11 Ağustos '01
Sayı: 21


Kızıl Bayrak'tan
Katillerin el sıkışması

Deprem gerçeği ve devlet

Emperyalizmin yalanları

Ortadoğu
Sınıf ve kitle hareketi
ÇHD İstanbul Şubesi basın toplantısı
Ölüm Orucu Direnişi 296. gününde
Devrimci basın susturulamaz!
Direniş ve devletin son hamleleri
Türk dış politikasının güncel sorunları
Sınıf hareketinin sorunları
Hacı Bektaş şenlikleri
Uluslararasi hareket
PKK-DÇS: Teslimiyet ve Tasfiyeciliği teorileştirme çabaları
Zaferi direniş kazanacak!

Açılım Hukuk Bürosu açıklaması

Mücadele Postasi

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Saldırgan ittifaka karşı
bölgesel dayanışma ve direnişi örelim!

ABD emperyalizminin Ortadoğu'daki en sadık iki uşağı, Türkiye ve İsrail, bölge halklarına yönelik kirli ittifaklarını yeni adımlarla güçlendiriyorlar.

İsrail siyonizmine karşı Filistin halkının ikinci intifadası Eylül 2000'de başladı. İntifadanın başlamasından kısa süre sonra iktidara gelen Beyrut Kasabı Şaron ve hükümeti, İsrail tarihinin en saldırgan dönemlerinden birini başlattı. Bu aynı dönem, Türkiye-İsrail görüşme trafiğinin en sık ve yüksek düzeyde gerçekleştiği dönemdir de aynı zamanda.

Şaron'un özel temsilcisi Meri Rosenne'nin Türkiye'ye verdikleri özel önemin altını çizdiği ziyareti ile başlayan trafik, Savunma Bakanı, Dışişleri Bakanı, Genelkurmay Başkanı ve nihayet Şaron'un ziyaretiyle doruk noktasına ulaştı. Şaron'un ziyareti, tam da bir katile yakışır şekilde, 200 MOSSAD ajanı ve çok sayıda Türk polisinin koruması altında gerçekleşti. Şaron'un katil kimliği dünya çapında teşhir olduğu için, sermaye basını ziyaret öncesi bu eli kanlı katili cilalamaya çalıştı. NTV ve CNN Türk TV kanalları bol görüntülü röportajlar yayınladılar. Hakkında "savaş suçlusu" olmaktan dolayı dava açıldığı bir dönemde Şaron'u Türkiye'ye davet eden Ecevit de, kimliğine uygun bir davranışta bulunmuştur.

Geçmişe dayalı kirli ilişkiler

Stratejik işbirliği noktasına gelen TC-İsrail ittifakı, gerçekte geçmişe dayanmaktadır. Emperyalistlerin basıncı, bölgesel çıkar ilişkileri vb. etkenlerden kaynaklı sorunlar, ilişkilerin düz bir hat izlemesine imkan tanımamıştır. Emperyalizmin tam desteğiyle İsrail devletinin kurulması ile Türkiye egemenlerinin emperyalizmle uşakça ilişkileri derinleştirdikleri dönem çakışmaktadır.

Türkiye 1948'de kurulan İsrail devletini bir yıl sonra tanıdı ve 1970'lere kadar İsrail yanlısı bir politika izledi. Filistin halkının direnişinin dünya çapında meşrulaştığı dönemde ise, ikiyüzlü bir politika izleyerek, müslüman ülkelere şirin görünmeye çalıştı. Kıbrıs işgalinde yalnız kalınca, 1976'da İslam Konferansı Örgütü'nü (İKÖ) İstanbul'da toplayarak, müslüman ülkelerin Kıbrıs konusunda destek vermeleri karşılığında siyonizmi ve İsrail'i kınayan karara imza attı. Ama İKÖ'nün son toplantısında İsrail aleyhine sert bir kararın çıkmasını engelleyen de bu aynı devlettir.

