ARSIVANA SAYFA
 
06 Ocak '01
SAYI: 01
İçindekiler
Kızıl Bayrak'tan
Tüm güç ve olanaklar seferber edilmelidir!...
Direniş sürüyor, zafer bizimdir!
20 yıldır teslim alamadılar asla teslim alamayacaklar!
Zindan katliamı: Bir kontr-gerilla operasyonu
Devrim yürüyüşümüz daha da güçlenecek!..
2001 kavga yılı olacak!
2001 yıkım programına karşı direnişi örelim!
2000'de sınıf hareketi...
"Hakkımızı ancak mücadele ederek alabiliriz"
Ücret asgari, sefalet azami!
Kontra devlet katliamda kirli medya psikolojik savaşta
Faşizmin zindanlarında katledildiler!
Katliam ve direniş/1
Devrimciler ölmez, devrim davası yenilmez!
Katliamı protesto gösterileri
Zindanlardaki direniş, sokaklarda büyütülüyor!
Yurtdışında katliamı protesto gösterileri
Zindan direnişine uluslararası destek
Tutsak temsilcileri ile heyetler arasında yapılan görüşmeler
PKK-Devrimci Çizgi Savaşçıları: Devrimci tutsaklar teslim alınamaz!
Zindan direnişiyle uluslararası dayanışma
Vahşi işkenceler, kırılamayan devrimci irade!
Bu vahşet zulüm düseninin çöküşünün de habercisidir!
Mücadele Postası


Bu sayının
PDF formatını download
etmek için tıklayın



 
 


Sermayenin derinleşen saldırılarına karşı
çoğalan mücadele olanakları

2001 kavga yılı olacak!

Geride bıraktığımız yılda, sermayenin işçi ve emekçi yığınlara dönük kapsamlı saldırılarına tanık olmuştuk. Ve bir süredir hem emperyalist kuruluşlar hem de hükümet, bu saldırıların kapsamını 2001 yılında daha da büyütmek için bir takım hazırlıklar içindeydi.

Hükümet tarafından İMF’ye gönderilen 18 Aralık tarihli “ek niyet mektubu”, 2001 yılı saldırı programının en temel belgesi durumundadır. Meclisten geçirilen bir dizi yasa ise, saldırıların uygulamaya dönük yüzünü oluşturmaktadır.

Yalan devam ediyor

İşbaşındaki hükümet, tıpkı geçen yıl olduğu gibi, yeni “niyet mektubu”na da yalanla başlıyor. 2001 yılı sonunda enflasyonun %12’ye düşürülmesi, ekonominin %4-4.5 oranında büyütülmesi ve bütçe açığının düşürülmesi, yeni saldırı programının temel hedefleri olarak açıklanıyor.

Hatırlanacağı gibi hükümet geçen yıl enflasyonu %20-25’ler düzeyine düşüreceğini iddia etmiş, işçi ve emekçilerin ücretlerindeki artışlar buna göre yapılmıştı. Fakat enflasyon %40’ların altına düşmedi. Yani hükümet açıkça yalan söyledi. İşçi ve emekçilerin gelirleri bu yolla tırpanlandı. Şimdi bu yalana devam ediliyor. Bu kez enflasyonun %12’ye düşürüleceği söyleniyor.

"Yüzde 4.5’luk 2001 yılı büyüme hedefine ulaşılması imkansızlaşmıştır. Hükümet 2001 yılı bütçe ve program hedeflerini tutturmakta çok zorluk çekecektir" Bunu TÜSİAD Başkanı söylüyor. Yani sermaye “niyet mektubu”nun girişinde sıralanan hedeflerin birer palavra olduğunu çok iyi biliyor. Ama ne gam. Önemli olan enflasyonu düşürmek değil, işçi ve emekçileri bir biçimde oyalamak. Bu yüzden de hükümet yalana devam ediyor.

Sermayenin eli yeni yılda da işçi ve emekçilerin cebinde olacak

Devletin tekellere ve sermaye gruplarına kaynak aktarma yollarından biri de işçi ve emekçilerin ödediği vergileri sürekli artırmaktır. Bu yöntem yeni yılda da acımasızca uygulanacaktır. İşbaşındaki hükümet, içi boşaltılan bankaları yeniden doldurmak ve emperyalistlerden alınan kredileri faiziyle birlikte geri ödemek için bir taraftan vergileri arttıracak, bir taraftan da yeni vergiler koyacaktır. Bununla ilgili yasal düzenlemeler çoktan tamamlanmış ve 1 Ocak itibarıyla yürürlüğe girmiştir.

