ARSIVANA SAYFA
 
21 Ekim '00
SAYI: 39
İçindekiler
Kızıl Bayrak'tan
Teslim olmaktansa ölmeyi yeğleriz
Sefaletin koyulaştırılması nın resmi belgesi
Kamu çalışanları üretimden gelen güçlerini kullanmak zorundadır
Sınıf politikasından yoksunluk
POAŞ’ta toplu işten çıkarma sert tepti
Kazanmak için grev silahından başka yol yok!
“İş güvencesi” yasa taslağı ve sendikalar
Ordunun Kürdistan basın turu ve turdan yansıyanlar
Sezer’e rektörler muhtırası
SES Genel Kurulu’nda devrimci çıkış
Birleşik Metal-İş Kongresi
Gün ölümüne bir kararlılıkla harekete geçme günüdür!
Hücre saldırısı ve yeni zindan direnişi
Öleceğiz ama hücrelere girmeyeceğiz
“Her türlü bedeli ödemeye hazır ve kararlıyız!”
Hücre saldırısı ve devrimci sorumluluk
Ümraniye’de provokasyonlar ve saldırı hazırlığı
Habip ve Ümit’i andık
Emperyalist barış politikası Filistin halkının özgürlük tutkusunu yokedemedi
Barış süreci çifte standarttan ibaret
Kıbrıs’ta TC’nin yıkım programına karşı genel grev
Burjuva basından seçmeler
Bir kitap: “Benden selam söyle Anadolu’ya!”
25 yıl önceki Ulucanlar’da ki vahşetin öyküsü
Ulucanlar davasına çağrı
Mücadele Postası
 



 
 
Kamu çalışanları üretimden gelen güçlerini kullanmak zorundadır


2001 bütçesinde ücretlilere ayrılacak pay açıklanmış bulunuyor. Kamu emekçileri için belirlenen %10 ücret zammının, asgari ücrete ve TİS’lere de aynen yansıtılmaya çalışılacağı geçmiş yılların deneyimlerinden biliniyor. Dolayısıyla, bu sadaka zam oranının tek muhatabının iki milyon civarındaki kamu emekçisi olmadığı ortada. Zaten bu nedenle, açıklanan memur maaş zammı olduğu halde, “ücretlere ayrılan pay” olarak algılanıyor.

Fakat sınıf cephesi henüz bu algılamaya denk bir “ortak tepki”yi sergilemiyor. Kendine Emek Platformu diyen ve ayıklana ayıklana bir grup gericiden ibaret kalan güruhun yaptığı toplantıdan boş sözlerden başka bir şey çıkmadı. Şimdilik tek ses, henüz son derece cılız da olsa yine KESK cephesinden duyuluyor.

Sadaka zammın açıklanmasını izleyen ilk gün, Ankara, İzmir, Malatya, Kayseri gibi birçok ilde, KESK’e bağlı sendikalara üye emekçiler alanlara çıkarak basın açıklamaları yaptılar. Bu eylemlere, Olağanüstü Hal yüzünden yıllardır alanlara çıkamayan Diyarbakırlı emekçiler de katıldılar. Eylemlerde öne çıkan sloganlar, kamu emekçilerinin, 2001 bütçesinin de bir faiz ve rant bütçesi olarak hazırlandığının bilincinde olduğunu gösteriyordu.

Eylemlerin, henüz başlangıç aşamasında olduğunu gözetmekle birlikte, sadece kamu emekçilerini kapsaması, onun da henüz sınırlı bir kısmını harekete geçirebilmiş olmasının yarattığı zayıflıkları görmek ve hızla ortadan kaldırmak için gerekenleri yapmakta gecikmemek gerekiyor.
Çalışma iki cephede yoğunlaşmak durumundadır. Birincisi, bütçede emekçilere ayrılan pay ekseninde işçi-memur tüm çalışanların ortak eylemlerini organize etmek; ikincisi, yapılmakta olan eylemlere katılımı kitlesellik ve düzey açısından yükseltmek. İşçi ve kamu emekçilerinin alanlarda birleşme zemini elbette ki %10’la sınırlı değil. Sadece dönemsel sorunlar bile, ortak mücadeleyi örgütlemek için fazlasıyla yeterlidir. Zorunlu tasarrufların gaspı, sosyal sigortaları (Emekli Sandığı, SSK ve Bağ-Kur) tasfiye planı, gündemdeki metal ve tekstil TİS’lerinde dayatılan sıfır (veya sıfıra yakın) zamlar, özelleştirmelerle gelen toplu tensikatlar vb...

