6 Kasım 2009
Sayı: SİKB 2009/43

  Kızıl Bayrak'tan
  İşbirlikçi iktidar
“aktif taşeron”luğa hazırlanıyor
  "Açılım süreci”nin tasfiyeci
karakteri netleşiyor!
“Kağıt parçaları”ndan yansıyan
kokuşmuş düzen gerçeği
Sermaye hükümeti yönetmelikle genetiği değiştirilmiş tarım üretimini yasal bir statüye kavuşturdu...
Asgari ücrete sefalet zammı!
  6 milyonla işsizler ordusu büyüyor..
  Metal İşçileri Kurultayı 22 Kasım’da
Su Gösteri Sanatları Sahnesi’nde!
  25 Kasım uyarı grevi hazırlıkları
  25 Kasım uyarı greviyle ilgili kamu emekçileriyle konuştuk
  İşçi ve emekçi hareketinden.
  Büyük devrimin aynasında
parti davası - H. Fırat
  Kapitalist üretim
tarzının doğası - Volkan Yaraşır
  Sağlıkta ticaret ölüm demektir
  Gençlikten
  Hillary Clinton ırkçı-siyonistlere kalkan oluyor!
  Pentagon’un savaş baronlarının
yıllık bütçesi 680 milyar dolar!
  Dünyanın dört bir yanında grevler...
  Ücretli ve İşsiz Mühendis, Mimar ve
Şehir Plancıları Kurultayı
  “Demokratik Türkiye ulusu” hakkında
birkaç söz -2- M. Can Yüce-
  Sincan F Fipi
Cezaevi’nden mektup...
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

“Demokratik Türkiye ulusu”
hakkında birkaç söz -II-

M. Can Yüce

Hemen görüş ve yargımızı çok net bir biçimde ortaya koyalım: “Demokratik Türkiye ulusu” “Teorisi”, Kürtler’i inkâr ve imha çizgisi olan resmi çizgiyi, Kürtler’e kabul ettirme ve özümsetme, resmi Türk ulus teorisini bir kalem darbesiyle restore etme ve “Kürtler” eliyle meşrulaştırma ve “sonsuzlaştırma” girişimidir!

Bu girişimin hiçbir tarihsel, toplumsal ve kültürel temeli, dayanağı yoktur. Ancak Kürtler’in bilincini bulandırma, onları bu düzene bağlama ve özgürlük istemlerini geriletme işlevi vardır.

Resmi Türk ulus tanımını restore etme, restore ederek yeniden üretme girişimi, TC’nin de en son esneme marjını ortaya koymaktadır. Gündemdeki “açılım sürecinin” de dayandığı “temel” bu olmaktadır. Bu, aslında “Tek vatan, tek ulus ve tek devlet” “amentüsünün” başka bir ifadesidir.

Bol “tırnak”lı bir yazı yazdığımızın farkındayız. Çünkü tartıştığımız konu, gerçekten bilimsellikten, tarihsel ve toplumsal gerçeklikten yoksun bir girişimdir. Kısaca açmakta yarar var:

Bir ulus yaratma ihtiyacı, Osmanlı aydınlarının ve Osmanlı yönetici sınıflarının 19. ve 20. yüzyıllardaki en temel ihtiyaçlarından biri olmuştur. Yaratılan ve geliştirilen milliyetçi ideolojilerin merkezinde bu ihtiyaç vardır. Osmanlıcılık, Pan-Türkizm, Pan-İslamizm ve Kemalizm gibi milliyetçiliklerin odağında bir ulus yaratma hedefi var. Ayrıntıya girmiyoruz.

TC’nin kuruluş felsefesi ve TC’yi var eden temel çizgi, Misak-î Milli sınırları içinde devlet eliyle ve zoruyla Türk ulusunu yaratma, bu hedefle çelişen bütün unsurları inkâr etme, yok etme, eritme ve asimile etme hedeflerini içermektedir. Bu çizgi, aslında İttihat Terakki Fırkası’nın köklerine uzanmaktadır. Ermeni soykırımı, bu çizginin ilk ve en dehşet uygulamasıdır.

Başka halkların ve ulusların inkârı ve imhası üzerine kurulu bulunan bir ulus tanımı, onu var eden devlet ve çizgi için herhangi bir amaç değil, bir var oluş ve sürdürüş gerekçesi olmaktadır. Kürt halkını ve diğer halkları inkâr ve imha etmeyi kendi varoluş koşulu sayan bir devlet ve çizginin, aslında kendini yenileme, bu anlamda aşma şansı, olanağı yoktur. İnkâr, imha, eritme ve asimilasyon, onun özüdür; bunların dışında bir eğilime açık olması mümkün değildir.

