ARSIVANA SAYFA
 
5 Ağustos '00
SAYI: 28
İçindekiler
Kızıl Bayrak'tan...
Kamu emekçilerine kararname saldırısı
MGK komutasında İMF-TÜSİAD operasyonları
KESK bürokratları ve KHK
DİSK'in II. Genel Kurulu
Kendini tekrar ve yokoluş

Konuşmalar ya da DİSK'in "D"si
TİS komitelerinde örgütlenelim!
Burjuvazi hayvanca sömürüde sınır tanımıyor!
Sendika ağalarının sermaye için artan önemi
Öncü-devrimci kamu emekçilerinin...
Eğitim-Sen 4. Olağan Kongresi üzerine
Gençlik hareketi ve partinin güncel...
Metal işkolunda TİS süreci ve sendikaların durumu
Cezaevleri Merkezi Koordinasyonu açıklamaları
Fikret Başkaya ile konuşduk...
Hücre karşıtı eylemler ve devrimci meşruiyet
Yeniden Galatasaray'da yız!
Komünistler ve zindan politikası!
Cezaevinden grevdeki EXSA işçilerine mektup...
MGK'nın Kıbrıs'a müdahale planı yürürlükte!
Komünist militanlardan parti programı üzerine...
Kızıl Bayrak hakkında konuştuk
Mücadele Postası
 



 
 
Metal işkolunda yaklaşan TİS süreci
ve sendikaların durumu


Metal işkolunda TİS süreci yaklaşıyor. Özel sektör işyerlerinde çalışan yaklaşık 90 bin sendikalı metal işçisini kapsayan TİS görüşmeleri Eylül ayında başlayacak. Bu 90 bin işçiden yaklaşık 60 bini Türk Metal-İş, 20 bini Birleşik Metal-İş, 7 bini ise Öz Çelik-İş sendikalarında örgütlü.

‘98 toplusözleşmesi sonrasındaki Türk Metal’den istifa ve eylemlilik süreci içinde yer alan Bursa’daki Oyak Renault, TOFAŞ, Mako, Bosch, Packard, STK, Döktaş, Valeo; Ankara’daki Türk Traktör, MANAŞ; İstanbul’daki Otosan, Uzel, Simko, Mercedes Benz, Packard; İzmir’deki BMC; Çerkezköy’deki Hema, Volkswagen, Profilo gibi işletmeler de Eylül ayındaki TİS kapsamı içinde bulunuyor.

Metal ve yanısıra tekstil işkolundaki sözleşmeler, yakın dönem sınıf hareketinin seyri açısından özel bir önem taşıyor. Hemen arkasından kamu işletmelerinde çalışan işçilerin 2001 yılı sözleşme görüşmeleri başlıyor. Metal ve tekstil sektörlerinde işçi sınıfının direnme ve mücadele düzeyi, bunun sonucu oluşacak kazanım ya da kayıplar, 2001 yılı sözleşmeleri için de dayanak teşkil edecek.


    1. MESS, metal işçilerini sendika ağaları
    eliyle hançerlemeye, demagoji ve
    şantajlar yoluyla etkisizleştirmeye çalışıyor

Sermaye bu sürece kendi cephesinden sıkı bir hazırlıkla giriyor. İşçi sınıfına saldırıda ve düşmanlıkta sermayenin koçbaşı olarak hareket eden MESS var, metal işçilerinin karşısında. MESS, ‘98 metal sözleşmesi sürecinin, bu süreçte metal işçilerinin Türk Metal ihanetine karşı patlayan öfkesinin ve yükselen eylem dalgasının derslerini de hesaba katarak hazırlıklarını yürütüyor.

MESS bu doğrultuda, işçileri içerden kuşatma, sırtından hançerleme operasyonunu aylar öncesinden yoğunlaştırdı. Türk Metal, Birleşik Metal ve Öz Çelik bürokratlarıyla “diyalog ve işbirliği” toplantıları düzenledi. Sendika bürokratları “çalışma yaşamına katkılarından ötürü” MESS tarafından çeşitli ödüllere layık görüldü. MESS’in balolarında, ziyafet sofralarında ağırlandılar. MESS öncelikle bu ihanet duvarını sağlamca örmek için çalıştı. Arkasından sendika ağalarından aldığı destekle işyeri ve işçi temsilcisi eğitim toplantıları adı altında saldırı politikalarının propagandasını doğrudan işçilere, işyerlerine taşıdı.

MESS’in sendika ağalarıyla ilişkisinde öne çıkan yön kucaklaşma olsa da, sendikalara yaklaşımı tabii ki sadece bundan ibaret olmadı. MESS, sendikalar içindeki mücadeleci kesimlere aba altından sopa gösterdi, tehditler savurdu: “Eğer çözümü sokakta ararsanız başınız yanar.”“Eğer aşırı ücret taleplerinde bulunursanız asıl o zaman kendinizi işten atılmış halde sokakta bulursunuz.

