Burjuvazinin işçi sınıfı hareketi Parti Programının sendikalara ayrılmış maddesinin büyük ölçüde
sendika bürokrasisine, burjuvazinin bir parçası olan bu ayrıcalıklı kast
tarafından sendikaların felç edilmiş olması olgusuna ayrılması elbette
bir rastlantı değildir. Bu olgu sendikaların ve sendikal hareketin en
temel gerçeğidir ve stratejik değerdedir. Bu nedenledir ki Parti Programı,
her konuda olduğu gibi bu konuda da en temel olguyu hareket noktası olarak
almış, devrimci hedef ve görevleri de buna göre saptamıştır. Türkiyede işçi sendikalarının tepesini tutan yönetici tabaka sosyal
açıdan burjuvazinin bir parçasıdır. Burada sözkonusu olan hiç de onları
işçi sınıfı kitlelerinden belli ölçülerde farklılaştıran basit ayrıcalıklar
değildir. Aldıkları yüksek maaşlar, işçilerin sırtından yararlandıkları
çok yönlü olanaklar, keyiflerince kullandıkları şişkin sendika kasaları,
kapitalistlerden ve devletten aldıkları doğrudan ya da dolaylı rüşvetler,
bu yönetici kastı yaşam biçimi ve düzeyi yönünden burjuvazinin bir parçası
haline getirmiştir. Bu maddi yaşam olanakları ve ayrıcalıkları üzerinden
onlar yalnızca yaşam biçimleriyle değil, ideolojik düşünce, politik eğilim,
pratik korku ve kaygılar yönünden de burjuva sınıfının bir parçasıdırlar. Yaşam biçimi, düzeyi ve ayrıcalıklarıyla burjuvaziye mensup olan bu ihanet
kastı, işçi sendikalarının tepesine çöreklenerek, bu sınıf örgütlerini
ve bunlar üzerinden de sınıf hareketini felç edebilmektedir. Bu, bu bürokratik
kastın en temel misyonudur. Tam da sınıf hareketi içerisinde burjuvazinin ajanı olma misyonunu yerine
getirdikleri içindir ki, onlar mevcut burjuva yaşam düzeyine ve olanaklarına
kavuşabilmişlerdir. Ve bu konuma kavuşabildikleri ölçüde ise, sınıf hareketine
ihanet misyonunu daha bir bilinçli, daha bir gönüllü biçimde yerine getirmişlerdir
ve getirmektedirler. Gönüllü ve hesaplı satış Türk-İşin tepesindeki satılmış çetenin yarım milyona yaklaşan kamu
işçisinin sözleşmesini, onların istemlerini, eğilimlerini ve ihtiyaçlarını
hiçe sayarak satmasına da buradan bakmak gerekir. Bu satış tümüyle bilinçli,
gönüllü ve hesaplı olmuştur. Haftalardır çirkin bir oyun halinde sahnelenen
görüşme trafiğinde sergilenen roller de tümüyle sahtedir ve sonucu merakla
ve endişeyle izleyen yüzbinlerce işçiyi oyalayıp aldatmanın bir gereği
olarak yaşanmıştır. Sonucun böyle olacağı daha en baştan belliydi. İşçilerin sırtından bu
düzenin nimetlerinden cömertçe yararlananların kaygıları ve tercihleri,
hükümet adına pazarlık masasının karşı tarafında oturanlardan farklı değildi
gerçekte. Kriz batağında debelenen onların kendi öz düzenleriydi
ve ona bir parça nefes aldırabilmek için faturanın her zamanki gibi işçilere
ve emekçilere çıkarılması, İMF dayatmalarının olduğu gibi benimsenmesi,
onların da tutum ve tercihiydi. Bu hain misyonu onlar güçsüzlükten ya da çaresizlikten değil, fakat her
zaman tümüyle bilinçli ve gönüllü olarak yerine getiriyorlar. Çünkü bu
düzen onların düzeni. Çünkü onlar da burjuva yaşam biçimlerini ve ayrıcalıklarını
tam da bu düzen ayakta kaldığı, işleyiş çarkını iyi kötü döndürebildiği
ölçüde ve sürece koruyup sürdürebilirler. Bunun böyle olduğunu sıradan işçilerin geniş kesimleri bile kendi deneyimleriyle
iyi kötü bildikleri halde, reformist solun bunu bilmezlikten gelerek alternatif
emek programı aldatmacasına borazanlık yapması sorunun ibret verici
