11 Ağustos '01
Sayı: 21


Kızıl Bayrak'tan
Katillerin el sıkışması

Deprem gerçeği ve devlet

Emperyalizmin yalanları

Ortadoğu
Sınıf ve kitle hareketi
ÇHD İstanbul Şubesi basın toplantısı
Ölüm Orucu Direnişi 296. gününde
Devrimci basın susturulamaz!
Direniş ve devletin son hamleleri
Türk dış politikasının güncel sorunları
Sınıf hareketinin sorunları
Hacı Bektaş şenlikleri
Uluslararasi hareket
PKK-DÇS: Teslimiyet ve Tasfiyeciliği teorileştirme çabaları
Zaferi direniş kazanacak!

Açılım Hukuk Bürosu açıklaması

Mücadele Postasi

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

İşçi sınıfının önemli tarihsel kazanımlarından

Grev silahı işlevsizleştirilmek isteniyor

İşçi sınıfı grev hakkını, ağır bedeller ödediği zorlu mücadelelerle burjuvaziden söke söke almıştır. Bu silah, sermayeye karşı mücadelesinde işçi sınıfının en etkili araçlarından biri olmuştur. Toplum yaşamının maddi gereksinimlerini üreten işçi sınıfı, üretimdeki bu kilit rolünü kullanarak, üretimi durdurarak ve başka araçlar ile (miting, direniş, işgal, ayaklanma vb.) birleştirerek, sınıf düşmanlarını dize getirmesini bilmiştir.

Örgütlülüğü elinden alınmış bir sınıf
silahızlandırılmış demektir

Sömürme, yönetme ve sinsilikte deneyimi olan kapitalistler, işçi sınıfı ve emekçileri güçsüz bireyler topluluğu haline getirebilmek için, örgütlenmelerini engellemek, varolan örgütlülüğü dağıtmak ya da kaleyi içten fethederek (Türkiye'deki sendikalarda olduğu gibi) işlevsizleştirmek amacıyla yoğun çaba harcarlar. Sömürüye dayalı iktidarlarının ömrünü uzatmanın ve kâr oranlarını artırmanın yolunun buradan geçtiğini çok iyi bilirler.

Dünyada ve Türkiye'de sendikalara karşı azgın bir saldırı devam ediyor. İşçi sınıfının kitlesel örgütleri olan sendikalar, işlevsizleşme ya da yokolma ikilemiyle karşı karşıya bırakılmak isteniyor. Sendikalı işçi sayısındaki düşüş bu sinsi saldırının katettiği mesafeyi gösteriyor. Bu noktaya gelinmesinde satılmış sendika ağalarının küçümsenemez bir payı vardır. Ancak sermayenin küresel saldırısının ayaklarından birinin işçi sınıfı ve emekçileri örgütsüz bırakmak olduğu da unutulmamalıdır. Zira sınıfına ihanet etmeyi reddeden onlarca sendikacının kontra güçler tarafından katledildiği gerçeği orta yerde durmaktadır. Türkiye'de de Ô70'li yıllarda katledilen ve 12 Eylül faşist askeri darbesinin savcıları tarafından idamla yargılanan sendikacıların olması, bu sürecin ülkemizde de 20 yıldır devam ettiğini gösteriyor.

Mücadele sermayeye ve sendikalar içindeki
uşaklarına karşı ortak yürütülmelidir

Özelleştirme, sıfır stok, esnek üretim, eşel-mobil sistemi vb. saldırılar sendikaları fiilen işlevsizleştirme yöntemlerindendir. Bu saldırılar hain sendika bürokratlarının oynadığı uğursuz misyonla birleşince, sendikalı işçi sayısı hızla azalmakta, dibe doğru çökmektedir. İşçi sayısındaki artışa rağmen, sendikalı işçi sayısı fiilen 600 bine kadar gerilemiştir. (DİSK Basın-İş bildirisi, 5 Ağustos 2001)

