Türk-İşin
başındaki hain çete işçileri her zamanki gibi yine sattı... Sendikal ihanet çetelerini sırtımızdan
atmazsak Haftalardır süren kamu kesimi TİSleri sendikal ihanet şebekesinin
satış sözleşmelerine imza atmasıyla sonuçlandı. Böylece sermaye, yıkım
programlarını hayata geçirmede, krizin faturasını işçi ve emekçilere ödetmede
kolay bir başarı daha kazanmış oldu. Bayram Meralin başını çektiği
sendikal ihanet çetesinin gerçekte kimin çıkarlarını savunduğu, sermayeye
hizmette nasıl sınır tanımadığı bu vesileyle bir kez daha somut olarak
görüldü. Satış sözleşmesi kamu işçisine İmzalanan satış sözleşmesinde kamu işçisine 2001 yılının ilk altı ayı
için yüzde 15 ücret artışı öngörülmektedir. İşçi ve emekçilerin kriz nedeniyle
neredeyse yüzde 70ler düzeyinde yoksullaştığı bu dönem için yüzde
15 ücret artışı tam bir arsızlık ve utanmazlık örneğidir. İşçilerle dalga
geçmektir. Ancak dahası da var. Anlaşmaya göre, bu yüzde 15lik artıştan
doğan fark hemen ücretlere yansıtılmayacak, gelecek yılın Şubat ayında
ödenecektir. Dolayısıyla işçiler Temmuz 2001e kadar tek kuruş ücret
artışı alamayacaklardır. Sonuçta hükümetle sendika bürokratlarının görüşmelerinden
kamu işçilerinin payına sıfır zam düşmüştür. Sendikacıların ihaneti sıfır zamla da sınırlı değildir. Ne ücret artışlarında,
ne de diğer maddelerde kamu işçisinin çıkarlarını korumaya dönük hiçbir
şey yoktur. Her konuda hükümetin İMFye verdiği sözler ve uygulanmak
istenen saldırı programının hükümleri esas alınmıştır. Bu da kamu işçisi
için gerçek bir yıkım sürecinin başlaması demektir. Satış sözleşmesinin sonuçları bir hayli ağır olacaktır. Sadece krizin
faturasının ödetilmesiyle, ücret ve sosyal hakların budanmasıyla yetinilmeyeceği
açıktır. Buradaki kolay başarıdan cesaret alan sermaye şimdi diğer saldırılarını
hayata geçirmede çok daha kararlı ve pervasız bir tutum sergileyecektir.
Bunun kapsamının ne kadar da geniş olduğu çok geçmeden daha somut olarak
görülecektir. Sınıf hareketinde sessizlik Kamu TİSi son yıllarda ilk kez bu ölçüde sendikacıların eline terkedilmiştir.
Geçmiş dönemlerinde kamu işçisi yetersiz de olsa sözleşmesine sahip çıkmaya
çalışırdı. Çeşitli eylemler gerçekleştirilir, sendikacılar üzerinde basınç
oluşturmak için çaba sarfedilirdi. Sendikacılar sermayeyle satış sözleşmeleri
imzalamak için bir parça da olsa minareyi kılıfına uydurma ihtiyacı duyarlar,
bazı dönemler ise tabanın tepki ve basıncı nedeniyle hava boşaltma eylemleri,
hatta grevler gündeme gelirdi. Nitekim 1995 dönemi TİSleri uzun
ve yaygın bir grev sürecinden sonra ancak imzalanabilmişti. Fakat bu dönem bunların hiçbirisi sözkonusu olmadı. Kamu işçileri sözleşme
sürecini büyük bir sessizlik içerisinde izlediler. Son günlerde yapılan
üç beş yerel eylem bu sessizliği bozmaya yetmedi. 1 Mayıs alanlarında
dahi bu konu sınırlı bir şekilde gündeme geldi. Çünkü kamu işçisi sendikacılara zerre kadar güvenmiyordu. Satış sözleşmesine
imza atılacağından emindi. Sendikacılara bu güvensizliğin başka nedenlerle
birleşmesi, sözleşmeyi sahiplenmeyi değil ama çaresizlik içinde beklemeyi
getirdi. Sendikal ihanette pervasızlık Sendikal ihanet şebekesinin geçmişten bu yana burjuvazinin hizmetinde
olduğu biliniyor. Hatta sermayenin sınıfı denetim altında tutmada kullandığı
en etkili aracın bu sendikal korucular çetesi olduğunu söylemek mümkün.
