4 Mart ruhu ile püskürtülebilir 4-5 Mart 1998de Kızılay direnişiyle püskürtülen sahte sendika
yasası, bir kez daha kamu emekçi hareketinin önüne dikilmeye çalışılıyor.
Ve kamu emekçileri bir kez daha yasayı püskürtme bilinciyle sokaklara
çıktılar. Yasanın görüşülmeye başlandığı haberlerinin akabinde, saldırı
ülke çapında protesto edildi. Hemen ardından da Ankara mitingi kararı
alındı. Sendika yöneticilerinin yaklaşık bir hafta sürecek yürüyüşünün
ardından, 26 Mayıs Cumartesi günü kamu emekçileri Ankarada buluşacaklar. Ama öncelikle, yasanın neden şimdi tekrar gündeme getirildiğine bakmak
gerekiyor. Oldukça ciddi bir krizle boğuştuğu bir sırada ve Ölüm Oruçları gibi
ek sorunlar da yaşıyorken, siyasal iktidarın daha akılcı davranması,
ek sorunlardan olabildiğince kaçınması beklenir. Oysa sahte sendika
yasasında, kamu işçilerine sıfır zam dayatmasında vb. görüldüğü gibi,
tam tersi bir tutum içindedir. Burjuvazi bu tür saldırıların sorunlarını
artıracağını göremeyecek kadar bilinçsiz olmadığına göre, hak gasplarının
ciddi bir sorunla karşılaşmadan gerçekleştirilebileceği
hesabında olmalıdır. Bu konuda belli güvencelere sahip olmalıdır.
Kamu işçisi için Türk-İş üzerinden böyle bir ihanetin yaşandığı ortadadır
ve kamu işçisi de büyük oranda bunun farkındadır. Zaten işbirliği ve
ihanet bu sendikanın kuruluş biçimi ve amacında bulunmaktadır, sınıf
tarafından da tescil edilmişt. Türk-İş CİAnın kurdurduğu ve beslediği
paravan bir örgüt, burjuvazinin işçi sınıfı içindeki Truva atıdır. Kamu emekçi sendikaları ise, sermaye iktidarı ile dişe diş bir mücadele
içinde kurulmuş, bu mücadelenin fiili kazanımları olarak hayat bulmuş
öz örgütlülüklerdir. Yaşadığı gerileme ne olursa olsun, Türk-İş ile
kıyaslanabilir bir açık ihanet kalesi olduğu söylenemez. Ancak sistem
buna rağmen ve kendisi için böylesine kritik bir süreçte kamu emekçilerine
saldırıyı göze alabiliyorsa, yine de güvendiği bir şeyler
olmalıdır. Sisteme güven verenin, kamu emekçi sendikalarının reformist
yönetimleri olduğunu belirtmekten kaçınmamak gerekiyor. Reformizmin
KESK üzerindeki hakimiyetinin yeni olmadığı, dolayısıyla bunun, saldırının
bugün gündeme getiriliyor olmasına yeterli gerekçe yaratmayacağı düşünülebilir.
Ama böyle bir düşünce reformizmin bu süreçte geçirdi&crren;i evrimi
gözardı etmek olacaktır. İMF-TÜSİAD yıkım programlarını uygulamakla görevlendirilmiş olan 57.
hükümetin iki yıllık icraatına bu açıdan bir gözatalım. İşçi ve emekçileri
tam bir yıkıma, ülkeyi tam bir emperyalist boyunduruk ve sömürüye mahkum
etme amaçlı bir programın sorunsuz uygulanabilmesi için, bir direnişe
önayak olabilecek güçlerin tasfiyesinin zorunlu olduğu açıktır. Bu açıklık
üzerinden sistem, iktisadi yıkım programını siyasal bir kıyım programıyla
paralel uygulamaya geçmiştir. Siyasal kıyım programının özünü azgın bir devlet terörü oluşturmakla
birlikte, bu saldırı, hedeflediği siyasal oluşumlara bağlı olarak, esasta
iki ayrı koldan yürütüldü, halen de yürütülmektedir. Birincisi, devrimci
hareketin imha yöntemiyle tasfiyesi ve teslim alınmasıdır.
