Deprem gerçeği devlet gerçeği 17 Ağustos ve 12 Kasım depremlerinin üzerinden iki yıl geçti. Adana-Ceyhan depreminin üzerinden ise üç yıl. Adana depreminde evsiz kalan Yüreğir'in Yakapınar beldesindeki 345 aile, evleri bitmesine rağmen hala çadırda yaşıyor. Marmara'daki depremzedelerin hali ise çok daha içler acısı. Gölcük'te 5 bin, Adapazarı ve Kocaeli'nde 25 binin üzerinde konut ihtiyacı bulunuyor. Adapazarı'nda 41 bin, Kocaeli'nde 47 bin 258 kişi prefabriklerde yaşamını sürdürüyor. Aynı bölgede 27 bini aşkın depremzede ise halen çadırlarda yaşam savaşı veriyor. Bu sayıların devlet kaynaklarından alındığı hesaba katılırsa, bilançonun çok daha ağır olduğunu belirtmeye bile gerek yok. Büyük depremin yıldönümü yaklaşırken, devlet yine bir yalan kampanyası başlatmış bulunuyor. Kampanya tümüyle deprem bölgesine yapılan yatırım ve harcamaların dökümlerinden ibaret. Ne kadar yardım ve harcama yapıldığı sayılıp dökülüyor. Fakat, hazır sayılarla uğraşmışken, depremzedeler için gelen yardımların miktarından, evsizlerin, işsizlerin, kimsesizlerin, sakat kalanların sayısından sözeden yok. Sözetmek ne kelime, bunlar ta başından itibaren sır gibi saklanıyor. Çünkü yakınlarını feci biçimde kaybetmeleri yetmiyormuş gibi kendileri de aç ve açıkta kalan, kimi yaralı kimi sakat onbinlerce insan acı içinde kıvranırken, bu devlet onlara yardım etmek şöyle dursun, başkalarının yaptığı yardımlara el koymuştu. Aslında "el koyma" deyimi yapılanı anlatmak için fazla masum kaçıyor. Çünkü el koymada bir açıklık vardır. Neyi ne için ve nereye harcadığını açıklar, belgelendirir, savunursun. Deprem yardımlarına ne olduğu ise asla açıklanmıyor. Hatta, böyle bir şeyin varlığı dahi unutturulmaya çalışılıyor. Çünkü yapılan tam anlamıyla bir hırsızlıktır. Hele de sözkonusu olan binlerce insanın enkaz altında ölüme terkedilmesi ise, ölüm acısıyla yanan onbinlerce insanın aç ve açıkta bırakılmasıysa, artık bunu tanımlamaya hırsızlık sözü de yeterli olamaz, bu ölü soyuculuğudur. Bu devletin
deprem günlerinde enkaz altındakileri kurtarmak için elindeki imkanları
seferber etmekten geri durduğu, üstüne üstlük yardım etmeye çalışan kişi
ve kurumları engellemeye çalıştığı, bazı yardımları ise resmen geri çevirdiği
asla unutulmamalıdır. Bu yaptıklarının yanında gelen yardımları depremzedelerden
çalması yadırganacak bir tutum olmadığı gibi beklenen bir durumdu. Nitekim,
yerli ve yabancı pek çok kişi ve kurum yardımlarını Türk devleti aracılığıyla
ulaştırmaktan özenle kaçınmış, para yerine malzeme yardımı yapmayı, bunları
da depremzedelere kendi elleriyle teslim etmeyi tercih etmişlerdir. Deprem
günlerinin bu acı gerçekleri belgeleriyle birlikte TC'nin kanlı tarihine
yazılmış bulunuyor ve hesabı sorulmak üzere bekliyor. Her fırsatta
"depremin yaralarının sarıldığı"ndan sözeden sermaye devleti, her el atışıyla
yaraları daha da derinleştiriyor. Prefabrik adı altında kondurduğu sunta
barakalar çadırdan da berbat çıkmıştı. Şimdi kalıcı konut diyerek yapılan
binalar dökülüyor. Hiç birinde altyapı sorunuyla ilgilenilmediği gibi,
anahtarı teslim edilen pek çok dairenin iç donanımı ya hiç yok ya da yarım
bırakılmış. Hatta kapısı dahi takılmamış dairelerin anahtarı teslim ediliyor.