Esneme, kendini yenileme ve aşma şansı olmayan resmi çizgi ve devletin, en fazla yapacağı ve bugüne kadar yapmaya çalıştığı, kavramlarla oynama, böylece resmi Türk ulus tanımını kabul ettirme ve çözümü burada arama girişimi dışında başka bir şey olmamıştır. Bugüne dek egemenler cephesinde en “ileri” düzeyde ortaya konulan rapor özelliğini taşıyan SHP’nin “Güneydoğu Raporu” da buna en iyi ve somut örnektir. Resmi çizgiyi ve o bağlamda gündeme getirilen “Açılımları” deşifre etmenin en temel ölçütü ulus tanımı ve bu bağlamda uluslar gerçeği karşısındaki duruştur.

Şunu çok net biliyorlar: 86 yıllık resmi Türk ulus teorisi, resmi çizgi iflas etmiştir. Son çeyrek asrın gelişmeleri ve olayları göstermiş ve kanıtlamıştır ki, Kürtleri resmi Türk ulus tanımı içinde tutmak, Kürtleri buna sığdırmak olanaklı değildir. Bu apaçık gerçeklik karşısında çözüm olarak üretilen, resmi Türk ulus teorisinin özüne ve temellerine dokunmadan yeni kavramlar geliştirmek ve Kürtleri bu “yeni” kavramların içine sıkıştırmak olmuştur. “Üst-kimlik”, “Alt-kimlik”, “Türkiyelilik”, “Anayasal vatandaşlık” ve en son Öcalan tarafından ortaya konulan “Demokratik Türkiye ulusu” bu girişimlerin somut adlarıdır. 86 yıldır TC’nin başaramadığını Öcalan eliyle başarmak istiyorlar. “Üst-kimlik”, “Türkiyelilik” gibi tanımlar, giderek geniş bir “taraftara” dayanmakla birlikte henüz resmi düzeyde kabul görmemektedir. Son açılım süreci bu doğrultuda bir eğilimi ifade etse de ne kadar işe yarayacağı konusunda emin değildirler. Öcalan tarafından dillendirilse de Kürtler tarafından kabul görme olasılığının zayıf olduğunu da biliyorlar.

“Türkiye ulusu” tanımında Kürtler, sözcük düzeyinde var. Ama ulus gerçeği, inkâr ediliyor; inkâr, gerçekliğinin çarpıtılması, “etnik unsur” derekesine indirgenmesi biçiminde olmaktadır. Bu tanımda, bütün “unsurlar” alt-kimlik olarak tanımlanıyor gibi yansıtılıyor. Ama bu çok büyük bir yanılsamadır. Adına ne denirse denilsin, “kucaklayıcı”, kapsayıcı olarak gösterilen teori, resmi Türk ulus teorisinin, cila tutmayan biçiminden başka bir şey değildir.

Diğer halklar ve gruplar bir yana iki farklı ulus olan Türkleri ve Kürtleri, ortak bir üst-ulus kimliğinde bütünleştirmek, bunu birkaç kalem darbesi ve kelime oyunu ile başarmayı sanmak, sadece somut güncel ve tarihsel gerçekliklerle oynamak değil, aynı zamanda kendi kendini de kandırmaktır. Bugün yapılan bu…

Kürtler açısından en sıradan demokratik çözümün anahtar kavramı, mihenk taşı şudur: Kendilerini nasıl görüyor ve tanımlıyorlar? Yani bir ulus mu, yoksa “Türkiye ulusunun”, böyle bir üst-kimliğin parçası, unsuru bir topluluk mu?

Öncelikle bu soruyu doğru ve ikirciksiz bir biçimde yanıtlamalıdırlar. Aslında bu sorunun kendisi ve yanıtı ‘70’li yıllarda çözülmüştü. O dönemde “bir ulus muyuz, ulus değil miyiz” sorusunun tartışılması bile anlamsız ve geri bulunuyordu. Sorun şöyle konuluyordu:

Kürdistan bir ülkedir, bütün hakları ve her şeyi elinden alınan inkâr ve yok edilmek istenen sömürge bir ülke, Kürtler sömürge bir halktır. Onun bağımsızlık ve özgürlüğe ihtiyacı vardır. Bunun için mücadele etmek kaçınılmazdır!

