Ekim Gencligi ARSIVKIZIL BAYRAK
 
Ekim 2002
Sayı: 54
 İçindekiler
  Ekim Gençliği'nden...
  Seçim oyununu boşa çıkarmak için görev başına!
  Sermayenin çözümü seçimde, gençliğin çözümü devrimde!.
  Yeni dönem artan sorunlarla başladı
  ODTÜ'de alternatif açılış şenliği örgütledik!
  Yeni dönem çalışması; görev ve sorumluluklar
  Bir Amerikancı düzen partisi olarak CHP
  İÜ açılış şenliklerine kitlesel katılım
  Seçimler, reformist blok ve parlamentarist hayaller
  Geleceğimize sahip çıkalım!
  Emperyalist saldırganlığı ve savaşı durduralım!
  Kürt gençliğine çağrımızdır: Düzenin oyunlarını bozalım!
  ABD'nin savaş hazırlıkları ve Türk burjuvazisinin hesapları
  Ulucanlar: Görkemli bir direnişin adı
  Düzenin "yeni" kahramanları
  Hacıbektaş şenliğinde yoldaşça paylaşım
  Yaz dönemi çalışmamız
  Bu şehir ayağa kalkacak bir gün...
  Üniversitelerde polis, idare ve sivil faşist işbirliğine son!
  Bir emperyalist baskı ve sömürü birliği: AB
  Tüm Filistinli çocuklara...
  Üretime katılmanın önemi
  YTÜ'de dağıtılan bildiriden...
  Okur mektupları



 
 
Tüm Filistinli çocuklara...

Meryem’in hayalleri

Çıldırtan ayazın altında küçük Meryem meraklı gözlerle gökyüzüne bakıyordu. Dışarısı buz gibi, odası sıcacıktı. Odası dışarıdaki soğuktan koruyordu Meryem’i. Yıldızlara bakıp, masallar ülkesine gitmeyi çok seviyordu Meryem. Uzun bir yol çıkıyordu önüne, gökyüzüne doğru uzanan bir yol... Bu yolda uçar gibi koşarak, gidip oturuyordu yıldızların altına Meryem. Sonra oradan aya el sallayıp biraz da onun evinde konuk oluyordu. Masallar diyarındaki bu hayaller onu uykunun kollarına bırakıyordu yavaşça...

Meryem’in dört tane oyuncağı vardı. Kendi yaşı kadardı oyuncakları. Üç tane bebek ve bir tane at. Bebeklerini atının sırtına bindirerek dolu dizgin koştururdu bahçede. O beş yaşına bastığında babası bir oyuncak daha alacaktı. Kim bilir belki de doğum gününde yapacaktı bu süprizi babası ona. Oysa daha doğum gününe on beş gün vardı. Üfff... Günler geçmek bilmiyordu. Şu doğum günü bir gelse, babası ona güzel bir oyuncak alsa... Ne kadar mutlu olacaktı.

Meryem annesinin ve babasının gizlice bir şeyler konuştuğunu duydu. Annesi; “Bir haftaya kalmaz tüm ipler kopacak ve savaş patlayacak. Askerler karşı mahalleye yığınak yapmışlar. Acı, gözyaşı, ölüm, çok korkuyorum Sait çok” diyordu.

Babası; “Korkma bu günler de geçecek” dedi.

Meryem yavaş yavaş annesiyle babasının yanına gitti. Annesi büyük bir dehşetle karşılaşmış gibi gözleri kocaman olan Meryem’i görünce yüz ifadesini değiştirip, şefkatle sarılmıştı ona. Oysa Meryem neler olduğunu anlamak ister gibi şaşkın gözlerle etrafına bakıyordu.

“Baba savaş ne demek? Kötü bir şey mi?” diye sordu.

Babası adeta Meryem’in bu sorusundan kaçar gibi; “Hadi bahçede biraz oynayalım” dedi. Ama Meryem’in sorusunun cevabını almadan bahçeye çıkmaya niyeti yoktu.

“Ölecek miyiz baba?”

Babası; “Henüz ölüm kelimesini ağzına alamayacak kadar küçüksün, hadi bırak bunları da seninle oynayalım” dedi.

Meryem bir çizgi filmde görmüştü. Uzaylılar dünyanın hakimiyetini ele geçirmek için savaş açmıştı dünyalılara ve yüzlerce insan öldürmüşlerdi. Öyleyse savaş iyi bir şey değildi. Hem Meryem böyle çizgi filmler sevmezdi. Nasıl olmuşsa işte canının sıkıldığı bir anda izlemişti bu çizgi filmi. -Nedir peki o zaman savaş? Birilerinin üzerinde hakimiyet kurmak mı?- diye düşündü.

Depremler kadar güçlü, yanardağların patlaması kadar korkunç ve kutuplar kadar soğuktu savaş düşüncesi. Belki de savaş olduğunda Meryem’in odasının dahi onu korumaya gücü yetmeyecekti. Peki ya annesiyle babası, savaş olursa onlar ne yapacaklardı? Nereye gideceklerdi. Kötü adamlar onları da öldürmeye çalışacaklardı.

