26 Mayıs'01
Sayı: 10


  Kızıl Bayrak'tan
  Sınıf hareketi ve sendikal ihanet çetesi
  Türk-İş'in başındaki hain çete işçileri her zamanki gibi yine sattı
  TÜSİAD oligarkları yine "demokrasi istedi!
  Kamu emekçileri hareketi
  Direniş bayrağı cam işçisinin elinde
  İzmir Sümerbank'ta özelleştirme saldırısına karşı direnişte
  Ölüme, zulme, işkenceye karşın Ölüm Orucu Direnişi sürüyor!..
  Kriz ve devrimci sınıf çizgisi/5
  Devrimci yayın organlarının ortak açıklaması:
  Düzenin zindan politikaları ve devrimci direniş
  Uluslararası hareket
  20 yıldır tutsak devrimci Mamia Abu-Jamal'in davası yeni bir aşamaya girdi...
  Ekim Gençliği'nden
  Paris Komünü: "Toplumsal devrimin şafağı"
  "Gestapo devleti"
  Mücadele Postası


Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Sınıf hareketi ve sendikal ihanet çetesi


“Sendikalar işçi sınıfının sermayeye karşı her günkü mücadelesini yürüttüğü ve kendini disipline ettiği sınıf örgütleridir. Fakat geniş ayrıcalıklarla donatılmış sendika bürokrasisi tarafından bu işlevlerinden büyük ölçüde uzaklaştırılmışlardır. TKİP, sermaye sınıfının bir parçası haline gelen ve işçi sınıfı hareketi içerisinde sermayenin ajanı rolünü üstlenen bu ihanet şebekesine karşı sistematik bir mücadele yürütür. Sendikaları devrimcileştirmeyi işçi sınıfını devrimcileştirme sürecinin temel bir boyutu olarak ele alır.”
(TKİP Programı, VIII. Bölüm/Stratejik ve Taktik İlkeler)

Burjuvazinin işçi sınıfı hareketi
içindeki ajanları

Parti Programı’nın sendikalara ayrılmış maddesinin büyük ölçüde sendika bürokrasisine, burjuvazinin bir parçası olan bu ayrıcalıklı kast tarafından sendikaların felç edilmiş olması olgusuna ayrılması elbette bir rastlantı değildir. Bu olgu sendikaların ve sendikal hareketin en temel gerçeğidir ve stratejik değerdedir. Bu nedenledir ki Parti Programı, her konuda olduğu gibi bu konuda da en temel olguyu hareket noktası olarak almış, devrimci hedef ve görevleri de buna göre saptamıştır.

Türkiye’de işçi sendikalarının tepesini tutan yönetici tabaka sosyal açıdan burjuvazinin bir parçasıdır. Burada sözkonusu olan hiç de onları işçi sınıfı kitlelerinden belli ölçülerde farklılaştıran basit ayrıcalıklar değildir. Aldıkları yüksek maaşlar, işçilerin sırtından yararlandıkları çok yönlü olanaklar, keyiflerince kullandıkları şişkin sendika kasaları, kapitalistlerden ve devletten aldıkları doğrudan ya da dolaylı rüşvetler, bu yönetici kastı yaşam biçimi ve düzeyi yönünden burjuvazinin bir parçası haline getirmiştir. Bu maddi yaşam olanakları ve ayrıcalıkları üzerinden onlar yalnızca yaşam biçimleriyle değil, ideolojik düşünce, politik eğilim, pratik korku ve kaygılar yönünden de burjuva sınıfının bir parçasıdırlar.

Yaşam biçimi, düzeyi ve ayrıcalıklarıyla burjuvaziye mensup olan bu ihanet kastı, işçi sendikalarının tepesine çöreklenerek, bu sınıf örgütlerini ve bunlar üzerinden de sınıf hareketini felç edebilmektedir. Bu, bu bürokratik kastın en temel misyonudur.

Tam da sınıf hareketi içerisinde burjuvazinin ajanı olma misyonunu yerine getirdikleri içindir ki, onlar mevcut burjuva yaşam düzeyine ve olanaklarına kavuşabilmişlerdir. Ve bu konuma kavuşabildikleri ölçüde ise, sınıf hareketine ihanet misyonunu daha bir bilinçli, daha bir gönüllü biçimde yerine getirmişlerdir ve getirmektedirler.

Gönüllü ve hesaplı satış

Türk-İş’in tepesindeki satılmış çetenin yarım milyona yaklaşan kamu işçisinin sözleşmesini, onların istemlerini, eğilimlerini ve ihtiyaçlarını hiçe sayarak satmasına da buradan bakmak gerekir. Bu satış tümüyle bilinçli, gönüllü ve hesaplı olmuştur. Haftalardır çirkin bir oyun halinde sahnelenen görüşme trafiğinde sergilenen roller de tümüyle sahtedir ve sonucu merakla ve endişeyle izleyen yüzbinlerce işçiyi oyalayıp aldatmanın bir gereği olarak yaşanmıştır.

