ARSIVANA SAYFA
 
5 Ağustos '00
SAYI: 28
İçindekiler
Kızıl Bayrak'tan...
Kamu emekçilerine kararname saldırısı
MGK komutasında İMF-TÜSİAD operasyonları
KESK bürokratları ve KHK
DİSK'in II. Genel Kurulu
Kendini tekrar ve yokoluş

Konuşmalar ya da DİSK'in "D"si
TİS komitelerinde örgütlenelim!
Burjuvazi hayvanca sömürüde sınır tanımıyor!
Sendika ağalarının sermaye için artan önemi
Öncü-devrimci kamu emekçilerinin...
Eğitim-Sen 4. Olağan Kongresi üzerine
Gençlik hareketi ve partinin güncel...
Metal işkolunda TİS süreci ve sendikaların durumu
Cezaevleri Merkezi Koordinasyonu açıklamaları
Fikret Başkaya ile konuşduk...
Hücre karşıtı eylemler ve devrimci meşruiyet
Yeniden Galatasaray'da yız!
Komünistler ve zindan politikası!
Cezaevinden grevdeki EXSA işçilerine mektup...
MGK'nın Kıbrıs'a müdahale planı yürürlükte!
Komünist militanlardan parti programı üzerine...
Kızıl Bayrak hakkında konuştuk
Mücadele Postası
 



 
 
Hücre karşıtı eylemler ve
devrimci meşruiyet


Hücre karşıtı birçok aydın, köşe yazarı ve sanatçıda, burjuva hümanizmasından kaynağını alan bir bakışaçısı oluşmuş durumda. Daha çok hücrelerin akıl ve beden sağlığı yönünden zararlarıyla sınırlandırılmış bir karşı duruş var. Türkiye’deki aydın ve sanatçı gerçekliğini gözönünde bulundurduğumuzda, bu son derece anlaşılır. Ve kuşkusuz iyiniyetli bir yaklaşım ve duyarlılık sözkonusu. Fakat devrimci meşruiyetten ve kazanılmış haklar olgusundan yoksun bir kavrayış çok da sağlam dayanaklara sahip değildir.

Öncelikle şu açık olmalıdır. Devrimci tutsaklar bugünkü yaşam koşullarına, nice bedeller ödeyerek sahip olmuşlardır. 12 Eylül zindancılığı herkesin bildiği bir gerçekliktir. Devrimciler bir yana demokratların birçoğu bu zindancılığı bizzat yaşamışlardır. Devrimci tutsaklar son derece keyfi gerekçelerle aylarca, yıllarca hücrelerde kalmışlardır. Ama bugün koşullar daha farklıdır. Nispeten yaşanabilir hale getirilmiştir. Bunlar ise faşist sermaye devletinin bir lütfu değil, canla-kanla kazanılmış haklardır. Kaldı ki, zindanlarda halihazırda insanca yaşamın asgari koşullarının olduğu bile söylenemez.

Sermaye devleti bilinçli olarak devrimci eylemleri kriminal bir suç, bu eylemlere katılanları da “terörist” yaftasıyla bir adli suçludan farksız göstermeye çalışıyor. Yarattığı bu atmosfer içinde, devrimcilerin en insani taleplerini savunanları bile, siz teröristleri savunuyorsunuz “suç”lamasıyla sindirmeye çalışıyor, bunda başarılı da oluyor. Bu ülkede yıllarca bu suçlamadan duyduğu ürküntüyle aydınlar, yazarlar, sanatçılar Kürt halkının haklı mücadelesini ya savunamadı, ya da ikircikli bir tutumla savunabildi. Aynı ikircikli tutum bugün hücrelere karşı yürütülen mücadelede de kendini göstermektedir. Burjuva hümanizmasının ötesine geçmeyen kavrayış da bu ikirciklilikten kaynaklanmaktadır. Tamam, onlar suç işlemiştirler, ama nihayetinde insandırlar! Bu perspektifle yürütülen mücadele, ne denli samimi olursa olsun, sağlam dayanaklardan yoksundur.
Devrimci tutsakları savunmakta en çok zorlandıkları nokta devrimci eylemleridir. Afiş, pankart asma eylemlerinden yakalananlar bir yere kadar savunulmakta, ama eline silah almış devrimcilere sıra gelince, teröristi savunma “suçu”ndan özel bir dikkatle kaçınılmaktadır. Oysa bu ülkede devrimciler yasal afişleri asarken, yasal gazeteleri satarken bile kurşunlanıyorlar. Nefsi müdafaa gereği bile silah kullanmak son derece meşru bir haktır. İşkencelerde tecavüze uğruyor, katlediliyorsak, bunun hesabını sormak da son derece meşru bir eylemdir.

İşkence, katliam, yargısız infaz, kitle gösterilerine saldırı, siyasal baskı ve terör uygulamalarıdır. Sınıflar savaşımında sermayenin başvurduğu başlıca yöntemlerdir.