Bu açık tehditlerin yanısıra, her sözleşme döneminde olduğu gibi; “ülke ekonomisi darboğazdan geçiyor, fedakarlık yapmamız gerekiyor; bu ekonomi yüksek ücret zamlarını kaldıramaz, sonuç işçiler açısından felaket olur; enflasyona karşı mücadele programının sonuç vermesinin yolu, hedeflenen enflasyon oranında ücret zamlarını aşmamaktan geçiyor; yüksek ücretler üretilen malların da aşırı zamlanmasını beraberinde getirir ve bu da enflasyonu körükleyerek dönüp gerisin geri işçileri vurur; Türkiye’de işçilik maliyetleri çok yüksek,
TİS süreci, enflasyona karşı mücadele masalı ve istikrar programı


MESS, “hedeflenen enflasyon oranında” ücret artışını dayatıyor. Toplusözleşme Eylül 2000 ile Eylül 2002 yılları arasında geçerli olacağı ve hükümet önümüzdeki yıl hedefi için sözde %10 enflasyon ilan ettiği için, MESS’in dayatacağı 1.yıl ücret zammının da %10 ila %25 arasında olması bekleniyor.

MESS utanmadan yalanlar söylüyor. “İşçiler on yıldır %100 zam almaya fazla alıştılar, bu böyle devam edemez” diyor. On yıldır, sözleşmelerde sıfır zamları, kriz bahanesiyle ücretsiz izinleri, kitlesel tensikatları, fedekarlık masalıyla zamsız mesaileri, yarım maaşları dayatanlar ve sendika ağaları sayesinde hayata geçirenler söylüyor bu yalanları.

MESS ile sözleşme masasına oturacak sendikaların tümü de, MESS’in ücret konusundaki bu dayatmasına onay vermiş görünüyor. Bir de işçilerin çıkarlarını koruyorlarmış gibi, “enflasyon oranının altında bir zamma imza atmayacaklarını” yüksek perdeden açıklıyorlar.

Peki gerçekleşen enflasyon oranı mı, yoksa bu “hedeflenen” enflasyon oranı mı esas alınacak? Ücretlerdeki geçmiş dönem kayıpları telafi edilecek mi? Refah payı istenecek mi? Sonuçta işçinin insanca yaşaması için gerekli ücret talep edilecek mi? Bu konuları ise sessizlikle geçiştiriyorlar.

Birleşik Metal-İş ve Öz Çelik-İş de dahil olmak üzere, hiçbiri, asgari ücret taleplerini, metal işçilerinin insanca yaşamı için gerekli ücret düzeyi, geçmiş dönem enflasyon kayıplarının telafi edilmesi ve refah payının buna eklenmesi üzerinden belirleyip, bu konuda mücadele kararlılığını açıkça ilan etmiyor.

verimlilik ise çok düşük, firmalar sürekli zararına çalışıyor; Türkiye’nin belini doğrultmasının yolu, faiz ekonomisi yerine üretim ekonomisini geliştirmekten geçiyor; sanayici bir yandan yüksek faizin diğer yandan uluslararası rekabetin ve yüksek işçi ücretlerinin kıskacı altında bunalıyor, işverenler zaten kâr etmiyor adeta ülkenin ve işçilerin hesabına çalışıyor; yüksek ücretler işverenleri işçi çıkarmaya, taşeronlaştırmaya, kayıt dışı ekonomiye teşvik eder, bundan sonuçta sendikalı işçiler zararlı çıkar; sendikalı işçiler sadece kendi çıkarlarını düşünürse işverenler yeni yatırımlar yapamaz, işsizlik daha da artar, oysa ücretlerin makul seviyede kalması yeni yatırımları beraberinde getirir; yüksek ücretler fabrikaların kapısına kilit vurmak demektir, işçi öncelikle işyerinin ayakta kalmasını ve rekabet edebilmesini sağlamalı ve böylelikle işini güvence altına almalıdır” vb., vb. tehdit ve demagojilerle ideolojik cephanelerindeki tüm silahları ateşleyerek taarruza geçtiler.