Geçen yıl deprem bahanesiyle konulan ve 2000 yılı sonunda kaldırılacağı söylenen özel iletişim ve özel işlem vergileri üstelik iki katına çıkartılarak bu yıl da alınacaktır. Telefon hizmetleri ve doğal gazdaki KDV oranları arttırılmıştır. Akaryakıt Tüketim Vergisi ise her ay en az enflasyon oranında arttırılacaktır. Akaryakıta gelen her zam ise tüm temel tüketim maddelerinin fiyatlarına otomatik olarak yansıyacaktır.

Bu arada eğitime katkı payı uygulaması da 2002’ye kadar uzatılmıştır.

Çalışanlardan kepçeyle alan hükümet kaşıkla verecek

“Ek niyet mektubu”nda, 2001 yılının ilk yarısında kamu emekçilerinin maaşlarının %10 oranında arttırılacağı belirtilmiştir. Aynı şey yılın ikinci yarısı için de geçerlidir. Bu, enflasyon düşecek bahanesiyle bir kez daha emekçilerin sefalete mahkum edilmesi demektir.

Ücretlerin daha da düşürülmesi politikası sadece kamu emekçilerine dönük değildir. Kamu ve özel sektör işçilerine de bu yıl başlayacak TİS’lerde en fazla %10-12 ücret artışı dayatılacaktır. İşçilere bir kez daha, enflasyonu düşürmek için herkesin fedakarlık yapması gerektiği, KİT’lerin ekonomik durumunun güçlendirilmesi için ücretlerin kısılmasının zorunlu olduğu vb. masallar anlatılacaktır. Dahası var; asgari ücretle çalışanlar da unutulmamıştır. “Niyet mektubu”ndaki ifade ile, “2000 yılında olduğu gibi, Hükümet 2001 yılı için asgari ücret artışlarının hedeflenen enflasyon ile uyumlu olmasını sağlamak konusunda gayret gösterecektir.”

Sosyal hakların gaspı sürecek

Sermayenin sosyal hakların gaspını amaçlayan büyük saldırısı 1999 yılında başlamıştı. Depremin yarattığı ortamdan faydalanan hükümet, “mezarda emeklilik” uygulamasını da içeren yasal düzenlemeleri meclisten geçirmişti. Şimdi ise sosyal güvenlik kurumlarının adım adım tasfiye edilmesine sıra gelmiş bulunuyor.

Öncelikle, bu yıl yapılacak yasal düzenlemelerle SSK ve Bağ-Kur’un idari yapıları değiştirilecek, tüm sosyal güvenlik kurumları idari bakımdan tek çatı altında toplanacaktır. Böylelikle işçi ve emekçilerin yapılan kesintilerle ayakta duran sosyal güvenlik kurumları şu andaki biçimsel özerkliğini de yitirecek, tümüyle birer devlet kurumu haline gelecektir.

Elbette ki bu düzenlemeler iddia edildiği gibi, bu kurumları düze çıkarmak için değil, tersine daha kolay batırıp tasfiye etmek için yapılmaktadır. “Ek niyet mektubu”nda sözü edilen “gönüllü özel emeklilik sistemi” ile ilgili yasa hazırlığı da zaten hükümetin gerçek niyetini ortaya koymaktadır. Amaç, sosyal güvenlik kurumlarını adım adım tasfiye etmek, böylelikle sağlık ve emeklilik sigortası alanlarında özel sektöre geniş ve kârlı iş olanakları yaratmaktır.

Özelleştirme saldırısı şiddetlenerek devam edecek!

Hükümet, geçen yıl 3.5 milyar dolarlık özelleştirme yapmıştır. Bu, 1986 yılından beri yapılan tüm özelleştirmelerin toplamına eşit bir rakamdır. Yani 2000 yılında özelleştirme saldırısı önceki yıllara göre bir hayli hızlandırılmıştır. 2001 yılında ise özelleştirme saldırısı çok daha yaygınlaştırılıp derinleştirilecektir. 2001 yılında özelleştirme hedefi 7.1 milyar dolardır. Türk TELEKOM, THY, Petkim, Erdemir, Tüpraş bu yıl satılması planlanan kuruluşlardan sadece birkaçıdır. Ayrıca enerji sektöründe de santral ve dağıtım tesislerinin işletme hakkının devri biçiminde hızlı bir özelleştirme yapılması planlanmaktadır. İMF’ye verilen ek “niyet mektubu”nun önemli bir kısmının özelleştirme planlarına ayrılması da zaten bunu göstermektedir.

