6 Kasım 2009
Sayı: SİKB 2009/41

  Kızıl Bayrak'tan
  İşbirlikçi iktidar
“aktif taşeron”luğa hazırlanıyor
  "Açılım süreci”nin tasfiyeci
karakteri netleşiyor!
“Kağıt parçaları”ndan yansıyan
kokuşmuş düzen gerçeği
Sermaye hükümeti yönetmelikle genetiği değiştirilmiş tarım üretimini yasal bir statüye kavuşturdu...
Asgari ücrete sefalet zammı!
  6 milyonla işsizler ordusu büyüyor..
  Metal İşçileri Kurultayı 22 Kasım’da
Su Gösteri Sanatları Sahnesi’nde!
  25 Kasım uyarı grevi hazırlıkları
  25 Kasım uyarı greviyle ilgili kamu emekçileriyle konuştuk
  İşçi ve emekçi hareketinden.
  Büyük devrimin aynasında
parti davası - H. Fırat
  Kapitalist üretim
tarzının doğası - Volkan Yaraşır
  Sağlıkta ticaret ölüm demektir
  Gençlikten
  Hillary Clinton ırkçı-siyonistlere kalkan oluyor!
  Pentagon’un savaş baronlarının
yıllık bütçesi 680 milyar dolar!
  Dünyanın dört bir yanında grevler...
  Ücretli ve İşsiz Mühendis, Mimar ve
Şehir Plancıları Kurultayı
  “Demokratik Türkiye ulusu” hakkında
birkaç söz -2- M. Can Yüce-
  Sincan F Fipi
Cezaevi’nden mektup...
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

İşbirlikçi iktidar
“aktif taşeron”luğa hazırlanıyor

Son haftalarda merkezinde Başbakan Tayyip Erdoğan ile Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun bulunduğu yoğun bir diplomatik trafik gözleniyor. Amerikancı sermaye iktidarı adına yürütülen bu girişimler, Türkiye egemenlerinin bölgede “etkili güç” olma heveslerinin iyice depreştiğine işaret ediyor.

Suriye’den Pakistan’a, İran’dan Afganistan’a, Ermenistan’dan Irak’a uzanan sözkonusu hareketlilik, muhatap ülkeler tarafından da belli bir ilgiyle karşılanıyor. Her biri pek çok sorunla boğuşan bu devletlerin, küstah emperyalist güç odakları yerine “aktif taşeron” olan Türk devletinin temsilcileriyle (hele de bunlar “ılımlı İslam” çizgisini temsil eden bir partinin temsilcileri olunca) muhatap olmaktan memnun kalmaları şaşırtıcı değil.

İşbirlikçi sermaye iktidarı “yüzünü doğuya mı dönüyor”?

Türkiye-İsrail ilişkilerinde bir takım sorunların yaşandığı günlerde belirginleşen Ankara’daki işbirlikçilerin tutumu batı medyasında yoğun tartışmalara konu oluyor. The Economist, The Guardian, Los Angeles Times gibi etkili gazeteler ile Amerika’nın Sesi radyosu konuyu manşete taşıyanlar arasında.

Bazıları yaklaşık 60 yıldır savaş makinesi NATO adına tetikçilik yapan Türkiye’nin sırtını batıya dönmesinden duyduğu korkuyu dile getirirken, diğerleri ise son gelişmeleri, Türkiye’nin bölgede artan ekonomik ve siyasi etkisinin yarattığı özgüvenin bir yansıması olarak değerlendiriyor. Farklı yorumlar yapılsa da kesin olan şudur; emperyalist batı medyası Ankara’daki rejim temsilcilerinin sergilediği “diplomatik ataklığı” ilgiyle izlemektedir.

Görünen o ki, batılı emperyalistlerin akıl hocalığını yapan “uzmanlar”ı şaşırtan, sadık uşaklığı tescilli bir rejimin “bağımsız” sayılabilecek bir takım girişimlerde bulunabilmesidir.

Palazlanan burjuvazinin temsilcisi olarak hareket eden AKP hükümeti ile bürokratik aygıtın şeflerinin belli bir inisiyatifle hareket ettiği bir gerçek. Ancak bunun batıya, aynı anlama gelmek üzere emperyalist güçlere sırt çevirmekle hiçbir ilgisi yoktur. Tersine, bu girişimler, sermaye iktidarının ABD emperyalizminin bölgesel politikalarında oynayabileceği “etkin rol”ün provası olarak gündeme gelmektedir.

İsrail ile yaşanan gerginliklerin de esasa ilişkin olmadığı, her iki tarafın temsilcileri tarafından dile getiriliyor. Ancak medyada konumlanan siyonizm borazanlarının İsrail’in bazı eleştirilere maruz kalmasına gösterdikleri tahammülsüzlük, sorunun abartılı bir şekilde gündeme taşınmasına yol açıyor. Bununla birlikte, her iki devletin temsilcilerinin, Türkiye-İsrail ilişkilerinin köklü olduğunu hatırlatan açıklamaları eksik olmuyor.

