Filistin İntifadasının ilk sonuçları
Aylardır barut fıçısı haline gelen Filistin halkının öfkesi sonunda Beyrut kasabı Ariel Şaronun provokasyonuyla patladı. Yıllardır süren ve tek taraflı tavizlerle Filistin halkının yaşamını cehenneme çeviren barış sürecine karşı gelişen öfke en anlamlı biçimde patladı. 1982 yılında Beyrutta 52 gün süren kuşatma ile FKÖnün Lübnandan çıkarılmasına, Sabra ve Şatilla katliamlarında iki binden fazla Filistinlinin katledilmesine ve Filistinlilerin dünyanın dört bir yanına dağılmasına neden olan, bu yüzden Beyrut kasabı lakabıyla anılan Ariel Şaronun El Aksa Camiine provokatif bir ziyaret düzenlemesiyle, öfke ve tepki dizginlerinden boşandı.
Aylar öncesinden tam bir açıklıkla öngörülen gelişmeler
Gelişmelerin bu hale geleceği aslında aylar önceden belliydi. Üniversite kürsülerinde oturup, Ortadoğu uzmanı geçinen kimi profesörlerin şaşırdığı patlamanın nedenleri aylar önce bu sayfalarda ayrıntılarıyla açıklanmıştı. Sürecin gelişiminin mantığını açıklamak için, bu metinlerden biraz uzun da olsa birkaç alıntı yapmak yeterli olacaktır.
Kilitlenen ve dolayısıyla mücadelenin yeniden canlanmasını teşvik eden sürecin bir ürünü olarak Filistin halkı yeniden ayaklanmış durumda. İsrail ordusu 22 yıldır işgal altında tuttuğu Güney Lübnandan adeta kaçarak çekildi.
Bölgedeki son gelişmeleri hızlandıran, daha doğrusu fitili ateşleyen faktör, bir kez daha Filistin halkının direnişi oldu. İsrail cezaevlerinde bulunan mahkumlarla dayanışmak için seferber olan Filistin halkı sokağa dökülmekle, pamuk ipliği ile örülmüş tezgahın çökmesine yol açtı. Çünkü cezaevleri konusunda gündeme gelen ve İntifadayı çağrıştıran bu mücadele dalgasının gerisinde, Filistin halkının en temel hakları durmaktadır. (Emperyalist Barış Sürecinin İflası, Kızıl Bayrak, sayı: 20, 3 Haziran 00)
Washingtonun dökülen barış sürecini geleneksel yöntemlerle onarmaya kalkışması durumunda, gerginliğin körüklenebileceği ihtimalinden endişe edilmektedir. Filistin yerleşim alanlarındaki kitlelerde isyana yakın bir atmosferin hakim olduğu görülüyor. ABDnin Ortadoğu politikasına ve İsrailin haydutluğuna karşı muazzam birikim kendisini ifade yolları arıyor, fırsat kolluyor. Ayrıca, Güney Lübnanda siyonist işgale karşı elde edilen zafer bu eğilime kritik bir dönemde perspektifler açtı, direnişin alternatifsizliğini bir kez daha kanıtladı. (Büyüyen Mücadele Dinamikleri ve AB Politikasının İflası, Kızıl Bayrak, sayı: 23, 24 Haziran 00)
Emperyalist icazetli özerklik statüsünün, aşamalı bir tarzda da olsa, Filistin halkının gaspedilmiş tüm haklarının iadesi ile sonuçlanacağı sanıldı. Fakat aradan geçen süreç, umutları boşa çıkarttığı gibi, vaadlerle Ortadoğu ve özellikle de Filistin halkı üzerinde oynanan oyunun gerçek yüzünü ortaya sermekte gecikmedi.
Umut ve rehavet yerini giderek hoşnutsuzluğa, yeniden mücadeleye atılma duygusunun ağırlığına bırakınca, Filistin Özerk İdaresi kendine ayrılan rolü oynayamaz duruma düştü. Barış süreci sürüncemeye girdikten sonra kısa sürede toptan çökmek zorunda kaldı. (Çelişki ve Çatışmalar Yumağı, Kızıl Bayrak, sayı: 26, 15 Temmuz 00)
Mart ayında Jospinin Filistini ziyaretinde dışa vuran öfke, Güney Lübnandan İsrailin çekilmek zorunda kalmasıyla, Filistin halkında mücadeleye duyulan güvenin artmasıyla büyüdü. Ortadoğudaki çok taraflı satranç tahtasında bütün taraflar Filistinin bir barut fıçısına dönmüş olduğunu biliyorlardı. Beyrut kasabı Şaron ise bu durumu bilerek eline meşalesini alıp El Aksa Camiine koştu.