Bundan önceki İMF-TÜSİAD programına da sınıfı hareketsizliğe mahkum ederek
en değerli desteği onlar sunmuşlardı. Bu çetenin başını çekenler yaşanan son krizin ardından Emek Programı
adı altında sözde bir alternatif programla ortaya çıktılar. Bunu iki nedenden
dolayı yaptılar. Birincisi krizin yolaçtığı yıkımın emekçilerde yolaçtığı
öfke ve tepkinin denetimleri dışına çıkması olasılığı onlar için böyle
bir manevrayı zorunlu hale getirmişti. İkincisi kitleler nezdinde kaybettikleri
güveni bir parça olsun yeniden kazanabilmelerinin tek koşulu yoğunlaştığı
gözlenen mücadele isteğine sahip çıkmaktı. Fakat bu aynı zamanda bir hayli
de riskli bir manevraydı. Mücadele damarının hızla gelişmesi onların maskesini
çok kısa bir zamanda indirebilirdi. Bu riski göze aldılar. Fakat sınıf içerisinde gelişen tepkinin örgütlü ve bilinçli bir ifade
kazanmasının önemli güçlükleri olduğunu anlar anlamaz da bu tutumlarından
çarketmeye başladılar. Büyük iddialarla ortaya sürdükleri Emek Programını
sadece bir iki hafta sonra EMEPin kapısına bırakıp gittiler. Emek
Platformunun eylem programını ise hiçbir biçimde sahiplenmediler
ve zayıf geçmesinin yolunu döşediler. Bu eylemlere dönük sergiledikleri
tavır sendika bürokratlarının işçi düşmanı yüzünü yeniden gösterdi. Satışla
noktalanan kamu TİS sürecinde yaşananlar ise bunun açık bir biçimde tescili
oldu. Daha bir iki hafta önce kamera ve mikrofonlar karşısında Bayram Meral
İMF programını kabul etmelerinin söz konusu olmadığını söylüyordu. Meydanlara
inmekten, ortalığı karıştırmaktan söz ediyordu. Bütün bunların göz boyamaktan
ibaret olduğu çok geçmeden ortaya çıktı. Bayram Meral haini bu sözleri söylediği günlerde, daha 9 Mayısta,
hükümetle anlaşmış ve bir protokol imzalamıştı. Bu protokol tam 8 gün
işçilerden ve kamuoyundan gizlendi. Fakat istediği sonucu umduğundan çok daha kolay bir biçimde elde eden
hükümetin bu gizli protokoldeki anlaşmayla yetinmek gibi bir niyeti yoktu.
İMFye verilen niyet mektubu bahane edilerek sendikal ihanet çetesine
yeniden basınç yapıldı. Sergilediği uşaklığı daha da derinleştirmesi,
satışı daha da boyutlandırması istendi. Bu yeni durum karşısında bir iki
göstermelik çıkış daha yapan Meral, sermaye temsilcilerini çok da fazla
uğraştırmadan, ağır koşulların altına imza atmaktan çekinmedi. Satış tamamlandıktan sonra mikrofonların karşısına geçen Meral bu kez
ağız değiştirmişti. İMF programına ilişkin söylediklerini bir anda yaladı
yuttu. Elbette ki bugünkü sorunları, sıkıntıları gideremeyecek,
ama ülkenin geleceği bakımından bir rahatlık sağlayacağını düşünüyoruz
diyerek sözleşmeyi savundu. Bunun karşılığında da hem başbakandan, hem
de diğer bakanlardan bol bol övgü aldı. İhaneti aşma sorumluluğu Satış sözleşmesinin kolayından kotarılması sermayenin bir yeni kolay
başarı kazanması anlamına gelmektedir. Fakat daha da önemli olan şudur.