bir başka yönüdür. EMEPin kuyrukçu liberal takımı satış sözleşmesinin
ardından bir kez daha ihanet, ihanet! diye bağırıyor. Ama
kuşkusuz bu ihanetlerin bu denli kolay ve sorunsuz olarak gerçekleşmesinde
kendi katkılarını geçiştirerek yapıyorlar bunu. Daha yalnızca birbuçuk
ay önce, eksenini bugün işçileri bir kez daha masada satan Türki-İş çetesinin
oluşturduğu Emek Platformunu ve onun sözde alternatif programını
yeni bir tarihi dönemin başlangıcı ilan eden ve bu aldatmacaya
hararetle alkış tutan da bu aynı kuyrukçu liberal takımıydı. Tabandaki edilgenliğin anlamı Geçmiş dönemlerden farklı olarak sözleşme kapsamındaki kamu işçilerinin
bu sözleşme dönemini neredeyse tam bir eylemsizlik içinde geçirmeleri
dikkat çekici olgulardan biridir kuşkusuz. Üstelik bu, ağır bir kriz döneminin
ardından ve krizin işçilerin yaşam koşullarında yarattığı yeni yıkıma
rağmen, böyle olabilmiştir. Karamsar bir bakışla bu olgu, işçi hareketinin
düşürüldüğü güçsüzlük, çaresizlik ve eylemsizlik durumunun bir göstergesi
olarak ele alınabilinir. Bu ele alış belli bakımlardan doğru olmakla birlikte, gerçekte yüzeysel
ve yanıltıcıdır. 90lı yıllara toplu olarak baktığımızda; sözleşme
dönemlerinde ya da kazanılmış haklara saldırı durumlarında, sendika bürokratlarının
işçileri salt hava boşaltma işlevi taşıyan bir dizi eylemliliğe planlı
ve hesaplı bir biçimde sürdüklerini görmekteyiz. Bu başlangıç yıllarında
daha çok işçi tabanının basıncı altında gerçekleştiği halde, sonraki dönemlerde
sendika bürokrasisi bunu işçiler üzerindeki denetimini korumanın bir yöntemi
haline getirmesini bilmiştir. Son yıllarda işçiler sendika ağaları tarafından defalarca büyük iddialarla
Ankaraya taşındıkları halde bundan herhangi bir sonuç çıkmadı. İşçiler
de zamanla bunun tek işlevinin tabanda oluşan basıncı boşa çıkarmak olduğunu
kendi özdeneyimleri üzerinden görüp anladılar. Bundan dolayıdır ki, hain
bürokratların sokağa inme palavralarını artık eskisi kadar
inandırıcı bulmamakta, istek ve heyecanla karşılamamaktadırlar. Krizin
ağır etkisine ve EPin alternatif program iddiasına rağmen
14 Nisan eylemlerinin işçi katılımı yönünden güçsüz geçmesi bu deneyimlerden
ayrı düşünülemez. Mevcut durum şöyle özetlenebilir: Sendika bürokrasinin hak alma
eylemi iddiaları, buna ilişkin manevraları, gelinen yerde işçiler için
inandırıcılığını önemli ölçüde yitirmiştir. Bu nedenle işçiler artık sendikaların
inisiyatifindeki bu tür eylemlere fazla bir istek duymamakta ve bu doğrultuda
sendika yönetimlerini harekete geçirmek için de kendi cephelerinden ciddi
bir basınç ortaya koymamaktadırlar. Kuşkusuz bu bir umutsuzluk, çaresizlik ve edilgenlik durumudur. Fakat
buradaki umutsuzluğun aynı zamanda sendika bürokrasisinden umut kesmek
anlamına geldiğini de unutmamak gerekir. Bu umut kesme bugün için kendi
gücüyle ortaya çıkmak ya da inandırıcı bir alternatife bağlanmakla birleşemediği
için, sonuç şimdilik çaresizlik ve edilgenlik olabilmektedir. Ama kesin
bir biçimde söyleyebiliriz ki, bu yalnızca geçici bir durumdur. Ağırlaşan
sorunların ve sürmekte olan yıkımın da etkisiyle, işçi sınıfının bağrında
büyük bir mücadele enerjisi birikmektedir. Devrimci çalışma ve çabaların
da etkisiyle bu enerji kendine bir çıkış yolu arayacak, zamanla bu yolu
bulacaktır da. İşçi sınıfı toplumun öncüsü ve gerçek umududur İşçi sınıfı toplumumuzda ezilenlerin ve ilerici güçlerin gerçek umududur.
