ARSIVANA SAYFA
 
5 Ağustos '00
SAYI: 28
İçindekiler
Kızıl Bayrak'tan...
Kamu emekçilerine kararname saldırısı
MGK komutasında İMF-TÜSİAD operasyonları
KESK bürokratları ve KHK
DİSK'in II. Genel Kurulu
Kendini tekrar ve yokoluş

Konuşmalar ya da DİSK'in "D"si
TİS komitelerinde örgütlenelim!
Burjuvazi hayvanca sömürüde sınır tanımıyor!
Sendika ağalarının sermaye için artan önemi
Öncü-devrimci kamu emekçilerinin...
Eğitim-Sen 4. Olağan Kongresi üzerine
Gençlik hareketi ve partinin güncel...
Metal işkolunda TİS süreci ve sendikaların durumu
Cezaevleri Merkezi Koordinasyonu açıklamaları
Fikret Başkaya ile konuşduk...
Hücre karşıtı eylemler ve devrimci meşruiyet
Yeniden Galatasaray'da yız!
Komünistler ve zindan politikası!
Cezaevinden grevdeki EXSA işçilerine mektup...
MGK'nın Kıbrıs'a müdahale planı yürürlükte!
Komünist militanlardan parti programı üzerine...
Kızıl Bayrak hakkında konuştuk
Mücadele Postası
 



 
 
DİSK’in ll. Genel Kurulu:

Kendini tekrar ve yokoluş!


DİSK’te Genel Kurul öncesi 6 aday vardı. Önce dörde inen aday sayısı, ilk tur seçiminden sonra üçe indi. Ve DİSK/Tekstil Başkanı Süleyman Çelebi, CHP’nin politik desteği, kulis arkalarında ise “mücadeleci geçmişinin” propagandasıyla, DİSK’in yeni Başkanı oluverdi.

Aslında bu aday tablosu ve seçimler bile, tek başına, DİSK’te başka bir şeyin oylandığını göstermeye yetti. Önceki yıllarda işçi sınıfı devrimcilerinin döne döne vurguladığı tüm kirli politika yöntemleri, domuzlar ahırı burjuva meclisine taş çıkartırcasına yeniden sahnelendi. Fakat taban basıncı 3 şeyi net olarak göstermişti:

1- DİSK devrimci mirasını yeniden üretemese de, sol yelpazede yer almalıydı.

2- DSP hükümetinin yıkım politikaları, DİSK’teki DSP’lilere fatura edilmeliydi.

3- Mücadeleci-militan bir sınıf hareketi için, statükoyu temsil eden Vahdettin Karabay değişmeliydi.


Sermayenin faşist baskısı DİSK’te hedefine ulaştı mı?

Sermayenin 2000 yılı hedefleri ve önceki yıllardan devraldığı sosyal krizin koşullamasıyla beraber koyulaşan faşist terör, yeni kurumlaşmalarını da beraberinde getirmişti. ESK, Nazi Almanya’sında, Franco İspanya’sında ve Mussolini İtalya’sındaki korporasyon deneyimleriyle, sermayeye, kriz yönetiminde acil bir zorunluluk olarak kendini dayattı. ESK yasa tasarısı bu kurumlaşmanın sürekliliği için hazırlandı, KHK’lerin boşluğunu dolduracaktı vs.

DİSK’in ESK’dan çekilme gibi cılız bir muhalefeti bile, yersiz ve zamansızdı sermaye için! Sermaye, zaten tabela sendikacılığından öteye gidemeyen DİSK’e sert bir tehdit savurdu. İstatistiki oyunlarla, biraz daha diri muhalefet yapmaya çalışan 10 sendikanın (6’sı DİSK’te), varlık koşulu olan “yetkisinin” düşürülmesi, fiilen sendikaların kapatılması demekti. Sınıfa saldırıda bu kadar pervasızlaşılması, B. Ecevit ve Y. Okuyan tarafından alenen savunuluyordu.