Dikkata değer olan nokta, TC-İsrail ilişkilerinin ordu, istihbarat ve polis kurumları arasında gelişmiş olmasıdır. Düzen bekçileri bugüne kadar, devrimci toplumsal muhalefeti ve Kürt ulusal hareketini ezebilmek için cinayet, suikast ve terör eylemleriyle ünlü MOSSAD'ın deneyimlerinden yararlanmışlardır. İran devriminden sonra açığa çıkan MİT, MOSSAD ve SAVAK gizli işbirliği anlaşması, düzenin bekçi köpeklerinin deneyimlerini artırdı. "Filistin askısı" MOSSAD'ın aktardığı deneyimlerdendir. Zira bu anlaşma, istihbarat servisi elamanlarının ve işkencecilerin eğitimini de kapsıyordu.


Filistin halkına karşı ikiyüzlü politika

Filistin halkının çektiği acılar hiçbir zaman Türk egemenlerinin sorunu olmamıştır. Onlar Filistin sorununu kendi çıkarları doğrultusunda bir araç olarak kullanmışlardır. Dışa yansıma nasıl olursa olsun, ilişkiler her dönem sürmüştür. Ô91'de ise büyükelçilik düzeyine çıkmıştır. Ancak işbirliği esas olarak üst düzey askeri yetkililer aracılığıyla sürmüştür. İlk Dışişleri Bakanı ancak 1993'te İsrail'e gitmiş, onu başbakanlar, cumhurbaşkanları ve diğer bakanlar izlemiştir.. İki saldırgan devlet arasındaki işbirliği öyle bir noktaya ulaşmıştır ki, Demirel'i ağırlayan İsrail Cumhurbaşkanı Weisman, TC-İsrail ilişkisini aşk ilişkisine benzetebilmiştir. Netanyahu "Türkiye-İsrail ilişkilerinde sınırımız sonsuzluktur"; diğer İsrailli yetkililer ise, "ABD'den sonra en iyi dostumuz Türkiye"dir demektedirler. Bu tür ifadeler ilişkilerin vardığı boyutu göstermektedir.

ABD-TC-İsrail kirli ittifakının bu düzeye ulaştığı bir dönemde düzen sözcüleri, Ortadoğu'da barışa katkıda bulunmaktan sözetme riyakarlığını da göstermektedirler. Deniz, hava ve kara tatbikatları yapanlar, nükleer başlık taşıyan füzeler dahil yıkıcı silahlanma projelerine sahip olan, Filistin halkının katliamlara uğramasına, dozerlerle evlerinin yıkılmasına, bağ-bahçelerinin tahrip edilip Filistin ekonomisinin çökertilmesine destek verenler, hangi barışa katkıda bulunacaklar?

Sermaye devletinin ikiyüzlü politikası Filistin yöneticilerinde belli beklentilere yol açtı. Türk egemenlerinin demagojilerine inanan bazı Filistinli yetkililer, Türkiye'den İsrail'e karşı tavır almasını talep ettiler. Gelinen aşamada bu beklentiler yokolma noktasına geldi. Zira artık koşullar ikiyüzlü politika yürütmeye elvermiyor.

Bu gerçeği kavrayanlardan biri de, El Fetih Yüksek Konseyi Genel Sekreteri ve Filistin Kurtuluş Konseyi üyesi Mervan Barguti'dir. Geçen hafta İsrail'in giriştiği suikast saldırısından tesadüfen kurtulan Barguti, "Türkiye-İsrail ittifakı Filistin halkı için bir tehdittir" tespitini yaparak, Türkiye halkına Şaron'a tepki vermesi için çağrıda bulundu. Bu, Türk devletinin yüzündeki maskenin düştüğünü, Ortadoğu halkları nezdinde teşhir olmaya başladığını gösteriyor.

ABD emperyalizminin Ortadoğu
politikasının hizmetindeler

ABD-İsrail-TC ittifakı, ABD emperyalizminin bölgedeki ihtiyaçları doğrultusunda oluştu. Bu ittifak ABD'nin "Ortadoğu'nun yeniden yapılandırılması" stratejisi ile "Yıldız Savaşları" projesinin Ortadoğu ayağı olarak kotarıldı. "Yeniden yapılandırma"nın ne anlama geldiği Irak ve Yugoslavya örneğinden bellidir. Amaç halkları köleleştirip, kayıtsız şartsız boyun eğmelerini sağlamaktır. ABD'nin bu haydutça amacını gerçekleştirmede Ortadoğu'daki iki ayağı Türkiye ve İsrail'dir.