Ancak sokak eylemlerine katılımı artırmak da tek başına süreci ilerletmeye yetmeyecektir. Alanlarda gerçekleştirilen güçlü eylemleri grevlerin izleyebilmesi gerekiyor. %10 vesilesiyle sendikacıların yine dillendirmek zorunda kaldığı “üretimden gelen gücün kullanılması” sözlerinin, sendikacıların söylemlerinde bırakılmaması için şimdiden işyerlerinde grev hazırlıklarına girişilmelidir. Henüz erken, henüz kitle hazır değil, denilebilir. Zaten bugünden sözkonusu olan, yarın iş bırakmak değil, buna yönelik hazırlıklara hemen başlamaktır. Hak almanın, varolanı korumanın en etkili yolu olarak, grevin propagandası yaygın biçimde yapılmaya başlanmalıdır. Bunun içinse, her işyerindeki en bilinçli işçi-emekçilerin örgütlenmeleri, grev ve direniş komitelerinde birleşerek sürece örgütlü müdahale edebilmeleri gerekir. KESK’in yaşadığı sürece parelel olarak zayıflayıp dağılmaya yüz tutan işyeri örgütlenmelerinin yeniden canlandırılmasının ne kadar acil ve yakıcı bir ihtiyaç olduğunun, sınıf bilinçli tüm kamu çalışanları farkındadır. Öyleyse, uzun süren atalet dönemini arkada bırakmak, alanları ve işyerlerini yeniden ısıtmak için görev başına!

Sadaka zamlara hayır!
Grevli-toplusözleşmeli sendika hakkı için ileri!
Zorunlu tasarruflar gaspedilemez!
Parasız sağlık-parasız eğitim!
Herkese iş, tüm çalışanlara iş güvencesi!
Sosyal sigorta hakkı gaspedilemez!
İşçi-memur elele, genel greve!






KESK GYK alışılmış eylem takviminin
bir yenisini açıkladı...

Kamu emekçileri güvenebileceği bir
önderlik arıyor



KESK GYK’sı 16-17 Eylül tarihleri arasında bir toplantı yaptı. Toplantıda alınan kararlar sonuç bildirgesi olarak açıklandı.

İMF’nin dayattığı ekonomik programlar, 2001 yılı bütçesi, zorunlu tasarruflar, kamu emekçilerinin iş güvencesini ortadan kaldıran Kanun Hükmündeki Kararname’nin yasalaştırılması girişimleri, Personel Rejimi ve toplusözleşmesiz, grevsiz sendika yasa tasarıları” karşısında kamu emekçilerinin kazanımlarının yokedildiğini dile getiren bildirge, yeni saldırıların da gündeme gelmekte olduğunu vurguluyor. Böylesi bir süreç değerledirmesinden sonra alınan kararlar, 7 maddeden oluşan bir eylem takvimini içeriyor.

Kamu emekçileri mücadelesi için oldukça önem taşıyan böylesi bir süreçte, elbette yalnızca süreç değerlendirmesi yapmak yetmiyor. Olan hakları korumak, yeni haklar kazanmak için devrimci bir duruş, hak alıcı bir eylem sürecini örgütlemek de gerekiyor.

KESK yönetiminin almış olduğu eylem kararları ise, artık son süreçte alıştığımız içi boş eylem biçimlerinden öteye geçmiyor; tüm illerde “kitlesel” basın açıklamaları, “kitlesel” sokak afişlemesi, “kitlesel” bildiri dağıtımı, işyerlerine pankart asma, imza toplama ve Başbakan’a fakslama, kokart takma, sendika bürokratlarından oluşan “temsili” bir Ankara Yürüyüşü ve gene “temsili” bir oturma eylemi. 11 Kasım’da ise büyük final; Ankara mitingi!

Bu eylem takviminde yeni olan ne var? Hak alıcı olan ne var? Yürümekten yolları, kokart takmaktan yakalarımızı, imza toplayıp fakslamaktan ellerimizi aşındırdık! Sonuç ortada!

