ARSIVANA SAYFA
 
21 Ekim '00
SAYI: 39
İçindekiler
Kızıl Bayrak'tan
Teslim olmaktansa ölmeyi yeğleriz
Sefaletin koyulaştırılması nın resmi belgesi
Kamu çalışanları üretimden gelen güçlerini kullanmak zorundadır
Sınıf politikasından yoksunluk
POAŞ’ta toplu işten çıkarma sert tepti
Kazanmak için grev silahından başka yol yok!
“İş güvencesi” yasa taslağı ve sendikalar
Ordunun Kürdistan basın turu ve turdan yansıyanlar
Sezer’e rektörler muhtırası
SES Genel Kurulu’nda devrimci çıkış
Birleşik Metal-İş Kongresi
Gün ölümüne bir kararlılıkla harekete geçme günüdür!
Hücre saldırısı ve yeni zindan direnişi
Öleceğiz ama hücrelere girmeyeceğiz
“Her türlü bedeli ödemeye hazır ve kararlıyız!”
Hücre saldırısı ve devrimci sorumluluk
Ümraniye’de provokasyonlar ve saldırı hazırlığı
Habip ve Ümit’i andık
Emperyalist barış politikası Filistin halkının özgürlük tutkusunu yokedemedi
Barış süreci çifte standarttan ibaret
Kıbrıs’ta TC’nin yıkım programına karşı genel grev
Burjuva basından seçmeler
Bir kitap: “Benden selam söyle Anadolu’ya!”
25 yıl önceki Ulucanlar’da ki vahşetin öyküsü
Ulucanlar davasına çağrı
Mücadele Postası
 



 
 
Yılmaz Güney’in “Duvar” filmi sinemalarda...

25 yıl önce Ulucanlar’daki vahşetin öyküsü


Yılmaz Güney’in Duvar filmi geçtiğimiz günlerde yapılan bir galayla gösterime girdi. Galanın açılışı, Burdur saldırısında kolu kopan Veli Saçılık’ın Oral Çalışlar’a gönderdiği mektubun okunması ve filmin oyuncularından Tuncel Kurtiz’in Ulucanlar katliamı, Burdur ve Bergama saldırılarını örnek vererek, Türkiye’de 25 yıl öncesi ve bugünkü cezaevi koşullarının hiç değişmediğini belirten konuşmasıyla yapıldı.


“Duvar”ın anlattıkları


Öykü, bundan 25 yıl önce Ulucanlar Cezaevi’nde geçer. Filmin senaryosu Yılmaz Güney tarafından gerçek bir hikayeden yola çıkılarak yazılmıştır.

1975 yılında Yılmaz Güney siyasi tutsak olarak Ulucanlar Cezaevi’nde kalmaktadır. Cezaevinin koşulları bugünkü koşullara benzer durumdadır. Sübyan Koğuşu denilen 4. Koğuş’ta (bu koğuş aynı zamanda 26 Eylül saldırısında yoldaşlarımızın şehit düşdüğü koğuştur) yaşları 18’den küçük çocuklar kalmaktadır. Ve bu koğuşun pencerelerinde cam, içinde soba yoktur. Soğuk kış günlerinde çocuklar sefalet içinde yaşamaktadırlar. Filmde ağırlıklı olarak bu çocukların dramı anlatılır.

Cezaevinde yeni gelenlerin saçlarının kesilmesi, koğuştaki baskılar, angarya işlerin yaptırılması, cinsel tacizler, dayaklar, tecavüzler etkileyici sahnelerle anlatılır. Yılmaz Güney’in yoğun duyguları harekete geçiren tarzı filmde tam anlamıyla kendini gösterir. Film, en sıradan insanı bile isyan ettirecek sahnelerle örülüdür.

Senaryo, Yılmaz Güney’in “Soba, Pencere Camı ve İki Ekmek İstiyoruz” isimli romanının son bölümüdür.

Film birçok eleştirmen tarafından karamsar bulunmaktadır. Bir kurtuluş umudu göstermediği yönünde eleştirilir. Salt film üzerinden bakıldığında bu eleştiri bir parça olsun doğru gibi görünse de; bütün olarak romana bakıldığında, umutsuzluğun daha farklı bir bildiriye dayandığı görülür. Romanda Duvar filminin hapisteki çocukların hapse girmeden önceki yaşamları anlatılır. Güzel yaşamak amacıyla hırsızlık yaparlar. Bu, gecekondulu yoksul çocukların bireysel kurtuluş arayışlarıdır. Bu arayışların cevabı daha kötü duruma düşmeleriyle (hapse girmeleri, tecavüze uğramaları, sefalet içinde yaşamaları, en son birinin ölmesi gibi.) verilir. Yeşilçam melodramlarındaki “mucize kurtuluşlar”a yüz verilmez.

Filmin sonlarına doğru çocuklar isyan çıkarırlar. Koğuşta barikat kurarlar. “İdarenin adamı”nı şişlerler. Son sahnede ise isyan kırılmış, çocuklar başka bir cezaevine sürgüne gönderilmişlerdir. Aslında başka cezaevine gitmek herkesin isteğidir. Yani Ulucanlar’da yaşadıklarından daha kötüsünün olamayacağını düşünerek, neresi olursa olsun, başka cezaevine gitmeyi bir kurtuluş olarak görürler. İsyan sonrası gittikleri başka cezaevi hayallerinin cevabını verir: Cezaevine girişte çırılçıplak soyulur, duvar dibine dizilirler önce. Sonra cinsel tacizli kontrol ve arama, küfürler. Ardından sorgusuz sualsiz vahşice dövülürler.

Sonuç: Bu düzenden en küçük bir umut kırıntısı dahi beklenemez!


***

F tipi hücrelerin gündemde olduğu ve buna karşı kampanya yürüttüğümüz bir süreçte “hapishane filmi” denebilecek Duvar’ın gösterime girmesi, sermaye devletinin zindancılığının sinemanın diliyle etkili bir tarzda ortaya serilmesi anlamıyla olumludur. F tipi hücrelere karşı kampanyamızın bir aracı haline getirebileceğimiz oranda bize güç katacak, kampanyamızı yaygınlaştıracaktır.

Yılmaz Güney hücrelere karşı mücadelemizde aramızda...

Ö. Soylu