İttifak, Türkiye ve İsrail egemen sınıflarının çıkarlarına da uygundur. Ortadoğu'da yalıtık durumda olan İsrail, bu sayede NATO'nun ikinci büyük ordusuna sahip bir müttefike sahip olmaktadır. Devrimci bir gelişmeyi gerçek tehlike olarak gören sermaye devleti ise, hem devrimci hareketi ezmek için MOSSAD'ın deneyimlerini ve doğrudan katkılarını almakta, hem de yayılmacı emellerini emperyalizmin taşeronu olarak gerçekleştirme hesapları yapmaktadır.

Bu ittifaktan güç alan İsrail siyonizmi daha da saldırganlaşmıştır. Bir yandan Türkiye'ye silah satma ve GAP projelerinden pay kapma, öte yandan diğer bölge ülkelerine karşı da saldırgan bir tutuma girme olanaklarına ulaşma çabası içindedir. İsrail hükümeti, basını, ordusu, istihbaratı, vb. tüm kurumlarının bu işbirliğine özel önem vermeleri rastlantı değildir. Netanyahu Hükümeti'nin Savunma Bakanı İzak Mordeçay'ın, "İki devlet ellerini birleştirdiğinde güçlü bir yumruk oluyor. Bu ilişki stratejiktir" sözleri, bu kirli işbirliği hakkında açık bir fikir vermektedir. Türk devleti Filistin halkına yapılan zulmün dolaysız sorumlusudur.

İttifak tüm Ortadoğu halklarına düşmandır

İsrailli yetkililerin altını çizdikleri noktalardan biri, "iki ülkeyi yakınlaştıran özellikler"dir. Bu iki ülkenin gerçekten çok sayıda ortak özelliği vardır. Biri Filistin halkının, diğeri Kürt halkının katilidir. Her iki devlet de işkenceci, katliamcı, militarist ve saldırgandır. Ve daha önemlisi, ABD emperyalizminin Ortadoğu'daki en sadık uşakları olmalarıdır. Efendileri ABD'nin Latin Amerika'daki icraatları bile, dünyanın bu en büyük haydut devletinin ne kadar kirli bir sicile sahip olduğunu göstermeye yeterlidir. CİA'nin yanlışlıkla açıkladığı Endonezya ile ilgili belgeler, bir milyon Endonezyalı komünistin CİA önderliğinde katledildiğini gözler önüne sermiştir.

Böylesine kirli sicile sahip üç devletin stratejik ittifakı, bütün Ortadoğu halklarına düşmanlığa dayanmaktadır. Bu saldırgan gücün bölgede gelişecek ilerici ve devrimci hareketleri bastırmak için hiçbir vahşetten kaçınmayacağı, Filistin'e bakılarak anlaşılabilir.


Saldırgan ittifaka karşı dayanışma ve direniş

Bu kirli ittifaka karşı bölgesel dayanışma ve direnişin önemi yeterince açıktır. Bölgedeki tüm ilerici ve devrimci güçlerin, kendi ülkelerinde ve bölge düzeyinde dayanışma ve direnişi örme perspektifiyle hareket etmelerinin önemi de... Başta Türkiye olmak üzere bölgede herhangi bir ülkede gelişecek devrimci, ilerici ve anti-emperyalist hareketliliklerin bu kirli ittifakın saldırısına uğrayacağına şüphe yoktur.

Bölgedeki kimi ülkelerin bu ittifaktan rahatsız oldukları bilinmektedir. Bunlar karşı bir ittifaka yönelebilir ya da tepkilerini farklı bir biçimde dışa vurabilirler. Kendileri de gerici olan bu devletlerden hiçbir şekilde medet umulamaz. Emperyalizme ve bölgedeki işbirlikçilerine karşı halkların tam eşitliği ve kardeşliği temelinde direniş cephesini örecek olanlar, ilerici, devrimci ve sosyalist güçlerdir. Saldırgan güçlerin tehdidi altında olan bölge halkları dayanışmaya her zamankinden daha açıktırlar.