25 Temmuz’daki hava boşaltma kabilinden Kızılay eyleminin ardından Başbakan ile görüşen V. Karabay, taleplerini iletirken, ESK’ya girmedikleri için bir de fırça yiyordu! Yaşar Okuyan ise, sendikaların hücre tipi cezaevlerine karşı açıklamalar yapacaklarına kendi işleriyle uğraşmaları gerektiğini söyleyerek, özünde sınıfa yönelik faşist yetki düşürme komplosunu savunuyordu!

Faşist rejim DİSK’e balans ayarı yaparken, son kez olarak ateşle oynamak zorunda kaldı. Zira varolan devrimci önderlik boşluğunu ve iktisadi-demokratik mücadele alanında dahi sınıfın birlikten yoksunluğunu, tarihsel bir fırsat olarak görüp değerlendirmek istiyor.

İşçiler “Meclisin itleri yıldıramaz bizleri” diyerek sloganlar üretip, Genel Kurul’da tutsak yakınlarının pankartına/
DİSK Genel Kurulu’nda
baraj saldırısı


DİSK’in Genel Kurulu, diğer konularda olduğu gibi, baraj saldırısı konusunda da çok şey konuştu. Ancak bu konu da, tıpkı diğer konular gibi yönetim yarışına endekslendiğinden, konuşulduğuyla kaldı. Kongre kararlarına açık ve net bir tutum olarak yansımadı. Genel ibarelerin arasında eritildi. Kararlar henüz yayınlanmamış olmakla birlikte, günlük basına yansıdığı kadarıyla, DİSK’in baraj saldırısına karşı mücadeleyi nasıl anladığı, nasıl yürüteceği, aşağıdaki ibarelerde “açıkça” görülüyor:

AB’ye üyelik sürecinde gerçekleştirilmesi gündemde bulunan yasal değişikliklerin bu bütünlük içerisinde ele alınarak sendikal hareketin dağılmasına yol açacak özelliklerin ortadan kaldırılması için müdahale edilmesi.

Ya da şu madde:

Hükümetin enflasyonu düşürme adı altında gündeme getirdiği ve özellikle emekçiler açısından hak kayıplarına yol açacak uygulamalara etkin bir biçimde karşı çıkılması.

Oysa DİSK’in bu 11. Genel Kurul’u, yönetimin başına Tekstil gibi yetkisi düşürülmüş bir sendikanın başkanını getirerek, güya, baraj saldırısına da yanıt vermiş oluyordu. Ne var ki bu iddianın sahipleri, bunun nasıl bir yanıt olduğu konusunda konuşmamayı tercih ediyor. Demek ki, saldırının açıklandığı günden bu yana “yürütülen mücadele”yi, ileride yürütülecek olanın güvencesi kabul etmek gerekiyor!
DİSK-Tekstil bu süre boyunca saldırıya nasıl tepki vermiştir? Örgütlü olduğu işyerlerinde iş bırakarak mı? Üyelerini sokağa dökerek mi? Yetkisi düşürülen diğer sendikalarla eylem birlikleri oluşturarak mı? Bağlı olduğu konfederasyonu harekete geçirerek mi?

Biliniyor ki bunların hiçbiri gerçekleşmedi. 6 sendikasının yetkisi düşürülen DİSK’in tek eylemli tepkisi, Ankara’daki temsilciler yürüyüşü oldu. Oysa böyle bir saldırının püskürtülebilmesinin tek yolu, toplusözleşme hakkı (dolayısıyla sendikal örgütlenme hakkı) bir çırpıda gaspedilmiş olan işçilerin tepkisinin örgütlenmesinden, üretimden gelen gücünün, örgütlülükten gelen gücünün harekete geçirilmesinden geçmektedir. İşçilerin, sermayenin ve devletinin tüm baskı ve şiddetine rağmen sendikal örgütlenme konusundaki azminin nedeni, hak almanın da, korumanın da örgütlü mücadeleden geçtiğini bilmeleridir.

