Düzen gençliğe geleceksizlik
ve hücre duvarları vaad ediyor...
Teslim olmayalım!
Emperyalizme uşaklık, emekçilere Düzen cephesinde son dönemin tablosu, emperyalizme kölece bir bağımlılıkla
işçi ve emekçilere düşmanlığın çarpıcı bir aynasıdır. Ulusal
yaftası ile lanse edilen programın gerçek içeriği şimdi tüm açıklığıyla
ortadadır. Dünya Bankasının bir memuru ülkeye fiili başbakan olarak
atanmıştır. Düzenin göstermelik kurumları artık tümüyle bir yana bırakılmıştır.
Emperyalizmin memuru Derviş onların doğrudan iradesini temsil ettiğinden
dolayı tüm düzen kurumları önünde hizaya durmaktadır. Bunun en çarpıcı
ifadesi 15 günde 15 yasa olmuştur. Emperyalistlerin verdiği
bu komutun gerekleri, tüm burjuva parti ve kurumlarının elbirliğiyle,
uşakça bir sadakatle yerine getirilmiştir. Emperyalist tahakküm öyle bir noktaya gelmiştir ki, artık ülkenin resmi
başbakanı ve bakanları ABD büyükelçisini ziyaret edip günlük raporlar
vermektedirler. ABD Başkanı, doğrudan düzenin iç siyasal kurumlarına
emirler yağdırmakta, sömürü ve soygun kararlarının hayata geçirilmesini
bizzat denetlemektedir. Emperyalistlere kölece uşaklığın ve emekçilere dönük kapsamlı yıkım
saldırının karşılığı birkaç milyar dolardır. Bu birkaç milyar dolar
düzen cephesinden tam bir bayram havasıyla karşılanmış, işçi ve emekçi
kitlelere bir kurtuluş umudu olarak gösterilmiştir. Oysa bu birkaç milyar
dolar gerisin geri işçi ve emekçilerin soygunu ile emperyalisterin kasalarına
dönecektir. İşçi ve emekçilerin önüne yeni yıkım paketleri olarak konulacaktır. Gençliğe karanlık ve geleceksizlik! Düzenin kapsamlı yıkım programı, tüm ezilenlere olduğu gibi gençliğe
de yıkım ve geleceksizlik öngörmektedir. Krizin ilk faturasıyla beraber ilk önce küçük ve orta boy işyerlerinde
çalışan genç işçiler kapı dışarı edilmiştir. Halen kapı dışarı edilmeyenlerse,
işsizlik tehditiyle zaten ağır olan çalışma koşulları daha da ağırlaştırılmış
bir biçimde çalışmaya devam edebilmektedirler. Asgari ücretin altındaki
ücretler, krizle erimesi yetmiyormuş gibi, ya daha da düşürülmekte ya
da hiç ödenmemektedir. Diğer yandan, büyük ölçekli fabrikalarda yapılan
kitlesel tensikatların ardından alınan genç ve çocuk yaşta denebilecek
işçiler, düşük ücret ve hiçbir sosyal hak tanınmaksızın azgınca sömürülmektedirler. İşçi ve emekçi çocukları, ailelerinin yaşadığı büyük yoksullaşma nedeniyle,
artık üniversitelerin kapılarını dahi göremeyecek bir hale getirilmişlerdir.
Onları artık doğrudan işsizlik beklemektedir. Halen okumakta olanlar
ise üniversitelerden kapı dışarı edilmektedir. Bugün hiçbir işçi-emekçi
çocuğu okul giderlerini karşılayacak durumda değildir. Yıkım programı, diplomalı işsizliği de artık olağan bir durum haline
getirmiştir. Formasyon ve uzman mühendislik saldırılarıyla üniversiteler
de artık ucuz işgücü ve diplomalı işsiz yetiştirme merkezleri haline
gelmişlerdir. Emperyalizmin sadık uşakları, işçi ve emekçilere yıkımdan başka birşey
vermezken, gençliğe de geleceksizlik ve karanlık vaadetmektedirler. Sosyal yıkıma faşist terör eşlik ediyor! Büyük bir acımasızlık ve pervasızlıkla uygulanan sosyal yıkım programı,
sınırsız bir faşist zor ile tamamlanmaktadır. Çünkü böylesine kapsamlı
bir yıkım programına işçi ve emekçi kitlelerin boyun eğdirilmesi gerekmektedir.