Türkiye devrimci hareketine bu çerçevede özel bir sorumluluk düşmektedir. Bugün ciddi devrimci örgütlenmeler, tüm zayıflıklarına rağmen Türkiye'de bulunmaktadır. Ve Türkiye'de yaşanacak devrimci bir gelişmenin Ortadoğu halklarını etkileme olanağı oldukça fazladır. Türkiyeli devrimciler ve komünistler, gerek bölgesel devrimci dayanışmayı, gerekse halkların tam eşitliği temelinde saldırgan üçlü ittifaka karşı bölgesel direnişi örme perspektifiyle hareket etmelidirler.

 


 

El Fetih Yüksek Konseyi Genel Sekreteri
Mervan Barguti :

"Filistin bağımsızlığını elde etmedikçe
Ortadoğu'da istikrar olmayacaktır"

El Fetih Yüksek Konseyi Genel Sekreteri ve Filistin Kurtuluş Konseyi üyesi Mervan Barguti, bizi Ramallah'taki küçük bürosunda kabul etti. Barguti, Filistin Özerk Yönetimi'nin Yaser Arafat'ın lideri olduğu El Fetih örgütünün güçlü ismi. Filistin'de intifadayı organize eden "Tanzim"in gayrıresmi lideri olarak da tanımlanan Barguti, Filistin ve İsrail arasındaki güç dengesine ilişkin görüşlerini aktardı. 4 Ağustos'ta Ramallah'ta İsrail'in füzelerine hedef olan ve ölümden kıl payı kurtulan Barguti, Arafat'tan sonra El Fetih'te en etkili lider olarak tanınıyor.

İsrail, Filistinlilerden gelebilecek 'terörist' saldırılara karşı önleyici tedbirler almak zorunda olduklarını iddia ediyor. Siz ne düşünüyorsunuz?

Terörün büyük kısmının işgalden kaynaklandığını düşünüyorum. İsrail işgali zorbalıktır. Ve bizim, Filistin halkı olarak İsrail'in bu terör işgaline karşı savaşma noktasında sonuna kadar hakkımız var.

Kontrol noktaları, Filistinlilerin İsrail'de intihar saldırıları düzenlemelerini önlemek amacıyla mı kuruldu?

İntihar saldırısında ölmeyi göze almış bir insanın önüne asla geçilemez. Bu bakımdan, kontrol noktaları faydasızdır. Bildiğiniz gibi El Fetih olarak biz İsrail'e bombalar konulması stratejisine karşıyız. Fakat durumu anlıyoruz. Filistinliler güvenlik içinde değillerse İsrailliler de güvenlik içinde olamazlar. Biz güvenlik ve bağımsızlığımıza kavuşmadığımız sürece, İsrailliler de barış ve güvenliğe ulaşamazlar. İsrailliler hem işgali sürdürmek, yerleşimlere devam etmek, hem de barış ve toprak istiyorlar. Bunun işe yarayacağını sanmıyorum. Bir seçim yapmaları gerekiyor. Eğer güvenlik ve barış istiyorlarsa, işgale son vermek zorundalar.

Savaşı kazanabilir misiniz? Eğer mümkün değilse siyasi bir çözüm nasıl sağlanabilir?

Nihayetinde siyasi bir çözüme ihtiyaç olduğuna inanıyoruz tabii. Oslo Anlaşması doğrultusunda bir ateşkes sürecine başladık. Ve tüm engellere karşın, Oslo Anlaşması'ndan oldukça memnunduk. Anlaşma İsrail işgalinin son bulması ve yerleşim birimlerinin durdurulmasına vs. yol açacaktı. Malesef bu gerçekleşmedi. Biliyor musunuz, İsrailliler Batı Şeria ve Gazze'de yerleşimciler için 1967 ve 1993 yılları arasındaki 26 yıllık zaman zarfında 25 bin bina inşa ederken; Oslo Anlaşması'nın ardından 1993-2000 yılları arasında barış görüşmeleri şemsiyesi altında yerleşimciler için 23 bin bina yaptılar. Siyasi bir çözüme inanıyoruz. İsrailliler savaşı askeri güçle kazanamazlar. İsrailliler Filistinlileri intifadaya zorluyorlar. İntifadaya devam edeceğiz, direnmeden hiçbir şey elde edemeyiz. Aynı zamanda görüşmelerde bulunmak için masaya da oturabiliriz. Buna karşı değiliz.

