6 Kasım 2009
Sayı: SİKB 2009/43

  Kızıl Bayrak'tan
  İşbirlikçi iktidar
“aktif taşeron”luğa hazırlanıyor
  "Açılım süreci”nin tasfiyeci
karakteri netleşiyor!
“Kağıt parçaları”ndan yansıyan
kokuşmuş düzen gerçeği
Sermaye hükümeti yönetmelikle genetiği değiştirilmiş tarım üretimini yasal bir statüye kavuşturdu...
Asgari ücrete sefalet zammı!
  6 milyonla işsizler ordusu büyüyor..
  Metal İşçileri Kurultayı 22 Kasım’da
Su Gösteri Sanatları Sahnesi’nde!
  25 Kasım uyarı grevi hazırlıkları
  25 Kasım uyarı greviyle ilgili kamu emekçileriyle konuştuk
  İşçi ve emekçi hareketinden.
  Büyük devrimin aynasında
parti davası - H. Fırat
  Kapitalist üretim
tarzının doğası - Volkan Yaraşır
  Sağlıkta ticaret ölüm demektir
  Gençlikten
  Hillary Clinton ırkçı-siyonistlere kalkan oluyor!
  Pentagon’un savaş baronlarının
yıllık bütçesi 680 milyar dolar!
  Dünyanın dört bir yanında grevler...
  Ücretli ve İşsiz Mühendis, Mimar ve
Şehir Plancıları Kurultayı
  “Demokratik Türkiye ulusu” hakkında
birkaç söz -2- M. Can Yüce-
  Sincan F Fipi
Cezaevi’nden mektup...
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Asgari ücrete sefalet zammı!

Resmi Gazete’de yayınlanan 2010 Yatırım Programı sermaye devletinin işçiye yine sefalet ücretini reva gördüğünü gösterdi.

2010 Yılı Yatırım Programı’na göre asgari ücretin 2010 yılı Ocak ve Temmuz aylarında yüzde 3 oranında, emekli aylıklarının ise Ocak ve Temmuz aylarında önceki altı aylık enflasyon tahminine göre sırasıyla yüzde 4 ve yüzde 2.4 oranlarında artırılması öngörülüyor.

Mevcut kaynaklar burjuvaziye peşkeş çekilirken oldukça bonkör davranan sermaye devletinin eli, sözkonusu işçiler olunca kasasına varmıyor.

“İşçilere normal bir çalışma günü karşılığında ödenen ve işçinin gıda, konut, giyim, sağlık, ulaşım ve kültür gibi zorunlu ihtiyaçlarını günün fiyatları üzerinden asgari düzeyde karşılamaya yetecek ücret” olarak tanımlanan asgari ücretin bugünkü hali işçi ve emekçilere biçilen değeri de ifade ediyor.

Muazzam bütçe açığının daraltılabilmesi için sermaye devleti çeşitli “önlemler” alıyor. Fakat bu önlemlerin muhatapları işçi ve emekçiler oluyor. Patnonlara fazlasıyla destek sunan sermaye devleti, bu desteği işçi ve emekçilerden esirgiyor ve acı fatura her zaman olduğu gibi emekçilere ödettiriliyor.

Krizin etkilerinin daha da derinleştiği, ekonominin daha da küçüldüğü bir süreçte sermaye devleti devasa açıklar veren bütçe için 2010’da gelir artışı öngörüyor. Bunu da elini işçi ve emekçilerin cebine daldırarak yapmayı hesaplıyor. Bir yandan vergi artışlarıyla, yapılan zamlarla emekçileri sefalete sürüklerken diğer yandan ücretlere yapılan zammı da en aşağı seviyede tutmaya çalışıyor. Tüketim ürünlerine yapılan zam karşısında da asgari ücrete yapılan zam eriyip gidiyor.

Yapılacak olan çok kaba bir karşılaştırma sermaye devletinin patronlar için varolduğunu ve ancak emekçilerin sömürüsü üzerinden ayakta kalabileceğini gösteriyor. 2010 bütçesinde işçi ve emekçilerin hayatlarını devam ettirebilmesi, yeme-içme, ulaşım gibi gereksinmelerini karşılaması için ihtiyaç duyduğu tüketim maddelerinden alınan özel tüketim vergisi %31.6, ısınmak ve ulaşımı sağlamak için alınan vergi ise %36.15 artarken, asgari ücrete toplamda %6 zam yapılıyor. Buna karşın patronların kârı üzerinden alınan Kurumlar Vergisi’nin artış oranı % 8’de kalıyor.

