İsrail siyonizminin
vahşeti boyutlanıyor...
Filistin halkının direnişi sürüyor
İslamcı Hamasın eylemleri Siyonizmi sıkıntıya sokuyor ve
daha da saldırganlaştırıyor. Hamasın son intihar eyleminden sonra
İsrail F-16 savaş uçaklarıyla saldırıya geçti. Batı Şeriadaki
Nablus, Ramallah ve Tulkerm kentleri yoğun bir şekilde bombalandı. Bu
son saldırıyla beraber öldürülen Filistinli sayısı 500e yaklaştı.
Siyonizmin vahşeti yeni bir boyut kazandı. Taşlarla direnen Filistin
halkına karşı tank, top ve füzelerden sonra savaş uçakları da kullanılmaya
başlandı. İkiyüzlü barış görüşmeleriyle Filistin halkına köleliği dayatan
İsrail, bu arada Yahudilerin yerleştirilmesine de devam ediyor.
Bu, işgal edilen Filistin topraklarına her gün yenilerinin eklenmesi
anlamına geliyor. İşgalin yayılması ise direnişi büyütüyor. Acz içine
düşen siyonizm artık F 16 savaş uçaklarını da devreye sokmuş bulunuyor. Emperyalistlerin ikiyüzlü tavırları Halkları sözde diktatörlerden kurtarmak için (Yugoslavya, Irak vs.),
askeri seferler düzenleyen emperyalist güçler İsrailin katliamlarına
karşı tepki göstermek bir yana, destekler nitelikte tavır alıyorlar.
İntihar saldırılarını mahkum eden bu haydutlar, İsrail savaş uçaklarının
Filistin halkı üzerine bomba yağdırmasından dolayı sadece kaygı duyuyorlar. ABD emperyalizminin F 16ların kullanılmasına karşı çıkması sahtekarca
bir manevradan başka bir anlama gelmiyor. İsrail her adımını ABDnin
bilgisi dahilinde atıyor. ABDnin barıştan anladığı, özgürlüğü
için direnen halkın teslim alınmasıdır. Teslim olmadığı sürece, en acımasız
şiddetin uygulanmasına doğrudan ya da dolaylı desteğini esirgemez. Türk devletinin İsrail siyonizminin saldırılarına karşı göstermelik
de olsa tepki göstermemesi dikkate değerdir. ABD emperyalizminin Ortadoğu
halklarına karşı konumlanan bu iki ileri karakolu tam bir dayanışma
içinde. Türkiyenin İMF kapılarında dilencilik yaparken ABDdeki
Yahudi lobisinden destek alması, bu dayanışmanın bir başka örneği. Emperyalistlerin ikiyüzlü tutumu İsrailin saldırganlığını kolaylaştırıyor.
Beyrut Kasabı Şaronun sözcüsü, bombardımandan sonra yaptığı açıklamada,
F 16 savaş uçaklarının kullanılmasının ne ilk ne de son olduğunu vurgulayarak,
tehditler savurmayı sürdürüyor. Arap Birliği ülkelerinin utanç verici tutumu İntifadanın başlamasından sonra yaygınlaşan İsrail şiddeti, Filistinli
işçilerin İsraile gidip çalışmalarını engelleyerek ekonomik bir
ablukaya dönüştürüldü. Arap halklarının sokaklara taşan tepkisine rağmen,
işbirlikçi-gerici Arap rejimleri saldırılara karşı tutum almadılar.
İslam Konferansı Ülkeleri Örgütüyle beraber yaptıkları çağrılarda,
Filistinlilere uluslararası koruma gücü istemekten öteye geçemediler. Mısır, Suudi Arabistan ve Ürdün gibi ABD uşağı devletlerin Arap Birliği
Örgütündeki etkileri göz önüne alındığında, neden İsraile
karşı ciddi bir tepki vermedikleri anlaşılır. Bu ülkeler, ABDye
rağmen karar alma iradesinden yoksundurlar. Savaş uçaklarının Filistini bombalamasından sonra toplanan Arap
Birliği ülkelerinin dış işleri bakanları nihayet İsrail ile ilişkilerin
kesilmesi yönünde bir tavsiye kararı çıkardılar. Kahirede yapılan
toplantıda konuşan birlik sekreteri Amr Musa, bedeli ne olursa olsun
Filistin direnişinin süreceğini bildirdi. Böylece Arap Birliği, şimdiye kadarki en ileri kararı alarak, Arap
ülkelerine İsrail ile ilişkilere son verme çağrısı yapmış bulunuyor.