Bu nedenle emperyalist karargahlarda hazırlanan program faşist eylem
planlarını da içermektedir. Öyle ki, emperyalistlerin mali polisi İMFnin
memurlarının yanısıra CİA gibi kanlı teşkilat memurları da devlet kapılarını
arşınlamaktadırlar. Sosyal yıkım paketine ilişkin kararlılık gösterilerine
tehdit yüklü mesajlar eklenmektedir. Askeri darbe sopası sık sık öne
sürülmektedir. Krizin yıkıcı sonuçlarına karşı alanlara çıkan işçi ve emekçiler polis
zoru ile karşılanmaktadır. Yıllar önce hazırlanan İller İdaresi Yasası,
Kriz Yönetim Merkezi gibi faşist yasa ve kurumlaşmalar su yüzüne çıkarılmakta,
fiili sıkıyönetim kararlarıyla alanlar yasaklanmaktadır. Gözaltılar,
tutuklamalar, sürgün ve soruşturmalar kitlesel biçimlerde uygulanmaktadır. Sosyal yıkımı hayata geçirmek için Düzen cephesi geleceğini sosyal yıkım programına bağlamış durumdadır.
Sosyal yıkım programını ise hücre saldırısına... Nasıl ki, sosyal yıkım programı emperyalist karargahlarda hazırlanmış
stratejik bir plana göre gerçekleştiriliyorsa, hücre saldırısı da bu
planın temel parçalarından biri olarak uygulamaya sokulmuştur. Çünkü
işçi ve emekçilerin yıkımının önünün açılması, devrimci tutsaklar şahsında
devrim davasının teslim alınmasına bağlı görülmektedir. Bu gerçek emperyalistlerin
paralı uşakları tarafından da sık sık çarpıcı ifadelerle ortaya konulmuştur.
Bu, hücre saldırısının temelde emperyalizm ve işbirlikçi burjuvazi tarafından
sınıfsal bir varoluş sorunu olarak görüldüğünün açık göstergesidir.
Devrimci tutsaklara karşı sergilenen gözü dönmüşlüğün ve barbarlığın
arkasında bu vardır. Emperyalist-kapitalist düzenin geleceği, işçilerin, emekçilerin ve
gençliğin geleceksizliğidir. Dolayısıyla devrimci tutsakların cesetleri
çiğnenerek düzenin geleceği güvenceye alınmaya çalışılmaktadır. Düzenin karanlığına ve hücre duvarlarına Bugün işçi-emekçi ve gençlik kitlelerinin önünde yaşamsal bir sorun
durmaktadır. Eğer düzenin sosyal yıkımına ve hücre saldırısına karşı
konulamazsa, sonuç karanlığa ve geleceksizliğe teslimiyet olacaktır.
Buna izin vermemenin yolu her alanda mücadeleyi yükseltmekten geçmektedir. Bunun için öncelikle yaşamın her alanında birleşmek ve her düzeyde
örgütlenmek zorundayız. Son 1 Mayısta alanlara çıkan onbinler
mücadelenin yolunun nasıl açılacağını göstermişlerdir. İşçiler, emekçiler
ve gençlik 1 Mayıs alanlarında birleşmiş, sermayenin sosyal yıkım ve
hücre saldırısına karşı hep birlikte öfkelerini haykırmışlardır. Şimdi,
1 Mayıs ruhuyla safları sıklaştırmak, öfkemizi sermayeye karşı birleşik-militan
bir mücadelede ortaklaştırmak durumundayız. Artık bunun için kaybedecek
tek saniyemiz yoktur. Eğer gelecek ve insanca bir yaşam istiyorsak,
örgütlü bir tarzda mücadele barikatlarında yerimizi almalıyız. Sokağa, eyleme, özgürleşmeye! (Ekim Gençliğinin Mayıs 01 tarihli 46. sayısının kapak
yazısıdır...)
Formasyon saldırısı üzerine
95-96 yılında saldırılar yoğunlaştı. Önce sınıf öğretmenliği diploması
verilmeyip, diğer diploma da parayla satılır hale gelmeye başladı. Pedagojik-formasyon
adı altında öğretmenlik artık alınıp satılan bir meta haline geldi.