TELEKOM ve THY gibi 2000 yılında yapılması planlanan bazı stratejik özelleştirmelerin bu yıla sarkması; emperyalist tekellerin ve yerli sermaye gruplarının özelleştirmelerin hızlandırılması yönündeki artan basıncı; belli sektörlerdeki direnç noktaları dışta tutulursa, işçi ve emekçilerin saldırıya karşı gereken düzeyde bir yanıt verememesi... Bu yıl özelleştirme saldırısında dozun arttırılmasına yol açan en önemli etkenler bunlardır.

2001 yılı özelleştirme saldırısının dikkate değer bir özelliği, ağırlıklı olarak temel sektörlerde ve büyük işletmelerin satışı şeklinde gündeme gelmesidir. Gerçekten de bu yıl Türkiye ekonomisinin can damarı durumundaki en temel işletme ve kurumların bir kısmı özelleştirme planları kapsamındadır. Temel işletmelerin bazılarındaki özelleştirme saldırısına önemlerinden dolayı daha yakından bakmak gerekmektedir.

TELEKOM ve THY: İMF’nin kredi şantajının bir sonucu olarak hükümet, TELEKOM’un %33.5’ini ,THY’nin ise %51’ini özelleştirmek için gerekli yasal düzenlemeleri ve ihale ilanını Aralık ayı içerisinde yapmıştır. “Ek niyet mektubu”nda belirtildiğine göre, TELOKOM’da ihale süreci Mayıs ayında tamamlanacak ve satış işlemlerine başlanacaktır. Türk Havayolları ‘nın (THY) satış işlemlerinin ise 2001 Mart’ı sonuna kadar sonuçlandırılması planlanmaktadır.

TELEKOM özelleştirmesi özellikle uluslararası iletişim tekellerinin ağzını sulandırmaktadır. Bu boşuna değildir. Zira TELEKOM ülkenin iletişim altyapısını elinde bulunduran ve alanında tekel olan dev bir kuruluştur. Özelleştirmeyle birlikte, kâr marjı bir hayli yüksek olan bu kurum, emperyalist iletişim tekellerinin yağma ve soygununa açılacaktır. Emperyalist tekeller sadece %33.5’ini satın aldıkları halde TELEKOM yönetiminde tek söz sahibi olacaklardır. Hazır altyapıya el koymakla kalmayacak, ülkenin iletişim politikalarının belirlenmesinde de dolaysız biçimde belirleyici konuma geleceklerdir. THY’nin ise zaten %51 hissesi devredilmektedir ve bu yönetimin tekellere bırakılması demektir.

Buna karşılık TELEKOM ve THY çalışanlarının önemli bir kısmı işsizlikle karşı karşıya kalacak, çalışmaya devam edenler ise şu anda sahip oldukları ekonomik ve sosyal haklarının önemli bir bölümünü yitireceklerdir. Her iki KİT’te de sendikal örgütlenmelerin tasfiyesi için hükümet şimdiden yoğun bir çaba sarfetmektedir.

Enerji: “Ek niyet mektubu”nda, enerji sektöründeki devlet varlıklarının “doğrudan satış” yoluyla elden çıkarılmasının düşünüldüğü kaydedilmiştir. Bunun için ilk adım Aralık ayında atılmış ve emperyalistlerin isteklerine uygun bir “Elektrik Piyasası Kanunu” hazırlanarak meclise gönderilmiştir. Yasa hükümetin bu sektörde yapmak istediği tüm yeni düzenlemeleri içermektedir.

Bu yasayla, devlete ait enerji üretim ve dağıtım işletmelerinin doğrudan satışının önü açılmaktadır. En geç 15 Nisan’a kadar “işletme hakkı devri” yoluyla yağmaya açılanların dışında kalan tüm enerji üretim ve dağıtım birimleri için doğrudan satış ihalesi açılması planlanmaktadır. “İşletme hakkı devri” gibi ara biçimlerin bir kenara atılması ve “doğrudan satış” yöntemine geçilmesi enerji sektöründe yeni bir durumdur ve hükümetin emperyalizme uşaklıkta nasıl da arsızlaştığını bütün açıklığıyla göstermektedir.