Bu kararın arkasında durmayacağı ise, aldığı diğer karara bakılarak
anlaşılabilir. Bu, Filistinlilerin korunması için acil bir uluslararası
koruma gücünün oluşturulması istemidir. Sorunun çözümü konusunda adım
atmaya niyeti olmayan Arap Birliği ülkeleri, işi uluslararası koruma
gücüne havale etmektedirler. İslam Konferansı Örgütü ise yalnızca BM Güvenlik Konseyini İsrailin
saldırıları karşısında harekete geçmeye çağırdı. Müslümanlık adına oluşturulan
bu örgütün de İsrailin vahşi saldırılarına karşı harekete geçmek
gibi bir niyeti yok. *** Çatışmaların aldığı boyut, siyonistlerin yıkım ve vahşet saldırılarını
daha da yoğunlaştırmasını getirecek. Ancak, daha ağır bedeller ödemek
zorunda kalsa da, artık Filistin intifadasını bastırmak, Filistinli
emekçileri teslim almak mümkün değildir. 8 aylık direniş süreci bunu
tüm açıklığıyla ortaya koymuştur. Ortadoğunun emekçi halklarının
Filistin halkına sunacağı destek, emperyalizme ve onun bölgedeki maşası
siyonizme karşı yakılan mücadele ateşinin daha da büyütülmesi, tüm Ortadoğu
halklarının özgürleşmesi yönünde atılmış önemli bir adım olacaktır.
Avrupada Ölüm Orucu Direnişiyle
19 Mayıs tarihinde İsviçrenin Zürih kentinde faşist sermaye iktidarının
uygulamakta olduğu hücre katliamını protesto amacıyla bir yürüyüş düzenledik.
Yürüyüşümüz saat 14:00de Helvecia Platzda başladı. DETUDAK
birleşenlerinin katıldığı eylem canlı bir havada geçti. Şehrin en kalabalık
caddelerinden geçilerek yaklaşık 2 saatlik bir yürüyüşten sonra tekrar
başlangıç yerine dönüldü. Yürüyüşe yaklaşık 350 civarında bir kitle
katıldı. Katılımdaki zayıflık yürüyüş duyurusunun zamanında kitlelere
yapılmamasından ileri geliyordu. Katılımın az olması kitlenin heyecanında hiçbir kırılma yaratmadı,
aksine kitle daha canlı ve kararlı bir şekilde sloganlarımızı sahiplendi.
Devrim şehitlerinin anısına yapılan saygı duruşundan sonra kitle başka
bir eylemde buluşmak üzere dağıldı. Katil devlet, hangi kirli yönteme başvurursa vursun mutlaka kazanan
devrim davası olacaktır. Süreçten inançlarıyla, yürekleriyle savaşan
devrimciler kazançlı çıkacaklardır. Bir-Kar/İsviçre Almanya/Köln 23 Mayıs Çarşamba günü Almanyanın Köln kentinde Türkiyede
ölümler durdurulsun sloganı altında bir eylem düzenlendi. Eylem
DETUDAKın çağrısı ile Dom Kilisesi önünde gerçekleşti. Eylemde yapılan konuşmalarda; F tipi hücre zindanlarına karşı yüzlerce
politik tutsağın 167 ve 217 günden beri ölüm orucunda olduğu ve faşist
Türk devletinin 19 Aralıkta cezaevlerine karşı giriştiği katliam
saldırısı sonucu 28 kişinin katledildiği, süren ölüm orucunda bugüne
değin 22 devrimcinin yaşamını yitirdiği, 30un üzerinde tutsağın
zorla müdahaleler sonucu sakat bırakıldığı vurgulandı. Haklı ve insani
talepler için mücadelenin sürdüğünü, kendine insanım diyen herkesin
Türk ve Alman devletlerine protesto faksları göndermesi istendi ve ölümleri
durdurmak için dayanışma çağırısı yinelendi. Eyleme 100 kişi katıldı. 50 eylemci faşist Türk devletinin katliamlarına
dikkati çekmek için sembolik olarak beyaz kefenler giydi ve kilisenin
önündeki alanda sıra sıra yere uzandı. Katliam resimleri ayrıca yere
dizilmiş ve Almanca bir pankartta yere serilmişti. Ayaktaki 50 kişi
ise Almanca sloganlar atarak protestolarını sürdürdüler. Alman halkına yönelik Türkiyede ölümleri durdurun!
