Genelkurmay Başkanlığının Kürt illerine düzenlediği ikinci basın turu yapıldı. Basın turu Elazığ, Dersim, Bingöl, Muş ve Tatvanı içine alan bir bölgede gerçekleştirildi. Tura yaklaşık 90 yerli ve yabancı gazeteci katıldı.
Bilindiği üzere ordunun bölgeye düzenlediği basın turlarının geçmişi oldukça uzun. Kirli savaşın en yoğun ve acımasız olarak sürdürüldüğü dönemlerde sıkça bu türden turlar düzenlenir, teröre karşı askerin üstün mücadelesi, terörün halka yönelik eylemleri, halkın askere yakınlığı anlatılırdı. Yani, böylelikle kirli savaşın medya cephesine zengin bir veri sağlanmış olunur ve kirli savaşın propagandası tırmandırılırdı.
Kirli savaşın yerini kirli barışa bıraktığı bu dönemde yapılan basın turlarında ise, bu kez kirli barışın nimetleri ve güzellikleri gösteriliyor. Kürdistanda varolan yıkım ve sefaleti gizlemeye, kirli savaş makinasına makyaj tazelemeye çalışılıyor. Böylelikle turlar Kürt halk kitlelerinde barış hayallerini körüklemeye hizmet ediyor. Elbette aynı zamanda, Kürt halkının mevcut durumu ve yaşadığı sorunları da, bu basın turundan burjuva medyaya yansıyanlar içerisinde kısmen de olsa bulmak mümkün.
Basın turuna katılan gazeteciler, basın turundaki gözlemlerini gün gün gazetelerine yansıttılar. Yapılan anlatımlarda öne çıkan vurgu, ordunun teröristi bitirdikten sonra şimdi de terörle (yani kaynaklarıyla) savaştığı şeklindeydi. Ordunun terörün kaynağına yönelik seferberliği ballandıra ballandıra anlatılıyordu. Buna göre ordu, bölgede çocuk parkı, dersane, yol, elektrik, su vb. gibi hizmetler yapıyor, imam nikahlı çiftlerin resmi nikahlarını kıymak için şahidim mehmetçik olsun, sünnetsiz çocukları sünnet ettirmek için kirvem mehmetçik olsun kampanyaları düzenliyor vb. Kısacası halkın her derdine mehmetçik koşuyor. Dertlere derman buluyor.
Burjuva medyanın yürüttüğü bu propagandanın temel amacı, Kürt halkını yıllar boyunca kırımdan, kıyımdan geçirmiş bir orduyu temize çıkarma ve bilinçleri bulandırma olduğu açıktır. Elbette bu vesileyle, ordunun bölgede, Kürt halkının olgunlaşmış ulusal hafızasını bulandırmak, devletten uzaklığını kapatmak ve öfkesini söndürmeye dönük olarak sürdürdüğü çabaların boyutları da kendisini ele veriyor. Görünen o ki teslimiyetçi platform halkı tamamen devletin inisiyatifine terketmiş, ona alan açmış. Devletse açılan bu alandan ve halkın yaşadığı kırılmadan hareketle, geçmişin mücadeleye açık tüm dinamiklerini bitirmeye dönük bir seferberlik içerisinde. Ancak bu seferberliğin bir göz boyamadan ibaret olduğu da açık. Bu durumun kendisini ele verdiği örneklerden biri şöyle yansıyor; Bir köylü Tuncelide gıda ambargosunun kaldırılmasıyla ilgili Ambargo siz geleceksiniz diye kaldırıldı diyor. (Radikal, 15 Ekim 00)
Bu seferberliğe dair, basın turuna katılan gazetecilerin kaleminden hemen hemen şu aynı cümleler çıkıyor; Bu çabaların en önemli hedefi ekonomik ve sosyal gelişmeye öncülük yaparak vatandaşla devlet arasındaki bağı güçlendirmek. Ulusal bütünlüğü perçinlemek ve ayrılıkçı akımların taban tutup, güçleneceği sosyo-ekonomik ortamı kaldırmak.(Fikret Bila/Milliyet, 15 Ekim 2000)
Devlet tarafından belirlenen hedeflerin yerine getirilmesi ise hep aynı sorunun çözümüne bağlı olarak sunuluyor: Terörün beslendiği sosyo-ekonomik tabanı kurutmak. Bu sosyo-ekonomik tabanı oluşturan sorunlar ise şöyle sıralanıyor:
Herşeyden önce bölgenin kökü yüzlerce yıl geriye giden ana sıkıntısı ekonomik yetersizlik. Bu daha oraya iner inmez göze çarpıyor. İşsizlik had safhada. Kent merkezlerinde bile ekonomik yetersizlik kendisini gösteriyor. Terörün varlığı bu olumsuzluğu daha da büyütmüş. Yaylaların kullanılmaması, meraların kapatılması ve son yıllardaki ağır kuraklık hayvancılığı da tarımı da derinden etkilemiş. Buna köyden kırsal alana göçün yarattığı sonuçlar eklenmiş. Dolayısıyla bugün ister kentsel isterse kırsal alanda olsun herkes yeni yatırım, iş olanağı, ekonomik kalkınma bekliyor. Bu, olmazsa olmaz bir koşul. (H. Bülent Kahraman/Radikal, 16 Ekim 00)
Bölgedeki sosyal-ekonomik sorunları böylesine doğrudan aktaran yazar, sorulması gereken soruyu da soruyor; Fakat bu nasıl olacak? Elbette ki, düzenin tüm bu sorunları çözmesinin imkanı yok. Çünkü bu, sermaye çıkarları üzerine kurulu düzenin varoluşuna aykırı bir durum olur. Hele hele düzenin derin bir iktisadi kriz içerisinde debelendiği ve bu krizin faturasını işçi-emekçilere çıkarmak için akıl almaz yöntemlere, acımasız saldırı paketlerine başvurduğu bir dönemde... Böyle bir dönemde bunu düşünebilmek hayalperestlik değilse, göz boyamak için yapılan pespaye bir yalancılıktır.
