16 Haziran'01
Sayı: 13


  Kızıl Bayrak'tan
  Kızıl Bayrak 7 yaşında!..
  9 Haziran mitinginin gösterdikleri
  Yeni Ölüm Orucu ekipleriyle direnişi büyütüyoruz!
  ÖO Direnişi 240. gününde sürüyor
  KESK yönetiminin yasak savma çizgisi...
  Kamu emekçileri hareketi
  Meclisten geçen "ek bütçe" krizin faturasıdır!
  Sınıf ve emekçi hareketi
  Özelleştirme saldırısı ve TELEKOM işçilerinin mücadele platformu
  Aymasan işçileri işçi sınıfı adına direndikleri bilinciyle hareket etmelidir!
  Gençlik
  Krizi burjuvazi değil işçi sınıfı ve emekçiler yönetiyor
   Uluslararası hareket
  "Kararlıyız, kazanacağız"
  '84'ten '01'e bir gelenektir zindanlarda direniş!
  Süleyman Yeter davası sürüyor...
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Cam grevinin yasaklanması sonrasında işçiler
fabrika önünde toplandılar...

Sendikal bürokrasiyi aşamayan büyük öfke!


Şişe-Cam grevinin Bakanlar Kurulu’nca “milli güvenlik” gerekçesiyle ertelenmesinin ardından Topkapı Şişe-Cam işçileri yaptıkları basın açıklamasından sonra işbaşı yaptılar.

Grev yasağının duyulmasından sonra işçiler sabah saatlerinden itibaren fabrikada toplanmaya başladılar. İşçiler üzerinde bir yandan grev yasaklamasının yarattığı moral bozukluğu görülürken, diğer yandan sermaye devletine karşı duyulan öfke ve tepki yansıyordu. Ancak herkesin asıl merak ettiği, “şimdi ne yapılacağı” idi. İşbaşı yapılmasının kendileri için olumsuz olacağını ifade eden işçilerin yanısıra, ağırlıklı olarak moralsiz edilgen bir bekleyiş hakimdi. Tabii bunda “iş başı yapmaktan başka çaremiz var mı?” anlayışıyla hareket eden temsilci arkadaşların da payı var. Aslında cam işçisi grevin ertelenmesinin yolaçtığı öfke ve tepkiyi Şişe-Cam patronuna ve sermaye devletine bir şekilde göstermek istiyordu. Ancak sınıf hareketinin en büyük zaaflarından biri olan mücadeleyi sendikacılardan bekleme anlayışı nedeniyle toplantıdan &cceil;ıkacak kararı beklediler.

Öğle saatlerinde kalabalık artmaya başladı. İstanbul Cam Sanayi’nden işçiler direnişe destek ziyaretinde bulundular. Gelenler “Yaşasın işçilerin birliği!” sloganıyla karşılandı. Ancak grevin yasaklanmasının verdiği moralsizlik burada da kendisini gösterdi. Coşku düşüktü. Bu havayı bozmak, sınıf kininden beslenen öfkenin direnişçi bir tutuma dönüştürülmesi ile sağlanabilirdi.

Daha sonra Belediye-İş’in ses aracı geldi. Kitle sayısı 500’e ulaştığı sırada, Kristal-İş Genel Başkanı, Topkapı Şube Başkanı ve beraberindekiler fabrikaya geldiler. Cam işçileri, gelenleri sendikalarına sahip çıkan ve mücadele isteğini belirten sloganlarla karşıladılar. Önce Kristal-İş Şube Başkanı daha sonra da Genel Başkan bir konuşma yaptı. Konuşmalarında; TİS dönemi boyunca ellerinden geleni yaptıklarını, greve çıkmaktan başka çareleri kalmadığını, grev süresi boyunca hem Şişe-Cam patronunun dolaylı baskılarına hem de sermaye devletinin baskılarına maruz kaldıklarını belirtip, şimdi de anti-demokratik yöntemlerle grevin ertelendiğine, buna karşılık hakların demokratik yollardan aranacağına, mahkemeye başvurulacağına değinildi. Konuşmalar sıklıkla “Bu iş burada bitmez!”, “Baskılar bizi yıldıramaz!”, “Hükümet istifa!”, “Yaşasın işçilerin birli&crren;i!” sloganlarıyla kesildi. Basın açıklamasının ardından grev pankartı indirildi ve 16:00-24:00 vardiyası işbaşı yaptı. Basın açıklamasının sonunda mesailere kalınmayacağı kararı açıklandı.