Okulu bitirmek, 4 sene boyunca ağır ders müfredatları altında ezilmek
yeterli olmadı. Varolan tepkisizlikten, suskunluktan cesaret alarak
bu saldırıyı daha da boyutlandıran YÖK, bu hakkı tamamen öğrencilerin
elinden almış durumda. Bahane olarak ta öğretmen açığı yok, gibi gayet
gülünç dedikodular yayıyor bir yandan da. Ancak Eğitim-Sen'e göre, gerçekte
öğretmenler açık yüzünden iki kat fazla çalıştırılır hale getirilmişler.
Varolan öğretmen sayısının yarısı kadar bir açık olduğu da bilinen bir
gerçek. Şimdi asıl nedenlere gelelim: Bir taşla bir sürü kuş vurmayı artık adet haline getiren sermaye sınıfı,
bu yasayla hem memur sayısını azaltmayı, saldırıyı hayata geçirirken
de olabildiğince öğrenciyi soymayı ve onlara işsizler ordusunun yolunu
göstermeyi hedefliyor. Suskunluk kırılamazsa bunda hiç te zorlanmayacak. Ne yapmalı? Nasıl yapmalı? Öncelikle bilinçli, öncü öğrencileri mücadeleye çekip bir bilinçlendirme
faaliyeti başlatılmalı. Öğrencilere sorun ayrıntılarıyla anlatılıp,
bu saldırının hayati önemde olduğu, doğrudan geleceğimizin elimizden
alındığı, ve bizi işsizler ordusuna diplomamızla gitmeye mahkum ettiklerini
anlatmalıyız. Ulaşılan öğrencilerle birliktelik sağlanmalı (sayı başlangıç
için hiç önemli değil). Bu saldırının diğer saldırılardan bağımsız olmadığı,
saldıranın bir sınıf olduğu, saldırıların geleceğimize olduğu unutulmamalıdır. Ayrıca her ne kadar hak arama mücadelesi sözkonusu olsa da sonuçta
bir siyasal yapıya karşı olduğu için, verilen mücadelenin siyasal bir
mücadele olduğu akıldan çıkarılmamalıdır. Bu unutulursa sonuca ulaşılamayacağı,
ulaşılsa bile kazanımın kalıcı olamayacağı yeterli açıklıktadır. Diğer üniversitelerin Fen Edebiyat fakülteleri ile iletişim kurularak
bu ortak soruna karşı birleşik eylemler örgütlenmeli, her üniversitede
formasyon hakkının gaspına karşı birliktelikler oluşturulabilmelidir. Aynı zamanda, bu saldırı öğrenci gençliğin diğer sorunlarıyla da birleştirilerek,
diğer fakültelerle de ilişki kurulmalıdır. Bunlar bu saldırıya karşı
örgütlenecek tepkinin Fen Edebiyat Fakültesi ile veya bir üniversiteyle
sınırlı kalmaması, tepkinin hapsolmaması için son derece hayati bir
önem taşımaktadır. (Ekim Gençliğinin Mayıs 01 tarihli 46. sayısınından
alınmışır...)
Uzman mühendislik saldırısı
ve görevlerimiz
Üniversiteyi bitirdikten sonra çoğumuzun iş bulamadığı, kendi bitirdiğimiz
bölümle alakası olmayan işlerde çalıştığımız yetmezmiş gibi, uzman
mühendislik saldırısıyla bize tamamen işsizlik dayatılmaktadır. Yapı denetiminin özel şirketlere ve uzman mühendislere devredilmesiyle
sözde yapılaşma sorununu çözmeyi planlıyorlar. Özel şirketler tarafından
daha fazla kâr elde edebilmek, maliyeti düşürmek için yapılan dayanıksız
yapıların denetimi, yine özel şirketlere devredilmek istenmektedir.
