26 Mayıs'01
Sayı: 10


  Kızıl Bayrak'tan
  Sınıf hareketi ve sendikal ihanet çetesi
  Türk-İş'in başındaki hain çete işçileri her zamanki gibi yine sattı
  TÜSİAD oligarkları yine "demokrasi istedi!
  Kamu emekçileri hareketi
  Direniş bayrağı cam işçisinin elinde
  İzmir Sümerbank'ta özelleştirme saldırısına karşı direnişte
  Ölüme, zulme, işkenceye karşın Ölüm Orucu Direnişi sürüyor!..
  Kriz ve devrimci sınıf çizgisi/5
  Devrimci yayın organlarının ortak açıklaması:
  Düzenin zindan politikaları ve devrimci direniş
  Uluslararası hareket
  20 yıldır tutsak devrimci Mamia Abu-Jamal'in davası yeni bir aşamaya girdi...
  Ekim Gençliği'nden
  Paris Komünü: "Toplumsal devrimin şafağı"
  "Gestapo devleti"
  Mücadele Postası


Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

  Türk-İş’in başındaki hain çete işçileri her zamanki gibi yine sattı...

Sendikal ihanet çetelerini sırtımızdan atmazsak
sonuç hep aynı olacaktır!

Haftalardır süren kamu kesimi TİS’leri sendikal ihanet şebekesinin satış sözleşmelerine imza atmasıyla sonuçlandı. Böylece sermaye, yıkım programlarını hayata geçirmede, krizin faturasını işçi ve emekçilere ödetmede kolay bir başarı daha kazanmış oldu. Bayram Meral’in başını çektiği sendikal ihanet çetesinin gerçekte kimin çıkarlarını savunduğu, sermayeye hizmette nasıl sınır tanımadığı bu vesileyle bir kez daha somut olarak görüldü.

Satış sözleşmesi kamu işçisine
tam bir yıkım getiriyor

İmzalanan satış sözleşmesinde kamu işçisine 2001 yılının ilk altı ayı için yüzde 15 ücret artışı öngörülmektedir. İşçi ve emekçilerin kriz nedeniyle neredeyse yüzde 70’ler düzeyinde yoksullaştığı bu dönem için yüzde 15 ücret artışı tam bir arsızlık ve utanmazlık örneğidir. İşçilerle dalga geçmektir. Ancak dahası da var. Anlaşmaya göre, bu yüzde 15’lik artıştan doğan fark hemen ücretlere yansıtılmayacak, gelecek yılın Şubat ayında ödenecektir. Dolayısıyla işçiler Temmuz 2001’e kadar tek kuruş ücret artışı alamayacaklardır. Sonuçta hükümetle sendika bürokratlarının görüşmelerinden kamu işçilerinin payına sıfır zam düşmüştür.

Sendikacıların ihaneti sıfır zamla da sınırlı değildir. Ne ücret artışlarında, ne de diğer maddelerde kamu işçisinin çıkarlarını korumaya dönük hiçbir şey yoktur. Her konuda hükümetin İMF’ye verdiği sözler ve uygulanmak istenen saldırı programının hükümleri esas alınmıştır. Bu da kamu işçisi için gerçek bir yıkım sürecinin başlaması demektir.

Satış sözleşmesinin sonuçları bir hayli ağır olacaktır. Sadece krizin faturasının ödetilmesiyle, ücret ve sosyal hakların budanmasıyla yetinilmeyeceği açıktır. Buradaki kolay başarıdan cesaret alan sermaye şimdi diğer saldırılarını hayata geçirmede çok daha kararlı ve pervasız bir tutum sergileyecektir. Bunun kapsamının ne kadar da geniş olduğu çok geçmeden daha somut olarak görülecektir.

Sınıf hareketinde sessizlik

Kamu TİS’i son yıllarda ilk kez bu ölçüde sendikacıların eline terkedilmiştir. Geçmiş dönemlerinde kamu işçisi yetersiz de olsa sözleşmesine sahip çıkmaya çalışırdı. Çeşitli eylemler gerçekleştirilir, sendikacılar üzerinde basınç oluşturmak için çaba sarfedilirdi. Sendikacılar sermayeyle satış sözleşmeleri imzalamak için bir parça da olsa minareyi kılıfına uydurma ihtiyacı duyarlar, bazı dönemler ise tabanın tepki ve basıncı nedeniyle hava boşaltma eylemleri, hatta grevler gündeme gelirdi. Nitekim 1995 dönemi TİS’leri uzun ve yaygın bir grev sürecinden sonra ancak imzalanabilmişti.