Bu tablo, hain sendikal anlayışın iflasa doğru sürüklendiğini göstermekle birlikte, işçi sınıfı açısından da ciddi hak kayıplarının göstergesidir. Bu sürecin nereye kadar uzanacağı, hangi aşamada kırılıp tersine çevrileceği ise, sınıflar mücadelesinin gelişim seyrine bağlı olacaktır. Ancak bu süreçte şu gerçek de açığa çıkmıştır. Bu saldırıyı püskürtmek için, sermayeye karşı mücadele vermek yeterli değildir. Bu mücadele mutlaka, burjuvazinin, işçi sınıfı içindeki "truva atları" olan hain bürokratları da hedef almalıdır.

Ertelemelerle grev hakkı
fiilen gaspediliyor

Sermayenin saldırıları, sendika bürokrasisini satın almak ve sendikalı işçi sayısını düşürmekle sınırlı değildir. Buna rağmen, İMF-TÜSİAD programına karşı belli bir direnç göstererek grev kararı alan ya da greve çıkan sendikalara karşı bu kez sermaye hükümetleri devreye sokuluyor. Lastik işçileri, belediye işçileri ve Paşabahçe Şişe Cam işçilerinin grevi ertelenerek, yasaklanmıştı. Hava-İş ise henüz grev kararını asmadan aynı tehditle karşı karşıya bırakıldı.

Sabancı'nın lastik üretiminin durması toplum sağlığını, cam şişe, kavanoz, bardak, vazo vb. ise milli güvenliği tehdit edebilmiştir. Ama örneğin Nükleer Enerji Santrali ya da siyanürle altın çıkarmanın toplum sağlığına zerre kadar zararı yoktur! Emperyalistlerin ülkeyi yerli işbirlikçileriyle birlikte yağmalaması, devletin tüm kurumlarıyla, NATO'nun, CİA'nın, İMF ve DB'nin önünde secdeye durması ise milli güvenliği "güvenceye" almak anlamına gelmektedir!

Bütün bu soytarılıklar işçi sınıfının grev hakkını gaspetmek içindir. Hava-İş'in greve çıkma olasılığı karşısında Bakanlar Kurulu'nun sergilediği tavır küstahlığın da ötesindedir. Henüz grev kararı alınmadan, Bakanlar Kurulu konuyu gündemine alıyor ve eğer grev kararı alınırsa, grevin başlamadan yasaklanacağını tam bir arsızlıkla kamuoyuna açıklıyor. Aynı dönemde devreye giren sermaye basını da grev olasılığına karşı kampanya başlatıyor. "Ekonomik kriz içinde çırpınan sistem, umudunu turizme bağlamıştır. Hava-İş kolunda olabilecek bir grev bu Ôbiricik umudun' boşa çıkarılması anlamına gelecektir."

Hava işçilerine yönelik bu baskı, tehdit ve şantaj Hava-İş'in geri adım atmasıyla birleşince, grev kararının asılacağı gün "anlaşma" sağlanmıştır. Sözleşmeli işçilerin ücretlerindeki kırıntı artış dışında Türk-İş'in hükümetle imzaladığı satış protokolüne uygun bir sözleşmeyle grevin önüne geçilmiştir.

Grev hakkı ancak grev
yaparak korunabilir

Bir hakkın sadece yasalarda yazılı olmasının bir anlamı olmadığı, fiilen yasaklanan grevlerle yeniden teyit edilmiştir. Bir hak ancak kullanıldığı zaman bir kazanımdır. Bunun dışında yasalar ve söylemlerin hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur. Sermeyi düzeni bu uygulamalarla, işçi sınıfına dayatmada bulunuyor: Ya düzen sınırlarına hapsolup haklarının gaspedilmesini seyretmek ya da demokratik hakları fiilen meşru bir zeminde kullanmak.