İkincisi, devrimci harekete yönelik bu imha saldırısıyla basınç altına
alınan reformist hareketin daha fazla düzene entegre edilmesidir. Süreç,
devrimciler konusunda olmasa da, reformizm üzerinde büyük oranda amacına
ulaşmış durumdadır. Özellikle de zindan katliamlarıyla büyük mesafe
kaydetmiş bulunuyor. KESK yönetimine hakim ÖDP reformizminin 19 Aralık katliamı sürecinde,
örgütlerine gönderdiği tutsak yakınlarına kapıların kapatılması
genelgesi bile, tek başına, sistemin aldığı mesafeyi açıklamaya yetecektir.
Sahte sendika yasası konusunda düzene cesaret veren, tam da katettiği
bu mesafedir. Teslim alınmış bir siyasal akım tarafından yönetilen sendikaları
tasfiye etmenin pek de zor olmayacağını hesaplıyorlar. Ancak bu hesapta,
başka bazı etkenler de bulunuyor ve bunlar da gözardı edilemeyecek önemdedir. Hesaba katılan etkenlerden biri, devrimci hareketin büyük oranda Ölüm
Oruçlarında kilitlendiği, dolayısıyla, kamu emekçilerinin saldırıya
karşı direnişini örgütleme ihtiyacına yanıt veremeyeceği tespitidir.
İkincisi, kamu işçisine yönelik sıfır zam saldırısının ihanet kolaylığıyla
(ama tabandan bu ihanete ve bu saldırıya karşı ciddi bir tepki de almadan)
hayata geçirebilmesinin yarattığı güven ve cesarettir. İşçi sınıfı ve
emekçiler cephesinden, kamu işçisinin sıfır zamma kolay kolay boyun
eğmeyeceği umudu ve beklentisi vardı. Dolayısıyla, kamudaki çatışmadan
teslim olma tutumu ciddi bir hayal kırıklığı yarattı. Düzene güven
aşılayan her gelişme, sınıfın özgüvenini zedeler. Kamu işçileri
cephesinden bir karşı koyuş, kamu emekçisinin sahte sendika yasasına
karşı mücadelesine, bir eylem birliğie maddi katkı sağlamasa bile, moral
güç verecekti. Şimdi kamu emekçileri sadece böyle bir moral destekten
yoksun kalmış olmuyor, kamu işçisi üzerinden yaşanan utanç verici teslimiyetin
moral bozukluğunun etkisi altında çıkıyor sokağa. Düzen cephesinin bu avantajlarına karşın, kamu emekçileri cephesinden
bunlara ek başka dezavantajlar da var ve hiç de küçümsenir şeyler değil. 1 Aralıka damgasını vuran kamu emekçi hareketi, daha sonraki
süreçte hızlı bir düşüş yaşadı. Sonrasındaki tüm genel eylemlere katılım
son derece sınırlı kaldı. Bu düşüşte, 1 Aralık eylemine yönelik soruşturma
ve cezalandırmalar kadar, bu saldırılara yanıt verilememesi de etkili
oldu. KESK bu süreçteki ataletiyle, sadece kendisine olan güveni değil,
kitlelerin özgüvenini de parçalamış oldu. Örgütüne güvenmeyen emekçi
kitlelerin, sistemin son derece acımasız saldırıları karşısında geri
çekilmesinde anlaşılmaz bir yan bulunmasa gerek. Tüm bu olumsuzluklara rağmen, varlık-yokluk sorununu dayatan sistemin
bugünkü saldırısı karşısında, kamu emekçi hareketinin bir kez daha direniş
kararı verdiği görülüyor. Yasaya karşı ilk tepkilerin ortaya konulduğu
basın açıklaması eylemlerinde, 4-5 Mart direnişini hatırlatan sloganların
öne çıkarılması, en azından bu cephede kolayından bir teslimiyetin kabul
edilmeyeceğinin işaretlerini veriyor. Sınıf ve kitle hareketinin içinde bulunduğu durgunluk koşullarında,
kamu emekçilerinden gelen bu saldırıya karşı direnme kararının, her
zamankinden daha büyük bir önem taşıdığının görülmesi ve bu halkaya
tüm güçlerle yüklenilmesi gerektiği açıktır. Gerçek bir direniş yaşanacaksa
eğer, bunun, devrimci kamu emekçilerinin en ön saflarda çatışmasıyla
mümkün olabileceği bilinmeli, bu sorumlulukla davranılmalıdır. Hareketin
bugün düzene hatırlatmak suretiyle boyun eğmeyeceğinin kanıtı
olarak gösterdiği 4 Mart 98 direnişinin, 5 Martta KESK reformizminin
marifetiyle bitirildiği, bürokratların kitleyi alanda terkedip kaçtığı,
bu yetmiyormuş gibi, illerde Ankaraya direnişe katılmak üzere
gitmek için gece vakti toplanmış kitleleri dağıttığı asla unutulmamalıdır.