Şişe-Cam grevi deneyiminin de gösterdiği gibi, sermaye devleti tam bir açmaz içerisinde. İşçi-emekçiler cephesinde yaşanacak en ufak bir hareketliliğe dahi müdahale etmek zorunda kalıyor. Nitekim hücre saldırısındaki kararlılığın gerisinde de aynı neden yatmaktadır.

Bu saldırıların püskürtülmesinde öncelikle devrimci işçi ve emekçilere büyük görev düşüyor. Tıpkı yasak karşısında, “Bu işçileri 2 ay sonra tekrar greve çıkaramazsınız”, “resmen işbaşı yapmamız isteniyor” diyerek tepkilerini dile getiren Şişe-Cam işçilerinin grevin sürdürülmesi yönünde çabalaması gerektiği gibi.




Kristal-İş Genel Başkanı’nın açıklamasından...

Cam grevi -reçel kavanozu, pencere camı, su bardağı,
meşrubat şişesi- milli güvenliğe zarar veriyor
gerekçesiyle ertelendi


(...) Şişe-Cam Topluluğuna bağlı cam fabrikalarında 24 Mayıs 2001 tarihinde uygulamaya başladığımız grev 16. gününde, 8 Haziran 2001 tarihinde Resmi Gazetede yayımlanan bir Bakanlar Kurulu kararı ile 2822 sayılı Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Kanunu’nun 33. maddesine göre "milli güvenliği bozucu nitelikte görüldüğü" için 60 gün süre ile ertelendi.

Erteleme kararnamesinde yer alan “milli güvenlik” gerekçesinin makul, mantıklı ve hukuksal hiçbir temeli yoktur. Hükümet kararı grevimiz milli güvenliği bozduğu için değil, başta TÜSİAD ve TİSK olmak üzere (otomotiv, reçel, ilaç sektörü işverenlerinin) işveren lobisinin yaptığı baskı sonucu alınmıştır. Nitekim işveren çevrelerinin basına yansıyan açıklamaları ve hükümete gönderdikleri mektuplar bu iddiamızı kanıtlamaktadır. Milli güvenlik gerekçesi çalınan minarenin kılıfıdır. Su bardağı, otomobil camı, meşrubat şişesi, pencere camı nasıl olur da Türkiye’nin milli güvenliğini bozabilir? (...)

Grev ertelemeye dayanak yapılan 2822 sayılı yasa 12 Eylül darbesi döneminde çıkarılmıştır ve bugün dahi geçici 15. madde nedeniyle bu yasa aleyhine Anayasaya aykırılık iddiasında bulunmak mümkün değildir. Hükümetin bu keyfi kararına karşı yargı yolunu sonuna kadar kullanacağız ve Danıştay’da iptal davası açacağız. Yargının bu ucube kararı iptal edeceğine inanıyoruz. Çünkü bu karar tamamen siyasi bir karardır ve işveren lobisinin talepleri doğrultusunda alınmıştır. (...)

Grevsiz demokrasi isteyenler, “okullar olmasa maarifi ne güzel idare ederim” diyen eski bir milli eğitim bakanının zihniyetini 21. yüzyılda da sürdürmektedirler. (...)

Sendikamız Şişe-Cam ile 36 yıldır toplu iş sözleşmesi bağıtlamaktadır. 17 kez toplu iş sözleşmesi imzaladık. Bu süre içinde üç grevimiz ertelendi ya da yasaklandı. 1966 grevimiz Demirel hükümeti tarafından ertelendi, 1980 grevimiz 12 Eylül darbesi ile yasaklandı ve nihayet sendikamızın 36. kuruluş yıldönümüne rastlayan 7 Haziran’ın hemen ertesinde Sayın Ecevit hükümeti grevimizi erteledi. Bu ertelemenin içlerine sinip sinmediğini merak ediyoruz.