Burjuvazinin grev yasaklarına karşı işçi sınıfı yazık ki ikinci yolu tercih etmemiştir. Meşru zemin üzerinde grevleri sürdürmek yerine saldırılara boyun eğilmiştir. Eğer bu saldırı baştan fiili bir direnişle karşılansaydı, sermaye düzeni bu kadar pervasızlaşamazdı. Gelinen aşamada, geçici bir dönem için de olsa, işçi sınıfı grev gibi önemli bir silahını kullanamaz hale gelmiştir. Bu durumun burjuvaziyi ne kadar azdırdığı ise Hava-İş'e karşı aldığı tutumla ortaya çıkmıştır.

Sınıflar savaşının inişli çıkışlı tarihinin dersleri, bu dönemin geçici olacağını bize öğretiyor. Ama aynı zamanda burjuvazinin sınıf egemenliği altında hiçbir demokratik hakkın güvence altında olmadığını da... Grev yasağı nasıl Kavel işçilerinin fiili grevi ile delindiyse, grev yasaklamaları da fiili grevlerle boşa çıkarılabilecektir.

Herkese iş, tüm çalışanlara işgüvencesi!
Tüm çalışanlara grevli-toplusözleşmeli sendika hakkı!
Sınırsız grev ve genel grev hakkı!
Lokavt yasaklansın!

Sendikasızlaştırma örnekleri...
1988-1995 yılları arasında sendikalı işçi oranı*

Avusturya
1.404.000
1.287.000
Azerbaycan
2.552.000
1.707.000
Belarus
5.355.000
4.134.000
Bulgaristan
2.200.000
1.810.000
Çek Cum.
3.820.000
1.886.000
Estonya
580.000
167.000
Finlandiya
1.411.000
1.377.000
Fransa
2.555.000
1.758.000
Almanya
11.676.000
9.300.000
Macaristan
3.000.000
1.860.000
İsrail
1.850.000
450.000
Polonya
6.300.000
3.420.000
Portekiz
1.434.000
800.000
Türkiye
1.420.000
1.197.000
İngiltere
9.739.000
7.280.000
Toplam
55.296.000
37.146.000
Aradaki fark
18.150.000

Ô97-99 Petrol-İş Yıllığı

(* 1995'ten sonra sendikasızlaştırma hızlanarak devam etti.)

 


"Herkese iş, tüm çalışanlara işgüvencesi!"

Kapitalizm ve işsizlik

Ekonomik krizin pençesinde kıvranan emperyalist-kapitalist sistem, işsizler ordusunu her geçen gün büyütüyor. İMF tarafından dayatılan sosyal yıkım programları, krizin faturasını işsizlik, açlık ve sefalet olarak işçi ve emekçilere ödettirmenin adı haline geldi.

Patlak veren son ekonomik krizin ardından 1 milyonu aşkın işçi işinden oldu. Şu anda işsiz sayısına ilişkin Türkiye'de güvenilir bir veri yoktur. İş ve İşçi Bulma Kurumu'nun araştırmalarına göre, Türkiye'de 694 bin 719 kayıtlı işsiz var. Türk-İş'e göre son 7 ayda 738 bin kişi işsiz kaldı. Devlet İstatistik Enstitüsü'nün verileri ise, kayıtlı işsizlerin %12'sinin İstanbul'da bulunduğunu bildiriyor. Ankara Ticaret Odası Kasım krizinden bu yana yalnızca başkentte ikibin işyerinin kapandığını bildirdi. Ankara'da 47 bin 644, İzmir'de ise 30 bin 537 kişinin işsiz kaldığı belirlendi.

Bunlar resmi rakamlar. Gerçek rakamların bunların çok üstünde olduğu yeterince açık. Kayıt dışı çalıştırmanın yoğun olduğu Türkiye'de işini kaybedenlerin sayısı 1 milyonu aşmış durumdadır.

Kriz tüm sektörlerde işsizlik üretiyor

İşten atılmalar en yoğun olarak tekstil, deri, basın ve bankacılık sektöründe yaşanmış. TOBB'nin yaptığı araştırmaya göre, 245 odanın katılımıyla gerçekleştirilen ankette, işadamlarının %56.43'ü, sahip oldukları işletmede istihdamın azaldığını bildiriyor.