Açıkça dile getirilsin ya da getirilmesin bu böyledir. Büyük toplumsal
hareketlilik ve çatışmalara sahne olan son 40 yıl içerisinde burjuvazinin
en büyük korkusu, ilerici toplumsal muhalefetinse en büyük umudu hep işçi
sınıfı olmuştur. İlerici devrimci hareket ile toplumsal muhalefetin bugünkü
zayıflığının gerisinde tam da işçi sınıfı hareketinin bugünkü zayıflığı
vardır. İşçi sınıfı hareketinin kuşatıldığı, güçsüzlüğe ve edilgenliğe
sürüklendiği bir dönem, apaçık ortadadır ki, toplumsal muhalefetin de
güçsüzlüğün acısını çektiği bir dönem olabilmektedir. Sınıf hareketinin
zayıflığı ilerici-devrimci hareketi zayıflatmakta, tersinden de, ilerici-devrimci
hareketin zalığı sınıf hareketinin kendi zayıflığını aşmasını zorlaştırmaktadır. Buradaki bağlantı ve bütünlüğün üzerine daha derinlemesine düşünmek ve
bundan gerekli sonuçları çıkartmak, bugünün kuşatılmışlığı ortamında özellikle
gereklidir. Burjuvazinin sosyal ve siyasal saldırılarında pervasızlaşması
ve acımasızlaşması, işçi sınıfı hareketinin güçsüzlüğü ölçüsünde kolaylaşmaktadır.
Bir toplumsal uyanış dönemi olan son 40 yılın en temel derslerinden biridir
bu. Ve sınıf hareketinin bugünkü duruma düşürülmesinde, sendika bürokrasisinin
hain rolü belirleyici düzeydedir. Burjuvazi tam da sendika bürokrasisi
aracılığıyla sınıf kitlelerini denetim altına almakta ve etkisizleştirmektedir.
Bunu, sendikaların bugün için sınıfın biricik kitlesel örgütlülüğü olduğu
gerçeği ile birlikte düşünürsek eğer, durumu daha da iyi anlamış oluruz.
Parti programımız, Sendikalar işçi sınıfının sermayeye karşı hergünkü
mücadelesini yürüttüğü ve kendini disipline ettiği sınıf örgütleridir,
diyor. Ama hemen ardından, Fakat geniş ayrıcalıklarla donatılmış
sendika bürokrasisi tarafından bu işlevlerinden büyük ölçüde uzaklaştırılmışlardır.
diye de ekliyor. İşin sırrı işte buradadır. Kuşku yok ki, geleceğin devrimci sınıf mücadeleleri
içinde, işçi sınıfı sendikal örgütlenmeleri aşan çok daha ileri ve etkin
devrimci sınıf örgütleri yaratacaktır. Fakat bugünkü durumda sendikaların
oynayabileceği rolden en etkin bir şekilde yararlanmaksızın, sınıf hareketinin
sürecin bu gelecek aşamalarına sıçramasını kolaylaştırmak da pek olanaklı
olamayacaktır. Sınıf kitleleri gündelik mücadeleler içerisinde birleştirilip,
örgütlenip, disipline edilmedikçe, bu çerçevede sendikal örgütlenmeden
en etkin biçimde yararlanmadıkça, mücadelenin gelecekteki daha ileri örgütsel
düzey ve biçimlerine ulaşmak kolay olmayacaktır.
|
|||||