Bununla da kalmıyorlar; yanısıra ellerindeki hükümet silahını da, TİS sürecinin ihtiyaçları doğrultusunda işçilerin kafasına doğrultuyorlar. Rahmi Koç, Eylül ayında başlayacak sözleşmeler için hükümete, “müdahale edin, seyirci kalmayın” diye buyurdu. Hükümet hemen harekete geçti. Önce “sivil inisiyatif” adı altında emek düşmanı çete toplandı ve “enflasyona karşı mücadele programına” destek açıklaması yaptı. Hükümet hemen arkasından %10 barajı bahanesine sarılarak bir kalem darbesiyle 10 sendikanın ve 150 bin işçinin TİS hakkını gaspetti. Böylece TİS süreci içindeki diğer sendikalara, tabanın basıncıyla da olsa çizmeyi aşarsanız, sizin de sonunuz budur, tehdidi savruldu. Yanısıra, eylemde, direnişte olan, haklarını arayan işçilerin, emekçilerin üzerinde estirilen polis, jandarma terörü daha da yoğunlaştırıldı.


    2. Türk Metal ağaları MESS’le aynı telden çalıyor

Ocak ayı içinde “MESS-Türk Metal Diyalog ve İşbirliği” toplantıları yapıldı. Arkasından MESS-Türk Metal Ortak Eğitim Projesi devreye sokuldu. Haziran ayı içinde, Türk-Metal’in örgütlü olduğu fabrikalarda 1000 kadar işçi temsilcisi, MESS’in sözde eğitim tezgahından geçirildi.

Türk Metal’in bu “işbirliği” adı altında yürüttüğü ihanet pratiğinde yeni olan bir şey yoktur. Ama faşist mafya babası Özbek’in ‘98 sürecinden çıkarttığı bazı derslerle hareket ettiği söylenebilir. Bunlardan bir tanesi, işçilerin desteğini bütünüyle geri çekmesiyle birlikte, artık saltanatının ayakta kalmasını sağlayan yegane dayanak olarak kalan MESS patronlarının kucağına daha da sıkıca oturmaktır.

‘98 eylemlerinden sonra, MESS patronları, işçileri, “ya istifadan vazgeçer, Türk Metal Sendikası’na geri dönersiniz, ya da işten atılırsınız!” tehditleriyle baskı altına alarak, Türk Metal tarafından hazırlanan “kara” listedeki yüzlerce öncü, mücadeleci işçiyi işten atarak, Türk Metal’in çöküşünü engellemişti. Özbek haininin sonraki süreçte ihanet pratiğini daha pervasızca sürdürmesi, sadece vefa borcunun geri ödenmesi değildir. Kendi ihanet şebekesini patronlar nezdinde vazgeçilmez kılmak içindir. Böylelikle saltanatının ayakta kalmasını, işverenlerin işçilere saldırısı yolundan güvence altına almaktır.

Özbek haini, ‘98 yılının sonunda da, otomotiv patronlarının sahte kriz feryatları karşısında, tıpkı ‘94 yılında olduğu gibi, “biz yardım elimizi uzatmaya hazırız, zararın %50’sini işçiler karşılasın, yeter ki işyerleri ayakta kalsın, işçiler işinden olmasın” teklifini yapabilmiştir. ‘98 sonrasında, Türk Metal şubeleri, patronların personel işleri dairesi gibi çalışmaya tüm hızıyla devam etmiştir.

Özbek’in süreçten çıkarttığı bir diğer ders ise, işçileri yüksek ücret zamları konusunda beklentiye sokmamak, ihanet sözleşmesi imzalandığında tepki yaratmaması için işçileri önceden buna alıştırmak yönünde olmuştur. ‘98 sözleşmesinden bu yana Türk Metal ağaları ücretler ve diğer işçi hakları konusunda demagojik söylemlerden de geri durmuşlardır. Tersine, patronların sahte kriz feryatlarının tellallığına soyunmuşlar; güya işyerlerini ayakta tutmak için, işçiler adına her türlü fedakarlığı yapacaklarını ilan etmişlerdir. Türk Metal’in örgütlü olduğu yerlerde işçilerin MESS’in “eğitim” tezgahından geçirilmesinin nedeni de budur.


    3. Birleşik Metal,
    Türk Metal ile aynı yoldan ilerliyor

Gerek faşist Türk Metal yönetiminin ipliğinin pazara çıkması, gerekse metal işkolunda sınıf mücadelesinin önünü açmaya aday ileri, öncü işçi birikiminin Birleşik Metal çatısı altında yoğunlaşmış olması, bu TİS sürecinde Birleşik Metal’in nasıl hareket edeceğini önemli kılıyor.

Bu noktada ‘98 sürecinin derslerini hatırlamamız gerekiyor. Bu dersleri unutmak, işçileri Birleşik Metal yönetiminden boş beklentilere, kendi cephelerinden ise hazırlıksızlığa, örgütsüzlüğe ve sonuçta yenilgiye sevk edebilecektir. Bu beklentilerin karşılığının olmadığını açıkça görmek, ama bunun bir yılgınlığa dönüşmesine de izin vermemek, sınıf mücadelesinin görevlerini bizzat omuzlamak için ileri atılmak gerekiyor. Burada ise sendika içindeki devrimci, öncü, sınıf mücadeleci kesimlere büyük bir sorumluluk düşüyor.