Toplam üretim içinde önemli bir payı olan tekstil sektöründe, fason üretimin yaygın olması ve kayıt dışılığın %80'lere varması nedeniyle net işsiz sayısı açıklanamıyor. Öz İplik-İş Sendikası son 4 ayda tekstilde işini kaybeden 610 bin kişinin olduğunu açıklıyor.

Deri-İş Sendikası Genel Başkanı Yener Kaya ise, sektörde faaliyet gösteren 142 fabrikanın 54'e indirildiğini; Tuzla Organize Sanayi Bölgesi'nde 4 bin olan işçi sayısının ise kriz sonrasında 1200'e düştüğünü belirtiyor.

Yılın ilk çeyreğinde 10 bin bankacının işsiz kaldığı bildiriliyor. Fona devredilen bankaların Sümerbank çatısı altında birleşmesi sonucu 9 bin 140 olan personel sayısının 3 bin 950'ye indiği açıklandı. Ziraat ve Emlak Bank'ın birleştirilmesiyle 39 bine ulaşan çalışan sayısının 20 bine indirilmesi planlanıyor.

Belediyelerin borç yükünün faturasını da işçiler ödüyorlar. Türkiye genelindeki 3 bin 200 belediyeden son bir yıl içinde 30 bin kişinin işten çıkarıldığı ve işten çıkarmaların Kasım-Şubat krizleri sonrasında yoğunluk kazandığı bildiriliyor.

Otomotiv-metal sektöründe Birleşik Metal-İş'e bağlı işyerlerinde son 6 ayda 1505 işçinin iş akdi feshedilmiş durumda. İşçi çıkarma yoluna giden firmalar arasında Ford Otomotiv gibi sektörün büyükleri de yeralırken, birçok fabrika da çalışanlarını ücretsiz izne çıkarmaya devam ediyor. Basın sektöründe ise 3 bin civarında gazeteci ve basın çalışanı işini yitirdi.

İşsizlik, işçileri bölme ve köleleştirme
aracı olarak kullanılıyor

İşsizlik işçi sınıfına sosyal yıkım programının bir sonucu olarak dayatılırken, işsizlik kullanılarak sınıfa başka saldırılar yöneltilir. En başta, işten atılmayan bir işçiye, işsizlik bir tehdit aracı olarak kullanılır. Kölelik anlamına gelen en ağır çalışma koşulları ile daha düşük ücretler ve sosyal haklardan yoksunluk dayatılır. İşyerleri işsizlik tehditi ile tam bir sömürü cehennemi haline getirilir. Dışarıda milyonlarca işsizin hazır beklediği söylemleriyle işçi, işten atılmaktansa düşük ücretle çalışmaya razı edilir.

Çalışma koşullarının iyileştirilmesi amacıyla işyerlerinde verilen her türlü mücadele ve örgütlenme girişimi de yine işten atma tehditi ile kırılmaya çalışılır. Grev ve direnişleri kırmak için de kapıda hazır bekleyen işsizler ordusundan yararlanılır.

İşsizlik burjuvazinin elinde, işçi sınıfının mücadelesinin önünü kesen, işçileri bölen ve denetim altında tutan bir silahtır. Sermaye sınıfı bu silahtan çıkarları doğrultusunda en iyi bir biçimde yararlanmaya çalışır.

Bugün sözleşmeli-kapsam dışı, kadrolu-kadrosuz, taşeron-sendikalı gibi uygulamalarla, işçi sınıfı parçalara ayrılarak aralarındaki birlik bozulmaya çalışılmaktadır. Özellikle özelleştirmenin ön adımı olan taşeronlaştırma ile işçiler arasındaki ayrım körüklenmekte, işçiler birbirine karşı kullanılmaya çalışılmaktadır. Öte yandan, ücret eşitsizliği demagojisini yayan sermaye, böylece işçiler ile emekçileri karşı karşıya getirerek, birleşik bir işçi-emekçi cephesinin örülmesinin önünü kesmeyi amaçlamaktadır.