Bu binaları yapanlara, insan hayatını hiçe sayarak malzemeden çalanlara,
inşaat malzemesinde deniz kumu kullananlara izin veren belediye imar
ve iskan müdürlükleri yerlerini özel şirketlere bırakacak. 601 sayılı KHKya göre, uzman mühendis ve uzman mimar diploması
ve belgelerine sahip olmayanlar Türkiyede mimar veya mühendis
ünvanı ile çalışamazlar. Yani 4 yıl sonra mezun olduğumuzda elimize
alacağımız kağıt parçasının hiçbir değeri kalmıyor. Peki nasıl sahip olunuyor bu uzman mühendislik belgesine? İlgili meslek
odalarınca belirlenen ve TMMOBun onayladığı uzmanlık alanları
ile ilgili konularda sınava tabi tutularak. Sözde meslek odaları tarafından
yapılan sınavın yedi üyeli komisyonunda üç üye Bayındırlık ve İskan
Bakanlığından, 3 üye YÖK tarafından, yalnızca bir üye TMMOB tarafından
tarafından belirlenmektedir. Yüksek öğrenimini tamamlayan ve diploma
alan öğrencilerin öğrenimlerinin bittiği ve YÖKle bağlantılarının
bulunmadığı düşünüldüğünde, YÖK gibi bir kurumdan üç üye bulunması,
buna karşın TMMOBun üye sayısının sadece bir olması, bu örgütlülüğün
işlevsiz kılınmaya çalışıldığının göstergesidir. Sadece bununla da bitmiyor. Sınava girmenin ön koşulları da var. Bunlar; Zaten öğrenim süresince yapmış olduğumuz zorunlu stajlar yetmiyormuş
gibi, şimdi de 5 yıl staj dayatıyorlar bize. Üniversitelerde mesleki bilginin yeterli verilmediği, bilimsel eğitimden
uzak olunduğu, uygulamalı eğitimin olmadığı göz önünde bulundurulursa,
sorunun sermaye için bilim üreten üniversiteler ve eğitim sisteminden
kaynaklandığı açıkça görülmektedir. Tabii ki bu sorunun çözümü sermaye
devletinin kendi çıkarına ürettiği beş yıllık staj değildir. Staj sömürüsü
herşeyden önce, ucuz işgücü, sigortasız, sosyal güvenceden yoksun çalışmadır.
Sermaye iktidarı işsizler ordusunu daha da genişleterek dilediğinde
çok ucuza çalışabilecek mühendisler ve mimarlar istemektedir. Yine bu tasarıya göre mesleklerinde 12 yılı doldurmuş bulunan mühendis
ve mimarlara uzman mühendis ve mimar diploması varilmektedir. Türkiyedeki
eğitim sistemi ve üniversitelerin durumu göz önüne alındığında, çalışılan
yıl sayısının uzmanlık için bir kriter olamayacağı açıkça görülmektedir.
Ayrıca meslek alanında yeni olan, ama mesleğini çok iyi yapan insanlar
olduğu gibi, yine yaşadığımız depremlerde görüldüğü üzere, iskambil
kağıtları gibi yıkılan binaları yapan sözde deneyimli insanlar
da vardır. Bu KHKnın çıkış amacı depremken, inşaat alanı dışında bulunan
birçok odayı da kapsıyor. Isıtma, soğutma, havalandırma, klima vb. uzmanlık
konularının hepsinde beş yıl deneyim şartı aranacak. Bu KHK ile amaçlanan; yapı denetiminin özel şirketlere devredilmesi,
staj sömürüsünün yoğunlaştırılması, mühendislerin ucuz işgücü haline
getirilmesi, meslek odalarının muhalif kimliğinin ve örgütlülüğünün
ortadan kaldırılmasıdır. Bu saldırı sermayenin toplumu geleceksizleştirmeye yönelik saldırılarının
bir parçasıdır. Bu talepler etrafında TMMOBla, meslek odalarıyla ortak bir mücadele
zemininde buluşarak, uzman mühendislik saldırısına karşı
birlikte mücadele vermeliyiz. (Ekim Gençliğinin Mayıs 01 tarihli 46. sayısınından
alınmışır...)