Yüzden fazla şehidin verildiği yeni İntifada karşısında çaresiz kalan İsrail, bir taraftan savaş makinasına, diğer taraftan ihaneti tescillenmiş Arafata sarıldı. Filistin halkı çoluk çocuk İsrail askerlerinin, milislerinin ve yerleşimcilerinin kurşunlarıyla can verirken, Arafat Pariste Barakla buluştu, ardından CİA başkanıyla görüştü, son olarak da Mısıra gidip zirve toplantılarına katıldı. Filistin Özerk Yönetimi İsraille ateşkes yapıldığını açıkladıktan sonra (Filistin halkı ateş kullanmadığı halde ateşkes deniliyor), İsrail askerleri şehit sayısını 60dan 120ye çıkarmakta tereddüt etmediler. Arafat Mısırdaki zirveye, İsrailin Filistin üzerindeki ablukayı kaldırması ve ateşkes açıklaması koşuluyla gideceğini söylerken; zirve sırasında İsrail ablukayı kaldırmadığı gibi, İsrail askerleri sokaklarda Filistinlileri katletmeyi sürdürdüler.
Bu gelişmeler Arafatın, FKÖnün ve Filistin Özerk Yönetiminin ihanetini Filistin halkının ve bütün dünyanın gözünde belgeledi. Birinci İntifadada FKÖnün teslimiyetçi tutumu HAMASın güçlenmesini getirmişti. Şimdiki İntifadanın neler yaratacağını ise süreç gösterecek. İntifadanın ortaya çıkardıklarını açıklamadan önce, yeni İntifada öncesi dengelere ve ABDnin Ortadoğu politikasına kısaca bakmakta fayda var.
ABDnin ayağı kayıyor
80li yılların sonunda SSCBnin çöküşü Ortadoğudaki dengelerin ABDnin tarafına kaymasını sağladı. Ancak Ortadoğunun kaygan zemininde hareket etmek dünyanın tek süper gücü olarak kalan ABD için bile kolay değildi. 90lı yıllar boyunca uygulanan saldırgan ve yayılmacı politikasıyla ABD Ortadoğuyu kan denizine döndürdü. Ortadoğuya taşınan silahların ve haydut İsrailin gölgesinde bir barış süreci başlatıldı. Bu süreç bir yıpratma ve yıldırma süreci oldu. İsrail, önceki yıllarda anlaştığı Mısırın ardından önce Ürdün sonra da Suriye ve Filistin ile aynı süreci önüne koydu. Filistin halkına katliam uygulamaktan çekinmeyen bu iki ülkeden Ürdünle geliştirilen ilişkilere karşın Suriyenin manevralarını bir türlü aşamadı. İsrailin daha isteksiz olduğu bu görüşmeler ABD için büyük önem taşıyordu. ABD bir taraftan Ortadoğu halklarının gelişen tepkisini bastırabilmek, diğer taraftan yeniden bölgeye el atmaya hazırlanan Rusyanın önünü kesebilmek için bu manevralara ihtiyaç duyuyordu.