‘98 TİS süreci ve
Birleşik Metal yönetiminin tavrı

‘98 sözleşme süreci Birleşik Metal yönetimi açısından kritik bir sınav dönemiydi. Yıllardır kendilerinin yapmaktan geri durdukları, metal işkolunda sınıf mücadelesinin önünü açmak ve bir kontr-sendikaya dönüşmüş olan Türk Metal ihanet şebekesini çökertmek görevi, bizzat işçiler tarafından ve kendiliğinden omuzlanmıştı. Metal işçilerinin faşist Türk Metal’e ve MESS’in dayatmalarına karşı öfke dalgası nihayet patlak vermişti. Ve en büyük işletmelerden başlayarak, hızla bir kentten diğerlerine sıçramış ve yaygınlaşmıştı.

Birleşik Metal’in bu süreçte yapması gereken, kendisi örgütlemediği halde açık bir tercihle kendisine yönelen
Rakamlarla metal sektörü gerçekleri...


* Özel sektörde sendikalı işçilerin gerçek ücretleri, ‘93 yılından bu yana %25 gerilemiş durumda.

* Bugün sendikalı metal işçilerinin çoğunluğu, aylık asgari geçim için gerekli olan 500 milyon liranın ancak yarısı kadar ücret alıyor. Sendika üyeliği engellenen, taşeron eliyle çalıştırılan metal işçileri ise, bunun da altında, genellikle asgari ücretle çalıştırılıyor.

* Dolar üzerinden saat ücretlerinin OECD ülkeleri içinde en düşük olduğu ülkelerden biri Türkiye. Net saat ücreti (ana metal sanayinde), 1997 yılında, yalnızca 2.75 dolar. Örneğin Yunanistan’da 1997’de 4.82 dolar, İspanya’da 11.71 dolar

* Ücretler asgari ama işçiden alınan vergi azami. 1997 verilerine göre, ana metal sanayinde, bir yıllık gelir vergisinin karşılığı olarak işçinin çalıştığı süre 565 saat ve bu dünyanın en yüksek vergi oranları arasında. Gelir vergisinin karşılığı olarak işçiler Yunanistan’da yalnızca 56 saat, İspanya’da ise 210 saat çalışıyorlar.

* İşletmelerde verimlilik yıldan yıla artıyor, işçilik maliyetleri yıldan yıla düşüyor.

Örneğin özel sektörde, 2000 yılının ilk 3 ayında, işçiler geçen yılın aynı dönemine göre:

İşçi, saat başına geçen yıl aldığı ücretden daha az ücret alıyor. Reel ücret bakımından, geçen yıla göre işçi daha ucuza çalışıyor.

İşçi, geçen yıla göre daha çok saat üretim yapıyor. Yani daha fazla saat çalışıyor.

İşçi, geçen yıla göre çalıştığı saat başına daha çok üretim yapıyor.

* Sömürü oranları yükseliyor. Ücretin yaratılan katma değere oranı %19.

* 1982 yılı verileri 100 kabul edilirse, çalışan başına yıllık gerçek katma değer, 1998’de özel sektörde 297. Çalışan başına yıllık gerçek işçilik giderleri ise 1998’de 134.

* Ücretler gerilerken patronların kâr oranları sürekli yükseliyor. Ama patronlar vergiden çalmak ve kriz demagojisiyle işçilere saldırmak için, yüksek kâr oranlarını kağıt üzerinde sürekli düşük gösteriyorlar. Örneğin TOFAŞ, sadece ‘99 yılında 135 milyon dolarlık ihracat yapmasına ve toplam 65 bin otomobil üretip satmasına rağmen, fabrikayı kağıt üzerinde zararda gösteriyor. 500 büyük işletmenin geçtiğimiz günlerde açıklanan kâr/zarar göstergeleri bu sahtekarlığın belgeleridir. Amaç; hem vergi vermekten kurtulmak, hem de işçilere zarar ediyoruz bahanesiyle saldırmaktır.

* Şirketler üretim kârları ile yetinmiyorlar. Emeğin sömürüsü ile elde ettikleri bu birikimi, devlet tahvilleri satın alarak halkı soymak yoluyla, bir de buradan büyük vurgunlar vuruyorlar. 500 büyük şirketin kârlarının yarısından çoğu üretim dışı faaliyetten elde ediliyor. Ama bu sözde üretim dışı kazancın temelinde emeğin sömürüsü yatıyor. İşverenler, sıra ücret zamlarına geldiğinde, bu gerçeğin sözünü bile etmiyorlar. Diğer yandan, birçok büyük işletme, yine kendi holdinglerinin bir yan kolu olan bankalardan kağıt üzerinde yüksek faizle gerçekleştirdikleri finansman giderlerini bahane ederek, işletmeyi zararda gösterme yolunu tutuyorlar.