ve Türkiyedeki katliamdan sorumlu olmayın, Türkiyede
turizmi boykot edin! çağrılarının yapıldığı bildirilerin de dağıtıldığı
eyleme ilgi büyüktü. Özellikle Dom Kilisesi Alman ve yabancı turistleri
çeken bir merkez olduğundan dolayı, eylemimiz aynı anda yüzlerce kişi
tarafından izlendi ve kişilerle birebir konuşma olanağı bulunabildi. 1.5 saat süren eylemimiz devrim şehitleri adına yapılan saygı duruşu
ile sona erdi. Bir-Kar/Köln Almanya/Berlin Devrimci tutsakların direnişi yeni Ölüm Orucu ekipleri ile sürüyor.
Yurtdışında, tarihin tanıklık ettiği bu en uzun, en zorlu direnişin
sesi ve soluğu olmak amacıyla yürüttüğümüz çabaları aralıksız sürdürüyoruz.
Bu çerçevede 18 Mayıs tarihinde Berlinin en işlek meydanı olan
Aleksander Platzda DETUDAKın diğer bileşenleriyle birlikte
büyük bir bilgilendirme çadırı açtık. Saat 12.00de başlayan etkinliğimizi
akşam saat 21.30a kadar sürdürdük. Burada Ulucanlar, Burdur, Bergama,
19 Aralık katliamının ve Ölüm Orucu şehitlerimizin resimlerini sergiledik.
Çadırda sürekli Ölüm Orucu Direnişini destekleyen, devletin katliamcı
yüzünü teşhir eden Almanca konuşmalar yaptık. Türk turizmini boykota çağıran konuşmaların yanısıra, aynı amaçlı yaygın
bildiri dağıtımı gerçekleştirdik. Etkinliklerimizi boyutlandırarak devam
ettireceğiz. Bir-Kar/Berlin
Emperyalist sistemin barbarlık
tablosu... Servet-sefalet kutuplaşmasının korkunç
boyutları
Emperyalist ülkeler yoksul ülkelerin ticaretini engellerken, bunun
faturası yoksul ülkelere daha çok açlık ve sefalet olarak yansımakta.
Emperyalist ülkeler yoksul ülkelerin yeraltı ve yerüstü kaynaklarını
sınırsızca sömürürken, bu ülkelerin tarım ürünlerinin kendi ülkelerine
girmemesi için yüksek gümrük vergileri uyguluyor. Bu oran Avrupa ülkelerinde
yüzde 300, ABDde ise yüzde 100 olarak karşımıza çıkıyor. Son 30 yıllık süreçte, yoksul ülkelerin sayısı gün geçtikçe artış göstermiş.
1970lerde 25 olan yoksul ülke sayısı, 2000li yıllarda 49
olmuştur. Yoksulluğun arttığı ülkelerde, başta eğitim ve sağlık olmak
üzere çeşitli alanlarda sıkıntılar yaşanmaktadır. Sağlıklı içme suyunun
olmamasından, her geçen gün artan bulaşıcı hastalıklara ve toplu ölümlere
kadar her türlü çağ dışılık hüküm sürmektedir. Yeni doğan her 6 çocuktan
birinin yaşamını yitirdiği yoksul ülkelerde, yaklaşık 2.6 milyar insan
hijyenik koşullardan yoksundur, banyo ve temizlik ihtiyaçlarını sağlıklı
koşullarda karşılayamamaktadır. 1.5 milyar insan içecek temiz suya sahip
değildir. Sağlık hizmetlerinden yararlanamayan insan sayısı 800-900
milyon civarındadır. Etnik ve dini çatışmalardan ölen ya da sakatalanların
sayısının yüksekliği, yine yoksul ülkelerin kaderidir. Emperyalist ülkeler her yıl yoksul ülkeleri kendi politikalarına ve
para fonlarına daha da bağımlı hale getirmek için yeni stratejiler geliştiriyor.