Uzman mühendislik saldırısı
Bu tarihten itibaren mesleğini nitelikli olarak kullananlar, ortak
kuralları hiçe sayarak, etiği bir tarafa bırakarak ranttan nasıl olursa
olsun pay olmak isteyenler, farklı amaçlar içine girdiler. Bizler de,
KTÜ Mimarlık-Mühendislik Fakültesinde okuyan öğrenciler olarak;
KHKların içeriklerini inceleyip, Trabzon Mimarlar Odası ile bu
konuları görüşüp ve TMMOBnin yayınlarından araştırmalar yaparak,
ulaştığımız sonucu hem kendi üniversitemizdeki öğrencilerle tartışmak,
hem de ülke çapında diğer arkadaşlarımızla paylaşmak istedik. Trabzonda görüştüğümüz Mimarlar Odası Başkanı daha çok 595 sayılı
KHK ile ilgili görüşlerini ve kabul edilemezliğini aktarsa da, bize
sundukları kaynaklar sayesinde her iki KHK ilgili olarak odaların görüşleri
hakkında genel bir fikir sahibi olduk. Siyasi iktidar, deprem yıkımlarının neredeyse tek sorumlusu olarak
teknik elemanları görmüş, diğer herşeyi göz ardı ederek, sadece teknik
elemanlara çeki düzen vermek amacıyla peşpeşe kararnameler çıkarmış
ve bunları yürürlüğe koymuştur. Bir yanda imar afları çıkaran, deprem
sonrası hasar gören yapılara kaçak olup olmadığına bile bakmadan 595e
bağlı genelgelerin satır aralarında imar afları getiren, hazine arazilerini,
üzerlerindeki kaçak yapı sahiplerine peşkeş çeken siyasi iktidarın ciddi
ve etkin bir yapı denetiminden yana olduğunu düşünmek mümkün değildir.
Ciddi bir yapı denetimi oluşturmanın yolu; zaten suçladığın mimar ve
mühendislerin yanına bir de ne olduğu, kim olduğu belli olmayan %49
sermaye katarak Yapı Denetim Kurulu oluşturmak olmaz. Mesleki ve bilimsel denetimi meslek odasının disiplini altında tutan
ve mimar-mühendisleri inşaat sahibinin ücretli elemanı olmaktan çıkartan,
kamusal hizmet statüsünde görev yapmalarını sağlayacak bir düzenleme
yerine, depremleri felakete çeviren bilim dışı yapılaşma ve alışkanlıklar
bu kez piyasa ilişkileri içinde sürdürülmek istenmektedir. Görülüyor
ki 595 sayılı KHK, gerçekten güvenilir yapılar üretmek yerine, ayrıcalıklı
kişi ve kuruluşlara yeni kazanç kapıları açmayı amaçlamaktadır. KHKnın 18,19, 20, 21, 22, 23. maddelerine baktığımızda, yapılan
düzenlemeyle Yapı Denetim Kurulu(YDK)na, sorumluluktan kurtulmalarını
sağlayacak çeşitli olasılık ve bağışıklıklar öngörüldüğü anlaşılmaktadır.
Ayrıca yapı müteahhidi, gerek KHKnın 2. maddesinde gerekse tamamında,
neredeyse bütünüyle sorumluluk dışı bırakılmıştır. Bu, bugüne kadar her isteyenin sorumsuzca müteahhitlik yapabildiği
denetimsiz koşulların devamı anlamına geliyor. İMF, Dünya Bankası ve
Dünyü Ticaret Örgütü politikalarına teslim olan iktidarların kendine
halkın sorunlarını değil fakat sermayenin kazançlarını dert ettiğini
ortaya koyuyor. KHKnın hazırlandığı süreçte TMMOBnin dikkate
alınmamasının yanısıra, içeriğindeki odalarla ilgili maddeler incelendiğinde,
odaların demokratik karakteri ve birikimlerinin, bağımsız bir meslek
alanı ve kuruluşu olma niteliğinin yokedilmeye, işlevsizleştirilmeye
çalışıldığını görüyoruz. Tabii bunun yanında, daha önce de belirttiğimiz
gibi, teknik uzmanların örgütlü gücü yokedilerek inşaat sahibinin ücretli
elemanı haline getirmek, asıl amaçlanan şeydir. Sözkonusu KHKlarla ilgili görüşlerine başvurduğumuz Trabzon Mimar
Odaları tarafından bize verilen Mimarlar Odası İstanbul şubesine ait
Mimarlara mektup başlıklı yayında şöyle denilmektedir: ... kontrol güçleri ve iktidarlar, temel sorunu görmezden gelerek
ilkel bir biçimde, politik ve mali sorumluluğu... atmayı sağlamaya çalışmaktadırlar.
Bu anlamda yapı üretim ve denetim ortamına ilişkin yapısal reform beklentilerimiz
boşa çıkmış, ilgililere ve kamuoyuna sunduğumuz "oda" yaklaşımları
göz ardı edilerek, 595 ve 601 sayılı KHKlar yönetmelikleri ile
uygulamaya ilişkin, içeriksiz genelge yığınları dayatılmaya çalışılmıştır.
