nedenle yukarıya aldığımız Öcalan sözlerini genişçe tartışmak yerine, neyi gizlediği, nasıl bir işlev gördüğü noktaları üzerinde durmak doğru olan tutumdur.

Kısacası Öcalan, İmralı teslimiyet ve tasfiyeciliğini teorileştirmek, bilinç, bellek ve ruh katliamı sürecini meşrulaştırıp derinleştirmek, alttan alta gelişen itiraz ve direniş dinamiklerini saptırıp bastırmak için "3. Alan Teorisi"ni uydurdu. Nasıl ki "Demokratik Cumhuriyet Projesi", Türkiye Cumhuriyeti'ni Kürtlere kabul ettirmenin çabasıysa, aynı şekilde "3. Alan Teorisi", teslimiyet ve tasfiyeciliği, karşı-devrim ve devlet karşısında diz çöküşü, daha genel bir çerçevede ve zeminde meşrulaştırma ve kabul ettirme çabasından başka bir şey değildir.

Açıkça görüldüğü gibi, İmralı teslimiyet ve tasfiyeciliği tam anlamıyla bilinç, bellek ve ruh katliamı biçiminde derinleşerek devam ediyor. Bunun halkımızın özgürlük mücadelesi açısından ne anlama geldiği her gün biraz daha yaşamın kendisi tarafından açığa çıkarılıyor. Dolayısıyla tüm devrimci yurtsever güçler, kendini yurtsever aydın olarak tanımlayan çevre ve kişiler, daha etkili bir biçimde güncel görevlerine yüklenmek durumundadırlar.
Güncel görev, İmralı çizgisini teşhir ve tecrit etmek, aşmaktan başkası değildir!..

Kahrolsun teslimiyet ve tasfiyecilik!
Yaşasın partimizin devrimci çizgisinde ısrar direnişimiz!

PKK-Devrimci Çizgi Savaşçıları
7 Ağustos 2001