Son yıllarda sendikal örgütlenmeyle bağlantılı hemen tüm saldırı ve buna karşı yükselen direnişlerin, Tekstil sektöründe, örgütlenmelerin de DİSK-Tekstil’de yoğunlaştığı gözönüne alınır, baraj saldırısının bir hedefinin bu sendika olduğu hesaba katılırsa, DİSK’e yeni başkan seçilen Tekstil başkanının “politika”sının ne kadar önemli rol oynayacağı görülebilir. Tabii ki, taban buna izin verirse...

mücadelesine destek verirken, taban basıncının politizasyona açık duruşu ve alanlara çıkma istemine/tehditlerine rağmen grev silahını kullanmaktan özenle kaçınan ihanetçi sendika bürokrasisi, sermayeye tarihsel hizmetlerinden birisini daha sunuyor.
Faşist rejimin alenen uyguladığı “ez ve çöz” politikasına ise, DİSK’te, CHP’nin ve kısmen de HADEP’in truva atı olarak kapitalizmin krizi yönetmesine destek olduğunu görmek, sermayenin dolaylı olarak da olsa istediği sonuca ulaştığının göstergesidir.


Aynı platformun iki ucu: MGK sendikacılığı mı, çağdaş sendikacılık mı?

Sermayenin kriz yönetimindeki faşist terörü, sınıfın sendikasızlaştırılması, özelleştirmeler, esnek üretim, kalite çemberleri gibi saldırıları, sosyal yıkım paketleri ortadayken, fütursuzca yapılan MGK sendikacılığı ile bu sorunları görmezden gelen “çağdaş sendikacılık” sahte ikileminin rekabeti, kendini tekrar etmekten ve sınıfın en önemli mevzilerinden olan sendikalarının yokoluşundan başka bir sonuç doğurmayacaktır. Zira ikisi de, aynı platformun iki ucudur. Bu sahte ikilem kendisini Emek Platformu ile ESK olarak da gösterebilmektedir. DİSK bu haliyle ve taban örgütlülüğünden uzak, birleşik-militan mücadeleden korkan tutumu ile ESK’da olmayıp, Emek Platformu’nda yer almasıyla, sınıfa ne kazandırmaktadır? Tersi durumda sınıfa ne kaybettirecektir (kendinden başka!)?

Sınıf sendikacılığını, devrimci sendikacılığı nostalji olarak ananlar, sınıf hareketinin devrimcileşmesiyle beraber tarihin çöplüğünde kaybolacaklardır. Sınıfın, tarihsel ihanete karşı hesap soruşu da, günü gelecek tarihsel değerde bir patlamayla olacaktır!

DİSK’in Genel Kurulu’ndan çıkartılacak devrimci sonuç şu olmalıdır:

Sokağa eyleme, genel greve!

DİSK 11. Genel Kurul’ndan notlar...

Taban delegeleri
değil çoğunlukla sendika yöneticileri


* DİSK 11. Genel Kurul’nda, delege yaş ortalaması oldukça yüksek görünüyordu. Bu, çoğunluğun sendika yöneticilerinden oluştuğunun da bir işaretiydi. Tanıdığımız pek çok sendika yöneticisinin delege olarak salonda olması bunun bir başka göstergesiydi.

Bu durum, bu kongreden ileri bir çıkış imkanını daha baştan tıkadığı gibi, herşeye rağmen bir çıkış olduğu takdirde, bastırma imkanının yüksekliğini de gösteriyordu.

* Nitekim kongre sürecinde yaşanan iki büyük sorunda bu görüldü. İlki, bir yolsuzluk soruşturmasıyla geçici ihraç alan OLEYİS Başkanı Enver Öktem’in aklanması önergesi üzerinden yaşandı. Divan önergeyi oyladı ve 100 evetle aklanmıştır kararı verdi. İtirazlar oldu. Hemen bastırılmaya çalışıldı. Bir itirazı da mikrofondan genel başkan yaptı. “önergede benim de imzam var, ancak 400 delegeli kongrede 100 oyla aklanma gerçekleşemez” şeklinde getirdi itirazını.

Kargaşanın sürmesi üzerine sorun çözümlenemeden oturum kapatıldı. Bu, Cuma gününün son gelişmesiydi. Cumartesi açılışta bu sorun ele alınır ve çözümlenir diye beklerken, kongre dışında uzlaşma sağlandığı anlaşıldı. Bir daha da kimse bu sorundan bahsetmedi.