Demokrasilerde çifte standart olmaz, hele hele demokrasilerde hiç kimseye, hiçbir sınıfa ve zümreye ayrıcalık tanınamaz. Hükümet bu kararı ile bir zümreye, temel bir hakkı ortadan kaldırma pahasına ayrıcalık tanımıştır. (...)

Genel Başkan Mustafa Bağçeci
11 Haziran 2001




Cam işçilerinin grevinin yasaklanmasının ardından
Topkapı Şişe-Cam baştemsilcisi ile konuştuk...

“Önemli olan yasaklara rağmen direnebilmektir”


- Greviniz sermaye tarafından yasaklandı. Neler diyeceksiniz?

Mürsel Kılıç: Grevimiz ‘82 Anayasası’nın getirdiği grev yasaklarına dayanılarak ertelendi. 2 ay ertelendi diyorlar, ama 2 ay sonrası da meçhul. Danıştay’a müraacat ediyoruz ama, Danıştay’dan çıkacak karardan kimse olumlu birşey beklemiyor. Çünkü yasaları da kendileri yapıyorlar, ki bu yasalarda işçinin hiçbir hakkı yok. Önce Anayasa’nın değiştirilerek, grev yasaklarının kaldırılması gerekiyor.

Biz işbaşı yapmadık, yaptırıldık. Adamlar kalkıyor grevimizi yasadışı grev ilan ediyorlar. Yani fatura bizlere kesilmiş oluyor. Mücadeleye devam edeceğiz, teslim olmadık. Bunu işveren de görecek. Bunun bedelini o ödeyecek, fatura bize kesilemez.

Biz, başta işçiler ve kamu emekçileri olmak üzere işyasalarındaki grev yasaklarının tümden kaldırılması için mücadele verilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Tabii ki konfedarasyonların da bu yönde çalışmaları lazım. Bu yasaların değişmesi için ne gerekiyorsa o yapılmalı.

İMF’nin talimatıyla grevimizin iptal ediliyor. Bu kadar basit. Yasaymış, Bakanlar Kuruluymuş, meclismiş, öyle birşey yok. Tamamen dışardan güdümlü İMF talimatlarıyla yönetiyorlar.

- Daha önce de lastik işçileri ile belediye işçilerinin grevileri yasaklanmıştı. Şimdi de cam işçilerinin grevi yasaklandı. Bu saldırı tümüyle işçi sınıfına dönük bir saldırı. Kazanımlarını ortadan kaldırmayı ,grev silahını elinden almayı hedefliyor. Buradan baktığımızda, işçilerden anlamlı bir tepki de ortaya konulmadı. Cam işçileri de, lastik ve belediye işçilerinin grevi yasaklandığında anlamlı bir destek-tepki ortaya koyamadı. Neler diyeceksiniz?

Mürsel Kılıç: Şişe Cam’ın grevi bir yönüyle biter, ama önemli olan yasaklara rağmen direnebilmektir. Bu çok önemli. Çalışanlar bir kere siyasi ayrımları bir kenara koymalıdır. Emek ve emek karşıtı ikiye ayrılmalı ve bunun mücadelesini vermeliler diye düşünüyorum. Bu ise konfedarasyonlar düzleminde olur. Bir an önce anti-demokratik yasaların karşısında demokratik-sosyal devlet anlayışı içersinde birleşmeleri lazım diye düşünüyorum. Bunun için de önce tabandan bizlere iş düşüyor. Biz dönem dönem dertlerimizi söyledik. Birlikte davranırsak netice alınır diye düşünüyorum.

- Grev yasağı karşısında tabanın tepkisi ne oldu, şu anki tepki ne düzeydedir, neler yapacaksınız?

Mürsel Kılıç: Bizim bugün (Çarşamba) Başkanları Kurulu toplantımız var. Buradan çıkacak kararlara göre yarın yemekhanede açıklamamızı yapacağız. Taban şu an psikolojik bir rahatsızlık içersinde. Zorla grevden döndürülmesi, polis zoruyla içeri girilmesi, tabii ki ister istemez tepkiyi büyütüyor. Son olarak şunu söylemeliyim ki, sonuna kadar direneceğiz.

