6 Kasım 2009
Sayı: SİKB 2009/43

  Kızıl Bayrak'tan
  İşbirlikçi iktidar
“aktif taşeron”luğa hazırlanıyor
  "Açılım süreci”nin tasfiyeci
karakteri netleşiyor!
“Kağıt parçaları”ndan yansıyan
kokuşmuş düzen gerçeği
Sermaye hükümeti yönetmelikle genetiği değiştirilmiş tarım üretimini yasal bir statüye kavuşturdu...
Asgari ücrete sefalet zammı!
  6 milyonla işsizler ordusu büyüyor..
  Metal İşçileri Kurultayı 22 Kasım’da
Su Gösteri Sanatları Sahnesi’nde!
  25 Kasım uyarı grevi hazırlıkları
  25 Kasım uyarı greviyle ilgili kamu emekçileriyle konuştuk
  İşçi ve emekçi hareketinden.
  Büyük devrimin aynasında
parti davası - H. Fırat
  Kapitalist üretim
tarzının doğası - Volkan Yaraşır
  Sağlıkta ticaret ölüm demektir
  Gençlikten
  Hillary Clinton ırkçı-siyonistlere kalkan oluyor!
  Pentagon’un savaş baronlarının
yıllık bütçesi 680 milyar dolar!
  Dünyanın dört bir yanında grevler...
  Ücretli ve İşsiz Mühendis, Mimar ve
Şehir Plancıları Kurultayı
  “Demokratik Türkiye ulusu” hakkında
birkaç söz -2- M. Can Yüce-
  Sincan F Fipi
Cezaevi’nden mektup...
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Toplumsal muhalefete dönük hukuk terörü artarak sürüyor...

Burjuvazinin hukuku
özel mülkiyetin ve
sömürünün devamını sağlama aracıdır!

Özel mülkiyetin korunmasına ve ücretli emek sömürüsüne dayalı kapitalist sistemde hukuk terörü uygulamalarına her geçen gün yenileri eklenmektedir. Sermaye devletinin başta devrimciler olmak üzere toplumsal muhalefeti ezmeye ve sindirmeye dönük polis devleti uygulamalarını ve terörünü çoğunlukla hukuk terörü izlemektedir.

Sömürü çarkına tehdit oluşturan unsurlar, sermaye devletinin denetimindeki polis-savcılık-mahkeme işbirliğiyle hızlıca “etkisiz” hale getirilmeye çalışılmaktadır. Birçoğu keyfi gerekçelere dayalı hukuk terörü uygulamaları son dönemde giderek pervasızlaşmaktadır.

Hukuk terörüne gerekçe olan “suçlar” ve “kanıtlar” pervasızlığın boyutlarını göstermektedir!

Sermaye devleti haklı ve meşru eylem ve etkinlikleri, devrimci yayınları, marksist kitapları, sendikal faaliyeti, devrimci önderlerin sahiplenilmesini, fotoğraflarının ve isimlerinin kullanılmasını, devrimci sembolleri, grev ve direniş şiarlı pankartları, telefon numaralarını kısaca aklına gelen herşeyi “suça kanıt” gerekçesi haline getirerek keyfilikte sınır tanımadığını göstermektedir.

19 Ocak’ta ODTÜ’de devrimci öğrenciler, “istihbarattan” olduğunu düşündükleri şahsı jandarmaya teslim etmelerinin ardından evleri ve yurtları basılarak gözaltına alındılar. Öğrencilerden 5’i tutuklanarak Ankara 1 No’lu F Tipi Cezaevi’ne konuldu. 6 Kasım’da ilk duruşması görülecek olan davanın kamuoyuna yansıyan iddianamesinde savcılar tarafından “suç” sayılan eylemler arasında “ODTÜ stadyumuna ‘Devrim’ yazmak, Deniz-Yusuf-Hüseyin’i anmak için düzenlenen ‘Devrim Yürüyüşü’ne katılmak, 1 Mayıs ve Newroz eylemlerine katılmak” gibi örnekler bulunmaktadır. Bu “suçların” yanı sıra “üzerinde ‘orak çekiç ve yıldız’ bulunan uçurtma, ‘Canım benim’le başlayıp ‘Nazım’la biten not kâğıdı, Genç-Sen üye listesi, Kürtçe müzik kaseti, Komünist Manifesto- Faşizme Karşı Birleşik Cephe- Sovyetler Birliği Komünist Partisi Tarihi- Bolşevik Devrimi kitapları” ise iddianamedeki bazı “kanıtları” oluşturmaktadır.