* Başta otomotiv ve beyaz eşya sektörü olmak üzere metal işkolunda özellikle içinde bulunduğumuz yılda üretimde, satışlarda, kârlarda patlama yaşanıyor. Ama TİS süreci yaklaşırken, MESS sahte kriz feryatlarını ağzından düşürmüyor.

* Sektördeki büyük işletmeler geçtiğimiz yıllarda her biri büyük masraflarla yeni yatırımlara gittiler. Örneğin, sadece TOFAŞ, ‘97-99 yılları arasında, 150 milyon dolar tutarında yeni yatırım yaptı. Bu yatırımların işçilere dönük faturası ise sadece ücret ve diğer hakların gaspedilmesi olmakla kalmadı. Üretim tekniğindeki gelişme, sektörde onbinlerce metal işçisini işinden etti. Sadece TOFAŞ’ta, işçi sayısı 2000 azaltılarak, 6000’den 4000’e düşürüldü

bu hareketi kucaklamak, örgütlemek ve ileriye taşımaktı. Ama bu, hem MESS patronlarının işine gelmiyordu, hem de görüldü ki onlarla çıkar ve kader birliği batağına saplanmış olan Birleşik Metal yönetiminin.

Örgütlemekten geri durdular; çünkü bu ancak sermayeye karşı mücadeleyi yükselterek başarılabilirdi. Örgütlemekten geri durdular; çünkü dipten gelen bu mücadele dalgası “dur!” dediğin yerde durmayabilirdi, Birleşik Metal’in “çağdaş sendikacılık” kabına da sığmayabilirdi. Sermayenin rotasında sermaye devletinin can simidine sarılarak gemisini yüzdüren bürokratlar, yükselen sınıf mücadelesi dalgasıyla alabora olabilirdi.

Birleşik Metal, bu kritik günlerde tercihini, açıkça sermaye sınıfından, düzenin “istikrar”ından, MESS’in dayatmalarından yana yaptı. Türk Metal’in imzaladığı sözleşmenin fotokopisini hemen ardından o da imzaladı. Hem de hiçbir direniş sergilemeden. Oysa daha birkaç gün öncesinde Birleşik Metal yöneticileri, MESS’in uzlaşmaz tutumuyla grevi dayattığını bizzat kendileri ifade ediyordu.
Aynı günlerde, koltukları sallanmakta olan Türk Metal ağaları ise, “hadi diğerleri bizden daha iyi sözleşme imzalasınlar da görelim, kim sarı kim değil, renkler belli olsun” diyerek meydan okuyordu. Türk Metal’a ve dolayısıyla MESS’in dayatmalarına karşı yükselen kitlesel öfke dalgası ve bundan alınacak güç, toplusözleşme sürecinde bir sınıf sendikasını boyun eğmemek konusunda daha da kararlı kılardı.

Ama Birleşik Metal mücadeleyi yükseltmek yerine, işverenlerle kucaklaşmayı tercih etti. Bir kez daha aynı bahaneye sarıldılar: “Türk Metal imzalayınca biz de imzalamak zorunda kaldık!”. Böylece, Birleşik Metal yönetimi Türk Metal’den hiçbir farkı olmadığını, metal işçilerine kendi ağzından itiraf etmiş oldu. Metal işçisinin yükselen hareketine vurulabilecek en yıkıcı darbe de bu olabilirdi.

Birleşik Metal’de örgütlü işçiler, MESS’in dayatmaları karşısında grev ve direniş yolunda kararlılık göstererek, Türk Metal’den istifa eden sınıf kardeşleriyle dayanışma eylemini yükselterek, bu sürecin seyrini değiştirebilirdi. Ama onlar da sendikal ihanet barikatını aşacak bir güç ve inisiyatif gösteremediler.

Birleşik Metal yönetimi gelişmeler karşısında Türk Metal’den istifa eden işçileri örgütleyerek üye sayılarını arttırmayı tabii ki arzuladı. Bu, işçi aidatlarının (maaş, tazminat, yolluk, hırsızlık vb. yöntemlerle) yağmalanması sayesinde burjuva yaşamın keyfini süren sendika patronları için, herşeyden önce sermaye birikim portföylerinin artması demekti. Ama aynı burjuva yaşam, onları öncelikle sermaye ile çıkar, kader ve işbirliği yoluna sevkediyordu. Dolayısıyla Türk Metal’in altını oymayı, sınıf mücadelesini yükseltme zemininde değil, tersine MESS ile uzlaşma ve yükselen eylem dalgasının belini kırma temelinde yapmak istediler.