Bir heket kendi tarihinden öğrenmeyi başardığı oranda kazanmayı da başarabilir.
KESKin Ankara yürüyüşü başladı... Sahte yasayı püskürteceğiz!
22 Mayıs günü Kartal Meydanında yapılan basın açıklamasıyla yürüyüş
devam etti. KESK Başkanı Sami Evren yaptığı konuşmada, sahte sendika
yasasını geri çektireceklerini, bu yasaya karşı mücadelelerini sonuna
kadar kararlılıkla sürdüreceklerini söyledi. Konuşmanın ardından Kartal Köprüsüne doğru yürüyüşe geçildi.
Yürüyüşe yaklaşık 500 kamu emekçisiyle birlikte çeşitli sendika ve demokratik
kitle örgütü temsilcisi de katıldı. E-5 karayoluna kadar fabrikaların
bulunduğu sokaklardan yüründü. E-5e varıldıktan sonra otobüslere
binilerek Kaynarcaya hareket edildi. Kaynarcada arabalardan inilerek kısa bir yürüyüş yapıldı. Yürüyüş
boyunca Sahte sendika yasasına hayır!, Sahte yasayı
püskürteceğiz!, Parasız sağlık, parasız eğitim, Silaha
değil eğitime bütçe! vb. sloganları atıldı. Ardından otobüslere
binilerek Gebzeye hareket edildi. SY Kızıl Bayrak/ Kartal
Enerji-Yapı Yol Sen: Sahte sendika yasasına direneceğiz!
Siyasi iktidarın yeni bir saldırısıyla karşı karşıyayız. Emperyalizmin
istekleri doğrultusunda ülkemizi sermaye sınıfı için dikensiz gül bahçesine
çeviren siyasi iktidar, toplumsal muhalefeti susturacak yasal düzenlemeleri
ve uygulamaları peşpeşe sürdürüyor. Bunun son örneği TBMMye sunulan
Kamu Görevlileri Sendika Yasa Tasarısıdır. Bu tasarı uluslararası
normlara ve mücadelemizle kazandıklarımıza aykırı, içeriğiyle anti-sendikal
bir yasadır. Haziran ayı öncesindeki ILO genel kuruluna yetiştirilmek
üzere TBMMde tasarıyı yasalaştırmayı planlayan hükümet, bugüne
kadar kamu emekçilerinin haklı tepkilerini duymazlıktan geldi. Çünkü
devlet güdümlü sendikal anlayış, bir payanda olarak iktidara destek
veriyor, yasanın bir an önce çıkması için iktidar ortağı bir partinin
de desteğiyle çalışma yüuuml;tüyor. Aslında şu anda yürürlükte olan ve parlamentoda onaylanmış bulunan
87, 98 ve 151 sayılı İLO Sözleşmeleri gereği kamu çalışanlarının grev
ve TİS haklarının var olmasına rağmen, siyasi iktidar uzun yıllardan
beri yarattığı kriz ortamının da yardımıyla çalışanların bilincini karartmakta,
ANAYASAL gerekçeleri ileri sürerek bu hakkın kullanılmasını engellemektedir.