Bursa’da ESP’ye yönelik operasyonlar sonrası 46 kişinin yargılandığı ve Ekim ayında duruşması görülen davadaki “suçlamalar” da benzer niteliktedir. “DTP kapatma davasını protesto etmek, 1 Mayıs- Newroz ve 8 Mart etkinliklerine katılmak, SSK İl Müdürlüğü önünde ‘Sendikasız, sigortasız çalışmayacağız’ içerikli açıklama yapmak, ırkçılığa karşı müzik dinletisi düzenlemek...” Aynı dava çerçevesinde “Komünist Manifesto” kitabı ise örgüt üyeliğine gerekçe olarak sunulabilmiştir.

Yine Adana, Mersin ve Hatay’da gerçekleştirilen operasyonlar sonrası aralarında İHD Adana Şube Başkanı Ethem Açıkalın’ın da bulunduğu 8’i tutuklu 22 kişi hakkında açılan davanın ilk duruşması Temmuz ayında gerçekleştirilmiştir. Dava kapsamında iddia edilen “suçlar”dan bazılarını şunlar oluşturmaktadır: “Tayyip Erdoğan’ı ve krizi protesto etmek, işçi kurultayına ve 1 Mayıs’a katılmak, Maraş katliamı ve Hrant Dink cinayeti protestolarına katılmak...” Bu davada ele geçirilen “deliller” de oldukça “kapsamlı”dır; “Che Guvera’nın hayatını anlatan film, Lenin işlemeli duvar halısı, Kazım Koyuncu belgeseli, ‘kuş gribi’ bildirisi, altı düdük, beş salsa aleti, dört zilli tef...”

KESK’e yönelik operasyonlarda tutuklanan 31 kişi İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 31 Temmuz’da hazırladığı iddianamede “Anadilde eğitim maddesini Eğitim-Sen tüzüğüne koymaya çabalamak, Kürtçe kursu vermek, çay partisi görünümlü toplantı yapmak” gibi suçlamalarla karşılaşmıştır.

Adana 6. 7. ve 8. Ağır Ceza Mahkemeleri’nde Haziran ayında görülen davalarda 9 çocuk için, Şubat 2008’de sınır ötesi operasyon karşıtı eylemlerde “örgüt adına suç işlemek, örgüt propagandası yapmak ve polise mukavemette bulunmak” “suçlamaları”ndan toplam 86 yıl 11 ay hapis cezası verilmiştir.

Mersin’de 2008 yılında Hrant Dink için düzenlenen anmanın basın açıklamasını okuyan ÖDP Merkez İlçe Başkanı Ali Sesal’a “yasadışı yürüyüşe dönüşen toplantıya katılmak” “suçlaması”ndan dolayı Şubat 2009’da Mersin 6. Asliye Ceza Mahkemesi tarafından 1 yıl 3 ay hapis cezası verilmiştir.

Benzeri örnekleri çoğaltmak mümkündür.

Hiçbir baskı, zor ve terör devrimci mücadeleyi boğmaya yetmeyecektir!

Örneklerden de görüldüğü üzere hukuk, kapitalist sistemin devamlılığını sağlamanın araçlarından biri olarak işlev görmektedir. Burjuvazinin hukuksal anlamda kendi belirlediği sınırları ve yasaları dahi çoğu zaman görmezden gelmesi ya da bu sınırları keyfi bir biçimde yorumlaması ise şaşırtıcı değildir. Çünkü sınıfsal temeli olmayan bir hukuk yoktur ve kapitalizmde aslolan burjuva egemen sınıfın çıkarlarıdır. Burjuva düzende sömürü çarkını ve özel mülkiyete dayalı üretim ilişkilerini korumak için “hukuk” türlü biçimlerde sürekli devreye girmeye devam etmektedir.