Keşke hayalleri gerçek olsaydı. Meryem bir merdiven dayayacaktı göğe ve onlar yıldızlara çıkacaklardı. Böylece kurtulacaklardı. Savaştan sonra arkadaşlarını, komşularını, tüm çocukları ve hatta tüm insanları alırlardı yanlarına. Ama kötü adamları değil; çünkü kötü adamlar yıldızlara gelirse orada da savaş çıkarırlardı.

On gün sonra Meryem hiçbir şeyin eskisi gibi olmadığını gördü. İnsanlar oradan oraya koşuşturup duruyorlardı. Siren sesleri çığlık gibi sarmıştı sokakları. Pencerenin ardından bütün bu olayları bir film gibi seyreden ve bütün bu olanlara bir anlam vermeye çalışan Meryem annesinin çığlığıyla irkildi bir anda.

“Meryem! Gel yavrum. Koş sığınağa saklanmalıyız. Gaz bombası atmışlar” Meryem’in kolundan tutup çekiştiriyordu annesi. Bütün olanları penceresinden bir film gibi izleyen Meryem, işte o andan itibaren kendisinin ve annesinin de bu filmin oyuncularından biri olduğunu anladı. Ama Meryem oyuncu olmak istemiyordu bir türlü. Çünkü seyirci olmak ona daha güven veriyordu. İşte bu yüzden annesinin kolundan çekiştirmesine direniyor, gitmek istemiyordu.

Sığınağa indiklerinde tüm komşularının da burada saklandığını gördü Meryem. Herkes birbirine sarılmış, korku içinde tüm bu olanların geçmesini bekliyordu. Geçecekti elbet. Ama ne zaman? Tüm insanlar öldükten sonra mı?

Meryem ağlayarak; “Anne babama ne olacak? Eve gelemez ki şimdi. Babamı özledim anne” dedi. “Ağlama yavrum. Ağlama. Elbette baban da gelecek buraya, ama şimdi değil daha sonra” dedi.

Sığınağa ineli beş gün olmuştu. Beş kara gündüz, beş kara gece. Geceyi gündüzden ayıran tek şey kollardaki saatti. Sığınakta herkes vardı. Diğer çocukların anneleri, babaları yanlarındaydı. Oysa Meryem’in babası yoktu.

Meryem annesine; “Yarın benim doğum günüm. Babam gelecek değil mi?” diye sordu. Meryem sığınakta kalmaktan çok sıkılmıştı. Artık dışarı çıkıp oyun oynamak, babasını bulup eve getirmek istiyordu.

Bir gün Meryem, rüyasında babasını gördü. Babası Meryem’i çağırıyordu; “Meryem! Hadi gel yavrum. Ben dışarıdayım. Bahçede seni bekliyorum. Hani oyun oynayacaktık seninle.” diyordu. Uykudan uyandığı zaman çevresine bakındı, herkes uyuyordu. Bu durumu fırsat bilen Meryem, babasını bulmak için dışarı çıktı. Geceydi, sokakta kimsenin olmadığını düşünen Meryem yanılmıştı. Sokaklar insan ölüleri ile doluydu. Fakat Meryem bütün bu insanların sokakta uyuduğunu düşünmüştü. “Annem bir de beni dışarı göndermiyor, ama bak küçük atım ne güzel uyuyor herkes” dedi Meryem. Babasının da burada uyuyup kalmış olabileceğini düşündü. Ama nasıl olurdu bu? Babası onun doğum gününü unutmuş olamazdı.

Meryem dolaşıp duruyordu. Sokaklarda babasını bir türlü bulamıyordu. Gün ışıyordu yavaş yavaş. Meryem’in ayakta duracak hali kalmamıştı. Bu uyuyan insanları uyandırıp sormaya karar verdi.

“Amca uyan! Sabah oldu. Amca babamı gördün mü? Amca, uyan amca. Teyze babamı gördüm mü?” Ses yok. “Hey kardeş! Babamı gördün mü?” Ses yok. Uyanın diye ağlamaya başladı. Meryem koşuşturup durdu sokaklarda. Evden hayli uzaklaşmıştı. Tam umudunu kestiği bir anda babasını yerde uyuyor olarak gördü. Ama sonsuz bir uykuydu bu, o farkında olmasa da. Hemen koştu ve babasına sarıldı. “Baba seni çok özledim. Uyan hadi uyan.” dedi. Ama babası uyanmıyordu bir türlü. Tıpkı pamuk prenses ve yedi cüceler masalındaki gibi, kötü bir insan uyutmuş muydu bütün insanları.

Meryem tüm bunları düşünürken göz kapaklarının ağırlaştığının ve kendisinin de uykusunun geldiğini fark etti ve babasının kollarına bırakıverdi kendini.

Bir Ekim Gençliği okuru/Kayseri