Daha önce ihalesi yapılan, fakat işçi ve emekçilerin militan direnişi nedeniyle devir işlemleri gerçekleştirilemeyen santraller ve dağıtım şirketlerinin ise en geç 31 Mart 2001’e kadar yeni sahiplerine teslim edileceği de yine yasada belirtilmiştir. Devletin santral ve dağıtım şirketlerindeki direnişi kırmak için cezaevlerinde uyguladığı türden bir teröre başvurması, yani tüm işletmeleri aynı anda jandarma ablukası altına alması ve şiddet kullanması, bugünden sonra yabana atılacak bir ihtimal değildir.

TEAŞ’ın üretim, dağıtım ve satış şirketleri olarak parçalanması ve toplam 29 adet yap-işlet -devret projesinin ihalesi de hükümetin enerji sektörüne ilişkin planları arasındadır.

Bunlar da gösteriyor ki, emperyalistler ve hükümet, gerek işçilerin direnişi nedeniyle, gerekse hukuksal engeller nedeniyle yıllardır yapamadıkları enerji özelleştirmelerini bu yıl bir sonuca bağlamak istemektedirler. Ve elbette ki sonucu işçi ve emekçilerin buna vereceği yanıtın düzeyi belirleyecektir.

Tarımsal KİT’ler: “Ek niyet mektubu”nda, "Dolaylı destek politikalarının kaldırılması devletin tarımsal ürünlerin üretim ve pazarlanmasındaki payının daha azaltılmasına neden olacaktır. Bu da, bu alanda çalışan KİT'lerin hızla özelleştirilmesini sağlayacaktır." denilerek, tarımda yıkım saldırısının aslında hangi amaç için hayata geçirildiği de itiraf edilmektedir.

Bu kapsamda 6 şeker fabrikası bu yıl için özelleştirme programına alınmıştır. TEKEL’e ait tüm tütün işleme birimleri de en geç Ocak sonuna kadar gerekli yasal düzenleme yapılarak Özelleştirme Yüksek Kurulu’na devredilecek ve bu yıl içinde özelleştirilmeleri tamamlanacaktır. TEKEL’in faaliyet gösterdiği alanları özel sektöre açacak olan Alkollü İçkiler Kanunu ve tütün için destekleme alım politikalarını ortadan kaldıran Tütün Kanunu 2001 Ocak ayı sonuna kadar çıkarılacaktır.

TİGEM’e bağlı tarımsal işletmelerin, kooperatif ve birliklerin elindeki sanayi kuruluşlarının, TZDK’ya bağlı kimi işletmelerin ve Çay-Kur’un özelleştirilmeleri de bu yılın planları arasındadır. Fakat bunlar örneğin bir TEKEL gibi öncelikli durumda değildir.

Bütün bunlar özelleştirme saldırısı ile tarımda yıkım politikalarının ne denli içiçe olduğunu bütün çıplaklığıyla ortaya koymaktadır.

Eklemek gerekirse, özelleştirme saldırısı yukarda sıraladığımız sektör ve işletmelerle sınırlı kalmayacaktır. Örneğin yasal düzenlemeleri tamamlanan kamu bankaları (Ziraat, Emlak, Halk Bankası) yıl içinde yeniden yapılandırılıp sermayeye peşkeş çekilecektir. Ayrıca MKEK (Makine ve Kimya)’e ve Eti Holding’e ait bazı fabrikalar da bu yıl özelleştirmeye açılacaktır.

Tarımda yıkım yaygınlaşacak

Tarım sektöründe geçen yıl kapsamlı bir yıkım programı uygulanmıştı. Tarıma dönük saldırıda hükümetin bu yılki en önemli problemi geçen yıl başlanan politikalarda gösterilecek kararlılık. Hükümetin bu alanda kendinden istenen kararlılığı sergileyebilmesi ise, yeni başka politikalara hiç gerek kalmadan tarımın yıkımı anlamına gelmektedir.

“Niyet mektubu”na göre, bu yıl aynı program daha da ağırlaştırılarak uygulanmaya devam edilecektir. Daha önce de değindiğimiz gibi, tarımda yıkımla özelleştirme saldırıları bu yıl tümüyle içiçe geçecektir. Buna ek olarak kotalarla bazı dallardaki (şeker, tütün) üretim daha da kısılacaktır. Taban fiyat artışlarının belirlenmesinde ise yine hedeflenen enflasyon, yani %10-12, hükümetin temel ölçütü olacaktır.