Binaları bu şekilde bırakıp kaçan müteahhitler, dün bölgenin insanına
mezar olan beton yığınlarını diken aynı kişiler. Bilerek ve isteyerek
adam öldürmek (hatta toplu katliam) suçundan çoktan içeri atılması gereken
bu adamların bugün yaptıkları da yine devlet tarafından aklanmaya devam
ediliyor. Kalıcı konutların yapımını üstlenen müteahhit firmalar "kriz
nedeniyle zor durumda" imişler. Gerekli destek sağlanır sağlanmaz binaların
eksiklerini tamamlayacaklarmış. Depremzedeler sabırlı olmalılarmış...
Bölgede işsizlik had safhadadır. Deprem yıkımını kriz yıkımı takip etmiş, tüm yıkıntıların altında kalansa, hep bölgenin işçi ve emekçileri olmuştur. Onlar, deprem yıkımına ek olarak, Türkiye işçi sınıfı ve emekçileriyle ortak kaderleri gereği, yıkım programlarının ve yarattığı krizin yükünü de üstlenmek durumunda kaldılar. Evsiz ve işsiz kaldıkları yetmiyormuş gibi barınmaya çalıştıkları çadır ve prefabriklerin elektrik ve suyu da kesilmiş durumda. Yani bölgeyi yakın zamanda salgın hastalıklar da tehdit etmekte. Bütün bu yoksunlukların, bu perişanlıkların, bu sefaletin adı ise, devletin literatüründe "yaraların sarılması" oluyor. Devlet dili bir kez daha yalan lûgatını kullanıyor yani. Bu sorunlar
açıktır ki bekletilemez. Bir an önce çözülmek zorundadır. Çünkü her geçen
gün daha da derinleşmekte, kangrenleşmektedir. Oysa, beklenen
Marmara depremi üzerine salt İstanbul için telaffuz edilen sayılar (paniğe
yol açmamak amacıyla küçültülmüş olmalarına rağmen) ürküntü vericidir.
Dolayısıyla, bu soruna da bugünden el atmak zorunludur. Devletin
halk için ve halkın yanında olmadığı ortada. En azından Ô99 depremleri
devlet gücünün toplumun yararına harekete geçirilmediğini, geçirilmeyeceğini
büyük çoğunluğun gözünde açığa çıkarmış oldu. Bu devlet, acil çözüm bekleyen
bu sorunların çözümü için hiçbir şey yapmıyor ve yapmayacaktır. Bu devlet,
varlık nedenini artık bütün açıklığıyla ortaya sermektedir. Onun varlık
nedeni sermayenin bekasını ve çoğalmasını sağlamaktır. Dolayısıyla, sorunların
çözümü bir yana, varlığıyla çözümün önündeki en büyük engeli oluşturan
bizzat sermayenin devletidir. İşçi sınıfının devleti, hiç kuşkusuz, öncelikle işçi ve emekçilerin sorun ve ihtiyaçlarıyla ilgilenecektir. Tıpkı bugün sermaye devletinin öncelikle sermaye sahiplerinin ihtiyaç ve sorunlarıyla ilgilendiği gibi. Bu onun varlık nedenidir çünkü. İşçi ve emekçiler toplumun büyük çoğunluğunu oluşturduğuna göre, işçi sınıfının devleti, sorunlara toplumsal çözümler üretmek, toplumu bir bütün olarak kurtarmak ve kalkındırmak durumundadır. İşçi sınıfının programının temel unsurlarından biri konut sorununun çözümüdür ve sözkonusu olan Türkiye gibi bir deprem ülkesi olduğuna göre, konut sorunu, deprem gerçekliği de gözönüne alınarak çözümlenecektir. İşçi sınıfının devleti hiçbir işçiyi, hiçbir emekçiyi açıkta bırakmayacak şekilde sosyal konut yapımına girişecek, bu yapılanmada katil ve hırsız müteahhitlere asla yer verilmeyecektir. Bugün ne bir fırsat ve ne de yetki tanınan uzman mühendis, mimar, yer bilimci, deprem bilimci vb.'leri, bütün bilgi birikim ve deneyimlerini yeni yapılanmanın hizmetine sunmaya çağrılacak, her türlü bilimsel bilgi böylece toplumun hizmetine seferber edilecektir. Bugün üç-beş kapitalist asalağın kasasına akan toplumsal artı-ürün, işçi sınıfının iktidarında, toplumun ihtiyaçlarına, bu bağlamda toplumsal gelişmenin temel araçlarından biri olan bilimsel çalışmalara da harcanacaktır. Deprem ve bilumum toplumsal sorunun çözümü sermaye iktidarına son verilmesine ve işçi sınıfının öncülüğünde sosyalist bir iktidarın kurulmasına bağlıdır. |
|||||