Giderek yoğunlaşan sermaye saldırılarına, bunun yarattığı ağır yıkıma
rağmen sınıf cephesinden kayda değer bir tepkinin ortaya çıkmaması, satış
sözleşmesinden daha ağır darbelere güçlü bir zemin sunmaktadır. Elbette ki bunun nedenlerinin ne olduğu bir sır değildir. Sınıfın bilinç
ve örgütlenme düzeyinin zayıflığı, her alanda yakıcı bir önderlik problemiyle
karşı karşıya olması, orta yerdeki önderlik ihtiyacının devrimci bir alternatifle
doldurulamamış olması, sınıf hareketinde şu anda yaşanan açmazın en temel
nedenidir. Düzen alternatiflerinin tükendiği ve ortada güven veren devrimci
bir alternatifin de bulunmadığı koşullarda, yığınları bekleyen akıbet,
çaresizlik içerisinde edilgenleşmekten, umutsuzluk içinde tükenmekten
ve çürümekten başka bir şey olamaz. Ta ki toplumsal birikim kendiliğinden
patlamalar halinde kendine bir yol açmaya çalışana kadar. (Ekim,
sayı: 222, Nisan 2001) Önümüzdeki dönemde, sınıfın sermayenin saldırılarından kaynaklı kayıplarının
artmaması, yıkımla paralel derinleşecek çaresizlik ve çürümenin önüne
geçilmesi, tümüyle bu tablonun değiştirilmesine bağlıdır. Bunun için hiç
de bir kurtarıcı beklemeye gerek yoktur. Saldırılara karşı birleşik, militan
bir mücadele örülmesi doğrultusunda atılacak ilk ciddi adımlar, sınıf
hareketinin sahip olduğu potansiyel olanakları harekete geçirmeye yetecektir.
Kamu işçilerinin yaşadıkları açık ihanete ve özelleştirme saldırısına
karşı alacakları direniş tutumu bu noktada kendini fazlasıyla aşan bir
işlev görebilir. Sınıf hareketinin önünü açmada rol oynayabilir. Saldırıların
püskürtülmesi de, sendikal ihanet şebekesinin elinden sendikaların kurtarılması
da kitlelerin dişe diş bir mücadeleye kazanılmasıyla mümkündür. Bu ise görev ve sorumluluklara her alanda çok daha güçlü bir şekilde
yüklenilmesiyle olanaklıdır.
Niyet mektubuna uygun sözleşme!..
Hemen arkasından Dervişe yöneltilen sözleşmenin İMFye verilen
niyet mektubuna uygun olup olmadığı yönündeki soruya yanıt yine Keçecilerden
geldi. Keçeciler, Uygundur. Sayın Derviş her kademede hazır
bulundu zaten dedi. Aslında Keçecilerin verdiği yanıtlar herşeyi gösteriyor. Bu sözlerden
hükümetin ve sendika bürokratlarının ikiyüzlülüğü tüm açıklığıyla ortaya
çıkıyor. Çünkü bunların ikisinin birden doğru olması mümkün değil. Bir şey hem
İMFye verilen niyet mektubuna, hem de işçilerin çıkarlarına uygun
olamaz. Açıkça yalan söylüyorlar. Dahası, işçi sınıfıyla alay ediyorlar. Hükümet, gerçek niyetinin ne olduğunu İMFye verdiği
niyet mektubunda açıkça beyan etmiştir. Bu beyanda işçi ve emekçilerin
yararına olabilecek hiçbir şey yoktur. Tam tersine hükümetin niyet mektubundan
onların payına düşen baştan aşağı yıkımdır. Baştan aşağı yoksulluktur,
işsizliktir, açlıktır. Özelleştirmelerle onbinlerce kişinin işsiz kalmasıdır.
Hükümetin gerçek niyeti işte budur. Ve bunun önüne ancak
işçi ve emekçilerin birleşik, militan mücadelesiyle geçilebilir. |
|||||