SY Kızıl Bayrak/İstanbul




Sümerbank işçilerinin direnişi sürüyor...

Zafere ulaşmada işçilerin inisiyatifi belirleyici olacak!


Sümerbank işçilerinin fabrikalarının kapatılmasına karşı başlattıkları direniş 23. gününde, aynı kararlılık ve coşkuyla devam ediyor. Fabrikaların peşkeş çekilmesine, kendilerinin kapı önüne konulmalarına karşı direnen işçiler işyerlerini terketmiyorlar. İşçiler iki grup halinde, gececi ve gündüzcü olmak üzere nöbetleşe fabrika bahçesinde bekliyorlar.

İşçiler bir yandan idari mahkemeden gelecek sonucu beklerken, diğer yandan yaptıkları eylemlerle süreci hızlandırmaya çalışıyorlar. İzmir’de yapılan birçok eyleme pankart ve dövizleriyle destek vererek sınıf dayanışmasını örmeye çalışan işçiler, diğer taraftan kendi seslerini de duyurmaya çalışıyorlar. (KESK’in son iki eylemi, Emlak Bank çalışanlarının basın açıklaması bunun örnekleridir.) Basının ilgisini çekebilmek ve kendi iç motivasyonlarını güçlendirmek için bazı sanatçılara ulaşarak fabrikaya gelmeleri sağlanıyor. Geçtiğimiz günlerde Yavuz Bingöl ve Haluk Levent fabrikaya gelerek, türkü ve sohbetleriyle desteklerini sundular.

Sümerbank kapitalisti ise işçilerin direncini kırabilmek, direnişi sona erdirebilmek için birçok yol deniyor. Yaklaşık iki aylık maaşları ve ikramiyeleri verilmeyen işçiler ekonomik olarak yıldırılmaya çalışılıyor. Sendika ise son derece hareketsiz. Birçok eylemlilik işçilerin kendi inisiyatifleriyle gerçekleşiyor.

Direnişin kazanılabilmesi için ileriye taşınması bugün acil bir ihtiyaçtır. Bu noktada İzmir’de Emek Platformu tarafından gerçekleştirilecek kitlesel bir miting ya da Ankara yürüyüşü düşünülmektedir. Ama sendikanın halihazırda somut bir girişimi sözkonusu değildir.

Fabrikada işçilerin oluşturduğu 27 kişilik bir komite bulunmaktadır. Direnişin hedefine ulaşabilmesi açısından komiteye büyük iş düşüyor. Sendikanın geri tutumunu ortadan kaldırabilecek, iş yapmasını sağlayabilecek tek güç ve yol işçilerin ortaya koyacağı inisiyatiftir. Sümerbank işçisi harekete geçirmek için sendikadan gelecek adımları beklememeli, kendi gücüne, örgütlülüğüne ve direncine yaslanarak direnişi büyütmelidir.

Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz!
Özelleştirmeye hayır!
Kahrolsun ücretli kölelik düzeni!

SY Kızıl Bayrak/İzmir




Sınıf dayanışması için KESK eylemine destek veren
Sümerbank işçileriyle alanda konuştuk...

“İşçi-memur el ele, genel greve!”


1. işçi: Dayanışmayı, birliği, beraberliği yaratmak için bu alandayız. Sesimizi buradan da duyurmak istedik. Sümer Holding’in peşkeş çekilmesini buradan da haykırmak istiyoruz. Aynı zamanda memur arkadaşlarımıza destek olmak ve ülkemizi hep beraber savunmak için buradayız.

Sümer Holding’in peşkeş çekilmesi, ne yasalara ne de insanlığa sığacak bir durumdur. Buranın kapatılması demek, geleceğimizin yokedilmesi ve diğer KİT’lerin kapatılması demektir. Bizler direndikçe, kararlı oldukça, başaramayacağımız hiçbir şey yoktur.