Yazar bu gerçeği es geçerken, köye dönüş konusunda gerçeği doğrudan söylüyor:
Mevcut imkânsızlığın aşılması aradan geçen 16 savaş yılından sonra yepyeni yaklaşımları gerektiriyor. Boşaltılmış köyler var örneğin. İnsanlar dönmek istiyor. Ama doğa ve arazi koşullarının da bir sonucu olarak bu köyler hem dağınık hem de çok az nüfuslu. Dolayısıyla bu kadar yaygın bir kırsal alan yerleşiminin topyekûn bir kalkınma seferberliği kapsamına alınması neredeyse olanaksız görünüyor. Son zamanlarda ordu yaylaları nispeten açmış. Fakat bu bütün köylere dönüş izni verildiği anlamına gelmiyor. Edindiğim izlenime göre 'köye dönüş' hiçbir zaman bütünüyle gerçekleşmeyecek. Bu yukarıda değindiğim nedenden kaynaklandığı kadar güvenlik kaygılarından ötürü de böyle.
Tura katılan gazetecilerin notlarından yansıyan en temel olgu, Terör geriye düşerken ekonomik sosyal sorunların tüm yakıcılığıyla öne çıkması oldu. Bu olgu, Kürt halkının ulusal özgürlük istemleri görmezden gelinmediği takdirde, temel önemde bir gerçeği de ifade ediyor. Bu, salt ulusal taleplere daraltılmış bir kurtuluş mücadelesinin geriye düşmesiyle, bölgedeki sınıfsal sorunların ön plana çıktığı ve buna bağlı olarak, sınıfsal-sosyal eksende bir mücadelenin gelişmesinin zemininin gitgide güçlendiği gerçeğidir. Düzenin tüm kurumları şimdi böylesi bir mücadelenin önünü almaya dönük çalışıyor.
Ancak, sermaye düzeninin hiçbir çabası böyle bir mücadelenin gelişmesinin önünü almaya yetemeyecektir. Çünkü bunun için, ne manevra yapabilecek olanaklara sahiptir, ne de varoluşu buna uygundur. Bunun içindir ki, gelecek Kürt emekçi halkının sınıfsal bir eksende açacağı mücadele cephesine tanıklık edecektir. Geçmişin tüm devrimci mirası ise, bu temel üzerinde yeniden şekillenecek ve düzenin karşısına dikilecektir.
UNİCEnin (Avrupa İşveren Sendikaları Konfederasyonu) 1999 yılında hazırladığı rapora göre, en ucuz işgücü Türkiyede.
Rapora göre; saat başı üzerinden en yüksek işçilik maliyeti 24,4 Euro (21,3 dolar) ile Almanyada. Bir Alman işçisinin TL cinsinden bir saatlik maliyeti 14 milyon 298 bin 400 lira. En ucuz işçilik olan Türkiyede ise, bir işçinin bir saatlik maaliyeti 4,1 Euro (3,6 dolar). Bu rakam TL cinsinden 2 milyon 402 bin 600 liraya denk düşüyor. Yani kapitalist patronlara işçilik maliyeti üzerinden bir mal Almanyada yaklaşık olarak 6 liraya malolurken, Türkiyede 1 liraya malolmaktadır.
Avrupalı emperyalistler bu raporda, Türkiyenin nasıl bir ucuz işgücü cenneti olduğunun altını çizerek iştahla ellerini ovuşturmaktadırlar. Rapor, TÜSİAD ve TİSK tarafından da yayınlanmıştır. Türkiyenin kan emici sermaye patronları bu rapor üzerinden Avrupalı ağababalarına; bizde işgücü ucuz, eğer sermayenizi getirirseniz bu ganimeti birlikte yağmalayabiliriz mesajı vermektedirler.