Fakat bu dönem bunların hiçbirisi sözkonusu olmadı. Kamu işçileri sözleşme sürecini büyük bir sessizlik içerisinde izlediler. Son günlerde yapılan üç beş yerel eylem bu sessizliği bozmaya yetmedi. 1 Mayıs alanlarında dahi bu konu sınırlı bir şekilde gündeme geldi.

Çünkü kamu işçisi sendikacılara zerre kadar güvenmiyordu. Satış sözleşmesine imza atılacağından emindi. Sendikacılara bu güvensizliğin başka nedenlerle birleşmesi, sözleşmeyi sahiplenmeyi değil ama çaresizlik içinde beklemeyi getirdi.

Sendikal ihanette pervasızlık

Sendikal ihanet şebekesinin geçmişten bu yana burjuvazinin hizmetinde olduğu biliniyor. Hatta sermayenin sınıfı denetim altında tutmada kullandığı en etkili aracın bu sendikal korucular çetesi olduğunu söylemek mümkün. Bundan önceki İMF-TÜSİAD programına da sınıfı hareketsizliğe mahkum ederek en değerli desteği onlar sunmuşlardı.

Bu çetenin başını çekenler yaşanan son krizin ardından “Emek Programı” adı altında sözde bir alternatif programla ortaya çıktılar. Bunu iki nedenden dolayı yaptılar. Birincisi krizin yolaçtığı yıkımın emekçilerde yolaçtığı öfke ve tepkinin denetimleri dışına çıkması olasılığı onlar için böyle bir manevrayı zorunlu hale getirmişti. İkincisi kitleler nezdinde kaybettikleri güveni bir parça olsun yeniden kazanabilmelerinin tek koşulu yoğunlaştığı gözlenen mücadele isteğine sahip çıkmaktı. Fakat bu aynı zamanda bir hayli de riskli bir manevraydı. Mücadele damarının hızla gelişmesi onların maskesini çok kısa bir zamanda indirebilirdi. Bu riski göze aldılar.

Fakat sınıf içerisinde gelişen tepkinin örgütlü ve bilinçli bir ifade kazanmasının önemli güçlükleri olduğunu anlar anlamaz da bu tutumlarından çarketmeye başladılar. Büyük iddialarla ortaya sürdükleri Emek Programı’nı sadece bir iki hafta sonra EMEP’in kapısına bırakıp gittiler. Emek Platformu’nun eylem programını ise hiçbir biçimde sahiplenmediler ve zayıf geçmesinin yolunu döşediler. Bu eylemlere dönük sergiledikleri tavır sendika bürokratlarının işçi düşmanı yüzünü yeniden gösterdi. Satışla noktalanan kamu TİS sürecinde yaşananlar ise bunun açık bir biçimde tescili oldu.

Daha bir iki hafta önce kamera ve mikrofonlar karşısında Bayram Meral İMF programını kabul etmelerinin söz konusu olmadığını söylüyordu. Meydanlara inmekten, ortalığı karıştırmaktan söz ediyordu. Bütün bunların göz boyamaktan ibaret olduğu çok geçmeden ortaya çıktı.

Bayram Meral haini bu sözleri söylediği günlerde, daha 9 Mayıs’ta, hükümetle anlaşmış ve bir protokol imzalamıştı. Bu protokol tam 8 gün işçilerden ve kamuoyundan gizlendi.

Fakat istediği sonucu umduğundan çok daha kolay bir biçimde elde eden hükümetin bu gizli protokoldeki anlaşmayla yetinmek gibi bir niyeti yoktu. İMF’ye verilen niyet mektubu bahane edilerek sendikal ihanet çetesine yeniden basınç yapıldı. Sergilediği uşaklığı daha da derinleştirmesi, satışı daha da boyutlandırması istendi. Bu yeni durum karşısında bir iki göstermelik çıkış daha yapan Meral, sermaye temsilcilerini çok da fazla uğraştırmadan, ağır koşulların altına imza atmaktan çekinmedi.

Satış tamamlandıktan sonra mikrofonların karşısına geçen Meral bu kez ağız değiştirmişti. İMF programına ilişkin söylediklerini bir anda yaladı yuttu. “Elbette ki bugünkü sorunları, sıkıntıları gideremeyecek, ama ülkenin geleceği bakımından bir rahatlık sağlayacağını düşünüyoruz” diyerek sözleşmeyi savundu. Bunun karşılığında da hem başbakandan, hem de diğer bakanlardan bol bol övgü aldı.