Özelleştirme İdaresi Yasası’na göre herhangi bir kamu kuruluşu İl Özel İdaresi’ne verilmez. Özelleştirmeden sorumlu bakan bu yasayı çiğneyerek Sümer Holding’i içindeki teçizat ve makinalarla birlikte İl Özel İdaresi’ne veriyor. Biz buradan yola çıkarak idari mahkemeye başvurduk. Bu süreci bekliyoruz. Bu dava ise 3 ay içinde ancak bitirilebilirmiş.

Bunun dışında Ankara’ya yürümek gibi bir düşüncemiz var.

2. işçi: Bugün İMF güdümlü hükümetin çıkarmak istediği sahte sendika yasasına karşı KESK’in yaptığı eylemi desteklemeye geldik. Aynı zamanda onlar da bizi her zaman destekliyorlar. Çalışanlar, üretenler bir oldukça bizim kalelerimizi kimse alamayacak, bu yasaları kimse çıkaramayacak. İşte biz bunu için buradayız, bunun için kamu emekçilerinin yanındayız.

Sümerbank’ta şu an 630 işçiyle beraber direnişteyiz. Fabrikaya yarımız gündüz, yarımız gece gelmekteyiz. Şu an çözüm için bir şey üretilmeyerek işçiler umutsuzluğa itilmek isteniyor. Sendikanın tavrı görünüşte iyi gibi dursa da, içten içe direncimizi kırma yoluna gidiyor. Çözüm için önerdiğimiz şeyler kabul edilmedi, uygulanmadı. Örneğin diğer fabrikalara gidelim, öğlen paydoslarında işçilerle konuşalım dedik, gözardı ettiler. Şu an bunlar da hükümetin işlediği suça ortak oluyorlar. Sendika bizim sendikamızdır. Biz ona aidat ödeyip sahip çıkıyoruz. Bizim istediğimiz, bizim gösterdiğimiz hassasiyeti onların da bize karşı göstermesidir.

3. işçi: Bizler buraya hem KESK’in eylemine destek vermek, hem de sesimizi duyurmak için geldik. Kapının önüne konulmamıza karşın direnişe devam ediyoruz.

Şu an fabrikamızda herhangi bir gelişme ve görüşme yok. Biz direnişimize devam ediyoruz. İzmir’de EP tarafından organize edilebilecek büyük bir miting düşünüyoruz. Sendikalarla görüşülecek. Sendikamız bir miting yapılsın dedi, ama herhangi bir adım atmadı. Bunu zorlayacağız. Şu an sendikanın yaptıkları elbette yeterli değil. Onun dışında 27 kişilik bir eylem komitemiz var. Birlikte hareket ediyoruz.

4. işçi: Bugün buraya KESK’in eylemine desteklemeye geldik. Hem de kendi sesimizi duyurmak istiyoruz. Birlik ve beraberlik oldukça önemli. Bunu başarmak istiyoruz. “İşçi-memur el ele genel greve!” Eylemimizin bugün 23. günü. Gösterdiğimiz dirençle direne direne kazanacağız diyor, önümüzdeki günlerde de sokaklara çıkacağımızı duyuruyoruz.

Kısa bir zaman içinde Ankara’ya yürümeyi düşünüyoruz. Parasızlığa, 2-3 aydır maaş alamamıza, domates ekmek yememize rağmen devam!




Direnişçi Sümerbank işçilerinden...

“Bu direnişin sonunda kazanan biz olacağız!”


Bugün eylemimizin 29. günündeyiz. Hala ilk gündeki inancımız, güvenimiz sürüyor. İnanıyoruz ki bu direnişin sonunda kazanan biz olacağız. Eyleme ilk başladığımız günlerde bu işe işçilerin bu kadar sahip çıkacağına kimse inanamıyordu. Ama bugün bizim direnişimizi kimsenin bölemeyeceğini biliyoruz.