Bu bağlamda anayasal bir meslek kuruluşu olarak odaların görev ve yetki
alanına müdahale edilmiş... konunun asıl unsuru olan meslek odaları
edilgen bir yapıya dönüştürülmüştür. Özetlememiz gerekirse, 595 sayılı Yapı Denetimi Kararnamesi ile Kamusal
Denetim ve Sorumlulukta olması gereken yapı denetimi, özelleştirilmiş
ve kamu yetkisi özel şirketlere devredilmiştir. 6235 sayılı TMMOB yasasına göre, mesleği ilgilendiren bütün kurallar
ancak meslek odaları tarafından belirlenebilirken, Yüksek Fen Heyeti
meslek kurallarını belirlemeye başlamıştır. Bu durumda, amacın hiç de
kamu yararına değil tamamen sermaye sahiplerinin çıkarları doğrultusunda
olduğu görülmektedir. Bizler için can alıcı önemde olan 601 sayılı uzmanlığın stajı kararnamesi,
eğitim süresinden daha uzun bir staj süresi dayatmaktadır. Oysa biliyoruz
ki stajla uzman olunamaz. Staj, eğitimi tamamlayan bir çalışmadır. Mevcut
eğitim sistemi değiştirilmeden, niteliği ile ilgili hiçbir ilerleme
sağlanmadan, kalite sorununun çözümü kararnamelerle odalara bırakılmaktadır.
KHKlardaki bu tutum, mevcut öğrenim sisteminin yetersizliğinin,
anti-bilimselliğinin bir ifadesidir. Beş yıl staja mahkum edilen Mimarlık-Mühendislik Fakültesi mezunları,
bu beş yıl boyunca; öğrenim döneminden daha sancılı, sosyal güvenceden
yoksun ucuz iş gücü olarak çalışmak durumundadırlar. Zira stajı bitirmek
zorunluluğu nedeniyle, bu durumu kabullenmekten başka bir yol olmayacak
önlerinde. Staj sonrası en az birer haftalık kurslar ve sınavlarla uzman olabilirler.
Oysa odalar, meslek eğitimi sonrası teknik gelişmeleri, bilimsel anlayışları
aktarmak; üyesini, çağın gerekleriyle karşılaştırmak anlamında eğitim
verir. Bu da meslek içi eğitimdir. Bu eğitim programı lisans üstü eğitimle,
doktora programlarıyla daha çok akademik çalışmalarda uzmanlığı ifade
eden bir uzmanlık kavramını anlatmaz. Odanın verdiği eğitim programı
sertifikayla belgelenir, bir uzmanlık getirmez, bir bilgi birikimini
ifade eder. Son olarak, yapı denetim şirketlerinde, hisselerin %51inin uzman
mimar-mühendislere ait olması öngörülmektedir. Bu, geriye kalan %49
hissenin, teknik formasyon dışı kişilere ait olacağı ve dolayısıyla
bu tür kişilerin ticari amaçlarla yapı denetimi içinde yeralabileceği
sonucunu getirmektedir. Bu durumda nasıl bir "sağlıklı denetim"
olabileceği ortadadır. Sağlanan bu olanakla, kaçak yapılaşma konusunda
tescilli olanların bu şirketlere sahip olma eğilimine gireceklerinden
kuşku duyulmamalıdır. Bütün bu uygulamalar biz Mimarlık-Mühendislik Fakültesi öğrencilerini
ve doğuracağı sonuçlar bakımından Mimarlar-Mühendisleri, TMMOBni
ve bir bütün olarak halkı olumsuz yönde etkilemektedir. Her ne kadar
anayasaya aykırılığı ve yukarıda belirttiğimiz nedenlerle KHKlara
karşı iptal davası açılmış olsa da, sermayenin, İMFin, DBnin
istekleri, saldırıları bitmeyecek ve farklı alanlarda farklı şekillerde
karşımıza çıkacaktır. Geleceğimize sahip çıkmazsak hiçbir geleceğimiz olmayacak, kalamayacak.