* İkinci problem Budak’a söz verilmesiyle başladı. Bir grup delege Budak daha sözüne başlamadan alkışlarla salonu terketti. Kapının önünde yine alkışlarla delegeleri dışarı çağırmaya başladılar. (Bunların çoğunluğunu belediye ve metal delegeleri oluşturuyordu).

Protestocu gruba, salondan bir grup yine alkış ve sloganlarla yanıt vermeye başladı. Budak’ı destekleyen bu grubun çoğunluğunu ise tekstil delegelerinin oluşturduğu görülüyordu. Her iki grubun sayısı birbirine yakın olmakla birlikte, bir de salonda iki tarafa da katılmayan, daha kalabalık delege grubu bulunuyordu. Esas uzlaştırıcı kesim de bu aradakiler oldu. Yumruklaşmanın önüne biraz da bunlar geçti.

* Kongreye Türk-İş’e bağlı çeşitli sendikalardan da misafirler gelmişti. Ancak Türk-İş yoktu ve neden gelmediğini açıklayan bir de protesto mesajı çekmişti. DİSK’in baraj saldırısıyla bağlantılı sataşmasına çok üzülmüşler, üzüntüleri gelmelerini engellemişti!..

* En üstteki en bürokrat yöneticiler, en fazla devrimcilik nutukları atıyordu. Herkes birbirini gayet iyi tanıdığı için de, kimsenin konuşmaları ciddiye aldığı yoktu.

* DİSK kongresi delegeleri açısından en şaşırtıcı gelişmelerden birisi de, ordu şakşakçısı Kemalist İP’in temsilcisinden “devrimcilik” nutku dinlemeleri, hatta azarlanmalarıydı. Ancak, delegeler işin “paylama” kısmını kendi üzerlerine almamış olmalılar ki, bu konuşmayı da alkışladılar.

* Delegelerin konuşması sırasında DETAK imzasıyla hücre karşıtı bir pankart açıldı. Salondan “Zindanlar yıkılsın tutsaklara özgürlük!”, “Hücre ölümdür girmeyeceğiz!” sloganlarıyla eylem desteklendi. Sloganlara salonun tamamı katılmamakla birlikte, pankart açanlar tarafından değil de delegeler tarafından attırılması olumluydu.

Tabii divan her sıkıştığında olduğu gibi, derhal çay molası verdi. Molaya karşı çıkanlar olduysa da çok ısrarcı olmadılar. Daha ziyade böyle bir gelişmenin sorun olarak görülmesine itiraz ediyorlardı. Bir delege, “ne sorun çıkacak ki, pankart açıldı, slogan da atıldı, en fazla bir de mikrofona davet eder söz hakkı verirsin olur biter” diyordu.






Sermayenin kriz yönetiminde yeni halka:

‘Yeni’ ekonomik paket!


B. Musa


Bir grup burjuva aydınının, geçmişte ABD’de yapılan “Öteki Amerika” tartışmasından aşırarak başlattığı “Öteki Türkiye”, “İki buçuk Türkiye” tartışmalarına, İMF’ye yazılan 2. ek niyet mektubu ve İSO’nun açıklamalarıyla, yeni bir boyut daha eklendi.

Zira, süregelen sosyal-yıkım paketlerine, enflasyonun düştüğü masallarına, istikrar ‘tedbirlerine’ rağmen, kriz aşılmamıştı, sadece büyümesi yavaşlatılmıştı. Buna bir de büyüyen mafya ekonomisinin ve emperyalist talan-yağmanın sonuçları eklendiğinde, iç karartıcı bir tablo çıkmıştı ortaya.

Bankalar Operasyonu için Cumhuriyet şu başlığı atıyor (29.07.2000): “Hükümetin ‘itirafı’: Batık bankaların yükünü vergi mükellefleri ödeyecek. 7 milyar dolarlık fatura. Bu yıl toplanacak 24 katrilyonluk verginin 4.5 katrilyonu!” Bu rakamlar, İMF’ye sunulan 2. ek niyet mektubundan. Yoksa sermayede bu ‘itiraf’ı halka karşı yapacak açık yüreklilik nerede?