Sermaye devleti sadece vergi artışlarıyla yaşamı % 31.6 daha pahalı hale getiriyor. Bunun yanında sağlık, eğitim gibi temel hakların yükü de işçi ve emekçilere bindiriliyor.

Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, 3 Kasım tarihinde basına yansıyan açıklamaları ile vergide her türlü tedbiri almaktan kaçınmayacaklarını belirterek yeni zam sinyalini de verdi. ÖTV artışlarıyla 2010’da 979 milyon liralık KDV artışı elde edeceklerini açıklayan Şimşek, ilk elden köprü ve otoyollara zam yapılacağını söyledi. Şimşek işçi ve emekçilere gerçekleşecek zam yağmurunun haberini verirken, doğalgaza %70 civarında zam oranının da kapıda olduğu yine basında yer aldı.

Peki sermaye devleti elini ayağını kamusal hizmetlerden çekerken, zam üstüne zam ile elde edilen gelirleri arttırırken, üstelik işçiye, memura sefalet zammını reva görürken nasıl oluyor da bütçe açığı her geçen yıl daha da büyüyor.

Eğitimden, sağlıktan sakınılan bütçe, buralardan sağlanan tasarruf ile elde edilen kaynak kredi ya da teşvik adı altında patronların cebine gidiyor, dış borç ödemeleri ile İMF’nin kasasına giriyor. Emperyalistler işçi ve emekçilerin sömürüsü üzerinden semirirken asgari ücrete yapılan zam %6’da kalıyor.

Açlık sınırı 756,68 TL, yoksulluk sınırı 2 bin 464,75 TL

Türk-İş’in yaptığı araştırmaya göre, Ekim 2009 sonu itibariyle dört kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapması zorunlu gıda harcaması tutarı 756,68 TL. Gıda ile birlikte yapılması zorunlu olan kira, yakacak, elektrik, su, konut, ulaşım, giyim, sağlık, eğitim vb. harcamalar da dikkate alındığında, insan onuruna yaraşır bir yaşama düzeyi sağlamak için yapılması gereken harcama tutarı (yoksulluk sınırı) ise 2 bin 464,75 TL olarak hesaplanmıştı.

Net 527,13 TL olan 2009 asgari ücretine yapılan zam ise, ifade edilen bu rakamlar gözönüne alındığında işçilerle alay etmek anlamına geliyor. Zira milyonlarca işçinin asgari ücretin dahi altında çalıştığı düşünülünce kapitalist sistem, işçi ve emekçilere sadece hayatta kalmasına yetecek kadar ücret ödüyor.

İşçiye kölelik reva görülüyor

Kapitalist ekonominin küçüldüğü bir süreçte patronlar da kriz bahanesi ile asgari ücretin mümkün olduğunca düşük tutulmasını istiyor. Kriz ise patronlar için, işçi ve emekçilerin daha fazla sömürüsü ile daha fazla kâr elde etmenin sadece demagojik bir gerekçesi oluyor. Bu bahaneye sarılan patronlar asgari ücreti maaliyet unsuru olarak tanımlıyor ve bu denli aşağıya çekebiliyor.

İşsizlik kaygısı ve işsizliğin oldukça yüksek olması asgari ücreti sefalet düzeyinde tutmak için patronların elinde bir sopa işlevi görürken, aynı zamanda işçi ve emekçileri asgari ücretin altında çalıştırabilmeyi de koşulluyor.

Aldığı ücretle kıt kanaat geçinebilen işçiler, birbirleriyle ve işsizlerle girdikleri iş kapma ve koruma mücadelesinde daha da yoksullaşıyor, yaşamlarını sürdürebilmek için her düzeyde ücrete razı geliyorlar. İşçi ve emekçiler gerçek anlamda yoksullukla boğuşurken, yaşamını asgari biçimde sürdürebilmek belki de yalnızca hayatta kalabilmek için asgari ücretinde altında bir ücrete razı oluyorlar. İşte böylece sefalet ücreti dediğimiz asgari ücretin bile vahşi piyasa koşullarında hükmü kalmıyor.

Ücret tespiti, sınıfların güç dengesine, işçi ve emekçilerle patronlar arasındaki savaşımda kimin üstün olduğuna bağlı olarak belirlendiği ölçüde, işçi sınıfının bugünkü parçalı ve dağınık tablosu bu konuda inisiyatifi burjuvaziye bırakıyor. Sermaye devleti ise böylelikle sınıfa sefalet ücretini dayatabiliyor.

