6 Kasım 2009
Sayı: SİKB 2009/43

  Kızıl Bayrak'tan
  İşbirlikçi iktidar
“aktif taşeron”luğa hazırlanıyor
  "Açılım süreci”nin tasfiyeci
karakteri netleşiyor!
“Kağıt parçaları”ndan yansıyan
kokuşmuş düzen gerçeği
Sermaye hükümeti yönetmelikle genetiği değiştirilmiş tarım üretimini yasal bir statüye kavuşturdu...
Asgari ücrete sefalet zammı!
  6 milyonla işsizler ordusu büyüyor..
  Metal İşçileri Kurultayı 22 Kasım’da
Su Gösteri Sanatları Sahnesi’nde!
  25 Kasım uyarı grevi hazırlıkları
  25 Kasım uyarı greviyle ilgili kamu emekçileriyle konuştuk
  İşçi ve emekçi hareketinden.
  Büyük devrimin aynasında
parti davası - H. Fırat
  Kapitalist üretim
tarzının doğası - Volkan Yaraşır
  Sağlıkta ticaret ölüm demektir
  Gençlikten
  Hillary Clinton ırkçı-siyonistlere kalkan oluyor!
  Pentagon’un savaş baronlarının
yıllık bütçesi 680 milyar dolar!
  Dünyanın dört bir yanında grevler...
  Ücretli ve İşsiz Mühendis, Mimar ve
Şehir Plancıları Kurultayı
  “Demokratik Türkiye ulusu” hakkında
birkaç söz -2- M. Can Yüce-
  Sincan F Fipi
Cezaevi’nden mektup...
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

“Açılım süreci”nin tasfiyeci
karakteri netleşiyor!

“Barış grupları”nın ardından sermaye devleti inisiyatifi ele almak için önce sert açıklamalar yaptı. Bir yandan şovenizm tırmandırılırken, diğer yandan da belli sınırlarda tutulmaya çalışılıyor.

Sömürgeci sermaye devleti, AKP hükümeti aracılığıyla PKK’lilerin dönüşlerini ertelemiş bulunuyor. “Açılım”dan sorumlu bakan Beşir Atalay, Kürt hareketine mesaj vererek “Bu gelişleri erteliyoruz, dağdan inişle ilgili, eve dönüşle ilgili konuya bir ara veriyoruz. Bunu bir değerlendireceğiz. Çünkü bunun istismarı oldu. Toplumumuzda bu hassasiyetler var” dedi.

“Esas olan Kuzey Irak’tan, dağdan silah bırakıp dönüşlerdir. Kuzey Irak’tan dönüşler yakın zamanda olabilir. Dönüşler Mahmur’dan olur, dağdan olur. Avrupa öncelikli olmaz” ifadelerini de kullanan Atalay’ın sözlerinin anlamı, “barış grupları”nın gelişinin daha sonra ve daha farklı koşullarda olabileceğidir. Sermaye devleti Kürt hareketine “teslim olacaksanız da, ancak bu bizim belirlediğimiz koşullarda olur” mesajı vermeye çalışmaktadır.

Sürecin uluslararası boyutuna vurgu yapan Atalay, “Demokratik açılım süreci ile ilgili çalışmalarımız devam ediyor. Uluslararası boyutu devam ediyor. Önümüzdeki haftada Dışişleri Bakanımızın yine Irak seyahati olacak. Başbakanımızın İran’da görüşmeleri var. Orada yine bunlar gündeme gelecek” dedi. Nitekim, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ve Devlet Bakanı Zafer Çağlayan ile 80 işadamı birlikte Güney Kürdistan’a gitti. Davutoğlu, Bölgesel Kürt Yönetimi Başkanı Mesut Barzani ile görüştü. Davutoğlu, Barzani ile yaptığı görüşmede, PKK’nın tasfiye edilmesi durumunda ilişkilerde parlak bir döneme girileceğini söyledi.

Davutoğlu, Barzani’ye PKK ile mücadelenin üç ayağı olduğunu, bunun ilkinin Türkiye içinde, ikincisinin Güney Kürdistan’da, üçüncüsünün ise Avrupa’da olduğunu ifade etti. Davutoğlu, Kandil’i işaret ederek Güney Kürdistan yönetiminden bu mücadelede yardım etmesini istedi. Tüm bunlar, sömürgeci sermaye devletinin Güney Kürdistan’daki PKK varlığını tasfiye hedefine kilitlendiğini gösteriyor.

Öte yandan bakanlar düzeyinde Güney Kürdistan ziyareti, Türk sermaye devletinin Bölgesel Kürt Yönetimi’ni “resmen tanıma” ve böylece PKK’nin tasfiye sürecinde Güney Kürdistan yönetimini aktifleştirme yolunda önemli bir aşamaya geçtiğini gösteriyor. Dahası, Davutoğlu’nun Güney Kürdistan temasları ve kendisine atfedilen sözleri, Türk sermaye devletinin PKK’nin tasfiye sürecine Güney Kürdistan yönetiminin aktif katılımının sağlanmasında önemli mesafe aldığını da gösteriyor. Öyle anlaşılıyor ki, Türk sömürgeci sermaye devleti Güney Kürdistan yönetimini “aşiret reisliği”nden “devlet adamlığı”na yükseltişinin bedelini ödemeye zorluyor!