Hükümet yıkımdan etkilenen kır emekçilerini, “Doğrudan Gelir Desteği”ne geçileceği yalanlarıyla kandırmaya da devam etmektedir. Üstelik bu kez utanmadan DGD’nin tüm ülkede yaygınlaştırılacağı söylenmektedir. Geçen yıl gündeme gelen pilot bölge uygulamalarının tam bir fiyasko olduğundan ise hiç söz edilmemektedir.

Saldırıya karşı büyüyen mücadele olanakları

Bugün yoğunlaştırılan saldırılar, sık sık vurguladığımız gibi, geçen yıl uygulamaya sokulan İMF programının bir parçasıdır. Bir yıldır da belli bir kararlılık ve hızla uygulanmaktadır. Ne var ki, kaybedilen tüm haklara ve mahkum olunan sefalet ve yoksulluğa rağmen işçi ve emekçiler saldırılara gereken düzeyde bir mücadeleyle yanıt verememişlerdir. Bunun temel nedeni ise, sınıf ve kitle hareketinin bilinç ve örgütlenme düzeyinin saldırılara karşı koyacak düzeyde geliştirilememiş olmasıdır. Saldırının muhatabı olan birçok sektör ve işletmede birbirinden kopuk ve parçalı tepki ve eylemlerin ortaya konulması da zaten bunu göstermektedir.
Saldırıların bu yıl birçok alana eş zamanlı olarak yayılması ve özelleştirme saldırısının daha çok temel altyapı sektörleri üzerinden gelişmesi; bunlar yürütülecek mücadelenin birleştirilebilmesi, tek kanalda derlenip toparlanabilmesi için yeni olanakların ortaya çıkması anlamına da gelmektedir. Örneğin enerji, iletişim ve ulaşım sektörlerindeki özelleştirme süreçleri ilk kez böylesine çakışmaktadır. Gene tarıma dönük yıkım saldırısı ile özelleştirmelerin içiçeliği ilk kez bu kadar somutluk kazanmaktadır.

Enerji ve iletişim gibi temel alanlardaki özelleştirmeler üzerinden emperyalist tekellere uşaklık ve teslimiyetin onur kırıcı bir boyut kazanması da işçi ve emekçi yığınlar arasında mücadele eğilimini güçlendirecek bir faktördür. Öte yandan, ağır vergi ve zamlar nedeniyle İMF politikalarına karşı tepkinin toplumun farklı kesimlerine yayılması da beklenmelidir.

Kısacası, yeni yılda gelişecek saldırılar, ona karşı mücadele için bir dizi yeni olanak da yaratmaktadır. Sınıf hareketinin parçalı yapısını aşmak ve birleşik mücadeleyi örmek için bu olanaklar en iyi biçimde değerlendirilmelidir.

Her vesileyle işçi ve emekçi yığınlara emperyalist-kapitalist saldırının iç bütünlüğünü göstermeli, onları birleşik, politik ve militan bir mücadele çizgisine çağırmalıyız. Sınıfın ve yığınların birleşik eyleminin örülmesi Parti’li sınıf devrimcilerinin ve sınıf içindeki devrimci, öncü güçlerin önümüzdeki dönemdeki en temel görevidir.





Yeni saldırının eski temeli

Hükümet, bundan tam bir yıl önce, İMF ve Dünya Bankası’nın dayatma ve telkinleri doğrultusunda üç yıllık bir saldırı programı başlatmıştı. Emperyalist tekellerin ve yerli sermaye gruplarının işçi-emekçi yığınlarını birlikte sömürmesi, ülkenin tüm zenginliklerini birlikte yağmalaması demek olan bu “enflasyonla mücadele ve mali uyum programı” 2000 yılı içinde pervasızca uygulamaya sokuldu. Bu kapsamda özelleştirmeler hızlandırıldı. Tarım sektörünün yıkımına dönük adımlar atıldı. Ücret ve maaşlar kısılırken, ekonomik ve sosyal haklar tırpanlandı. Enflasyonla mücadelenin ihtiyaçları, deprem ve dünya petrol fiyatlarının artışı gibi bahanelerle işçi ve emekçilerin sırtına birçok yeni vergi ve zam bindirildi.