Sadece İMFden borç alan 137 ülkeden 82sinde bu bağımlılığın
daha da arttığı, verilen 1 dolara karşılık 7 dolar geri ödendiği gözönüne
alınırsa, yoksul ülkelerin çalışan kesimlerinin nasıl bir borç ve faiz
yüküyle karşı karşıya olduğu ortaya çıkar. Birleşmiş Milletler Kalkınma Programının (UNDP) 1998 yılı raporuna
göre, 4.4 milyar insan geri kalmış ülkelerde yaşıyor. En fakir yüzde
20lik kesim, dünya üzerinde üretilen mal ve hizmetlerin ancak
çok küçük bir bölümünden (24 trilyon doların yalnızca 1.3 trilyondan)
yararlanabiliyor. Aynı biçimde bilimsel ve teknolojik gelişmelerin çoğundan
yalnızca emperyalist ülkeler yararlanabiliyor. Yoksul ülkelerde yaşanan
beyin göçü zengin ülkelere hizmet ediyor. Zengin ülkelerde yaşayan yüzde
20lik kesim (800-900 milyon insan) tüm dünyada üretilen mal ve
hizmetlerin yüzde 86sını tüketiyor. Bir taraftan insani yardım adı altında kuruluşların (UNESCO, UNICEF)
kaynakları gittikçe daraltılırken, diğer yandan silah sanayiine trilyonlarca
dolar harcanıyor. Kendi ülkelerinden bu kuruluşlara aktardıkları pay
binde 2dir. Buna karşın bu ülkelerde borç yükü katmerlenerek artar. Bağımlı ülkelerin tümünde İMF ve DBnin ekonomik yaptırımları
aynı sonuçları doğuruyor: Özelleştirmeler, KİTlerin tekellere
peşkeş çekilmesi, işsizlik, tarımın çökertilmesi, sosyal hakların gaspı
vb. Yüksek enflasyon çalışan kesimin yoksulluğunu artırırken, Avrupa
ve ABDdeki dünya tekellerini palazlandırıyor, üretim dışından
gelen parayla borsalardan dolar milyarderleri türüyor. Sadece ABDdeki
2.5 milyon kişinin serveti 8.8 trilyon dolar. Avrupada 2.3 milyon
kişinin servetiyse 7.4 trilyon dolar. Yoksul ülkelerde sefaletin artmasına karşın bu ülkelerde sınıf mücadelesi
henüz yeterince gelişmiş değil. Bazı ülkeler üzerinden (Endonezya, Bolivya)
sınıf çatışmaları ortaya çıkarken, Afrika ülkelerinde kismen ulusal
bağımsızlık hareketi ve daha çok da etnik çatışmalar ön plandadır. Dünya üzerindeki servet sefalet kutuplaşması kendini çıplak biçimde
gösteriyor. Emperyalizm savaş ve barbarlıktır. Yoksul halklara ve işçi
sınıfına zulümdür. Yoksul ülkelerin boyunduruk altından kurtulmasının
yolu, BM koruması altında olmak değildir. Yoksul ülkelerin emekçi halkları,
ancak devrimci enternasyonal birlik ve dayanışmalarını geliştirerek,
emperyalizmin kölelik zincirlerinden kurtulmanın yolunu açabilirler.
Dünyadan kısa kısa...
19 Mayıs günü eylem yapan 10 bin civarındaki Berberi, onlarca kişiyi
katleden jandarma birliklerinin bölgeden çekilmesini talep etti. Başkent
Cezayirin doğusunda bulunan Becaya kentinde, üniversite binasından
yürüyüş yapan Berberiler, Katillere merhamet yok!, Suikastçı
yönetim!, Güvenlik güçleri teröristtir!, sloganlarını
attı. Yürüyüşün örgütleyicisi olan Halk Komitesinin sözcüsü Chaher
Fateh yaptığı açıklamada, Jandarmalar baskılardan sorumlular ve
bir sömürgeci güç gibi davrandılar dedi. Bölgede önümüzdeki haftalarda daha kitlesel eylemler ve bir genel grev
gerçekleşebileceği bildiriliyor. Cezayir diktatörlüğü, Nisan ayında
başlayan protestolar sırasında 80e yakın kişiyi katletmişti. Arjantin: Binlerce emekçi hükümeti protesto etti Arjantinde binlerce kişi hükümetin kemer sıkma planını ve yaygın
işsizliği protesto etti. Trafiği engelleyerek taleplerini dile getiren
binlerce eylemci, hükümetin ekonomi politikalarını protesto ederek,
yiyecek ve sağlık hizmeti talep etti. Ayrıca açlık ve yoksulluğa neden
olarak gösterdikleri hükümet politikalarına son verilmesi talebiyle
dört gündür 90 kilometre yürüyerek, başkent Buenos Airesteki Devlet
Sarayının önüne kadar gelen göstericilere başkent girişinde yüzlerce
kişi daha katıldı. KKTC: Öğretmenler eylem yaptı Kıbrıs Türk Orta Eğitim Öğretmenler Sendikasına üye öğretmenler,
ekonomik durumlarının düzeltilmesi için eylem yaptı. Başbakanlık binasına
gitmek isteyen öğretmenler polis engeliyle karşılaştı. Bina önüne gidemeyen
emekçileri temsilen Sendika Başkanı Ahmet Barçın bir açıklama yaptı.