Bu gerçekle içerden ya da dışardan bizleri yoketmeye, bugünümüzü ve
yarınımızı hücreleştirmeye yönelik her türlü saldırıya karşı çıkmalı
ve mücadele etmeliyiz. KTÜ Mimarlık-Mühendislik Fakültesi öğrencileri/Trabzon
Soruşturma ve hukuk terörüne izin vermeyeceğiz!
Son dönemde tırmanan soruşturma terörüne karşı üniversitedeki öğrencilerle
biraraya gelerek neler yapabileceğimiz tartışıldı. Geniş katılımlı bu
toplantının ardından DKÖlerin de desteğiyle Buca Eğitim Fakültesi
ana giriş kapısı önünde basın açıklaması yapıldı. Basın komitesinin
hazırladığı bildiriler Dokuz Eylül Üniversitesinde dağıtıldı.
Ayrıca çağrı metinleri demokratik kitle örgütlerine, siyasi partilere
ulaştırıldı. 17 Mayısta hazırlanan, taleplerimizin yazılı olduğu dövizler
okul kantininin çeşitli yerlerine asılarak eylem başlatıldı. Soruşturma
terörü durdurulsun, Disiplin yönetmelikleri iptal edilsin,
Soruşturma kurulları dağıtılsın, YÖK kaldırılsın,
Bütün soruşturmalar sonuçlarıyla birlikte geri alınsın taleplerinin
yazılı olduğu dövizlerle ve sloganlarla ana giriş kapısına yönelindi.
Uzaklaştırma alan arkadaşlar, DKÖ temsilcileri, basın girişte bizi karşıladılar. Ana giriş kapısı önünde 200 kişilik bir kitle tarafından YÖKe
hayır!, Soruşturma terörü durdurulsun!, Paralı
eğitime hayır!, Baskılar bizi yıldıramaz!, Yaşasın
özerk-demokratik üniversite mücadelemiz, Kurtuluş yok tek
başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz!, YÖK kalkacak, polis
gidecek, üniversiteler bizimle özgürleşecek!, Polisle idare
işbirliğine son! sloganları atıldı. Basın açıklamasında polis-idare
işbirliği teşhir edildi ve örgütlü mücadeleye vurgu yapıldı, yanısıra
şunlar söylendi: 12 Eylül darbesinin artığı gerici, faşist, askeri mantığın ürünü
olan bu saldırılarla amatçlanan çok açıktır. Düşünen, sorgulayan, düşüncesini
ve farklılığını ortaya koyanların sesini bastırmak ve muhalefeti sindirmektir. Ama tarihsel derslerden çıkardığımız bir sonuç var ki, bu tür sindirme,
yıldırma, ehlileştirme politikalarının kaybedeceği ve muhalefetin her
zaman varolacağıdır. Bedel ödeme bilinciyle ve her seferinde daha fazla
güç daha fazla yürek olursak başlattığımız eylemleri aynı cüret ve kararlılıkla
sürdürürsek kazanan biz olacağız. ÖDP ve CHP ilçe örgütlerinden temsilciler de yaptıkları konuşmalarla
bizlere desteklerini sundular. Basın açıklamasının okunmasının ardından
tekrar okula yönelindi. ÖGB ve sivil polislerin içeri almama saldırısı
kitlesel bir tarzda boşa düşürüldü. Baskılar bizi yıldıramaz!,
ÖGB-polis idare işbirliğine son!, F tipi üniversite
istemiyoruz! sloganlarıyla okul içinde yürüyüş başlatıldı. Konuşmalarla
saldırılar teşhir edildi. 200 kişilik öğrenci kitlesiyle İMYO önünde 1 saat kadar oturma eyleminin
ardından müdürlüğün bulunduğu binaya gidilerek talepler tekrar dile
getirildi. Eylem çağrılarla sona erdi. Dokuz Eylül Üniversitesinde son dönemde yoğunlaşan saldırılara
karşı anlamlı bir eylemle yanıt verildi. Fakat eylem komitesinin inisiyatifi
koruyamaması, kendiliğinden fiili bir işgalin oluşu vs. ciddi zaaflardı.
Bizler kendiliğinden olanakları değerlendirmenin yanısıra kendiliğindenciliğin
önüne geçmeyi de politik bir bakışla ele almalıyız. Önümüzdeki dönem
geniş platformlar örgütleyerek sürece müdahale etmeliyiz. Yaşasın örgütlü mücadelemiz! DEÜ Ekim Gençliği/İzmir |
|||||