İşçi sınfının bugünkü örgütsüzlük tablosu için asgari ücretin bu seviyede olması olağandır ama anlaşılabilir değildir. Kapitalist sistemde asgari ücret ya da ücret hiçbir zaman adil olamaz. Ücretler ne kadar yüksek olursa olsun kapitalist sistem içerisinde emek gücünün sömürüsü son bulmaz. Ücretlerin düzeyi ise işçinin emek gücü sömürüsünün seviyesini gösterir.

Bugün için hak gasplarına vb. saldırılara karşı sınıfın vereceği mücadelenin yanında, vergiden muaf insanca yaşamaya yeten bir ücret mücadelesi işçi sınıfının kendi kurtuluşunun da bir ayağıdır. Bu uğurda verilen mücadele ile edinilen her türlü kazanım sınıfı bir adım daha kendi kurtuluşuna yaklaştırır.

İşçinin yaşamını sürdürmesi için gerekli ve zorunlu olan araçları almaya yetecek kadar bir paranın ücret olarak belirlenmesi dahi sermaye için külfet olarak görülürken, bugünden sefalet ücretine karşı mücadele etmek, emeğin korunması uğruna bir savaşım vermek işçi sınıfı için bir zorunluluktur.

 



SGK yöneticisi çocuklarını sigortalatmış!

Sermaye devletinin “herkesin sosyal güvencesi olacak”, “hastane kuyrukları sona erecek”, “parası olmayının sigorta primlerini devlet yatıracak” vb. yalanlarla hayata geçirdiği SSGSS saldırısı ile milyonlarca işçi ve emekçi için emeklilik bir ayrıcalık haline geldi.

Yasa gereği kadın ve erkeklerde emeklilik yaşının kademeli olarak 65 yaşına çıkartılması ve 9 bin gün sigorta primi ödeme zorunluluğu, yasa yürürlüğe girmeden önce çocuklarını sigortalı yaptıranların sayısında patlama yaratmıştı. İşçi ve emekçiler SSGSS’nin mezarda emeklilik demek olduğunu bildikleri için bu yola başvurmuş ve binlerce kişi çocuklarını işyerinde çalışıyor gibi göstermişti.

İşçi ve emekçiler için ağır bir yıkım demek olan SSGSS saldırı karşısında emekçilerin böylesi bir davranış sergilemesi anlaşılabilecek bir önlem alma ihtiyacı iken SSGSS’yi aldatmacalarla propaganda eden, bunun için reklam filmleri çeken SGK’nın yöneticilerinin de aynı yola başvurması oldukça traji-komik bir durum yaratıyor.

SGK yöneticisi de çocuklarını sigortalatmış

Sosyal Güvenlik Kurumu Başkan Yardımcısı Veysel Uyar, 5 ve 13 yaşlarındaki iki çocuğunu bir matbaada çalışıyor göstererek çalıştığı kurumun uygulamalarına karşı kendi önlemini almayı tercih etmiş.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı müfettişlerinin raporları sonrasında Uyar’ın çocuklarının sigortalılığı iptal edildi.

Bakan Ömer Dinçer’in oluruyla “uyarı” cezası verilen Veysel Uyar hakkında kamu görevlileri etik kurulu da resen inceleme başlattı.

Son bir yılda yaklaşık 250 bin kişi sigorta primini ödeyemediği için sistemden çıkmak zorunda kaldığı ölçüde, Uyar’ın çoçuklarının geleceği konusunda kaygılı olması da gayet olağan!

“Yılların düşü gerçek oldu. Sosyal güvenlik reformu gerçekleşti” sloganıyla geçtiğimiz aylarda ekranlarda yer alan bir reklam filmi ile SGK, kendi bünyesinde çalışan yöneticilerin dahi inanmadığı yalanları propaganda etmeye çalışmıştı.

Baştan sona demagojik bir üslupla hazırlanan reklâm filmi, SGK’nın uygulamalarına dair pek çok yalan ve çarpıtma içeriyordu.

“Artık bürokrasi için değil, yüzünüzü güldürmek için çalışan bir devlet var” cümleleriyle son bulan reklam filmi ile SGK’nın ve sermaye devletinin emekçilerin yüzünü nasıl “güldürdüğünü” bir yıl içerisinde karşı karşıya kaldığımız uygulamalarla görmüş olduk.