Oysa ANAYASA grevli-toplusözleşmeli, özgürlükçü bir yasal düzenlemenin
önünde engel değildir. Eğer öyle olmasaydı, Plan ve Bütçe Komisyonunun
Meclis Başkanlığına diye sunduğu raporun 3. Paragrafında ILOnun
87, 98, 151 sayılı sözleşmelerine atıfta bulunularak, örgütlenme ve
toplu pazarlık haklarını kullanmak amacıyla sendikalarını kurdular itirafında
bulunulmazdı. Yine tasarının geçici 4. Maddesinde Tüm Bel Senin
Toplu Sözleşmelerine atıfta bulunularak
Kanunun yayımı
tarihine kadar memur temsilcileri ile toplu sözleşme imzalayan kamu
görevlileri hakkında idari, mali veya adli takibat yapılamaz, başlatılanlar
işlemden kaldırılır denilmezdi. Yeni yasaklar yaratmak için yasaları kullanmayı iyi bilenler, bu son
yasa taslağı içine sinsice yerleştirdikleri maddeler ile varolan haklarımızın
kullanılmasını da engellemek istiyorlar. Bunu gerçekleştirirken en büyük
desteği de geçmişte memurlar sendika kuramaz deyip bizleri
idareye ve yargıya ihbar edenlerden, siyasi iktidarın koltuğuna girip
çalışanların haklı ve meşru mücadelesini bölmeye çalışanlardan alıyorlar.
Yani KAMU-SENden. Ancak gerçekler gün gibi ortada: EMEK
PLATFORMU toplantılarında TİS ve GREV hakkı olmadan Sendika olmaz demek
zorunda kalanlar, şimdi bu yasa tasarısının meclisten geçme sürecinde
güçlerini olabildiğince tasarının bu haliyle geçmesi için kullanıyorlar. GREVSİZ TOPLU SÖZLEŞMESİZ YASAKÇI BU YASAYI KABUL ETMEYECEĞİZ. SENDİKALARIMIZI
YOK ETTİRMEYECEĞİZ. SAHTE SENDİKA YASASINA HAYIR! HAKLIYIZ KAZANACAĞIZ! KAMU ÇALIŞANLARI yıllardır dişleri ve tırnakları ile yarattıkları
sendikaları hükümete teslim etmeyecektir. Örgütlü mücadelemiz sendikalarımız
Toplu Sözleşme Hakkımızı kullanıncaya kadar, GREV hakkını alıncaya kadar
işyerlerinde, alanlarda devam edecek. 21 Mayıs 2001 günü İstanbuldan yürüyüşe başlayan Kamu Emekçileri
ile birlikte 26 Mayıs 2001 günü Kamu Emekçilerinin mücadele azmini iktidara
ANKARA KIZILAYda göstereceğiz. YASA TASARISINDA NELER VAR? 1- Toplu Görüşme düzeni öngörülüyor. Devlet şimdi olduğu gibi çalışma
koşullarını belirlemede tek yetkili. HER TÜR DEMOKRATİK DİRENME MEŞRUDUR! KESK/Enerji-Yapı Yol Sen
KESKin Ankara yürüyüşü sürüyor... Barikatları aşa aşa Kızılayı zaptedeceğiz!
Kamu emekçileri Bursaya girişte, DİSKe üye oldukları için
işten atılan ve bu yüzden 17 gündür fabrika önünde direnen 180 Üç Yıldız
işçisi tarafından coşkuyla karşılandı. Onlarla birlikte stadyum önüne
gelen kortej buradaki kitleyle birleşti. Yürüyüş basın açıklamasının
yapılacağı parka kadar coşkulu bir tarzda sürdü. Yürüyüşe gençliğin
katılımı da kitlesel oldu. Polis yoğun güvenlik önlemi almıştı. Basın açıklamasından sonra topluca
bir düğün salonuna gidildi. Konaklama işi halledildikten sonra ertesi
gün buluşmak üzere kitle dağıldı. 25 Mayıs sabahı Orhangazi Parkında
yapılacak basın açıklamasından sonra, yürüyüşçüler, tekel işçilerini
ziyaret etti. Ankara yolundaki 14. Karayollarının önünden uğurlanan
emekçiler Kestel ve İnegölde de yürüyüş yapacak. Daha sonra yürüyüş
Eskişehire doğru devam edecek. SY Kızıl Bayrak okuru/Bursa |
|||||