Bizler her geçen gün arkadaşlığı, paylaşmayı, en önemlisi hakkımızı aramayı öğrendik. En duyarsız arkadaşlarımız bile bundan sonra hiçbir olaya duyarsız kalmayacaklarını söylüyorlar. Bizler sindirilmiş işçiler olmaktan çıkıp, haksızlıklara karşı çıkmayı öğrendik. Bizleri parasızlıkla, görmemezlikten gelerek (bazı medya) sindirmeye çalışanlar bilsinler ki, bu işin sonuna kadar, her ne olursa olsun mücadele edeceğiz. Artık gözlerimiz kapalı değil, bizler çok değiştik.

Belki yorgunuz, parasızız, ama dirençliyiz, hepimiz onurumuzu kazandık. Başımız dik, mücadelemiz sonuna kadar. Buradaki 630 insan diyoruz ki; biz haklıyız, biz emekçiyiz. Biz üretiyoruz ve BİZ KAZANACAĞIZ!

Sümerbank işçileri




İstanbul Belediyeleri’nde işçi kıyımı kitlesel boyutlara vardı!

Geçmişin deneyimi ile eylemli mücadeleye!


İstanbul genelinde belediye yönetimleri, İMF’nin saldırı programı çerçevesinde kitlesel bir işçi kıyımı gerçekleştiriyorlar. Planlı ve hedefli saldırılar sonucu şimdiye kadar bini aşkın işçi tensikata uğradı. Bu sayı ilerleyen günlerde katlanarak artacak.

Belediye işverenleri, işten atılmaları, verim düşüklüğü, işçi fazlalığı ile emekliliği gelenlerin emekli edilmesi vb. olarak gerekçelendirseler de, gerçekte, taşeron uygulamasının yaygınlaştırılması, örgütsüzleştirme amaçlanıyor. Zira emekliliği gelenlerin res’en emekli edilmesinin yanında, işten atılan işçiler arasında 5-10 yıllık çalışma süreleri olanların sayıları küçümsenmeyecek oranda. İstanbul Anakent Belediyesi’ne bağlı birimlerde, İETT ile ilçe belediyelerinde yaşanan durum bunu gösteriyor. Atılan işçilerin tamamının ilerici-demokrat kimlikleri ile mücadeleci kişiliğe sahip olmaları, uygulamanın amacının örgütsüzleştirme olduğunu gösteriyor.

Belediye işçilerine dönük bu son saldırı şimdiye kadar yapılanların en kapsamlısını oluşturuyor. Yoğun işçi atılmasının yanında, saldırı belediye yönetimlerinin kendi ihtiyaçlarından öte bir anlama da sahip. Bu tümüyle burjuvazinin çalışan yığınlara dönük genel saldırısının belediyelerde de tam anlamıyla hayata geçirme çabasından kaynaklanıyor. Dolasıyla saldırı tek boyutlu olmadığı gibi, belediye işçileriyle de sınırlı değil. Tensikat saldırısı öne çıkmasına rağmen, sosyal kazanımların gaspına dönük saldırılar da devam ediyor. İşçiler henüz TİS’lerden doğan ücret farkları ile ikramiye vb. alacaklarını da tümüyle almış değiller.

İşten atılmalar ve diğer saldırılara karşı şimdiye kadar anlamlı bir tepki ortaya konulamadığı gibi, yaşanan durum bilinçli bir çaba eşliğinde geçiştirilmeye, kabule, mevcut sessizlik ortamı ise korunmaya çalışılmaktadır.

Belediye yönetimleri res’en emeklilik saldırısını, emekli edilen işçilerin kıdem ve ihbar tazminatlarını ödeyerek cazip hale getirme uğraşı içerisindeler. Bununla birlikte özellikle Fazilet Partili belediye yönetimlerinin işbaşında olduğu yerlerde Fazilet Partisi’ne oy vermiş işçilere şimdilik dokunmayarak böylelikle işçileri bölmeyi, gelişebilecek tepkilerin de önünü almayı hesaplıyorlar.

