ARSIVANA SAYFA
 
21 Ekim '00
SAYI: 39
İçindekiler
Kızıl Bayrak'tan
Teslim olmaktansa ölmeyi yeğleriz
Sefaletin koyulaştırılması nın resmi belgesi
Kamu çalışanları üretimden gelen güçlerini kullanmak zorundadır
Sınıf politikasından yoksunluk
POAŞ’ta toplu işten çıkarma sert tepti
Kazanmak için grev silahından başka yol yok!
“İş güvencesi” yasa taslağı ve sendikalar
Ordunun Kürdistan basın turu ve turdan yansıyanlar
Sezer’e rektörler muhtırası
SES Genel Kurulu’nda devrimci çıkış
Birleşik Metal-İş Kongresi
Gün ölümüne bir kararlılıkla harekete geçme günüdür!
Hücre saldırısı ve yeni zindan direnişi
Öleceğiz ama hücrelere girmeyeceğiz
“Her türlü bedeli ödemeye hazır ve kararlıyız!”
Hücre saldırısı ve devrimci sorumluluk
Ümraniye’de provokasyonlar ve saldırı hazırlığı
Habip ve Ümit’i andık
Emperyalist barış politikası Filistin halkının özgürlük tutkusunu yokedemedi
Barış süreci çifte standarttan ibaret
Kıbrıs’ta TC’nin yıkım programına karşı genel grev
Burjuva basından seçmeler
Bir kitap: “Benden selam söyle Anadolu’ya!”
25 yıl önceki Ulucanlar’da ki vahşetin öyküsü
Ulucanlar davasına çağrı
Mücadele Postası
 



 
 
Emperyalist barış politikası Filistin halkının özgürlük tutkusunu yokedemedi


A. Göksu


Ortadoğu’daki son gelişmeler, emperyalizmin halklara barış değil savaş, uygarlık değil yıkım ve sefalet getirdiğinin bir kez daha kanıtlanması oldu. Bundan birkaç ay önce Ortadoğu’da estirilen barış rüzgarlarının yelkeni bugün savaş naraları ile doluyor. Bu, öznel tercihlerin ötesinde, emperyalist siyasal ve ekonomik politikanın nesnel sonucudur.

Filistin-İsrail arasında Oslo Antlaşması’yla başlatılan sürecin evrildiği aşama, yeni bir çözümsüzlük olarak emperyalist masada duruyor. Oslo “barış süreci”nin sonuçları ise hiç de sürpriz değildir. Toprakları ve özgürlüğü gaspedilmiş bir halkı emperyalist “barış süreci”ne yedekleme uğraşının sınırları açığa çıkmıştır. Sözde çözüm olarak kitlelere sunulanların gerçek çözümden ne kadar uzak olduğu da... Sorunların gerçek bir çözüme kavuşturulmadığı yerde, mücadele dinamiklerinin boğulamayacağı, tersine daha güçlü dinamikleri mayaladığı, Filistin’de yaşanan son intifada ile kanıtlanmış bulunuyor.


Filistin intifadası ne ifade ediyor?

Filistin intifadasının ikili yönünü görmek önem taşımaktadır. Birincisi, emperyalist-siyonist saldırganlığa karşı geliştirilen ölümüne mücadele kararlılığı; diğeri, emperyalist politikalara yedeklenen teslimiyetçi önderliğe ilişkindir. Filistin halkının yükselttiği yeni mücadele bayrağı bu ikisine birden yönelmekte, dolayısıyla ortaklanan politikayı iflasa sürüklemektedir.

Emperyalizmin İsrail üzerinden sürdürdüğü Ortadoğu politikasının başını bir dönem İngiltere ve Fransa çekiyorken, güç dengelerinin değişmesinin ardından ABD bölgedeki inisiyatifi eline almıştır. Yahudilerin Ortadoğu’ya yerleşmeleri 1800’lü yılların ikinci yarısında başlamış, hızlanması ise 1900’ün başları olmuştur. Birinci emperyalist savaşın ardından Ortadoğu’da yeni statüko belirlenirken, Filistin toprakları da bölünmeye başlamıştır. Yahudi yerleşim yerleri oluşturabilmek için emperyalist devletlerin koruması altında Yahudi göçü hızlandırılmıştır. Filistin ise İngiltere’nin mandası altına alınmıştır.

Emperyalist devletlerin ve onlarla işbirliği içindeki gerici bölge yönetimlerinin çıkarları gözetilerek oluşturulan devletlerin ve sınırların bölgeye kalıcı barış getirmek bir yana, istikrarsızlığı körüklediği ve sorunları büyüttüğü biliniyor. Stratejik-ekonomik öneminden dolayı emperyalist bölüşümün kurtlar sofrası olagelen Ortadoğu’da, topraklarından sürülen ve en ağır koşullara tabi tutulan Filistin halkı, emperyalist ve gerici yaptırımların acısını çok yoğun yaşamış ve mücadele dinamiklerini güçlendirmiştir.

