ARSIVANA SAYFA
 
5 Ağustos '00
SAYI: 28
İçindekiler
Kızıl Bayrak'tan...
Kamu emekçilerine kararname saldırısı
MGK komutasında İMF-TÜSİAD operasyonları
KESK bürokratları ve KHK
DİSK'in II. Genel Kurulu
Kendini tekrar ve yokoluş

Konuşmalar ya da DİSK'in "D"si
TİS komitelerinde örgütlenelim!
Burjuvazi hayvanca sömürüde sınır tanımıyor!
Sendika ağalarının sermaye için artan önemi
Öncü-devrimci kamu emekçilerinin...
Eğitim-Sen 4. Olağan Kongresi üzerine
Gençlik hareketi ve partinin güncel...
Metal işkolunda TİS süreci ve sendikaların durumu
Cezaevleri Merkezi Koordinasyonu açıklamaları
Fikret Başkaya ile konuşduk...
Hücre karşıtı eylemler ve devrimci meşruiyet
Yeniden Galatasaray'da yız!
Komünistler ve zindan politikası!
Cezaevinden grevdeki EXSA işçilerine mektup...
MGK'nın Kıbrıs'a müdahale planı yürürlükte!
Komünist militanlardan parti programı üzerine...
Kızıl Bayrak hakkında konuştuk
Mücadele Postası
 



 
 
Öncü-devrimci
kamu emekçilerinin sorumlulukları



A. Tamer


“Sadaka değil toplusözleşme!” Bu slogan kamu emekçileri hareketinin değişmez temel sloganlarından biridir. Kamu emekçileri hareketinin temel bir talebini vurgulamaktadır. Bu talebin en fazla güncelleştiği dönemler de doğal olarak ücret artış dönemleri, yani her yılın Aralık ve Temmuz ayları olmaktadır.

Zaten KESK’in tarihine bakıldığında, tüm ciddi kitlesel eylemlerin bu dönemlerde ve bu taleple gerçekleştirildiği görülecektir.

Bu yıl böyle olmamıştır. Siyasal iktidarın sermaye adına azgın bir emek sömürüsü programını dayattığı koşullarda gerçekleşen yüzdelik sadaka zamlar, sessizlikle geçiştirilmektedir. Bir-iki ilde KESK’e bağlı şube platformlarınca gerçekleştirilen basın açıklamaları dışında, KESK’in aldığı herhangi merkezi bir eylem kararı yoktur. KESK reformizminin bundaki rolü ve payı bilinmektedir. Anlaşılan odur ki, KESK’e hakim reformist anlayışlar siyasal iktidarın ekonomik-sosyal yıkım programına angaje olmuşlardır. Kimse reformizmden herhangi ciddi sonuçları olabilecek bir direniş hattı oluşturmasını beklememelidir ve zaten beklememektedir.

Fakat bu çuvaldızdan sonra sıra iğneye gelecektir. Kimsenin reformizmden direniş beklemediği ortada, başta devrimciler olmak üzere tüm ilerici-öncü kamu emekçileri KESK’e hakim reformizmin hak gasplarına karşı ciddi bir eylemlilik ortaya koyamayacağını biliyor. Bilmesine biliyor da, kendisi ne yapıyor, biz ne yapıyoruz?

%10’luk Temmuz sadakası açıklandıktan sonra ortaya çıkan tabloya bakıldığında, KESK’e hakim reformizmi zorlayacak, sıkıştıracak bir taban basıncının örgütlenememiş olduğu görülmektedir. KESK yönetiminin böylesi bir basıncın yokluğu koşullarında kendi icazetçi çizgisini rahatlıkla yürütebildiği açıktır. Hatta bu durumu bir istismar alanı haline getirip kitlelere yılgınlık yayıcı bir propagandanın malzemesi bile yapabilmektedir.

Öncü-devrimci kamu emekçilerinin böylesi bir dönemde ciddi bir sorumlulukla hareket etmeleri gerekmektedir. Kamu emekçilerinin her geçen gün yoksullaştığı, baskıların daha da yoğunlaştığı böylesi bir dönemde %10’luk sadaka zammının tepki yaratmaması düşünülemez. Fakat bu tepkinin örgütlenebilmesi, bir eylemlilik halini alabilmesi için, tabandaki kamu emekçisinin eylem yapacağız da ne olacak, bir biz yapıyoruz, konfederasyondan dahi ses çıkmıyor vb. psikolojisinin kırılması, ona gerekli güven ve enerjinin taşınabilmesi gerekiyor. Bunun için öncelikle işyerilerinde, işyeri örgütlülükleri üzerinde ifade edilen, işyerinden şubeleri, şubelerden genel merkezleri zorlayıcı bir eylem hattının ortaya konabilmesi gerekiyor. Böylesi bir eylem hattının işyeri-taban örgütlülükleri üzerinden yükselmesi kaçınılmazdır. İşyeri-taban örgütlülüklerine dayanmayan öneri ve girişimler daha şubeler evresinde rahatlıkla kırılacak, şubelerdeki bürokrasiyi dahi aşamayacaktır. Bu tür girişimler kendini, icazetçi yönetimler olmaksızın ve hatta onlara rağmen, eylem planına dökebilmeli, sokaklara çıkabilmelidir.

Ancak bugünkü tabloya baktığımızda, KESK içindeki öncü-devrimci kamu emekçilerinin böylesi bir inisiyatifi ortaya koyamadıklarını görüyoruz. Zaten reformizmi, icazetçiliği, uzlaşmacılığı yeşerten, dallandırıp budaklandıran ortam da böyle bir ortamdır. Devrimci girişim ve inisiyatifin olmadığı yerde reformizm rahatlıkla boy vermektedir. Kuşkusuz reformizme asıl politika alanını açan bizzat sermayenin kendisidir. Sınıf uzlaşmacılığının bayrağı reformizmin elindedir ve sermaye de reformizme bu nedenle alan açmaktadır. Bu gayet anlaşılır bir durum. KESK’in reformist yöneticileri de zaman zaman “mücadele ederiz, şöyle yaparız, böyle yaparız” vb. demekle beraber, asıl olarak pratikte siyasi iktidarın yeniden yapılandırma programıyla uzlaşmaktadır. Buna göre sorunlar sokaklarda değil, bakanlık koridorlarında, meclis kulislerinde veya ESK’da halledilecektir. Şimdi de olan budur. Bu nedenle KESK’ten %10’luk sadakaya karşı anlamlı bir ses yükselmemektedir.

Bu uzlaşmanın bozulabilmesi için kamu emekçilerinin bağımsız bir sınıf tavrı geliştirebilmeleri gerekmektedir. Bu tavrın başlangıç yeri işyerleri, başlangıç eylemleri de işyeri eylemleridir. Öncü-devrimci kamu emekçileri KESK reformizmini teşhir eden tavırlarını sürdürmekle beraber, asıl yapılması gereken böylesi bir bağımsız tavrın işyerlerinden başlayarak örülmesidir. Devrimcilerin kendi işyerlerini dahi harekete geçiremedikleri koşullarda, yöneticileri teşhir faaliyetinin ayakları havada kalacaktır. Sermaye ile yaptığımız mücadelenin asıl alanı nasıl ki sokaklarsa, reformizme karşı yürüttüğümüz mücadele de ancak sokaklarda ete-kemiğe bürünebilir. Öncü-devrimci kamu emekçileri bu bilinçle işyerlerinde fiili-meşru-militan bir mücadeleyi bir an önce hayata geçirmek durumundadırlar.