Neticede, Davutoğlu’nun Güney Kürdistan ziyaretinin amacı, Kürdistan Federe Devleti’yle yapılacak “al-ver” anlaşmalarıyla PKK’yi kuşatma ve tasfiye planını tamamlama hamlesidir. Onca vaat ve övgü ise PKK’ye karşı yürütülen operasyon konusunda Güneyli Kürtlere biçilen role onları kazanmak içindir. Davutoğlu’nun Güney Kürdistan ziyareti, Kürt sorunuyla ilgili dişe dokunur somut bir adım atılmamış olsa da görünürde “Kürt açılımı” sürecini başlatan Türk sömürgeci sermaye devleti ve onun başbakanı Erdoğan’a, ABD Başkanı Obama ile 7 Kasım’da yapacağı görüşme öncesinde emperyalist ABD’nin büyük önem atfettiği Güney Kürdistan yönetimi ile iyi ilişkiler kuran bir Türkiye imajını sağlamıştır! Uşak takımı için şimdilik bu da yeterlidir.

“Karşımızda öyle bir sistem var ki, dağa çıkıyoruz korkuyor, dağdan iniyoruz korkuyor” diyen PKK yöneticilerinden Duran Kalkan, Kürt gençlerini dağa çıkmaya çağırdı. Kalkan’ın sözleri, sömürgeci sermaye devletinin tasfiye yöneliminin farkında olan Kürt hareketinin bir yandan Türkiye’ye “barış grupları” gönderirken, diğer yandan da kendisini askeri açıdan güçlendirmeye çalıştığını gösteriyor.

Sürecin “çatışma”ya evrildiğini ima eden PKK lideri Abdullah Öcalan, “Süreci yeniden değerlendireceğiz falan diyorlar, olmaz böyle. Erdoğan’ı ciddiyete davet ediyorum. Bundan sonra grup murup da gelmeyecek. Gelmelerine gerek kalmadı” dedi. Öcalan, “Bu barış grubunun gelmesiyle AKP’nin ne yapmaya çalıştığı açıkça ortaya çıkmıştır. Zaten benim grup çağırmamdaki amaç da buydu. Bunlar sözde burada beni kullanarak bu meseleyi kendilerince halledeceklerini hesaplıyorlar. Beni bu amaçla kullanamazlar. Açılım hikâye, asıl amaçları PKK’nın tasfiyesidir” diye konuştu. Bu sözler, Öcalan’ın Türk sermaye devletinin PKK’yi tasfiyeyi temel alan çizgisinin değişmeyeceğini anladığına işaret etse de, hemen ardından Korsika modelini telaffuz etmesi de düzen içi çözümde ısrarını gösteriyor.

Öcalan, sözlerinin devamında “Barış grubunun gelişinden de anlaşılıyor ki silah bırakma konusunda hâlâ PKK’yı ikna edebilirim. Beni dinliyorlar, bana bağlılar. Ama ben artık karışmıyorum. Demokratik çözüm ve barış konusunda üzerime düşeni yaptım. Ben buradan savaş kararı da veremem, vermem. Bu kararı sadece PKK’nın kendisi verebilir” dedi. Anlaşılıyor ki, Öcalan bir yandan “eylemsizlik” süreciyle ilgili kararı Kandil’in kendisine bırakırken, diğer yandan da sermaye devleti ile pazarlık marjını koruma kaygısıyla PKK’ye hâkim ve silah bıraktırmaya muktedir olduğu mesajını vermeyi de ihmal etmiyor.

İlkin “Kürt açılımı” denilen, gelinen yerde artık “Milli Birlik Projesi” olarak anılan bu devlet projesi, Kürt halkının talepleriyle tam bir karşıtlık içindedir. İnkâr, imha ve asimilasyon politikalarında öze ilişkin değişen bir şey yoktur. Geleneksel devlet politikasında zikzaklara, düzen güçleri arasında sert tartışmalara yol açan “verilecek tavizler”in sınırıdır! “Başa döneriz” tehdidi, “proje”nin “sınır çizgileri”nin Kürt halk kitleleri tarafından aşılmasından duyulan korkunun yansımasıdır.

Açıktır ki, Kürt halkının bugün ihtiyacı olan, devrimci hedefler ve mücadele perspektifidir. Kürt hareketinin Kürt halkına çözüm olarak sunduğu ise kültürel taleplerin karşılanmasına daralmış, sistem içi anayasal bir “çözüm”dür. Fakat olup bitenler, Kürt halkının ufkunun ve umudunun çok daha ötesinde olduğunu gösteriyor. Bundan dolayı düzen, kırıntılar vermeyi ve bir takım düzen içi kanallar yaratmayı bir politika olarak benimsese dahi Kürt halkı bu kadarıyla yetinmeyecek, daha ötesini isteyecektir. İşte düzenin çok yönlü kuşatması ve Kürt hareketinin teslimiyetçi tutumuna rağmen son eylemlerde militan ve görkemli bir duruş içinde olmasının sırrı buradadır. Kürt halkının hareketini belirleyen o denli çok faktör vardır ki, ne düzenin ne de DTP ve PKK’nin bu hareketi tam olarak denetleme ve yönetme imkanı bulunmamaktadır.