2001 yılı bütçesi için çalışanların ücret zamları belirlendi; ilk yarı yıl için %10. KHK yasalaşmak için meclisi bekliyor. KHK’yla zaten grevli-toplusözleşmeli sendika hakkı hayal oldu. Zorunlu tasarruflar ise çoktan iç edildi. Bunlar için değil hak aramayı, demokrasi sözünden bile Cumhurbaşkanı’na faks çekmeyi anlar hale geldik!

Bunun yanısıra KHK, kamu emekçileri ve kamuoyu tarafından iyi anlaşılamadığı için, kararnamenin içeriğini anlatan bir broşür hazırlığı da gündeme alınmış durumda. Cumhurbaşkanı’na teşekkür faksları çekmeyi marifet sayan KESK bürokratları, Cumhurbaşkanı’nın KHK’ya içerik olarak değil, fakat yalnızca biçim olarak karşı çıktığını bilmiyorlar mıydı?

Hukukçu Cumhurbaşkanı diyor ki; bu tasarıyı Kanun Hükmünde Kararname olarak uygulamaya kalkarsak ömrü kısa olur; ama meclisten geçirip yasalaştırırsak, işte o zaman kimse bize ne itiraz edebilir, ne de kararnamenin ömrü kısa olur. Kısaca, kamu emekçilerinin iş güvencesini ortadan kaldırmak için kararnameye değil, yasaya ihtiyacımız var diyor açıkça bizlere. Bunu anlamayan, bilmeyen kalmadı. KHK’yı püskürtmek için tabanını değil de faks makinelerini harekete geçiren, sırtını Cumhurbaşkanı’na yaslayan bir anlayıştan ciddi, hak alıcı bir eylem takvimi beklemek elbette olanaklı değil.

Faks makinelerine ve Cumhurbaşkanı’na güvenen KESK bürokratlarını gören kamu emekçileri, tabii ki KHK’yı da doğru anlayamayacaktır. Bu nedenle onlar da KHK’nın, şeriatçılığın yayılması ve büyümesi tehlikesine karşı bir önlem alma olduğu masalına belli bir kolaylıkla inanacaktır. KESK bürokratlarının da istediği zaten budur. Yoksa onlar; 2001 yılı bütçesinin emekçilere sefaletten başka bir şey getirmeyeceğini; işçi ve emekçilerin sosyal haklarının gün geçtikçe budandığını; iş güvencesinin ortadan kaldırıldığını; sadece devrimci tutsakların değil, tüm emekçilerin yaşamlarının hücreleştirildiğini; özelleştirmelerin yıkım olduğunu bilmiyor mu? En az bu yıkımı yaşayan kesimler kadar iyi biliyorlar. Ama işlerine gelmiyor. Düzenle kolkola yürüyebilmeleri için bu gerçekleri görmemeleri gerekiyor.

Sendika bürokratlarının bu tavrı, misyonları düşünüldüğünde anlaşılır bir durum oluyor artık. Anlaşılamaz olan öncü, devrimci kamu emekçilerinin (en azından bu iddiası olanların) ne yaptığıdır. Bu saldırılar bir bir hayata geçirilirken devrimci-öncü kamu emekçilerinin görev ve sorumluluklarını neden görmezden geldiğidir.

Sendika şubeleri artık iyice boşalmış durumda. Belli birkaç reformist çevre, birkaç öncü emekçi dışında şubelere uğrayan pek kalmadı. Kamu emekçilerinde bir güvensizlik hakim, kime güveneceklerini bilemiyorlar. Durmadan kazanılmış haklarımız gaspedilirken sendika bürokratları uslu uslu oturup, “kitlesel” basın açıklaması yapmaktan başka bir iş yapmıyorlar. Sahte sendika yasasına karşı anlamlı bir tepki yükselmemişken daha, artık bu yasaya bile gerek kalmayacak, zira artık KHK gündeme geliyor.

%10’luk ücret artışı tüm bu saldırılara sesini çıkarmayan, bana bir şey olmasın da ne olursa olsun diyenleri dahi çileden çıkarmış durumda. Tek güvenecekleri gücün kendi güçleri olduğunu açığa çıkaracak, tabanı harekete geçirecek, hak almanın 4 Mart Direnişi’nde olduğu gibi devrimci bir duruş ve pratikle mümkün olabileceğini gösterecek, güven verici bir örgütlülüğe ihtiyaç var.

Bu ihtiyacı karşılamak için kendine öncü, devrimci diyen tüm kamu emekçilerinin harekete geçmesi, işyerlerinden yükselen bir karşı duruşu örgütlemesi gerekiyor.