Ancak ne yazık, Kürt ulusunun kaderini ve geleceğini kendisine ve yaşamına bağlamış Öcalan, bu basit gerçekleri ve onların bilincini tersyüz etmek, çarpıtmak ve bunları resmi çizgi bağlamında yeniden üretmek için yoğun bir çaba sergilemektedir. Bunun sonucunda birçok kavram ve değer tersyüz edildiği gibi ulus kavramının da içi boşaltıldı; dahası resmi ulus teorisi bilinçlere ve bilinç altına işlenmeye devam ediliyor. Bundan dolayı ‘70’li yıllarda tamamlanan tartışmaları yeniden yapmak durumunda kalıyoruz.

Kendini ulus olarak tanımlamayan bir tarafın, kendini “barış tarafı” olarak tanımlarken eşit bir konumda görmesi mümkün mü? Kürt tarafı son 10 yıldır neden kendisini eşit bir taraf olarak görmüyor? Rastlantı mı?

Kendi kendini tanımlarken bir “unsur”, bir parça, bir “alt-kimlik” olarak tanımlayanların, kendilerini ruhsal ve düşünsel olarak eşit görmeleri mümkün mü?

Teslimiyet ve tasfiye çizgisi olan İmralı, Kürtleri her açıdan ve cephede silahsızlandırmaya çalışmaktadır; en önemlisi de bilinç ve ruh düzeyinde vurduğu darbelerdir… 86 yıldır cumhuriyetin yapamadığını yapmaya çalışmak ve bunu büyük bir pişkinlik ve pervasızlıkla yapmak tarihimizin tanık olduğu en kapsamlı tasfiye hareketi değilse nedir? Peki, bunun vebali az bir şey mi? Bunda bu sürece onay verenlerin tarih karşısında kendini aklama şansları var mı?

3 Kasım ‘09



Kayıp yakınları eylemde

İstanbul Şubesi ve kayıp yakınlarının, kayıpların bulunması ve sorumluların yargılanması talebiyle Galatasaray Lisesi önünde gerçekleştirdikleri buluşmaların 240.’sı 31 Ekim günü Galatasay Lisesi önünde gerçekleştirildi.

Kayıp yakınlarının bu haftaki buluşmasında; 14 yıl önce gözaltına alınarak kaybedilen 3 köylünün dosyası açıldı.

İHD İstanbul Şubesi Gözaltında Kayıplara Karşı Komisyon adına açıklamayı Hasan Ocak’ın ağabeyi Hüseyin Ocak gerçekleştirdi. Ocak yaptığı açıklamada, 27 Ekim 1995’te, Binbaşı Mehmet Emin Yurdakul komutasındaki Yüksekova Komando Taburu ile Bolu Komando Tugay Komutanlığı’na bağlı askerlerin, Hakkari’nin Yüksekova ilçesine bağlı Ağaçlı köyüne askeri bir operasyon düzenlediklerini belirtti.

Ocak, bu operasyonda 73 yaşındaki Şemsettin Yurtseven, 18 yaşındaki Mikdat Özeken ve 13 yaşındaki Münür Sarıtaş’ın askerler tarafından gözaltına alınarak askeri bir araçla götürüldüklerini ve bir daha da onlardan haber alınamadığını söyledi. Ailelerin yaptığı tüm başvuruların sonuçsuz kaldığını söyleyen Ocak, yüzlerce köylünün gözleri önünde askeri araçla götürülen 3 köylü için tüm resmi kurumların, “Gözaltına alınmamışlardır” dediklerini belirtti.

Açıklamada, devlet adına çalışan itirafçı Kahraman Bilgiç’in 3 köylünün katledilişini anlattığı ifadeleri de hatırlatıldı.

Ocak, 2003 yılında işbaşında olan AKP hükümetine, dönemin Adalet Bakanı Cemil Çiçek’e ve Başbakan Erdoğan’a seslenerek, suçu kabullenmenin yetmeyeceğini söyledi. Suçluların yargılanması, üç köylünün akıbetlerinin açıklanması için ne yaptıklarını ve AİHM kararında adı geçen Binbaşı Mehmet Emin Yurdakul hakkında ne işlem yaptıklarını sordu. AİHM kararında da adları geçen faillerin Ergenekon kapsamında yargılanmalarını istedi.

Kızıl Bayrak / İstanbul