İhaneti aşma sorumluluğu

Satış sözleşmesinin kolayından kotarılması sermayenin bir yeni kolay başarı kazanması anlamına gelmektedir. Fakat daha da önemli olan şudur. Giderek yoğunlaşan sermaye saldırılarına, bunun yarattığı ağır yıkıma rağmen sınıf cephesinden kayda değer bir tepkinin ortaya çıkmaması, satış sözleşmesinden daha ağır darbelere güçlü bir zemin sunmaktadır.

Elbette ki bunun nedenlerinin ne olduğu bir sır değildir. Sınıfın bilinç ve örgütlenme düzeyinin zayıflığı, her alanda yakıcı bir önderlik problemiyle karşı karşıya olması, orta yerdeki önderlik ihtiyacının devrimci bir alternatifle doldurulamamış olması, sınıf hareketinde şu anda yaşanan açmazın en temel nedenidir.

“Düzen alternatiflerinin tükendiği ve ortada güven veren devrimci bir alternatifin de bulunmadığı koşullarda, yığınları bekleyen akıbet, çaresizlik içerisinde edilgenleşmekten, umutsuzluk içinde tükenmekten ve çürümekten başka bir şey olamaz. Ta ki toplumsal birikim kendiliğinden patlamalar halinde kendine bir yol açmaya çalışana kadar.” (Ekim, sayı: 222, Nisan 2001)

Önümüzdeki dönemde, sınıfın sermayenin saldırılarından kaynaklı kayıplarının artmaması, yıkımla paralel derinleşecek çaresizlik ve çürümenin önüne geçilmesi, tümüyle bu tablonun değiştirilmesine bağlıdır. Bunun için hiç de bir kurtarıcı beklemeye gerek yoktur. Saldırılara karşı birleşik, militan bir mücadele örülmesi doğrultusunda atılacak ilk ciddi adımlar, sınıf hareketinin sahip olduğu potansiyel olanakları harekete geçirmeye yetecektir. Kamu işçilerinin yaşadıkları açık ihanete ve özelleştirme saldırısına karşı alacakları direniş tutumu bu noktada kendini fazlasıyla aşan bir işlev görebilir. Sınıf hareketinin önünü açmada rol oynayabilir. Saldırıların püskürtülmesi de, sendikal ihanet şebekesinin elinden sendikaların kurtarılması da kitlelerin dişe diş bir mücadeleye kazanılmasıyla mümkündür.

Bu ise görev ve sorumluluklara her alanda çok daha güçlü bir şekilde yüklenilmesiyle olanaklıdır.




“Niyet mektubu”na uygun sözleşme!..


Satış sözleşmesinin tamamlandığını Başbakan Ecevit, Bayram Meral, Mehmet Keçeciler ve Kemal Derviş birlikte açıkladılar. Açıklama bittikten sonra özelleştirmeden dolayı işten çıkarılanlarla ilgili bir soruyu Mehmet Keçeciler “Evet o konularla ilgili iyi niyet beyanımızı ifade ediyoruz. Hükümetimiz iş güvencesi yasasının çıkartılması ve işçiler için elinden geleni yapacaktır.” yanıtını verdi.

Hemen arkasından Derviş’e yöneltilen sözleşmenin İMF’ye verilen niyet mektubuna uygun olup olmadığı yönündeki soruya yanıt yine Keçeciler’den geldi. Keçeciler, “Uygundur. Sayın Derviş her kademede hazır bulundu zaten” dedi.

Aslında Keçeciler’in verdiği yanıtlar herşeyi gösteriyor. Bu sözlerden hükümetin ve sendika bürokratlarının ikiyüzlülüğü tüm açıklığıyla ortaya çıkıyor.

Çünkü bunların ikisinin birden doğru olması mümkün değil. Bir şey hem İMF’ye verilen niyet mektubuna, hem de işçilerin çıkarlarına uygun olamaz. Açıkça yalan söylüyorlar. Dahası, işçi sınıfıyla alay ediyorlar.

Hükümet, gerçek “niyet”inin ne olduğunu İMF’ye verdiği niyet mektubunda açıkça beyan etmiştir. Bu beyanda işçi ve emekçilerin yararına olabilecek hiçbir şey yoktur. Tam tersine hükümetin niyet mektubundan onların payına düşen baştan aşağı yıkımdır. Baştan aşağı yoksulluktur, işsizliktir, açlıktır. Özelleştirmelerle onbinlerce kişinin işsiz kalmasıdır. Hükümetin gerçek “niyet”i işte budur. Ve bunun önüne ancak işçi ve emekçilerin birleşik, militan mücadelesiyle geçilebilir.