Türk Metal’i bu “uzlaşmacı” yoldan, yani MESS ile “barış içinde birarada yaşamaya devam ederek” çökertmenin ve üyelerinin Birleşik Metal’e “yumuşak” geçişini sağlamanın mümkün olmadığı kısa sürede açığa çıktı. MESS patronları yükselen hareketi ezmek için, Türk Metal ağaları ile işbirliği içinde azgınca saldırıyorlardı.

Bu noktada Birleşik Metal yöneticileri, “üye sayımız az olsun yeter ki MESS ile aramız bozulmasın, sermayenin çıkarlarına zarar gelmesin” mantığıyla hareket ettiler. Çünkü, onlar da iyi biliyorlardı ki, bu ülkede faşizmin %10 barajı karşısında, gerçek üye sayısı %5 olan bir sendika bile sırtını sermayeye dayadığı sürece TİS hakkını ve sendika ağaları da koltuk ganimetini elde tutabilirdi. Yeter ki sermayenin dayatmalarına boyun eğsin, düzenin çıkarlarına çomak sokmasın. İşçi sınıfının çıkarlarını kararlılıkla savunan sendika ve sendikacılar ise, sermaye iktidarının en ağır ve kanlı saldırılarına maruz kalırdı. Hele metal işkolu gibi bir sektörde ve MESS gibi bir patronlar örgütü karşısında.


Sahte sendikal demokrasi nutukları
işçilerin karnını doyurmuyor

“İşçilerin tepkisi işverenlere değil, sözleşmenin kendisine de değil, Türk Metal Sendikası’nın sözleşmeyi işçiden habersiz imzalamasına, sendikal demokrasinin olmamasına, işçilerin adam yerine konmamasına” şeklindeki değerlendirmeler de, ihanet sözleşmesinin imzalanmasının kılıfı haline getirildi. Ama MESS’e karşı sınıf mücadelesi bayrağını yükselterek işçi hareketinin önünü açmak yerine, Türk Metal’e karşı sahte “sendikal demokrasi” nutukları atarak üye sayısını arttırmaya çalışanların hevesleri kursaklarında kaldı.

Nasıl kalmasın? Birleşik Metal’in sözde “sendikal demokrasisi”, sermayenin kasasını doldurmaya yarıyor, ama işçilerin karnını doyurmaya yetmiyor. Bu haliyle “sendikal demokrasi”, sermayenin talep, şantaj ve demagojileri karşısında, yukardan aşağıya, sendikacılar eliyle, işçilerin kendi sınıf taleplerinden, haklarından vazgeçirilmesinin tehdit mekanizmasına ve baskı aracına dönüşüyor.

Sermayenin çıkarlarının işçilere; Türk Metal örneğinde olduğu gibi, açık baskı, şantaj, tehdit mekanizması, ispiyon şebekesi ve yer yer silah zoruyla mı, yoksa Birleşik Metal örneğinde olduğu gibi, sözde ikna yoluyla mı dayatıldığı, sonuçta pek de farketmiyor. İkisi de sermayeye uşaklığın yöntemleri. Her ikisi de anti-demokratik. Çünkü işçilerin sesini, tabanın çıkarlarını, işçi sınıfının dünya görüşünü ve taleplerini esas almıyor. Her ikisi de sendikal demokrasi değil. Çünkü sınıfın taban örgütlenmesine, mücadele gücüne, eylem silahına dayanmıyor.

Birleşik Metal sermayenin çıkarlarını Türk Metal gibi kaba ve açıktan değil, üzeri demagojilerle cilalanmış bir şekilde dayatıyor. Burada, sermayenin taleplerini dayatmak için işçilerin sınıf bilincini bulandırmak ve mücadele azmini kırmak görevi, bizzat sendika yönetimi tarafından aktif olarak üstlenildiğinden, sınıf mücadelesi açısından daha da kötürümleştirici bir rol oynuyor.

Sendika yönetimi, en başta kendisi sonuna kadar mücadele kararlılığı sergilemeyerek işçileri sermayenin saldırıları karşısında çaresiz bıraktığı için; bu sözde “demokratik” iknanın arkasındaki temel dayanak da, aslında sermayenin zoru ve şantaj silahı oluyor: “Biz size maceracı olmamayı, gerçekçi olmayı, MESS’in talepleri zemininde uzlaşmayı öneriyoruz; aksi takdirde fabrikaların kapısına kilit vurulur, işten atılırsınız ve bu durumda bizim sendika olarak elimizden bir şey gelmez; ama biz de demokrasi var, tercihi siz yapın.” İşçi böylece sermayenin dayatmaları karşısında boyun eğmeye, “sendikal demokrasi” yoluyla, “çağdaş” yöntemlerle “ikna edilmiş” oluyor!