Bu sistem ayakta kaldığı sürece
işsizlik varolacaktır

İşsizliği üreten kapitalist sistemin bizzat kendisidir. Bu sistem ayakta kaldığı sürece işsizlik de varolacaktır.

Sermaye sınıfı zaman zaman işsizliğe karşı mücadele ettiği demagojisi yaymaktan geri durmamaktadır. Oysa, uyguladıkları politikalarla, dayattıkları ağır ekonomik-sosyal yıkım programlarıyla işsizliği daha da boyutlandıran bizzat kendileridir.

Az işçiye çok iş yaptırılması politikası güden sermaye böylece istihdam oranını düşürmektedir. Zorunlu fazla mesailer, 12-14 saate varan yoğun çalışmalar, üretici köylülüğün yıkıma uğratılarak yoksullaştırılması sonucu göçler, kadın ve çocuk emeğinin yoğun olarak kullanılması, vb. işsizliği arttıran faktörlerdir. Kriz dönemlerinde ise, bu durum daha ağır bir hal alır. Özellikle büyük kentlerde çığ gibi büyüyen işsiz kitleleri oluşur.

Kapitalizmin yarattığı bu işsiz kitleler, çaresizlik içinde kahve köşelerinde kumara, sokak başlarında fuhuşa itilerek yozlaşma ve çürümenin bataklığına terkedilirler. İşsizlikten dolayı cinnet geçirerek intihar edenlerin, hırsızlık yapanların, psikolojik dengesi bozulanların sayısı günden güne artar.
Bu düzenin egemenleri, işsizliğe çözüm getirmek bir yana, aşırı kâr hırsı uğruna işsizlik ve sefaletin daha da boyutlanmasına yolaçarlar. Kriz dönemlerinde ise, krizden etkilenme yalanının arkasına sığınarak tam bir pervasızlıkla hareket eder, yüzbinlerce işçiyi kapının önüne koyarken, henüz işini kaybetmeyenlere sefalet ücretlerini dayatırlar.

İşsizliğin kesin çözümü sosyalizmdedir

Her türlü kötülüğün kaynağı olan bu düzen koşullarında işsizlik sorununa çözüm getirmek mümkün değildir. Tam ve kalıcı çözüm sosyalizmle mümkündür. Ancak bu, işsizliği azaltıcı tedbirlerin alınması için mücadele etmemek anlamına gelmez. Parti programımızın "Emeğin Korunması" bölümündeki taleplerimiz doğrultusunda mücadeleyi yükseltmek ve işsizleri de bu mücadeleye çekmek zorundayız. "Herkese iş, tüm çalışanlara işgüvencesi" talebi, tüm işsizlerin, işçilerin ve emekçilerin birleşik mücadelesini örgütlemek için yükseltilmesi gereken taleplerden biridir.

İşsiz kitlelerin işçi sınıfının bir parçası olduğu ve kurtuluşlarının da ortak mücadeleyi gerektirdiği gerçeğinden hareket ederek işsiz kitleleri mücadeleye çekmek ve sorunların çözümü için örgütlemek, öncelikle sınıf bilinçli işçilerin görevidir. Sermaye sınıfı işsiz kitleleri diğer sınıf kardeşlerine karşı kullanmaya, ideolojik olarak onları çürümeye ve yozlaştırmaya çalışmaktadır. Bu silahı onun elinden olmak zorundayız. Bu ise yıkım programlarının püskürtülmesi için birleşik örgütlü bir mücadelenin yükseltmesiyle mümkündür. Krizin faturasının kapitalistlere ödettirilmesi talebiyle yükseltilen bir mücadele, işsizliğin bir saldırı aracı olarak kullanılması politikasını da püskürtecektir.

Kahrolsun ücretli kölelik düzeni!
Yaşasın devrim ve sosyalizm!