Tensikat saldırısı ile diğer saldırılara karşı tabandan ve işçilerin örgütlü olduğu sendikalardan henüz anlamlı bir tepki ortaya konmuş değil. Belediye-İş ile Genel-İş sendikalarının saldırılar karşısında izlediği tutum, teslimiyet içerisinde sessizliktir. İşçiler cephesinden, ödenmeyen ücretler için basın açıklaması, vezne kuyruğu vb. biçimlerde ortaya konulan tepki, sendikal cephede ise yazılı basın açıklamasının ötesine gidememiştir. Taban, TİS öncesi dönem ile grev günlerinde hoşnutsuzluğunu, sendikalara yaptıkları basıncı üzerinden militan ve etkili eylem biçimlerine dönüştürürken, bugün aynı basınç gösteremediği için, tersinden, saldırılar karşısında sendika yönetimleri, eylem vb. kararı alma cesareti ve iradesi ortaya koyamamakta, isteksiz davranmaktadırlar.

Belediye yönetimlerini bu kadar pervasızlaştıran, açıktan her türlü saldırıya geçmesine neden olan tümüyle bu olumsuz tablodur.

Diğer bir sorun ise, işten atmalar karşısında, Beyoğlu Belediye işçilerinin bir hafta önce başlattıkları oturma eylemyle yapılan dayanışmanın zayıflığıdır. İşten atılan işçilerin ziyaret edilmesi dışında henüz eylemli bir dayanışma ortaya konulmuş değil. Beyoğlu Belediyesi’nde örgütlü Genel-İş 7 Nolu Şubesi’nin iyi niyetli çabaları ile tek işyerinde sınırlı bir direnme, yol gösterici olmasına rağmen, genele yayılamadığından, saldırıları püskürtmeye yetmeyecektir.

Saldırının amacı bellidir. Sonuç örgütsüzleştirmeyi getirecekse, birleşik bir karşı koyuşun ortaya konması gerekmektedir. Saldırıları püskürtecek mücadele dinamiği ve deneyimine sahip belediye işçileri, ancak 24 Mayıs’taki gibi fiili iş bırakma vb. eylemlerle saldırıları püskürtebilirler. Aynı şekilde bu alanda İstanbul üzerinden örgütlü ileri sendika şubeleri de sorumluluklarının bilinciyle hareket etmelidirler.




İşçi kıyımı üzerine belediye işçileriyle konuştuk...

“Taban doğru bir önderliğe sahip olmadığından
bu böyle devam ediyor...”


- Son dönemlerde belediyelerde işten atılmalar yaşanıyor. Bu saldırı taşeronlaştırma ve örgütsüzleştirme anlamına geliyor neler söyleyeceksiniz?

Hüseyin Derin (Büyükşehir Belediyesi temsilci): Atılmalar İMF’nin dayatması aslında. Bunun altında yatan neden de örgütsüzleştirmedir. Saldırının hayata geçirilmesi ise sendikaların karşı koymamasıyla ilintili. Yoksa buna cesaret edemez işveren. Tüketiliyoruz yani, üye sayısı gittikçe azaltılıyor. Eski işçiler biraz daha duyarlı olduğundan gönderiliyor. Taşeronlaştırma biraz daha hız kazanıyor. Bu saldırıyı emperyalistlerin, kapitalistlerin bir saldırısı olarak görüyoruz.

Sabahattin Oğraş (Res’en emekli edilen işçi): Saldırının arka planını görmek önemli. Eski işçilerin, sendika ile olan bağları daha güçlü. Bu aşağı yukarı ‘80 öncesinden gelen gücün devamı. İşveren sendikasızlaştırmayı ve işine uygun sendikayı yetkili kılmayı hedefliyor. Bugün işten atılması hedeflenen sayı 1200 civarında. 200 memur ve 1000 işçi yıl sonuna kadar işten atılacak ya da emekli edilecek. Bu ne anlama geliyor? Bir senelik işçi de, 5 senelik işçi de, emekliliği gelen işçi de işten atılacak.

Tabii çıkarılmak istenen işgüvencesi yasası hikaye, yaptın mı ne olacak? İstedikleri gibi işten atıyorlar. Çok da önemli değil iş yasası bunlar için.

- İşten atılmalar karşısında tabanın tepkisi ile sendikaların tutumu nedir?