İsrail için Güney Lübnan bir ateşten gömlek haline gelmişken, ABD için bütün Ortadoğu aynı özelliği gösteriyordu. Iraka uygulanan ambargo ile binlerce çocuğun katledilmesi, Filistinin devlet kurma vaadiyle oyalanıp durması, İranın tecrit edilmesi, radikal islamcı akımların güçlenmesi, artık iyice ABDnin ayağına dolanmaya başlamıştı ve birtakım tavizlerle bu konuların en azından bazılarında mesafe almak niyetiyle hareket etmeye başladı. ABDnin 90lı yılların sonunda iflas eden Ortadoğu politikasını değiştirmeye ihtiyacı vardı ve yıllardır tecrit uyguladığı ülkelerle ilişkiler geliştirmek zorundaydı. Bunun için İran, Irak, Libya, Suriye, Kuzey Kore, Küba ve Sudan gibi ülkeleri terörist ülke kategorisinden çıkarıp kaygı kaynağı teşkil eden ülkeler kategorisine geçirdi. Her iki cümlesinden birinde füzelerden ve savaştan sözeden Madeleine Albright terörist İrana gidip sıcak ilişkiler geliştirmeye çalıştı. Iraka uygulanan ambargo el altından delindi. (Bu arada Türkiyenin ABDnin Ermeni soykırımı karar tasarısına tepki olarak Irakla ilişkileri geliştirmeye çalıştığı yaygarası aşağılık bir yalandır. Irakla ilişkiler gerçekte ABDnin yeni Ortadoğu politikası çerçevesinde geliştirilmektedir.)
ABDnin saldırgan politikalarının iflas etmesinin arkasında kuşkusuz Rusyanın yeniden Ortadoğuda etkinlik arayışlarının ve AB emperyalistlerinin İran, Irak gibi ülkelere uygulanan yaptırımları el altından delmeleri ve Rusyaya gizli destek vermeleri gibi etkenler vardır. Ancak iflasın gerçek nedenleri Ortadoğu halklarının duydukları öfkenin artık işbirlikçi rejimleri zorlaması ve patlama dinamiklerini büyütmesidir. Biriken öfkeyi boşaltmak için yapılan girişimlerin bir işe yaramadığı ve Şaronun provokasyonu ile Ortadoğuda yeni bir sürecin başladığı görüldü.
İntifadanın ilk sonuçları
Ortadoğu satranç tahtasında bütün oyuncuların üzerine bastıkları piyon hiç kuşkusuz Filistindir. Filistin sorunu 50 yıldır Ortadoğunun en önemli sorunu olmuş, birçok ülkenin politikasının eksenini gösteren bir özellik taşımıştır. Bu açıdan yeni İntifada bütün taşların hızla hareket etmeye başladığı bir vuruşmanın ilk hamlesi olma özelliğini gösteriyor. Yaşanan sürecin çok tarafın devreye girdiği savaşlara mı gideceği, geçici çözümlerle sürünüp ve sorunları daha da mı büyüteceği elbette şimdiden bilinemez. Ama kesin olan şudur ki, ABDnin Ortadoğu barış süreci iflas etmiştir. Barış adına atılacak her ihanet adımı yeni sorunlar yaratmaya gebedir. El Aksa İntifadası olarak adlandırılan yeni İntifada ABDnin emperyalist gerici barışının sonunu ilan etmiştir.
İntifadanın gösterdiği ikinci sonuç, Ortadoğuda 90lı yıllar boyunca süren tek kutuplu ABD hegemonyasının sona ermesidir. ABDnin Ortadoğudaki egemenliğinin uzun sürmeyeceği aslında 98in sonunda açığa çıkmıştı. 91deki Körfez krizinde diğer emperyalist devletleri yaptığı askeri harcamaları karşılamak için haraca bağlayan ABD, ikinci Körfez krizinde bunu başaramadı. Üstelik birçok emperyalist gücün tepkileriyle karşılaştı.
Yeltsinle birlikte Ortadoğudan elini eteğini çeken Rusya, Yeltsinin son döneminden başlayarak ve özellikle Putin döneminde yeniden bölgeye ilgi göstermeye başladı. Suriyeye yeniden silah satışlarının başlaması, İranla yapılan anlaşmalar, Arafatın çeşitli zirvelere uzun yıllardır katılmayan Rusyayı çağırması, Rusyanın emperyalist hesaplarının da artık gözetilmesi gerektiğini ortaya koyan gelişmeler oldu. Diğer taraftan ekonomik girişimleriyle Almanya, politik ataklarıyla da Fransa, AB emperyalistlerinin bölgeye ilgisini ortaya koyuyor. ABD dışındaki emperyalistlerin yeniden bölgeye üşüşmesi yeni çatışmaların habercisidir.