Sermaye devletinin temel bir parçası olan burjuva hukuku dolaysız olarak sömürüyü perdelemenin bir aracı olarak kullanılmaktadır. “Tüm yurttaşların yasalar karşısında eşit olduğu” dile getirilirken işçi-emekçilerin gözlerinin içine baka baka yalan söylenmektedir. Tüm bunların ışığında “hukukun üstünlüğü ilkesi”,“hukuk devleti” gibi kavramların da burjuva aldatmacalarından ibaret olduğu bir kez daha anlaşılacaktır.

Kapitalizm var olduğu sürece burjuvazinin “hukuk terörü” uygulamaları da çeşitli biçimlerde sürecektir. Düzenin her türden baskı ve zoruna, bunları bütünleyen polis ve hukuk terörüne rağmen mücadeleyi büyütmek işçi ve emekçilerin, devrimcilerin kaçınılmaz görevleri arasındadır.



Sermaye devletini suçlu bulan
karar Yargıtay yolunda!

Sosyal güvencesi olmayan Saynur Kandemir’in kız kardeşinin sağlık güvencesi ile 4 Şubat 2009 tarihinde doğum yapması yargıya taşınmış, SGK ise Kandemir hakkında Sosyal Sigortalar Kurumu’nu 400 TL zarara uğratarak dolandırıcılık yaptığı iddiasıyla dava açmıştı.

Sakarya 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen dava “devletin sağlık yaşam hakkını koruyacak düzenlemeleri gerçekleştirmediği” gerekçesiyle Saynur Kandemir’e ceza verilmemesiyle sonuçlandı.

Mahkeme kararında, “Devletin görevini yerine getirmediği ve yaşama hakkını koruyacak kadar sağlık güvencesi sağlamadığı için suç işlenmiştir” denildi.

Üç yıla kadar hapsi istenen Kandemir için verilen emsal niteliğindeki kararda mahkeme, genç kadının “hiçbir geliri ve sosyal güvencesi olmadığı için suçu işlemek zorunda kaldığı” tespitinde bulundu.

Sermaye hükümetinin, “hastane kuyrukları sona erecek”, “herkesin sosyal güvencesi olacak”, “parası olmayanın sigorta primlerini devlet yatıracak” vb. yalan ve aldatmacalarla yürürlüğe soktuğu SSGSS saldırısı işçi ve emekçilere ağır bir yıkım getirdi. Bu örnekte de, sağlık güvencesinden mahrum kalan yüzbinlerce emekçiye ölümü dayatan “sağlık” politikaları karşısında, bir anne bebeğini yaşatabilmek için çaresizlikle kendi çözümünü üretmeye çalıştı. Saynur Kandemir’in hikayesi aslında oldukça tanıdıktı. Masrafları karşılayamadığımızdan birçoğumuzun tedavi olmak için başvurduğu, başkasının sağlık güvencesinden yararlanma yoluna gitmek...

Ve bu olayda yargılanan, emekçilere ölümü reva gören, “Paran kadar sağlık!” diyen devlet değil de sağlık hakkı elinden alınan Saynur Kandemir...

Sermaye devleti, hükümetiyle, askeriyle, polisiyle, yargısıyla bir bütün olarak, kapitalist üretim ilişkilerinin sorunsuz bir biçimde devam edebilmesi için gerekli uygulamaları gerçekleştirir. Burjuvazinin daha fazla semirebilmesini sağlayan bu uygulamalar ise emekçi düşmanı politikalar ile şekillenir.

Bundan kaynaklı da Sakarya savcısının vermiş olduğu bu karara Cumhuriyet Savcısı tarafından itirazda bulunulmuştur. Devlet, yürüttüğü politikaların kişisel düşünceler çercevesinde zarara uğramasına izin veremeyeceğinden itiraz da kaçınılmazdır. Sakarya 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nin kararı özlü bir biçimde sermaye devletinin durduğu yeri tanımlarken, sistemin işleyinde ufak da olsa pürüzler yaratabilecek bu örneklerin boşa düşürülmesi gerekmektedir. Büyük ihtimalle yargıtaydan geri dönecek bu karar ile de çark işlemeye devam edecektir...