Birleşik Metal bu “çağdaş” yöntemi ve dolayısıyla kendisini, işverenlere hararetle tavsiye ediyor. İhanet Türk Metal örneğinde olduğu gibi kaba bir şekilde dayatıldığında sonuçta işçilerin öfkesi patlak verir ve bundan siz de zararlı çıkarsınız, diyor.

Peki Birleşik Metal’in çağdaş “ikna” yöntemi, iddia edildiği gibi, sendika yönetimi ile işçilerin “barış içinde birlikte yaşaması” sonucunu mu doğuruyor? Hayır. İşçiler avanak değil. Birleşik Metal üyesi işçilerin büyük çoğunluğu, sendika yönetimine güvensizliklerini açıkça ifade ediyorlar. Buna neden olarak da, sendikanın işçilerin haklarını kararlılıkla savunmamasını gösteriyorlar. Birleşik Metal üyeleri içinde sendika yönetimine güvenmeyenlerin oranı 1995’te %40.9 iken, bu oran 1999’da %67’ye çıkmış durumda. (Bkz. Birleşik Metal Sendikası üye Kimliği Araştırması-1999).

Burada da süreç, aynı Türk Metal örneğinde olduğu gibi, öfke patlamasına doğru adım adım ilerliyor. Sendikal demokrasinin gerçekte mevcut olup olmadığının ve biçimsel uygulamalara değil sendikanın sermaye karşısındaki mücadele kararlılığına, tabanın örgütlülüğüne ve sınıfın taleplerinin temsilcisi olmasına göre belirlendiğinin bir itirafıdır, yukardaki üye araştırması.


Birleşik Metal ‘98 sürecine
hazırlıksız mı yakalandı?

Birleşik Metal yönetiminin özürcülüğünü üstlenen kimi çevrelerin iddia ettiği gibi, ‘98’de bu sonucun yaşanmasında “yükselişe hazırlıksız yakalanmak” rol oynamadı. Yıllardır çağdaş sendikacılık adına sınıf mücadelesine rahmet okuyanlar, sınıf çıkarları temelinde kararlı mücadele yerine sermayenin çıkarları temelinde işbirliğini savunanlar, yaşanan sürece pek de hazırlıksız yakalanmış sayılmazlardı.

Türk Metal’den binlerce işçi istifa etmişti. Birleşik Metal’in bu dalgayı kucaklaması ve MESS’in dayatmalarına boyun eğmemesi, arkasından binlerce, onbinlerce işçinin daha istifasını beraberinde getirecek ve Türk Metal tam anlamıyla çökertilecekti. Bunun arkası çetin bir sınıf mücadelesi süreci olarak yaşanacaktı. Sermaye iktidarı ve MESS bu sürecin önünü alabilmek için tüm gücüyle saldıracaktı. Sınıf hareketini ve Birleşik Metal’i ezmek için elinden geleni ardına koymayacaktı.

Bu saldırıları aynı kararlılıkla geri püskürtmek ancak sınıfa karşı sınıf mücadelesi yolunda ilerlemekle mümkündü. Bu yolun tutulması öyle iddia edildiği gibi zor da değildi. Ama bunun için sendika yönetimlerinin, işçi sınıfının yaşamından ve çıkarlarından maddi ve manevi olarak kopmamış olması gerekiyordu. İşçiler taşerona ve asgari ücrete talim ederken, milyarı aşan maaşlar almamak gerekiyordu. Sermaye sınıfı ile değil, işçi sınıfı ile çıkar ve kader birliği gerekiyordu. Sermayenin değil, işçi sınıfının dünya görüşüne sahip olmak gerekiyordu. Bedeller boyun eğmek suretiyle sermayenin marabalarına dönüşerek ve sefalet içinde sürünerek ödeneceğine, mücadele edilerek ödenecekti, ama sermayeye boyun eğilmeyecekti. Geçici yenilgiler alınacaktı, ama sonuna kadar dövüşülecekti. Bir yerden bastırılan işçi hareketi diğer yerden büyük güçle yeniden fışkıracaktı.

Birleşik Metal yönetiminin ise, bu yoldan yana ne inancı, ne niyeti, ne isteği, ne de çıkarı vardı. Sosyalizme tövbe diyenlerin, sınıf mücadelesine rahmet okuyanların, sermaye düzeni önünde secde edenlerin, sendikacılığı ticaret ve kazanç kapısı olarak gören tüccarların işi değildi, sınıfa karşı sınıf mücadelesi yolunda ilerlemek.


Birleşik Metal yönetimi sermaye ile çıkar ve
kader birliği yolunda ilerliyor

‘98 yılından sonra Birleşik Metal’in rengi daha da sarardı. Mart 2000’de MESS ile “enflasyona karşı mücadele programına destek” sözü verdiği ortak bir deklarasyon imzaladı. MESS ile bu ortak deklarasyon Birleşik Metal’in tarihinde ilkdir. Yani işbirliği artık gizlenmeden yapılmaktadır. DİSK’in ESK’daki boşluğu adeta bu deklarasyonla fiilen doldurulmuş oldu.