1929-36 yılları, Filistin halkının yoğun başkaldırılara giriştiği bir dönemdir. İngiliz sömürgeciliğine ve Yahudi göçüne karşı verilen mücadelede 1936 yılı, tepkilerin doruğudur. Üç yıl süren ayaklanma, emperyalizmden bağlarını koparamayan dinsel gerici önderlik nedeniyle başarısızlıkla sonuçlandı. Yahudilere karşı mücadelede dinsel gerici ideoloji öne çıkartıldı. Modern devrimci bir önderlikten yoksunluk, halk ayaklanmasının İngilizler tarafından bastırılmasıyla sonuçlandı.

Ayaklanmanın bastırılmasının ardından siyonist politikalar daha rahat uygulama alanı buldu. İkinci emperyalist savaş sonrasında Yahudilere yurt bulma girişimi 1948’de Birleşmiş Milletler’de resmiyet kazandı ve Filistin sorunu bir üst boyuta sıçradı.

Emperyalist devletleri arkasına alan saldırgan İsrail devleti, bir taraftan Ortadoğu’da emperyalizmin koçbaşı görevini üstlenirken, diğer taraftan topraklarını sürekli genişleterek varolan sorunlara yeni halkalar ekledi. Bölgede İsrail’in yayılmacı saldırganlığına karşı birlik oluşturmaya çalışan Arap devletleri ise, halkların anti-emperyalist bilincini törpülemek amacıyla Arap milliyetçiliğini öne çıkartan politikalar güttüler. Emperyalizm ile bağlarını sürdüren bu gerici devletlerin birlik ve mücadelelerinin sınırları bellidir. Arap milliyetçiliği ve dinsel gericilik çerçevesinde bir siyonizm karşıtlığı, özellikle dünyadaki güç dengelerinin değişimi ardından dar bir alana sıkıştı. Arap savaşlarının ardından İsrail’le yapılan anlaşmalar, bir biçimde statükonun tanınması anlamına geldi.

Fakat Filistin halkı özgürlük mücadelesini bırakmadı. Ve bölge halklarına olduğu kadar diğer ezilen halklara da özgürlük tutkusunu taşıma misyonunu yerine getirdi.

1993’de Oslo’da başlayan sözde “barış süreci”, Filistin halkının özgürlük istemine yanıt olmak bir yana, bölgede emperyalist çıkarların daha da derinleştirilmesi anlamına geliyordu. Ardından taviz üzerine taviz istendi. Filistin’in bütün şehirlerinin pratik denetimi İsrail’e geçti. Bu Filistin topraklarını tecrit etme ve ablukaya alma olanağı demekti ve bu olanak kullanılıyor. Barış süreci adı altında baskı ve gasplar artırıldı. Bunun önemli bir bölümü FKÖ önderliği eliyle yaptırıldı. Hedef, ceza ve baskı politikalarıyla bir halkı teslim almak ve özgürlük davasından vazgeçirmekti. FKÖ önderliği teslimiyeti kabul ettikçe, ABD-İsrail gericiliği daha da cesaretlendi. Bir halkın özgürlük tutkusunu yok edebileceklerini sandılar. Oysa bu halk yılların mücadele birikim ve deneyimine sahipti. Bu halk yıllarca büyük bedeller ödeyerek mücadele etmiş, ‘87’lerde intifadalar gerçekleştirmişti. Bir halkın özgürlük ateşinin sonsuza kadar söndürülebileceğini düşünmek, emperyalistlerin gerçekleşme şansı olmayan gerici hayali olabilirdi ancak.

İşte 2000’e gelindiğinde, Filistin halkı intifadasını daha da büyüterek ABD barışına yanıt veriyor. Bu, bir halkın özgürlük tutkusunun yokedilemeyeceğinin kanıtıdır.

İntifada’nın aynı zamanda FKÖ önderliğine karşı olduğunu söylemiştik. FKÖ önderliğinin emperyalist dayatmalara teslimiyet politikasının sonu tam bir iflas olmuştur. Filistin halkının son çıkışı bu politikalara daha fazla yedeklenmeyeceğinin eylemli ifadesidir. Taviz üzerine tavizler eşliğinde halka vaadedilenlerle gerçekler arasındaki mesafe somut sonuçlarıyla ortaya çıkmıştır.

Arafat’ın önderliğinde kurulan rejim siyasi olarak iflas ettiği gibi, halkın yaşadığı ekonomik yıkım gelişen hoşnutsuzluğun diğer nedenidir. Yolsuzlukların ayyuka çıktığı, sefaletin derinleştiği, bürokrasinin bütçeden aldığı payın yüzde 60’lara vardığı bir rejimde halk yalan ve vaadlerle kandırılamaz ve kandırılamamıştır. Filistin halkı tercihini emperyalist “barış”tan yana değil özgürlük mücadelesinden yana yapmıştır. Bu tercihte FKÖ yönetiminde kurulan rejimin halka yaşatmış olduğu sefalet de belirleyicidir. Düne kadar Filistin polisinin kendi halkına karşı kullandığı kurşunlar da unutulmamıştır. Bu da göstermektedir ki, emperyalist politikalara teslim olan, ondan kopuşu gerçekleştiremeyen bir önderlik adaletli bir sistem kuramaz. Ve uygulananlar eninde sonunda kendi önderliğine de yönelen bir savaşımın ateşleyicisi olur. Filistin örneği bu açıdan da ulusal kurtuluş mücadelelerinin kalıcı çözümünün ne olduğuna çarpıcı bir örnektir.