Hücrelerin inşası hiç de TMY’nin 16. maddesinden dolayı değildir. Kaldı ki, bakanlık bu maddeyi kaldıracağını söylüyor. Kaldırılması durumunda, devrimci tutsakların (bu maddeden dolayı tecrit edildiğini düşünenler) bundan böyle tecrit-izolasyon saldırısına tabi tutulmayacağına gerçekten inanabiliyorlar mı? İzolasyonun yasal düzenlemeden kaynaklı olduğunu sananlar büyük bir aymazlıka bu oyuna gelebilirler. Ama saldırının siyasal boyutunu görenler, asla bu oyuna gelmezler. Bilirler ki, kağıt üzerindeki haklar bile ancak direnilerek kazanılabiliyor. Aksi takdirde keyfi cezalarla rahatlıkla gaspedilebiliyor.

Devrimci tutsaklar akıl ve beden sağlıklarını düşündüklerinden dolayı hücrelere girmeyeceklerini söylemiyorlar. Bu tali bir sorundur. Asıl sorun ise siyasaldır. Sermaye devleti, hücreleri ilk elden bugün tutsak olan devrimciler için yapıyor olsa da, asıl amacı, yıkım programları karşısında hakkını arayan işçi ve emekçileri buralara atarak sindirmektir. Onurlu aydınları da bu hücreler beklemektedir. Bakan, bugün hücrelere karşı olanlar, yarın buralara girme potansiyelinde olanlardır, diyor. Demek oluyor ki, 60 yaşındaki analarımız bile, çocuğu için sokaklara döküldüğünde hücrelere girecektir. Tıpkı Nazi Almanyası’nda olduğu gibi. Toplama kamplarına ilk atılanlar komünistler olmuştur. Ama çok geçmeden toplumun Nazileşmeyen her kesimi ya bu toplama kamplarına gönderilmiştir, ya da gönderilme tehditiyle yaşamıştır. Dolayısıyla, hücre saldırısının, özünde toplumsal muhalefeti sindirmek gibi daha geniş siyasal bir amacı vardır.

Hücreleri meşrulaştırmak için yapılan Ulucanlar katliamı, Burdur vahşeti, Bergama saldırganlığı gerekçelerinin hiçbir inandırıcılığı yoktur. Koğuş istemi vesile edilerek Ulucanlar’da 10 komünist-devrimci tutsak katledilmiş, onlarcası da yaralanmıştır. Mahkemeye gitmedi diye Burdur’da tutsakların kolu koparılmış, köpeklere atılmış, tecavüz edilmiştir. Halbuki mahkemeye çıkmamak her sanığın kendi aleyhine olan bir haktır. Mahkeme, sanık gelmediğinde, gıyabında karar verir. Bergama’da çıkan tünele gelince, önlem adına tutsaklara gaz bombalarıyla saldırılmış, Buca’da ise tümü işkenceden geçirilmiştir. Devletin amacının önlem almak değil, baskı ve katliamlarla teslim almak olduğu yeterince açıktır.

Sermayenin hücreleri yaşama geçirmekteki ısrarı burjuva hümanist bir bakışla tam anlamıyla kavranamayacağı gibi, buna karşı yürütülecek mücadele ne denli samimi, ne denli fedakarca olursa olsun, hep kısır kalacaktır. En son noktada, kaçındıkları “siz teröristleri mi savunuyorsunuz?” meşum sorusuyla karşılaşacaklardır. Yarın saldırı anında sadece bu tür “suçlama”larla yetinmeyecektir sermaye devleti, devlet terörü de uygulayacaktır. Hücre saldırısının siyasal boyutu, asıl hedefleri görülemediğinde, böylesi bir saldırıyı püskürtecek bir kararlılığı sergilemek hiç de kolay olmayacaktır. “Cezaevleri varolduğu sürece, kimin içerde olduğu önemli değildir.” Bernard Shaw’un bu sözünün yarın yaşam bulması durumunda, hücreler için de geçerli bir gerçeklik olacaktır bu.

Biz devrimci tutsaklar bugün hücreleri yıkacağız diyorsak, bu yukarıda da söylediğimiz gibi, hiç de akıl ve beden sağlığımız için değildir. Bugün zindanda olmamızın nedeni olan devrimci kimliğimizi korumak ve sömürücü sermaye devletini yıkıp, tarihin çöplüğüne gönderme mücadelemizde mevzi yitirmemek içindir. Yoksa yıllarca hücrelerde kalarak, bedensel sağlığımızı koruyamasak bile pekala akıl sağlığımızı koruyabiliriz.

Aydın-sanatçı duyarlılığı önemlidir, önemsenmelidir. Fakat, hücre saldırısını siyasal boyutuyla ele almanın, sınıflar savaşımında yerli yerine oturtarak karşı mücadele yürütmenin, saldırıları püskürtmek bakımından büyük bir önem taşıdığı da gösterilebilmelidir.