Nasıl bir çözüm mümkün olabilir? Bir devlet, iki halk? Ya da iki ayrı devlet?

Dünyadaki en kötü savaş için en iyi çözüm, iki halkın eşit haklardan yararlandığı tek demokratik devlettir. Dünyanın her tarafında olan budur; birçok halk ve dinler eşit haklarda sivil bir toplumda bir arada yaşayabilmekteler. Maalesef bu şu anda mümkün değil, belki gelecekte 20-30 ya da 40 yıl sonra olabilir. Çünkü (böyle bir çözümü) Filistinliler değil İsrailliler geri çeviriyorlar. İsraillilerle, Yahudilerle, Müslümanlarla, Hıristiyanlarla eşit haklara sahip olduğumuz bir devlette birarada yaşamaktan ve demokrasiyi uygulamaktan mutluluk duyardım. Benim için en iyi çözüm olmasa da tek çözüm iki ayrı halk için iki ayrı devlettir. İyi komşular olarak yan yana yaşayabiliriz; sırt sırta değil, yüz yüze... Olası en iyi çözüm ve gerçek barışın koşulu budur. İsrailliler işgal ettikleri topraklardan geri çekilmeliler yani...

Tabii ki, tamamiyle. İsrail 1967'deki sınırların gerisine çekilmelidir. Çünkü Filistin devletini işgal altında geliştirmek mümkün değil. Dünyada işgal altında gelişebilen bir ülke hiç duymadım. İşgal altında egemenlikten bahsedilemez. İsrail işgal kuvvetlerinin bütünüyle geri çekilmelerinin bağımsızlığımızın ön koşulu olduğu fikrindeyim. Mısır'daki Sina Çölü'nden, Ürdün'den ve Güney Lübnan'dan çekildiler, Suriye'deki Golan'dan da çekilmeye hazırlar. İsrail aynı şeyi Filistinlilerle yapmayı neden istemiyor? Golan Tepeleri, Lübnan, Ürdün ve Sina da Batı Şeria, Gazze ve Kudüs gibi aynı günde işgal edilmişlerdi. Bu durumda İsrail, BM'nin 242. ve 338. kararları doğrultusunda Filistin'den çekilmelidir. Filistin neden bir istisna olmak zorunda?

Belki yerleşimciler yüzündendir...

Yerleşimcilerin burada olmaya hakları yok, bizim ülkemizi terketmeliler. Onların kendi ülkeleri var. Bir yandan kendi devletlerini istiyorlar, bir yandan da bizim devletimizin bir parçası olmaya çalışıyorlar. Bu adil değil. BM kararlarına göre, yerleşimcilerin buradaki varlığı yasadışı, yasalara aykırı. Yani bu insanlar kendi topraklarına geri dönmek zorundalar.
Uluslararası gözlemcilerin bu konudaki rolü ne olabilir?

Uluslararası gözlemcileri başarılı bulmuyorum. Sadece kurbanların sayısını hesaplamak için geliyorlarsa, aynı şeyi medya da yapabilir. Üstelik onlardan çok daha iyi yapabilir. Bizim Filistinliler olarak uluslararası bir koruma gücüne ihtiyacımız var. Ve uluslararası güçlerin görevi; İsrail'in Batı Şeria, Gazze ve Kudüs'ün doğusundan tamamiyle geri çekilmesini ve bunun zaman çizelgelerini gözlemlemek olmalıdır. Bizim buna ihtiyacımız var, sadece izleyen gözlemcilere değil.

ABD'nin rolü nedir?

ABD işgalde ve Filistinlilere karşı geliştirilen saldırılarda yer almaktadır. Tankların, uçakların ve bombaların tümü ABD'den geliyor. Okuyabilirsiniz, ÔABD'de yapılmıştır'. Fakat ABD'nin BM örgütü bünyesinde İsrail'e verdiği siyasi himaye, askeri silahlardan çok daha tehlikeli. ABD, BM güçlerinin bölgeye gönderilmelerine karşı BM Güvenlik Konseyi'nde veto hakkını kullanıyor. ABD bir sorun. Barış görüşmelerinde de adaletli bir arabulucu değil. Biz ABD'nin yanısıra Avrupalılar ve Ruslarla birlikte BM örgütünün yönetiminde yeni bir barış konferansı talep ediyoruz.

