ARSIVANA SAYFA
 
14 Ekim '00
SAYI: 38
İçindekiler
Kızıl Bayrak'tan
Teslim olmaktansa ölmeyi yeğleriz
Sefaletin koyulaştırılması nın resmi belgesi
Kamu çalışanları üretimden gelen güçlerini kullanmak zorundadır
Sınıf politikasından yoksunluk
POAŞ’ta toplu işten çıkarma sert tepti
Kazanmak için grev silahından başka yol yok!
“İş güvencesi” yasa taslağı ve sendikalar
Ordunun Kürdistan basın turu ve turdan yansıyanlar
Sezer’e rektörler muhtırası
SES Genel Kurulu’nda devrimci çıkış
Birleşik Metal-İş Kongresi
Gün ölümüne bir kararlılıkla harekete geçme günüdür!
Hücre saldırısı ve yeni zindan direnişi
Öleceğiz ama hücrelere girmeyeceğiz
“Her türlü bedeli ödemeye hazır ve kararlıyız!”
Hücre saldırısı ve devrimci sorumluluk
Ümraniye’de provokasyonlar ve saldırı hazırlığı
Habip ve Ümit’i andık
Emperyalist barış politikası Filistin halkının özgürlük tutkusunu yokedemedi
Barış süreci çifte standarttan ibaret
Kıbrıs’ta TC’nin yıkım programına karşı genel grev
Burjuva basından seçmeler
Bir kitap: “Benden selam söyle Anadolu’ya!”
25 yıl önceki Ulucanlar’da ki vahşetin öyküsü
Ulucanlar davasına çağrı
Mücadele Postası
 



 
 
YÖK’ün babası yine sahnede

Sezer’e rektörler muhtırası


Doğramacı, 12 Eylül’ün en önemli kurumlarından olan YÖK’ün mimarı. Onun ilk ve uzun bir süre başında bizzat bulunan, ardındansa günümüze kadar perde arkasından hamiliğini yapan ve haleflerini seçen bir faşizm kurmayı.
Doğramacı, YÖK’e karşı mücadelenin yükselmesiyle devrimci öğrenci gençliği hedef tahtasına çakan bir sermaye uşağı.

Doğramacı, rektör seçimlerindeki kriz sırasında “rektörler seçimle değil, doğrudan atamayla gelmeli” diye görüş belirten, iflah olmaz bir generaller yalakası.

Ve şimdi Doğramacı yine sahnede. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi’nde, aralarında kimi rektör ve eski rektörlerin de bulunduğu 265 “bilimadamı” ile birlikte bir deklarasyon yayınladılar. Osmangazi Üniversitesi’nin Doğramacı’ya Türk ve dünya çocuklarına sağlıklı yaşam alanındaki katkıları, Türk yükseköğretimine önemli hizmetlerinden dolayı fahri doktora vermesi, bu birlikteliğin bahanesi oldu. Tabii bu verilen ödülün içeriğinde aslında “sermaye yararına” ibaresini unutmuş olmalılar. Zira yükseköğrenime verdiği “önemli hizmetleri” elbette öğrenci gençliğin yararına değildi.

Deklarasyonda rektörlük seçim sisteminin değiştirilip atama yönteminin getirilmesi isteniyor. Temmuz ayındaki kriz sırasında Doğramacı’nın belirtmek ihtiyacı duyduğu(!) görüşleri hatırlanırsa, bu görüşün şimdi daha güçlü savunulmak için harekete geçildiği görülür. Anlaşılan o ki, birileri Doğramacı’nın düğmesine basmış.

Peki, Doğramacı’ya neden yeniden sahnenin önünde ihtiyaç duyuldu?