Emperyalist talanın boyutu ise neredeyse bütçe kadar! Borsanın, sermayenin nabzını tutmak için bir anlamı vardır. Daha birkaç ay önce 23 bin civarında olan endeks, 11 bin seviyesine düştü ve yeni yeni 14 bin sınırında. Ve 16.5 milyar dolar tahmin edilen borsa hacminin %65’inin emperyalist tekellerin eline geçtiği (‘95’teki 2.5 milyar dolarlık bir girişle) ve ‘95’ten beri her sene 3 milyar dolar civarında sıcak paranın dışarıya çıktığı hesaplanınca, yağma ve talana sadece bir örnek yetiyordur!


Yapısal krizin derinleşen açmazı!

Geçmiş yıllarda Dünya’nın en büyük ekonomik hacimleri içerisinde 17. olan Türkiye 22. sıraya düşmüş durumda. Dış ticaret açığı ise daha ilk 5 ayda 9.202 milyar dolar ve ihracatın ithalatı karşılama oranı %54.8’de kalmış. Yıl sonu hedefi daha ilk 5 ayda aşılmış durumda. Enflasyonu düşürme, servet-sefalet kutuplaşmasını azaltma yalanlarına rağmen.

İSO’nun “500 Büyük Sanayi Kuruluşu” sıralaması ise, son 32 yılın en kötü tablosu olarak açıklanıyor. Üretimden satışlar dibe vurmuş, kârlılık oranı azalmış. Şirketleri kurtaran ise kârdan daha çok, faiz ve rant (kapitalist işleyişin temelini oluşturan kârlılık düşerken nereye kadar devam edecekse!). İSO Başkanı’na krizin söylettirdiği sözler, “deniz bitti, duvara tosladık” kabilinden.


Krizin faturasını kim ödeyecek!

Sadece geçen seneden bu seneye, ilk 500 şirkette 35 608 sendikalı işçi işten çıkartıldı. Ve İSO Başkanı, bu rakamın katlanarak artacağını ilan edebiliyor.

Sermaye 5 Nisan ayarında bir paketi uygulamaktadır, sessiz ve derinden. Ücretlerin dondurulması, sosyal-yıkım paketleri, özelleştirme, sendikasızlaştırma, esneklik saldırılarına rağmen, önümüzdeki süreçte faşist rejimin iktisadi-politikası, İMF’ye sunulan 2. ek niyet mektubunda (daha doğrusu raporunda) özetlenmiş:

Ücretlerin ve asgari ücretin düşürülmesi, personel-işçi kıyımı. Yatırımlar, eğitim, sağlık harcamaları daha da kısılacak. Sosyal güvenlik tamamen tasfiye edilecek (halka ise işsizlik sigortası yalanları söylenecek). Vergilendirmede eşitsizliğin sürmesi için İMF’ye garanti veriliyor! Tüketici kredilerinin sınırlandırılması (ve buna paralel tarımın yıkımı). Dışarıdan hammadde alımının kaldırılması (ithalata yönelik ‘tedbirlerin’ gerçek yüzü!). KİT’lerin acil olarak kapatılması ve hızla özelleştirilmesi!


Krizin faturasını kapitalistlere ödetelim!

Faşist sermaye iktidarının kriz yönetme politikalarının karşısına, tüm işçi-emekçi kitleleriyle beraber birleşik-militan bir hat örmedikçe, kara tablonun faturasını ödemeye devam edeceğiz. Kriz edebiyatının ve Susurluk devletinin çete operasyonlarının karşısında ancak kapitalizme karşı sosyalizm mücadelesiyle alternatif olunabilir. Yeni ekonomik paket de, programımızda ifadesini bulan Acil Demokratik ve Sosyal İstemleri işçi-emekçi kitlelerin pozitif istemleri olarak ne kadar güncelleştirebilirsek, o oranda iflas edecektir. Emeğin kurtuluşu davasında, düzenlerinin gün be gün iflas ettiği gibi!

Programımız altında birleşelim, savaşalım, kazanalım!