Araplar ve Ortadoğu'daki ülkeler Filistinlilerden çok petrodolarla mı ilgileniyorlar?

Evet, bu tarihi bir gerçek. Ne yazık ki Arap ülkeleri Filistinlilere gerçek destek vermiyorlar. Arap ülkeleri Filistinlilere sadece deklarasyon veriyorlar. İntifadaya, Filistin sınırlarındaki giriş-çıkış yasağına, çok zor ekonomik şartlara, pek çok Filistinli işçinin işlerini kaybetmelerine rağmen Filistinlilere gerçek desteği vermediler.

Bu ülkelere kendi halkları destek konusunda baskı yapmıyorlar mı?

Evet, halkları desteklemek, destek vermek istiyorlar. Bizim için Arap ülkelerinde, Ortadoğu'da, İslam ülkelerinin genelinde gösteriler düzenliyorlar. Dünyadaki tüm halklardan destek buluyoruz, fakat hükümetler düzeyinde sorunumuz var. Çünkü hükümetlerin çoğu ABD'nin talimatları doğrultusunda çalışıyorlar.

Filistinlilerin durumu Kürtlerin durumuna benziyor mu?

Türkiye öteden beri ABD ile birlikte çalışıyor. Türkiye'nin komşularıyla ilişkileri çok kötü. İsrail'le de stratejik anlaşmaları var. Bazen bunun bedelini ödüyoruz Ôyararını görüyoruz' da olabilir mi emin değilim. Kürtler bizimle birlikte İsraile karşı savaşmak için geldiler. Bir zamanlar Kürt Selahaddin'in Kudüs'ü kurtarmak için geldiğini de unutmamak lazım. Kudüs'ü Araplar, değil Kürtler kurtardı. Kürt halkıyla tarihte böyle iyi ilişkilerimiz oldu. Tüm dünyadaki halklar arasındaki dostluk, özgürlük ve bağımsızlığı getirecektir. Filistinliler açısından kendini tecrit edilmiş hissetmemek çok önemli. Dayanışmanın önemine ilişkin bir örnek vereyim: Ben 1980'de İsrail'de cezaevindeyken, Kuzey İrlanda'daki IRA tutsakları, Bobby Sands ve diğerleri açlık grevi yapıyorlardı. Ben hücremde tecrit altındaydım. Açlık grevi yapıldığını duyduğumda, bizler de tutsaklar olarak dayanışma ve destek amacıyla bir hafta açlık grevi kararı aldık. Bobby Sands bunu hiçbir zaman öğrenmedi, bizi de tanımıyordu. O sırada hiçbir bağlantımız yoktu. Fakat bu dünyada birbirine destek vermek ahlaki bir görevdir.

Suçlanması gereken birileri varsa, onlar da Amerikalılardır. Çünkü barış sürecinin kötü bir doğrultuya girmesine müsaade ettiler. İsrail'den yana taraf olurlarken, Filistinlilerin taleplerini görmezden geldiler. Bizim gözlemcilere değil, sadece bir şeye; İsrail'in işgale son vermesine ihtiyacımız var. İsrail işgalinin sona erdirilmesi yolunu açmayan hiçbir adım işe yaramayacaktır. Ve intifada devam edecektir. İsrail boykotu oldukça yararlı.

Avrupa ve Rusya, uluslararası hukukun dışındaki süper güçlermiş gibi İsrail ile ilişkilerine devam etmemeliler. Miloseviç'i uluslararası mahkemeye çıkaran Avrupalılar, aynı şeyi Şaron'a da yapabilirler. Belçika'da Şaron'a neler olabileceğini takdir edebiliyorum. Bu intifadaya verilebilecek çok önemli bir destek olur. Şaron'un ziyaretleri sırasında Fransa, İtalya, Almanya, İngiltere'de yapılan gösteriler bizim için büyük bir moral destek oldu.

Filistin bağımsızlığını elde etmedikçe Ortadoğu'da hiçbir istikrar, barış veya güvenlik, huzur olmayacaktır.

("antikapitalist@yahoogroups.com" isimli internet sitesinden alınmıştır-
SY Kızıl Bayrak)