Bilindiği gibi Sezer cumhurbaşkanı olduğundan beri düzen içinde hafif çaplı bir krize yolaçıyor. Üniversiteler cephesinden Sezer YÖK ile, rektör seçimleri skandalında ilk kez karşı karşıya geldi. YÖK’ün hukuksuz atamalarını engelledi. Şimdi de açılışlarda YÖK’ün yetkilerinin sınırlandırılması gerektiğini, örneğin rektörlük seçimlerinde herhangi bir yetkisinin olmamasını istiyor. YÖK’ü “demokratik geleneklere uygun hareket etmeye” çağırıyor. YÖK’ün demokratik davranmasını(!) istiyor. YÖK’ün varoluş amacı zaten antidemokratiktir. Sezer buna bir şey demiyor, demez de zaten. Ama bu yine de düzen içinde bir çatlak anlamına gelmektedir. Zira burjuvazinin faşist diktatörlüğü ve onun kurumları, birçok şeyi kendi hukukunu bile bir kenara attığında çok daha kolay, hızlı ve sorunsuz hallediyor. Elbette düzen içinde büyük bir kesim öyle davranmaya devam etmek isteyecektir.

İşte YÖK’le girilen gerginlik ortamında burjuva gericilik cephesi YÖK’ün babasını yeniden bu sebeple sahneye itmiştir. Burada öne çıkarılan talepleri de üniversite rektörlerinin ne kadar şekilde kalsa da seçim gibi bir ara aşamaya gerek duymadan doğrudan YÖK (siz MGK diye okuyun) tarafından atanmasıdır.

Zira, evet, seçimlerde kim seçilirse seçilsin, YÖK kendi kafasına göre liste belirleyebiliyor. Üstelik kim seçilirse seçilsin üniversiteleri YÖK’ün denetiminden tam anlamıyla çıkarabilmesinin şansı yok. Ancak, eskiden YÖK’ün tercihleri cumhurbaşkanlığınca sorunsuzca kabullenilirken, şimdi bu rahatlığı ortadan kalkmış gözüküyor. Bundan sonrası için de, YÖK’ün bu konudaki diktatoryasının güvencelenebilmesi için doğrudan atama sistemini savunuyorlar.

Bize ise bir kez daha şunu tekrarlamak kalıyor: YÖK dağıtılmalı, üniversiteler özerk-demokratik bir yapıya kavuşturulmalı, eğitim her düzeyde parasız, anadilde ve eşit olmalıdır. YÖK’ün halihazırdaki antidemokratik yapısını ve diktatoryasını yeterli bulmayan kesimlere vereceğimiz en iyi yanıt ise, öğrenci gençliğin kendi öz sorunlarına sahip çıkmasını sağlamak ve üniversitelerde birleşik-örgütlü mücadeleyi yükseltmek olmalıdır, olacaktır.





8 yıllık eğitime katkı soygunu kalıcılaştırılıyor


8 yıllık eğitime katkı adı altında çeşitli vergi ve kesintilerle işçi ve emekçilerin soyulması uygulaması, 1 Eylül 1997’de yürürlüğe girmişti. Ancak bu uygulamanın süresi yasal olarak 31 Aralık 2000 tarihinde sona eriyor.

Bilindiği üzere, devlet bir soyguna başladıysa buna öyle kendiliğinden son vermeye pek yanaşmaz. Nitekim küçük küçük miktarlarla başlayan üniversite har(a)çları, yıldan yıla artarak asgari ücretin üzerine çıkmıştır. Bundan vazgeçilmesi de düşünülmemektedir.

Şimdi de Milli Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu bu soygunun 10 yıl daha uzatılmasını istiyor. Üstelik bakanlık olarak bu konu, bir yasa tasarısı taslağı şeklinde Bakanlar Kurulu’na iletilmiş. Elbette 10 yıl sonra da bundan vazgeçilmesini düşünmüyorlar. Artık soygun başlamışsa devam edecektir deniliyor. Son üç yılda bu yasal soygundan kaldırılan para 755 trilyon liradır.

Bu soygunun sona ermesi yasal sürenin dolmasıyla değil (çünkü biri dolduğunda yenisi başlatılacaktır), işçi ve emekçilerin örgütlü, birleşik ve kararlı bir mücadele yükseltmeleriyle gerçekleşecektir.