M. Kurşun/Çankırı Cezaevi




Adalet Bakanlığı’ndan F Tiplerini Tanıtım Kampanyası

Sıkışan devlet sinsi manevralarla
hücreleri meşrulaştırmak çabasında


Hücre Tipi Cezaevleri’ne karşı tepkiler yükseliyor. Ulucanlar katliamının sonrasında tutsak yakınları ve devrimcilerin F tipi cezaevlerine karşı yürüttükleri kampanyanın etkisiyle, çeşitli ilerici aydın-köşe yazarı, sanatçı ve sendikanın da F tipine karşıt açıklamalar yapmasının ardından, hücre tipi cezaevleri iyice gündeme oturdu. Öyle ki, günlük basında bile hücrelere karşıtlık temelinde bir dizi yazı yazılırken, birçok sendika da son süreçte gerçekleşen kongrelerinde, F tipi cezaevlerine karşı mücadeleyi programlarına almaktalar.

Tüm bu gelişmeler karşısında, son MGK toplantısında F tipinde kararlılık açıklamasının ardından, Adalet Bakanlığı da bir kampanya başlattı. Bir süre öncesinde, Kandıra ve Sincan cezaevleri, bazı gruplara gezdirilmişti. Son oarak da İHD yöneticileri ve tutsak yakınları Sincan Cezaevi’ni gezdiler. Emin Çölaşan gibi burjuva basının satılmış kalemleri dışında, ziyaret edenler tarafından F tipi cezaevlerinin tecrit ve izolasyon amaçlı olduğu vurgulandı. Ardından devlet, medya aracılığı ile Adalet Bakanı ve Ceza ve Tevkif Evleri Müdürü üzerinden F tiplerini “övücü” programlar örgütledi ve devam da ediyor.

Tüm bu çabaların amacı, siyasal bir saldırı olan hücre tipi cezaevlerine geçiş için tepkileri azaltma kaygısıdır. Tutsak yakınları ve devrimcilere fiziki terörü yoğunlaştırırken, bir yandan da hücrelere karşı çıkanlara tehditler savurulmaktadır. “Karşı çıkanların yerinin de hücreler” olacağı belirtilmektedir. Son günlerde barajın altına düşen ve bu duruma tepki gösteren DİSK’e bağlı bir sendikanın işçilerine Yaşar Okuyanca sarfedilen, “Hücrelerle değil, kendi sorunlarınızla ilgilenseydiniz, sonunuz böyle olmazdı” sözleri, saldırının özünü açıklıkla ortaya sermektedir. Bu kampanyanın asıl hedefi de yeni bir manevra ile F tipine karşı çıkanlar “cephesini” daraltmaktır.

Bugüne kadar soruna siyasal kimlik-örgütlülüğün yokedilmesi hedefinden öte, salt “insani duyarlılık” ekseninden yaklaşmasından kaynaklı olarak, devlet de bir takım yalanlar eşliğinde yasal düzenlemeler yapmaya, bu alandaki kaygıları gidermeye çalışmaktadır. Hücrelerin yapımının bittiği evrede, F tiplerinin işleyişine ilişkin halihazırda bir yönetmelik bile ortada yokken, hücre tipi cezaevlerinin işleyişinin yasal dayanağı olan TMY’nın 16. maddesinde değişiklikler yapılacağı söylenmektedir.

TMY’sına göre “terör” mahkumları 1 ve 3 kişilik odalarda kalacak, birbirleriyle görüştürülmeyecek, haberleştirilmeyecek ve açık görüş yaptırılmayacaktır.

TMY’sında değişiklikler yapılacağı söylenirken, 16. maddeye yönelik tepkiler yumuşatılmaya çalışılıyor. Gerçekte ise düşünülen yasal düzenlemenin, tam da hücre tipi cezaevlerinin “teslim alma ve rehabilite etme” amaçlarıyla örtüşen tarzda yapılması hedefleniyor. Yani, teslim olan-boyun eğenler için daha esnek uygulamalar getirilirken (ortak mekanları kullanma-birbirleri ile görüşme), devletin politikalarını kabul etmeyen devrimci tutsakları ise işkencenin süreklileştiği uygulamalar beklemektedir. Bu yasal düzenlemeler ile hücre tipi uygulamalarına yasal kılıf bulunurken, asıl hedef olarak kamuoyunun bilinci karartılmak istenmektedir.

Değişiklikler kapsamında cezaevleri içinde infaz hakimliği ve kurulları düşünülmekte; iddiaya göre, cezaevinde haksızlığa uğrayan mahkum, ilgili kuruma/kişiye dava açabilecek. Bunun tümüyle yalan olduğu ortadadır. Son dönemde devletin cezaevlerindeki uygulamalarına dönüp baktığımızda yoketmek amacıyla peşpeşe operasyonlar düzenlediğini ve bu operasyonlarda onlarca tutsağın katledildiğini, yüzlercesinin yaralanıp sakat kaldığını ve ardından da bir tek devlet görevlisi hakkında bile dava açılmadığını görüyoruz. Bu iddia edilen düzenlemeler ise F tiplerine cila olmak dışında başka bir işe yaramayacaktır.

Devletin bu manevralarının hepsi hücre tipini meşrulaştırmaya dönük çabalardır. Ancak şurası açıktır ki, devrimci tutsaklar, siyasal kimliklerinden soyundurmak ve yok etmek amacını taşıyan hücrelere girmeyecekler ve devletin bu doğrultuda oyunları da tutmayacaktır.