Şimdi FKÖ önderliği yükselen dalganın önüne geçemediği içindir ki, yıpranan önderlik misyonunu bu dalga üzerine binerek onarmaya çalışıyor. Fakat ilk fırsatta yine Filistin halkının mücadelesinin önüne geçmeye çalışacaktır. Emperyalizmle girdiği ilişki, ona daha farklı davranma imkanı vermemektedir.

Devrimci önderlikten yoksunluk mücadelenin en temel zayıflığıdır. Bölgedeki gerici dinsel örgütlenmeler bugün için öne çıkmış olsalar da, halkı sefalet ve yıkımdan kurtaracak politikalara sahip değillerdir. Dinsel temelde İsrail karşıtlığı üzerinden politikaların ve kurulan rejimlerin örnekleri Ortadoğu’da fazlasıyla mevcuttur. Neye çare olabildikleri bölge halklarının deneyimleriyle açığa çıkmıştır. FKÖ’nün yarattığı boşluğu doldurmak üzerinden kendilerine alan açmaya çalışan gerici örgütlenmelerin başarısı da ancak geçici olabilir.


Yeni intifada ‘87’yi aşmıştır

Yeni intifadanın ‘87’yi aştığını bugün burjuva medya dahi teslim etmek zorunda kalıyor. İntifada Filistin’in bütün şehirlerine yayıldığı gibi, İsrail topraklarını da kapsamıştır. ‘87’den farklı olarak nicel katılım da oldukça ileridir. Süreç mücadele dinamiklerini mayalamış ve son gelişmeler bu birikimi açığa çıkarmıştır.

Bir halkın belleğinin kolay kolay silinemeyeceği, aynı zamanda eylem biçimleri üzerinden kanıtlanmaktadır. ‘87’de İntifada’ya girişen halk bugün eylemini daha da geliştirerek ortaya koymaktadır. Salt emperyalist dış odaklara karşı değil, kendi teslimiyetçi önderliğine de yönelmektedir.

Bu deneyimi her açıdan doğru değerlendirmek gereklidir. Özellikle kardeş Kürt halkının Filistin deneyiminden çıkartacağı dersler çok önemlidir. Kürt halkının çok daha ağır koşullarda girdiği süreci Filistin halkı tamamlamaktadır. Deneyimlerden yararlanılabilinirse, bu acıları tekrar yaşamak gerekmeyebilir. Kaldı ki bu topraklarda bunun olanağı fazlasıyla mevcuttur. Komünist işçi partisinin varlığı bu bakımdan da büyük bir olanaktır.


Gerçek barış sosyalizmde!

Filistin’de son gelişmelerle birlikte bölgede ve dünyada kitlesel gösteriler gerçekleşti. Bu salt Arap milliyetçiliği ya da müslümanlıkla açıklanamaz. Filistin halkı anti-emperyalist birikimin ortaya çıkışının yeni ve anlamlı bir vesilesi oldu. 2000 yılı boyunca dünyanın değişik yerlerinde süren anti-emperyalist gösterilere bu kez Filistin halkı soluk taşıdı.

Ortadoğu’da her zaman anti-emperyalist bir mücadele dinamiği olduğu biliniyor. Hiç kuşkusuz bu, emperyalizmin bölge halklarına yaşattığı acı ve yıkımdan bağımsız değil. Onca zengin petrol yataklarına karşın sefaletin diz boyu olduğu, gelir dağılımındaki uçurumun her geçen gün açıldığı, en ufak bir başkaldırıda tepelerine bombaların yağdığı bir bölgede anti-emperyalist bir damarın olmaması mümkün değildir. Bunun dönem dönem dinsel görünümler alması yanıltıcı olmamalıdır. Önderlik boşluğu bugün için dinsel gerici örgütlenmeleri öne çıkarmıştır. Öte yandan, anti-emperyalist mücadeleyi ciddiyetle yürüten modern devrimci örgütlenmeler de hep olmuştur.

Filistin’deki son gelişmeler, Ortadoğu’da emperyalist çıkarlar doğrultusunda statükolar oluşturmanın sanıldığı kadar kolay olmadığını, öte yandan emperyalist egemenlik koşullarında gerçek ve kalıcı bir barışın mümkün olmadığını göstermiştir. Ortadoğu’ya da kalıcı ve gerçek barış ancak birleşik bir sosyalist cumhuriyetle gelecektir. Bugün Filistin halkı emperyalist barışın sonunu hazırlamaktadır. Yarın bölgenin emekçi sınıfları ve ezilen halkları birlikte sosyalizmde gerçek barışı tesis edeceklerdir.