DTCF’de faşist saldırı


Okulların açılmasıyla beraber faşistlerin düğmesine de basıldı. 16 Ekim Pazartesi günü Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi’nde faşist saldırı yaşandı. Ayhan Koku adlı öğrenci faşistler tarafından bıçaklandı. Bunun ardından bir faşist cezalandırıldı. Bu arada sivil polisler faşistlerin imdadına yetişerek havaya ateş açtılar. Devrimci ve demokrat öğrenciler bunun ardından toplu halde okuldan çıkarak Yüksel Caddesi’ne kadar yürüdüler.





İÜ’de iki ayrı İsrail protestosu


Filistin’in siyonizme ve emperyalizme karşı ihanet çemberini yararak yeniden yükseltmiş olduğu özgürlük savaşını kanla bastırmak üzere katliamlara girişen, son üç haftada birçoğu çocuk yüzden fazla Filistinliyi katleden İsrail’e ve arkasındaki emperyalizme karşı protesto eylemleri, tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de yaşanıyor. 17 Ekim Salı günü İstanbul Üniversitesi’nde bununla ilgili iki ayrı öğrenci eylemi gerçekleşti.

Devrimci ve demokrat öğrenciler, Hukuk Fakültesi kantininde düzenledikleri şiirli dia gösteriminin ardından, saat 13:00’de fakülte binası önünde forum düzenlediler. Forumun ardından öğrenciler Beyazıt Meydanı’na yürüyerek burada bir açıklama yaptılar. Yapılan açıklamada, İsrail’in Filistin’e yönelik yürüttüğü katliamlar ve Ortadoğu’daki Amerikan emperyalizmi protesto edildi.

Diğer açıklama ise MGV’liler tarafından Edebiyat Fakültesi’nde gerçekleştirildi. Tekbir getiren grup Filistin’de ölenler için namaz kıldı.





Cebeci Kampüsü’nde de İsrail protesto edildi


İsrail’in Filistin’e yönelik giriştiği ABD destekli katliam, Ankara Üniversitesi Cebeci Kampüsü’nde de protesto edildi. 18 Ekim Çarşamba günü öğle saatlerinde İletişim Fakültesi’nde biraraya gelen devrimci ve demokrat öğrenciler, buradan sloganlarla önce Hukuk Fakültesi’ne yürüdüler. Burada pankart açan öğrenciler, daha sonra Eğitim Fakültesi’nin önüne kadar yürüyüp burada bir basın açıklaması yaptılar. Basın açıklamasında Ortadoğu’nun emperyalizmin hedefi haline geldiği, TC’nin de bu konuda emperyalizm yanlısı bir tavır takındığı söylendi.





ODTÜ’de baz istasyonu protestosu


Baz istasyonları üniversitelerde de tehlike saçıyor. ODTÜ bunlardan biri. Yurt ve kampüsteki baz istasyonlarının sökülmesini isteyen ve buna yönelik 4000 imza toplamış olan ODTÜ öğrencileri, 18 Ekim’de bir basın açıklaması yaptılar. Açıklamada öğrenciler, baz istasyonlarından dolayı radyasyon oranının 10 miliwata çıktığını, New York’ta bile bu oranın 1 miliwatt düzeyinde olduğunu söylediler.





İnönü Üniversitesi’nde boykot


Malatya İnönü Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi’nde formasyon derslerinin kaldırılmasının ardından öğrenciler ders boykotu başlattılar. Zira formasyon derslerinin kaldırılması öğretmenlik haklarının gaspedilmesi anlamına gelmektedir.

Boykotun başlamasının ardından öğrenciler taleplerini iletmek için rektörlüğe yürüyüş düzenlediler. Jandarma engeline rağmen rektörlüğe ulaşan öğrencileri rektör “muhatap kabul etmediğini” belirterek geri çevirdi.

Ancak tüm baskılara rağmen İnönü Üniversitesi öğrencileri, formasyon haklarını kazanana kadar mücadeleye devam edeceklerini belirttiler. İkinci öğretim öğrencilerinin de boykota katılması, boykotun moralini ve kararlılığını artırıcı bir özellik sergiledi.