Ortadoğuda ABD barışına karşı tepkilerin artmaya başlaması işbirlikçi rejimleri de sıkıntıya sokmaya başladı. El Aksa İntifadası sonrasında bütün işbirlikçi rejimler İsraili kınayan açıklamalar yaptılar. Ancak bu sefer söylemin sert tutulmasına özel bir dikkat gösterildi. Bölgedeki rejimlerin en gericilerinden, ABDnin en çok yardakçılığını yapanlardan Suudi Arabistan bile İsrailin saldırıyı durdurmaması durumunda Suudi yönetiminin ve halkının sert önlemler alacağını açıkladı. İsraile göstermelik de olsa tepkide bulunmayan tek ülkenin ise Türkiye olduğu görüldü. Türkiyenin açıklamaları iki tarafa da eşit uzaklıktayız, iki taraf da bize güveniyor biçiminde bir sahtekarlıktan öteye gitmedi.
İntifada, denilebilir ki en çok ABDnin sopasını sürekli başının üzerinde hisseden Iraka yaradı. Baas Partisi İsraile karşı en sert sözleri sarfederek, Arap halkının sempati ve desteğini arkasına alma çabasına girdi. Bir milyon Iraklının İsraille savaşmaya hazır olduğu, Filistin isterse İsraile hemen 28 intihar komandosu gönderileceği açıklandı.
Filistin İntifadasının emperyalist hesaplaşmalar ve bölgedeki işbirlikçi rejimler üzerinde önemli etkiler yarattığı açık. Ancak hepsinden önemlisi, Ortadoğu halklarının bilinçlerinde yarattığı etkidir. İntifada anti-emperyalist mücadeleye büyük bir güç vermiş, moral kaynağı oluşturmuştur. Sadece Arap dünyasında değil, dünyanın dört bir yanında Filistin halkıyla dayanışmak ve ABD ve İsraile öfkelerini dile getirmek için yüzbinlerce kişi sokaklara döküldü. Emperyalizme karşı bu tepkinin açığa çıkmasının küreselleşme karşıtı gösterilerin yükseldiği bir dönemle çakışması ayrıca büyük bir anlam taşımaktadır ve kuşkusuz mücadele için çok önemli bir olanaktır. Tarihin sonunu ilan edenler, kapitalizmin ebedi egemenliği çığırtkanlığı yapanlar, dünyanın dört bir yanında işçilerin, emekçilerin, yoksul ve ezilen halkların yeniden mücadeleye atılmaları karşısında ne yapacaklarını şaşırmış durumdalar.
İntifada hiç kuşkusuz aynı zamanda bir politik kimlik arayışı anlamına gelecektir. 60ların sonunda İsraile karşı yükselen mücadelenin etkisiyle Ortadoğuda gelişen baskın akım, yer yer ilerici tonlar taşıyan Arap milliyetçiliği oldu. Fakat zaman içerisinde ve özellikle 90lı yıllarda, bir taraftan Arap milliyetçisi rejimlerin, öte taraftan FKÖnün ihaneti, dünyada sosyalizmin prestijini kaybetmesiyle de birleşince, dinsel gerici akımların güç kazandığı bir zemin oluştu. 80li yılların sonu ve 90lı ilk yıllar, islami gericiliğin ideolojik etkisinin güçlendiği yıllardı.
Radikal islami akımların çok geçmeden gerileme sürecine girmesiyle birlikte, artık yeni bir politik kimlik arayışı yeni dönemde, 2000li yıllarda önplana çıkmış bulunmaktadır. Ortadoğunun karmaşık etnik ve dini kimliğinin nasıl bir ideolojik kimlik üreteceği elbette bugünden tam olarak anlaşılamaz. Ancak farklı halkların, mezheplerin birarada yaşamalarını sağlayan tek sistemin sosyalizm olduğu, yaşanan deneyimlerle biliniyor.
Arap halkını parçalayarak, aşiretlere kadar varan ayrımlardan bile yararlanarak devletler kuran; Filistin halkını yerinden yurdundan edip onbinlerce Filistinlinin katledilmesine neden olan; Iraklı çocukların ilaç ve yiyecek yokluğundan ölümüne neden olan; Kürt halkını parçalara ayırıp ulusal baskı altında inleten emperyalist-kapitalist sistemin tek ve gerçek alternatifi, sosyalizmdir, sosyalist bir Ortadoğu Federasyonudur. Ortadoğu sorununun tek gerçek ve kalıcı çözümü budur.
|