ARSIVANA SAYFA
 
8 Temmuz '00
SAYI: 25
İçindekiler
Kızıl Bayrak'tan...
Saldırıları püskürtmek için mücadelenin önündeki hain...
Büyük bir siyasal sınıf çatışmasına doğru
Sermayenin siyasal başarısının dayanakları...
ESK toplantısı ve Koç'ların şansı
Türkiye'de ve dünyada yoksullaşma
Belediye işçileri İstanbul'da üç belediyede grev ilanı astı
Çayırhan Termik Santrali 23 Haziran'da özelleştirildi
SES'e yönelik saldırılar sürüyor
2 Temmuz Ankara mitingi sonrasında yüzlerce kişi...
Asım Bezirci mezarı başında 2 Temmuz anması
ÇEAŞ soygunu
Bir dağıtımdan gözlemler
Programda tarım ve köylü sorunu/2
Murat Dil ölümsüzdür!
Burdur Cezaevi'nde katliam girişimi
ÇHD'nin Ankara yürüyüşü
Hiçbir güç devrimci iradeyi kırmaya yetmeyecektir
Hücre sistemi ölümdür, izin vermeyelim!
Otomobil İşçileri Danışma Konferansı Sonuç Bildirgesi
Rusya'da iktidarın manevra alanı daralıyor!
Exsa işçilerine mektup
Komünist militanlardan parti programı üzerine
Mücadele tarihimizden
Bir roman: O bir militandı
Mücadele postası
Tüm başlıklar



 
 
Sermayenin siyasal başarısının
dayanakları ve sınırları



Sermaye iktidarı sosyal yıkım programını uygulamada şimdiye kadar elde ettiği başarıyı, işçi ve emekçiler cephesinden anlamlı bir tepki geliştirilememesine ve aldığı siyasal tedbirlere, elindeki olanakları iyi değerlendirmeye borçludur.

Sözkonusu tedbirlerin yalnızca baskı ve terörden, yalnızca askeri-polisiye tedbirlerden ibaret olduğunu düşünmek büyük bir yanılgı olacaktır. Baskı ve terörün sosyal yıkıma karşı gelişen tepkileri sınırlandırıcı etkisi muhakkak ki var. Ama devlet terörü de nihayetinde belli bir siyasal hedefin parçası olarak işlev görür ya da görmez. Örneğin, demokratik hak ve özgürlükler mücadelesini kısıtlamak, bastırmak amacıyla kullanılan devlet terörü, tersine bu özlem ve talepler uğruna mücadeleyi körükleyip büyütebilir de.

Bu nedenle sermaye iktidarı, uyguladığı terörü daha etkili kılmak üzere, kitlelerin özlemlerinin ve taleplerinin istismarına dayanan, emekçilerin dikkatini emek-sermaye çelişkisi ekseninin dışına kaydırmaya çalışan siyasal manevralara başvurmaktadır. Buna, kısaca, emekçilerin gündemine kendi siyasal gündemini ve seçeneklerini dayatmak da denebilir. Sermaye, toplumun gündemine giren ya da zorla sokulan bir takım popüler konu ve gelişmeleri bu amaç için etkili bir tarzda kullanmaktadır. (Futbol, Doğu için yürütülen sözde seferberlikler, AB üyeliğinin getireceği demokratikleşme, gelişme, ekonomik büyüme yalanlarıyla süslü haberler, propagandalar vb.)

Sabun köpüğü gibi ortaya çıkıp kaybolan bu gündemler üzerinden sürdürülen ideolojik bombardımanların kuşkusuz ki uzun vadeli ve kalıcı bir siyasal getirisi yoktur. Bu nedenle sermaye, işçi ve emekçilerin tepkilerinin yönünü kaydırmak, mevcut toplumsal hareketliliği kendi kontrolündeki bir saflaşma ekseninde tutmak üzere, orta ve uzun vadeli taktik siyasal açılımlar da yapmaktadır.

Kendi eliyle beslediği dinsel gericiliğin kontrolden çıkma eğiliminin güçlenmesine karşı, çağdaşlaşma, laikliğin korunması adı altında yürüttüğü sözde mücadele ve kontrol altına alma mücadelesine toplumdan destek bulma çabası buna bir örnektir. Gerici dinsel örgütlere karşı yürüttüğü operasyonlardan çok yönlü olarak yararlanma girişimleri de bunun bir parçasıdır. Bir yandan dehşet görüntüleri eşliğinde toplum terörize edilirken, diğer yandan, gerici taşeron örgütleri kendi işlediği cinayetlerin faaili gibi sunarak kendisini aklamayı sürdürmektedir. Son dönemlerde olduğu gibi, bu gündemi bölgedeki siyasal emelleri için de değerlendirmeye çalışmaktadır.

Zaman zaman geriye düşse de, sermaye iktidarı şeriatçılık-laiklik eksenindeki siyasal gündemi ihtiyaç oldukça, vesile çıktıkça tepe tepe kullanmaktadır. Kürt halkının mücadelesi karşısında elde ettiği başarıya rağmen, “bölücülüğe karşı mücadele” üzerinden toplumun saflaştırılması hala bir diğer gündemdir. Dizginleri sermayenin elinde olan şovenizm, şovenist kampanyalar ihtiyaç olduğunda tekrar kullanılmak üzere yedekte tutulmaktadır.