Barçın, taleplerini aktarmak ve kayıplarının giderilmesini istemek için
eylem yaptıklarını, ancak başbakan ve başbakan yardımcısının kendileriyle
görüşmediğini belirtti. İngiltere: Marks & Spencerin 5 bin çalışanından eylem Avrupanın en büyük mağazalar zincirlerinden biri olan Marks &
Spencerin kapatılması kararına çalışanlar eylemlerle cevap veriyor.
Fransa, Belçika, Almanya, Hollanda ve birçok Avrupa ülkesinden Londraya
gelen 5 bin civarındaki Marks & Spencer çalışanı bir yürüyüş düzenledi.
İngiliz ve Fransız sendikalarının düzenlediği yürüyüş, Londranın
Baker Streetteki merkez binası önünde başlatıldı, Hyde Parkta
da bitirildi. Eylemde çeşitli dillerde pankartlar taşındı. Hyde Parkta bir konuşma yapan İngiltere Sendikalar Konfederasyonu
(TUC) Genel Başkanı Jhon Monks, M & Sın yasadışı yollarla
kapatılacağını belirterek, taleplerden geri adım atılmayacağını vurguladı. Yunanistan: Geniş katılımlı yeni bir genel grev Yunanistanda 17 Mayıs Cuma günü, ülke çapında bir günlük genel
grev yapılarak hayat durduruldu. Çalışanların tam katılımıyla otobüs,
metro, troleybüs, taksi ve feribot seferleri tamamen dururken, Olimpik
Havayolları çok kısıtlı sayıda sefer düzenledi. Trafik sıkışıklığının
yaşandığı başkent Atina neredeyse ölü kente dönüştü. Greve demiryolları
çalışanları da katıldı. Özel ve devlete bağlı televizyonlar çalışmazken,
sadece müzik yayını yapıldı. Ayrıca hükümet büroları, bankalar da kapanırken,
hastanelerde yalnızca acil müdahaleler yapıldı. Genel grev yeni emeklilik yasa tasarısını hedef alıyor. Tasarı, kadın
ve erkeklerin emeklilik yaşının 65e çıkartılmasını ve emekli maaşlarının
2007 yılına kadar düşürülmesini öngörüyor. Tasarıya karşı 26 Nisanda
da bir genel grev yapılmış, bunun üzerine hükümet tasarıyı dondurmuş,
sendikalara diyolog çağrısı yapmıştı. Polonya: Clintona protesto Avrupada konferans turuna çıkan ABDnin eski Başkanı Bill
Clinton, Polonyanın başkenti Varşovada kapitalizm karşıtları
tarafından yumurta atılarak protesto edildi. İtalya: Alitalia grevi Alitalia hava yollarında çalışan pilotlarla hava ve yer personeli,
toplu iş sözleşmeleri nedeni ile bir günlüğüne greve gittiler. Pazartesi
günü planlanan uçuşların yarısı yapılamadı. Grev İtalyadaki hava
trafiğini felce uğrattı. Almanya: Uyarı grevleri Baden Würtenberg eyaletinde elektronik ve metal işkollarında uzmanlaşma
eğitimi hakkının sözleşme ile güvence altına alınabilmesi için sürdürülen
görüşmeler pazartesi günü üçüncü raunda girdi. Görüşmeler sürerken işçiler
uyarı grevlerine başladılar. Sindelfingen kentindeki Daimler Chrysler
işletmesinde 10 bin kişi uyarı grevine katıldı. Perşembe ve Cuma günleri
ise 71 bin işçi kısa süreli iş bıraktılar. |
|||||