Yani saldırı programı İMF direktifleri doğrultusunda harfiyen uygulandı. Buna karşılık işçi ve emekçi hareketi ise saldırıların önünü kesecek, onu sekteye uğratacak düzeyde bir mücadele sergileyemedi. Ancak bütün bu uygun koşullara rağmen, hükümetin söylediklerinin hiçbirisi gerçekleşmedi.

Yüzde 25’lere düşeceği iddia edilen enflasyon, yüzde 40’lardan aşağı inmedi. Sanayi üretimi ve dolayısıyla ihracat düşerken, lüks otomobil türünden tüketim maddelerinin ithalatı patladı. Özelleştirmeler ve tarımdaki yıkım nedeniyle işsizlik daha da yaygınlaştı. İşçi ve emekçilerin gelirleri alabildiğine düştü, sefalet ve yoksullukları derinleşti. Buna karşılık sermaye gruplarının, holding ve tekellerin kârları yükseldi. Böylece, tekellerin ve hükümetin asıl derdinin enflasyonu düşürmek değil ama sömürü ve yağmayı daha da derinleştirmek olduğu bütün açıklığıyla ortaya çıktı.

Fakat hükümetin işlerinin tümüyle yolunda gittiğini söylemek de mümkün değil. TELEKOM ve THY özelleştirmesi bir dizi nedenden dolayı, İMF’ye vaadedilen süre içerisinde gerçekleştirilemedi. Enerji santrallerinin devri başarılamadı. Kamu bankalarının özelleştirilmesiyle ilgili yasal düzenlemeler de gene aynı şekilde gecikti. Bu, özellikle emperyalist sermayenin yağma ve sömürü olanaklarından beklediği düzeyde faydalanamaması anlamına geliyordu. Nitekim İMF Türkiye Masası Şefi Cottarelli, “ekonomiye ince ayar gerekebilir” diyerek, tekellerin bu konudaki rahatsızlığını Eylül ayında ifade etti. Peşinden de başta özelleştirmeler olmak üzere saldırıların hızlandırılıp şiddetlendirilmesi için hükümet üzerindeki baskılar yoğunlaşmaya başladı.

Kasım ayının ikinci yarısında ise Türkiye ekonomisi derin bir mali krizin içine yuvarlandı. Önce milyarlarca dolar sermaye kaçışı gerçekleşti. Faizler fırladı. Borsa çöktü. Ekonomi bir anda tıkandı. Sermaye, faturayı uluslararası yatırımcılara yeterli güveni veremeyen hükümete kesmekte gecikmedi.

TÜSİAD Başkanı Yücaoğlu, mali krizin ortaya çıkmasından sonra yaptığı bir konuşmada, "İMF yapısal reformlarla ilgili çalışmaları yeterli görmeyerek 3. dilim krediyi dondurdu. Bundan çok kısa bir süre sonra da Dünya Bankası mali sektörde yapılması gereken reformların yapılmadığını belirterek, mali uyum kredisini askıya aldı. Bunlar mevcut programın temel aksayan yönünün özelleştirme ve yapısal reformlar olduğunu tüm dünyaya ilan eden ve hükümeti harekete geçirmesi gereken uyarılardı. Krizin öncü işaretleri Ekim ayı sonunda ortaya çıkmıştı. Bir çeşit erken uyarı mekanizması kabul edilebilecek, bu dondurma ve askıya alma eylemleri hükümetimiz üzerinde harekete geçirici hiç bir etki yapmadı” diyerek, tepkisini ve saldırıların hızlandırılması beklentisini dile getirdi.

Hükümet, mali krizi atlatabilmek için çareyi bir kez daha İMF’ye el açmakta buldu. Hükümetin kriz karşısındaki çaresizliği, saldırı programını daha da derinleştirmesi yönünde ona baskı yapan İMF için bulunmaz bir şantaj vesilesi oldu. İMF, bir takım ek krediler sağlanmasının ön koşulu olarak hükümetin önüne çeşitli görevler koydu. Bunun üzerine hükümet TELEKOM, THY, TEKEL ve kamu bankalarının özelleştirilmesi için gereken yasal düzenlemeleri bir çırpıda meclisten çıkardı. Yeni vergi ve zamlarla ilgili düzenlemeleri yaptı. 2001 yılına dönük diğer saldırı hazırlıklarını tamamladı.

Özetle söylemek gerekirse, sermaye geçen yılki saldırı programını başarıyla tamamladı ve bu yıla dönük hazırlıklarını da belli bir düzeyde yaptı. Şimdi ise saldırıyı derinleştiriyor.