Amerikancı rejim Erdoğan-Obama görüşmesine hazırlanıyor

Tayyip Erdoğan ile müritlerinin Ortadoğu’da dört dönmesi, İran başta olmak üzere farklı ülkelerle imzaladıkları anlaşmalar, palazlanan Türk burjuvazisinin yeni pazar ve etki alanları arayışının göstergesi sayılmalıdır. Bu girişime diplomatik ve siyasi alandaki etkisini pekiştirme kaygısı eşlik ediyor. Atılan her adımın Washington’daki efendilerin bölgesel çıkarlarıyla uyumlu olmasına özel bir dikkat gösterilmekle birlikte, tetikçi rejim, bunca hizmetin kayda değer bir karşılığının olması gerektiğini de hatırlatmaya çalışıyor. Başka bir ifadeyle, sermaye iktidarının temsilcileri olarak, “etkin bir taşeron olarak yağmadan aldığımız payın büyümesini istiyoruz; ekonomik, siyasi, diplomatik alanlardaki etkimizin vardığı nokta, artık bu talebi yükseltmemizi gerektiriyor” mesajını Washington’a iletiyorlar.

Irak ve Afganistan bataklıklarında çırpınan Obama yönetiminin, buradan çıkabilmek için Türkiye gibi etkili işbirlikçilerin katkılarına duyduğu ihtiyaç, Tayyip Erdoğan’ın öncülük ettiği girişimlerin Washington tarafından sessizce izlenmesine neden oluyor. Nitekim bazı çevreler şimdiden Erdoğan’ın Obama’nın huzuruna “güçlü” çıkacağını öne sürmeye başladılar.

7 Aralık görüşmesinin çerçevesini Washington’daki efendiler çizdi

Batı medyası “Türkiye yüzünü doğuya mı dönüyor?” tartışmaları yaparken, Beyaz Saray Basın Sekreteri Robert Gibbs tarafından yapılan açıklamada, Başkan Barack Obama’nın Tayyip Erdoğan’la görüşmeyi istekli bir şekilde beklediği belirtildi.

Açıklamada, “birçok değişik konunun işleneceği bir görüşme olacak” ifadelerine yer veren Gibbs,“Buluşmada Irak’ta ekonomik ve güvenlik işbirliğinin artırılması, Afganistan ve Pakistan ile ilgili ortak stratejiler, Ortadoğu barış girişimleri, insan hakları, nükleer silahların yayılmasının kontrol altına alınması, Kıbrıs sorununa çözüm bulunması, Ermenistan’la ilişkilerin normalleştirilmesi gibi konular konuşulacak” dedi.

Görüldüğü üzere Washington’da çizilen çerçeve, ABD emperyalizminin Ortadoğu ve Kafkaslar’da karşı karşıya bulunduğu tüm temel sorunları içeriyor. ABD’nin Ortadoğu ve Kafkaslar politikasının niteliğini anlamak için ise, Afganistan, Irak ve son olarak Pakistan’a yayılan işgal ve savaşlar yeterince veri sunuyor.

Bu uğursuz politikanın merkezinde, halkları köleleştirip bölgedeki doğal zenginlikleri yağmalama hedefi bulunuyor. Ülkelerin yakılıp yıkılması, yıllardır devam eden kitlesel kıyımlar, bu vahşi politikanın kaçınılmaz sonuçlarıdır.

Halkların direnişiyle açmaza giren savaş baronlarının bölge politikası, hesapta olmayan pek çok soruna yolaçtı. ABD emperyalizminin Ankara’daki işbirlikçileri “etkin taşeronluk” misyonuna layık görmesi, sözkonusu sorunların aşılmasında Türk sermaye devletine biçilen rolle dolaysız olarak bağlantılıdır.

Palazlanan Türk burjuvazisi ise, 90 yıl önce emperyalist güçler tarafından paylaşılan bölgede varlık gösterebilmek için “uygun fırsat” yakaladığını varsaymaktadır. Emperyalist güç odaklarının egemenlik alanlarında meydana gelen boşluktan yararlanmaya çalışan ve bu konuda kısmi başarılara da ulaşan Türk burjuvazisi, “etkin taşeron”luk misyonu üstlenerek alanını genişletmeyi, böylece yağmadan daha büyük bir pay almayı hedefliyor. İşte Tayyip Erdoğan ile müritleri, 7 Aralık’ta Obama ile girişecekleri “at pazarlığı”na özel bir hazırlıkla gitmeyi, söz konusu hesaplardan dolayı önemsiyorlar.

İşbirlikçi burjuvazi ve onun siyasi temsilcisi olan AKP hükümetinin yağmadan daha büyük pay almak için çaba harcaması şaşırtıcı değil. Zira her kapitalist güç, halkların kanıyla karılan yağma pastasından daha büyük pay almak için her yola başvurur. Ankara’daki işbirlikçilerin bu kirli amaca ulaşabilmeleri ise ancak bölge haklarına karşı ABD safında “aktif mücahitlik” yapmalarıyla mümkün olabilir. Bu amaca ulaşılırsa eğer, Türk burjuvazisi ve onun devletinin “bölgesel gerici güç” olmasının yolu da açılmış olacaktır.