Hüseyin Derin: Tabanın durumu ortada. TİS döneminde ciddi bir şekilde mücadele ettik. Belki parasal konulara, maddiyata dayandığı için işçiler biraz daha duyarlıydı o zaman. Ama diğer demokratik konularda o kadar duyarlı davranmıyor işçiler. Taban doğru bir önderliğe sahip olmadığından bu böyle devam ediyor.

Sebahattin Oğraş: ‘85’ten bu yana özelleştirme saldırısı gündemde. Sendikalar hayır mayır deseler de bu böyle. Özelleştirmeye karşı dursalarda bu süreci ters-yüz edebilecek durumda değil sendikalar. Evet, sokağa çıkarız, eylem yaparız ama ciddi anlamda dibe vuruş devam ediyor. Bizim işkolunda sendikamız üye anlamında güçlü olmasına rağmen saldırılara karşı ciddi bir politika üretemiyor. Alanın politikalarını tespit etmek lazım. Sendikanın üyelerin problemlerini ortadan kaldırmak için, örgütsel-politik anlamda üyelerini de tartışmalara katarak politika yapması lazım. Bugün istenilse bile, niyet olsa bile, işverene karşı mücadele sergilenemiyor. Hatırlarsanız, biz TİS döneminde ciddi eylemler yaptık, bu dinamik var. Önemli olan buna bugün biçim vermektir. Sendikalar kapının nerden kapatılacağı iradesini gösterebilmeliydi.

- Sözde iş güvencesi yasa tasarısı çıkaracaklar, ama bakıyoruz ki her tarafta sendikalı işçiler işten atılıyor. Yasa bu haliyle çıkarsa işçilerin yararına olur mu?

- Hüseyin Derin: İş güvencesi yasa tasarısının çıkması yönünde bir imza kampanyası başlatmıştık. Onu şu yönden değerlendiriyorum: Sendikaya üye olan işçilerin işten atılmaması yönünde bir yasa çıkıyor. Bunu işçiler eğer doğru değerlendirirse, ciddi bir örgütlülük sağlanırsa, yani atılmaların önüne fiili güçle engellenmiş olacak. Eğer doğru bir sendikal örgütlenme oluşmazsa, yani sınıfsal mücadeleye inanmayan insanlar sendikaların başına geçerse, elbetteki çözüm olmayacak. Bununla birlikte kayıplarımız sözkonusu olacak, yani iş güvencesinin karşısına ikramiyeleri koyacaklar, kıdem tazminatını koyacaklar, sonuçta bir takım kayıplarımız olacak. Bugünkü mevcut durumda da hiçbir katkı sunmayacaktır iş güvencesi.




İşçi kıyımı üzerine belediye işçileriyle konuştuk...

Beyoğlu Belediyesi’nde işçi kıyımına
karşı oturma eylemi!


Beyoğlu Belediyesi’nde işten atmalara karşı işçilerin başlattığı oturma eylemi bir haftayı doldurdu. Eylemin 6. gününde belediyenin önünde bir basın açıklaması yapıldı.

İşten atmaları protesto etmek için gelen Genel-iş ve Belediye-İş sendikalarına bağlı 200 civarındaki işçi kitlesi Tünel’den başlayarak belediyenin önüne kadar yürüdüler. Burada Genel-İş Örgütlenme Daire Başkanı bir konuşma yaptı. Konuşmasında Türkiye yerel yönetimlerindeki bu sıkıntıların ne ilk ne de son olduğunu, 4 aydır işçilerin hiçbir gerekçe gösterilmeden işten atıldığını, bunlara karşı artık mücadelenin başka boyutlarını düşünmek zorunda olduklarını söyledi. Ayrıca Türkiye’deki siyasi yapının ve İstanbul Belediyesi’nin sendikal örgütlülüğe tahammül edemediğini, işçi çıkartma amaçlarından birinin de bu olduğunu belirterek işten atılan işçilerin yapacakları tüm eylemliliklere destek vereceklerini söyledi.

Eylemde, “Atılan işçiler geri alınsın!”, “Yaşasın örgütlü mücadelemiz!”, “İşçiyiz, haklıyız, kazanacağız!”, “Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz!”, “Yılgınlık yok direniş var!” sloganları atıldı.

SY Kızıl Bayrak/İstanbul