Sınıf ve kitle hareketinin devrimcileşmesini, sınıfın devrimci ve komünist öncülerle buluşmasını engellemek ve bu yönlü hareketi kırmak için “terörle mücadele” adı altında da kesintisiz bir siyasal çalışma, propaganda faaliyeti ve operasyonlar sürdürülmektedir. Son dönemlerde bu yönlü siyasal etkinliğin merkezine cezaevlerinin oturtulduğu biliniyor. Burada devrimcileri teslim alma çabası, işçi ve emekçileri teslim alma çabasından bağımsız olarak ele alınamaz.

Bunlara, ayrı bir başlıkta ele alınması gereken, çetelere karşı mücadele görüntüsü altında süren aklama çabalarını da eklemeliyiz. Adi suç çeteleri ile öne çıkan bir takım tetikçilere karşı yürütülen kesintisiz operasyonlar, devlet çetesinin kendisini aklama çabasının rutin payandaları haline getirilmek istenmektedir.

Bir kısmı toplumdaki gerçek güç ilişkilerine ve dayanaklara sahip bu çatışmaların sınıf çatışmasına (son tahlilde sahte ya da gerçek olması çok da önemli olmayan bir saflaşmaya) ikame edilmesinin imkanları ve sınırları bugünden çizilebilir. Bu sınır, toplumsal bir altüst oluşa, sermayeyi her alanda yeniden yapılandırmaya zorlayan sosyal yıkım programı doğrultusunda gerçekleştirilen saldırıların açığa çıkardığı gerçek sınıf ilişkileri ve çatışmaların kendisidir.

Sonuçta sermaye, çeşitli tehlikelere karşı her cephede mücadele eden, bunda belirli bir başarı da kazanan güçlü ve kararlı devlet ile istikrarlı bir siyasal tablo görüntüsü vermeye, bu tabloya ulaşmaya çalışmaktadır. Kararlı ve güçlü devletin güvencesi olarak MGK, istikrarın dayanağı olarak kendi içinde uyumlu bir burjuva siyasal yapı ve partiler öne çıkmaktadır. İstikrarın yegane güvencesi, bozulma ve dağılma riskini hep taşıyan siyasal alana yapılan balans ayarı olmaktadır. Sosyal yıkımın başarıya ulaşmasının güvencesi ise MGK eksenli burjuva siyasal yapılanmadır. Burjuva siyasal partilerinin ve üçlü koalisyon hükümetinin bu süreçte yıpranacak olması, kaçınılmaz olduğu için kabullenilen, katlanılması gereken bir sonuçtur. Bu sonuç şaşırtıcı değildir. Zira, yıkım programı etrafında birleşen burjuva partilerin hiçbirinin orta vadede bile kitleler üzerindeki etkilerini, inandırıcılıklarını sürdürme şansına sahip olamayacağı muhatapları tarafından bilinmektedir. Çünkü, sosyal yıkım programı, burjuva siyasetinin kullandığı klasik örtüleri, kirli şalları gereksiz kılmaktadır. Kitleleri eskisi gibi kandırmada ve yönetmede zorlanmanın, eski tarzda güç olamamanın bir sonucudur bu. Burjuva siyaseti, artık olağan olmayan biçimlerle sürmek durumundadır. Zira, kendi adına bile olağan karşılanmayan bir patlama dinamiğiyle birarada yaşamaya kendisini mecbur etmiştir.

Devlet terörünün sistematik bir karakter kazandığı ‘90’lar boyunca sosyal yıkım programının niçin bu kapsamıyla yürürlüğe sokulamadığını, burjuva cephedeki son üç yılın siyasal gelişmeleri yeterli açıklıkta ortaya koyuyor. İMF’nin yıllardır dayattığı programın aksamasında rol oynayan asıl etken, bunu uygulayacak siyasal iradenin dağılmış-parçalı bir görüntüye sahip olmasıydı. Kürt ulusal mücadelesinin de yarattığı basınçla, siyasal süreçler uzun bir dönem tıkanmıştı. Burjuva partileri arasında programı uygulayacak güçlü bir siyasal irade birliği sağlanamamıştı. Siyasal istikrar için herşeyden önce sermaye iktidarının yeniden yapılanmasına ihtiyaç duyuluyordu. İşte, 28 Şubat örtülü darbesi, sermayenin istikrar arayışına bir yanıt olarak gündeme bunun için getirildi.

28 Şubat bir nokta operasyonu değil, stratejik hedeflerinde mesafe almak için, sermayenin ayağına dolanan iç zaaflara, parçalı görüntüye, irade dağılmasına ve toplumun tümünde tepkiyle karşılanan çeteleşme gerçekliğinin üstünü örtmeye hizmet eden uzun süreli tahkimatın bir parçasıdır. Sermaye, 28 Şubat darbesiyle, 24 Ocak 1980’de önüne koyduğu saldırı programını (24 Ocak Kararları) hayata geçirecek olan 12 Eylül darbesinin örtülü ve sinsi bir biçimine ve koşullarına kavuşmuştur. Generallerin deyimiyle, mevcut tehditler varoldukça, yani sosyal yıkım programı gündemde oldukça, “bin yıl geçse de” sürecek bir müdahaledir.

Ancak, işçi sınıfı ve emekçilerin sosyal yıkıma, örtülü-örtüsüz kirli darbelere, “bin yıl” değil birkaç yıl bile tahammül etmeyeceği açıktır. İşçi sınıfının devrimci önderliği ile buluşması başarılabildiği koşullarda, bu kez faşist rejimin örtülü biçimde istikrara kavuşmasına imkan tanınmayacaktır.