Sonucun böyle olacağı daha en baştan belliydi. İşçilerin sırtından bu düzenin nimetlerinden cömertçe yararlananların kaygıları ve tercihleri, hükümet adına pazarlık masasının karşı tarafında oturanlardan farklı değildi gerçekte. Kriz batağında debelenen onların kendi öz düzenleriydi ve ona bir parça nefes aldırabilmek için faturanın her zamanki gibi işçilere ve emekçilere çıkarılması, İMF dayatmalarının olduğu gibi benimsenmesi, onların da tutum ve tercihiydi.

Bu hain misyonu onlar güçsüzlükten ya da çaresizlikten değil, fakat her zaman tümüyle bilinçli ve gönüllü olarak yerine getiriyorlar. Çünkü bu düzen onların düzeni. Çünkü onlar da burjuva yaşam biçimlerini ve ayrıcalıklarını tam da bu düzen ayakta kaldığı, işleyiş çarkını iyi kötü döndürebildiği ölçüde ve sürece koruyup sürdürebilirler.

Bunun böyle olduğunu sıradan işçilerin geniş kesimleri bile kendi deneyimleriyle iyi kötü bildikleri halde, reformist solun bunu bilmezlikten gelerek “alternatif emek programı” aldatmacasına borazanlık yapması sorunun ibret verici bir başka yönüdür. EMEP’in kuyrukçu liberal takımı satış sözleşmesinin ardından bir kez daha “ihanet, ihanet!” diye bağırıyor. Ama kuşkusuz bu ihanetlerin bu denli kolay ve sorunsuz olarak gerçekleşmesinde kendi katkılarını geçiştirerek yapıyorlar bunu. Daha yalnızca birbuçuk ay önce, eksenini bugün işçileri bir kez daha masada satan Türki-İş çetesinin oluşturduğu Emek Platformu’nu ve onun sözde “alternatif programı”nı yeni bir “tarihi dönem”in başlangıcı ilan eden ve bu aldatmacaya hararetle alkış tutan da bu aynı kuyrukçu liberal takımıydı.

Tabandaki edilgenliğin anlamı

Geçmiş dönemlerden farklı olarak sözleşme kapsamındaki kamu işçilerinin bu sözleşme dönemini neredeyse tam bir eylemsizlik içinde geçirmeleri dikkat çekici olgulardan biridir kuşkusuz. Üstelik bu, ağır bir kriz döneminin ardından ve krizin işçilerin yaşam koşullarında yarattığı yeni yıkıma rağmen, böyle olabilmiştir. Karamsar bir bakışla bu olgu, işçi hareketinin düşürüldüğü güçsüzlük, çaresizlik ve eylemsizlik durumunun bir göstergesi olarak ele alınabilinir.

Bu ele alış belli bakımlardan doğru olmakla birlikte, gerçekte yüzeysel ve yanıltıcıdır. ‘90’lı yıllara toplu olarak baktığımızda; sözleşme dönemlerinde ya da kazanılmış haklara saldırı durumlarında, sendika bürokratlarının işçileri salt hava boşaltma işlevi taşıyan bir dizi eylemliliğe planlı ve hesaplı bir biçimde sürdüklerini görmekteyiz. Bu başlangıç yıllarında daha çok işçi tabanının basıncı altında gerçekleştiği halde, sonraki dönemlerde sendika bürokrasisi bunu işçiler üzerindeki denetimini korumanın bir yöntemi haline getirmesini bilmiştir.

Son yıllarda işçiler sendika ağaları tarafından defalarca büyük iddialarla Ankara’ya taşındıkları halde bundan herhangi bir sonuç çıkmadı. İşçiler de zamanla bunun tek işlevinin tabanda oluşan basıncı boşa çıkarmak olduğunu kendi özdeneyimleri üzerinden görüp anladılar. Bundan dolayıdır ki, hain bürokratların “sokağa inme” palavralarını artık eskisi kadar inandırıcı bulmamakta, istek ve heyecanla karşılamamaktadırlar. Krizin ağır etkisine ve EP’in “alternatif program” iddiasına rağmen 14 Nisan eylemlerinin işçi katılımı yönünden güçsüz geçmesi bu deneyimlerden ayrı düşünülemez.

Mevcut durum şöyle özetlenebilir: Sendika bürokrasinin “hak alma” eylemi iddiaları, buna ilişkin manevraları, gelinen yerde işçiler için inandırıcılığını önemli ölçüde yitirmiştir. Bu nedenle işçiler artık sendikaların inisiyatifindeki bu tür eylemlere fazla bir istek duymamakta ve bu doğrultuda sendika yönetimlerini harekete geçirmek için de kendi cephelerinden ciddi bir basınç ortaya koymamaktadırlar.