Birleşik Metal bürokratlarının MESS’in 40. kuruluş yıldönümü balosunda; “eskiden DGM’yi ezdik sıra MESS’de derdik, ama MESS’i iyi ki ezmemişiz, eğer ezseydik bu güzel günleri göremezdik” sözleriyle, MESS patronlarının önünde secde ettiklerinin haberi de basında yer aldı. Şurası açık ki, Birleşik Metal bürokratları da, ayakta kalmanın yolunu, sınıf mücadelesiyle işçiler nezdinde vazgeçilmez olmakta değil, sınıf işbirliğiyle patronlar nezdinde vazgeçilmez olmakta görüyorlar. Bu Türk Metal ile aynılaşmanın yoludur.


***

Bu arada Kardemir’den sonra İsdemir’de de patronluğa soyunan Öz Çelik-İş bürokratları da MESS ile çeşitli işbirliği toplantılarına katılmaktan geri durmadılar. Sözleşmelerde işverenlere sorun çıkartmayacaklarını, ekonominin istikrarı için üzerlerine düşen fedakarlığı yapacaklarını belirttiler.

Tüm bunlar, metal işçilerinin, bu TİS sürecine yönelik olarak sıkı bir kavgaya hazırlanması, bunun için ise tabandan kendi gücüyle örgütlenmesi gerektiğini gösteriyor. MESS, sendika ağaları ve İMF-TÜSİAD uşağı hükümet şeytan üçgeninden oluşan ittifaka karşı, metal işçileri, kendi sınıf gücünü örgütlemek, seferber etmek ve mücadelesini diğer sınıf kardeşleriyle birleştirmek zorunda.

Eğer meydan sendika ağalarına bırakılırsa bu dönem de birbirinin fotokopisi ihanet sözleşmelerinin altına sırasıyla imza atacaklar.


    4. Metal işçisinin eylem dalgası
    yarın da yükselecek

Ama meydanın bütünüyle boş olduğu sanılmamalıdır. Metal işçileri en elverişsiz koşullarda, önderlikten ve örgütlülükten yoksun olduğu halde, ‘98 eylemleriyle öfke birikimini, mücadele dinamiğini, eylem kapasitesini dışa vurmuştur. Yıkmayı henüz başaramasa da, faşist Türk Metal şebekesinin saltanatını dipten gelen dalgalarla sarsmıştır. Birleşik Metal’in aynı sözleşmeyi imzalayarak işçileri yüzüstü bırakması, arkasından öncü işçilerin işten çıkartılması, geri kalanlara da “ya istifa ya da işten atılma” ikileminin dayatılması ve yoğunlaşan baskılar sonucunda, işçilerin çoğunluğu Türk Metal Sendikası’na zoraki geri döndüler. Bu sonuç, Metal işçisi açısından, hiç kuşkusuz ağır bir yenilgi anlamına geldi. Yılların ürünü olan, dipten dipe mayalanıp gelişen ve kendiliğinden patlak veren önemli bir mücadele birikimi, önderlikten ve örgütlülükten yoksun olmanın belirleyiciliğinde, büyük ölçüde boşa çıkartılmış oldu.

Aynı öfke birikimi yarın, bu sefer yenilginin derslerinden de yararlanma avantajına sahip olarak, yeniden patlak verecektir. Bundan hiç kimsenin şüphesi olmasın. Çünkü sendikal ihanet ve sermayenin dayattığı ağır ve keyfi sömürü koşulları, hükmünü daha da koyulaşarak sürdürüyor. Dün Metal işçilerinin öfke patlamasını yaratan koşullar bunlardı ve bunlar yarın da aynı sonucu doğuracaktır. Yarınki yükselişin nasıl sonuçlanacağını ise, öncü işçilerin ve sınıf devrimcilerinin bu süreçteki hazırlıklarının niteliği belirleyecektir.

Sendika üyesi olmayan taşeron ve kapsam dışı işçileri de birleştiren taban örgütlenmelerinin yaratılması; öncü işçi platformlarının oluşturulması; sendika ayrımı yapmaksızın birleşik TİS komitelerinin örgütlenmesi; TİS taleplerinin saldırılar ve görevler konusunda aydınlatılmak temelinde işçilerin kendi iradesiyle belirlenmesi; mücadele kararlılığının ilan edilmesi, bunun eylemli bir süreç olarak örgütlenmesi; sendika ağalarının hazırlığını yaptığı ihanete geçit vermemek için, bugün öne çıkan görevlerimizden bazılarıdır.