Kuşkusuz bu bir umutsuzluk, çaresizlik ve edilgenlik durumudur. Fakat buradaki umutsuzluğun aynı zamanda sendika bürokrasisinden umut kesmek anlamına geldiğini de unutmamak gerekir. Bu umut kesme bugün için kendi gücüyle ortaya çıkmak ya da inandırıcı bir alternatife bağlanmakla birleşemediği için, sonuç şimdilik çaresizlik ve edilgenlik olabilmektedir. Ama kesin bir biçimde söyleyebiliriz ki, bu yalnızca geçici bir durumdur. Ağırlaşan sorunların ve sürmekte olan yıkımın da etkisiyle, işçi sınıfının bağrında büyük bir mücadele enerjisi birikmektedir. Devrimci çalışma ve çabaların da etkisiyle bu enerji kendine bir çıkış yolu arayacak, zamanla bu yolu bulacaktır da.

İşçi sınıfı toplumun öncüsü ve gerçek umududur

İşçi sınıfı toplumumuzda ezilenlerin ve ilerici güçlerin gerçek umududur. Açıkça dile getirilsin ya da getirilmesin bu böyledir. Büyük toplumsal hareketlilik ve çatışmalara sahne olan son 40 yıl içerisinde burjuvazinin en büyük korkusu, ilerici toplumsal muhalefetinse en büyük umudu hep işçi sınıfı olmuştur. İlerici devrimci hareket ile toplumsal muhalefetin bugünkü zayıflığının gerisinde tam da işçi sınıfı hareketinin bugünkü zayıflığı vardır. İşçi sınıfı hareketinin kuşatıldığı, güçsüzlüğe ve edilgenliğe sürüklendiği bir dönem, apaçık ortadadır ki, toplumsal muhalefetin de güçsüzlüğün acısını çektiği bir dönem olabilmektedir. Sınıf hareketinin zayıflığı ilerici-devrimci hareketi zayıflatmakta, tersinden de, ilerici-devrimci hareketin zalığı sınıf hareketinin kendi zayıflığını aşmasını zorlaştırmaktadır.

Buradaki bağlantı ve bütünlüğün üzerine daha derinlemesine düşünmek ve bundan gerekli sonuçları çıkartmak, bugünün kuşatılmışlığı ortamında özellikle gereklidir. Burjuvazinin sosyal ve siyasal saldırılarında pervasızlaşması ve acımasızlaşması, işçi sınıfı hareketinin güçsüzlüğü ölçüsünde kolaylaşmaktadır. Bir toplumsal uyanış dönemi olan son 40 yılın en temel derslerinden biridir bu.

Ve sınıf hareketinin bugünkü duruma düşürülmesinde, sendika bürokrasisinin hain rolü belirleyici düzeydedir. Burjuvazi tam da sendika bürokrasisi aracılığıyla sınıf kitlelerini denetim altına almakta ve etkisizleştirmektedir. Bunu, sendikaların bugün için sınıfın biricik kitlesel örgütlülüğü olduğu gerçeği ile birlikte düşünürsek eğer, durumu daha da iyi anlamış oluruz. Parti programımız, “Sendikalar işçi sınıfının sermayeye karşı hergünkü mücadelesini yürüttüğü ve kendini disipline ettiği sınıf örgütleridir”, diyor. Ama hemen ardından, “Fakat geniş ayrıcalıklarla donatılmış sendika bürokrasisi tarafından bu işlevlerinden büyük ölçüde uzaklaştırılmışlardır.” diye de ekliyor.

İşin sırrı işte buradadır. Kuşku yok ki, geleceğin devrimci sınıf mücadeleleri içinde, işçi sınıfı sendikal örgütlenmeleri aşan çok daha ileri ve etkin devrimci sınıf örgütleri yaratacaktır. Fakat bugünkü durumda sendikaların oynayabileceği rolden en etkin bir şekilde yararlanmaksızın, sınıf hareketinin sürecin bu gelecek aşamalarına sıçramasını kolaylaştırmak da pek olanaklı olamayacaktır. Sınıf kitleleri gündelik mücadeleler içerisinde birleştirilip, örgütlenip, disipline edilmedikçe, bu çerçevede sendikal örgütlenmeden en etkin biçimde yararlanmadıkça, mücadelenin gelecekteki daha ileri örgütsel düzey ve biçimlerine ulaşmak kolay olmayacaktır.
Sendika bürokrasisinin işçi sınıfı hareketinin ileriye dönük gelişmesini felce uğratan yıkıcı misyonuna buradan hareketle bakabilmek ve bundan gerekli sonuçları çıkarabilmek durumundayız.