6 Kasım 2009
Sayı: SİKB 2009/43

  Kızıl Bayrak'tan
  İşbirlikçi iktidar
“aktif taşeron”luğa hazırlanıyor
  "Açılım süreci”nin tasfiyeci
karakteri netleşiyor!
“Kağıt parçaları”ndan yansıyan
kokuşmuş düzen gerçeği
Sermaye hükümeti yönetmelikle genetiği değiştirilmiş tarım üretimini yasal bir statüye kavuşturdu...
Asgari ücrete sefalet zammı!
  6 milyonla işsizler ordusu büyüyor..
  Metal İşçileri Kurultayı 22 Kasım’da
Su Gösteri Sanatları Sahnesi’nde!
  25 Kasım uyarı grevi hazırlıkları
  25 Kasım uyarı greviyle ilgili kamu emekçileriyle konuştuk
  İşçi ve emekçi hareketinden.
  Büyük devrimin aynasında
parti davası - H. Fırat
  Kapitalist üretim
tarzının doğası - Volkan Yaraşır
  Sağlıkta ticaret ölüm demektir
  Gençlikten
  Hillary Clinton ırkçı-siyonistlere kalkan oluyor!
  Pentagon’un savaş baronlarının
yıllık bütçesi 680 milyar dolar!
  Dünyanın dört bir yanında grevler...
  Ücretli ve İşsiz Mühendis, Mimar ve
Şehir Plancıları Kurultayı
  “Demokratik Türkiye ulusu” hakkında
birkaç söz -2- M. Can Yüce-
  Sincan F Fipi
Cezaevi’nden mektup...
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Sermaye hükümeti genetiği değiştirilmiş tarım üretimini yasal bir statüye kavuşturdu...

Kapitalizm insanlığa yıkımdan
başka bir şey sunamaz!

Sermaye hükümeti insan, doğa ve toplum sağlığını hiçe sayan yasal bir düzenlemeye daha imza attı. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı tarafından hazırlanan “Gıda ve Yem Amaçlı Genetik Yapısı Değiştirilmiş Organizmalar ve Ürünlerinin İthalatı, İşlenmesi, İhracatı, Kontrol ve Denetimine Dair Yönetmelik” 26 Ekim tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi.

Tarım ve Köy İşleri Bakanı Mehdi Eker yaptığı basın toplantısında bu yönetmeliğe tepki gösterenleri “cahillik”le suçladı. Demagojik söylemlere de başvuran Eker, kamuoyunda oluşan tepkiler üzerine Biyo Güvenlik Yasa Tasarısı’nı da yasalaştırmak için çalıştıklarını, çevre ve insan sağlığına zararsız olduğunu söyledi. Yönetmelikle “GDO’lu üretimin önü açılmıyor, kesiliyor ve denetim altına alınıyor” dedi. Ancak yönetmeliğin maddelerine bakılınca neye ve kime hizmet ettiği ortaya çıkmaktadır.

Yönetmelik, emperyalist tarım tekellerinin ve ülkedeki uzantılarının istekleri doğrultusunda hazırlanmıştır. Yönetmelikle ülkenin tüm tarımsal gen zenginliği kurutulacak ve tarım tamamen dünya tekellerinin hizmetine girerek emperyalist bağımlılığa yol açacaktır. Yönetmelikte GDO’lu ürünlerin denetlenmesine dair bazı maddeler yer alsa da, Türkiye’de bu denetlemenin yapılabileceği ne laboratuvar var ne de başka bir mekanizma. Öte yandan tekellerin baskısına direnebilecek bağımsız bilim otoriteleri yerine güdümlü organizasyonlar yeğleyen yönetmelik, bakanın talimatı ile her an değiştirilebilecek konumdadır. Yönetmeliğin 5. maddesinin 9. bendinde “Bu yönetmelikte yer almayan hususlarda bakanlık her türlü düzenlemeyi yapmaya ve tedbiri almaya yetkilidir” denilmektedir.

Bebekler için risk sayılan gıdaların yetişkinler için serbest tüketime konu edilmesi, GDO’suz gıda maddesi üreten işletmelerin bu yönde etiket kullanmasının yasaklanması gibi hükümlerin yanısıra asıl olarak GDO’lu ürünlerin her türlü ticaretinin meşru zemine çekilmesi yönetmeliğin önemli maddeleri arasında. Yönetmelikte GDO’lu tohumların ekimiyle ilgili de bir madde bulunmamaktadır. Konuyla ilgili bakanlık karar alabilir ve izin verebilir. Bu ve benzeri örnekler daha da çoğaltılabilir ancak tek başına bu madde bile bütün bir yürütmeyi hiçe sayacak genişliğe sahiptir.

Biyolojik zenginlik değil, kâr hırsı uğruna insanlığın, doğanın ve geleceğin yok edilmesi!

Halihazırda dünyadaki tarım arazilerinin yüzde 10’unda GDO’lu üretim yapıldığı ifade edilmektedir. Tekeller ve işbirlikçileri genetiği değiştirilmiş tarımı savunurken “Açlığa karşı tek çare az masrafla ve çabuk üretilmesinden dolayı GDO’dur” argümanına sarılmaktadırlar.

GDO’yla ilgili en önemli tehlikelerden biri aktarılmış genlerin doğal bitki türüne atlayarak, bulundukları çevredeki doğal türlerde genetik çeşitliliğin kaybına, yabani türlerin doğal yapılarında sapmalara neden olmaları, ekosistemdeki tür dağılımını ve dengeleri bozmalarıdır. Tek tipleşen GDO üretiminde ortaya çıkan bir hastalık tüm ürünü etkileyecek şekilde hızla yayılabilmektedir. Konunun uzmanları zamanla bu hastalığın insanlara bulaşma hızında da aynı derecede etkili olduğunu belirtiyorlar. GDO üretimiyle gıdalardan alınan besin ve tat da zamanla tek tipleşmektedir.

Arılar ve rüzgarlar GDO’lu polenleri alarak komşunun geleneksel ekiminin üzerine bırakıyorlar. Böylece civardaki, bitkiler genetik olarak değiştirilmiş bitkilerin içerdiği böcek ve ot ilaçlarına karşı dirençli hale geliyorlar. GDO karşıtları tarafından Frankeştayn gıda olarak nitelenen, kolera bakterisinin genini taşıyan yonca, tavuk geni taşıyan patates, akrep geni taşıyan pamuk, balık genli domates gibi gıdaların doğal çeşitliliğe verdikleri zarar sonucunda yeni Frankeştaynlar’ın ortaya çıkması en büyük tehlike olarak görülüyor.

Açlık sorununun yaşandığı ülkelerin hemen hepsi emperyalizmin eski sömürge ülkeleridir. Bu ülkelerin tarım ekonomileri emperyalistlere bağımlı hale getirilmiştir. Yani halkı doyuracak besinler üretmek yerine döviz sağlayacak besinler üretilmeye çalışılmıştır. Açlık sorunu yaşanan birçok ülkede, eskiden besin yetiştirmek için kullanılan topraklarda kahve, pamuk, muz, kakao gibi gelişmiş ülkelere satılan ürünler yetiştirilmektedir. Örneğin, Etiyopya’da açlığın kol gezdiği dönemlerde bile kahve üretimi ve ihracatı sürdürülüyordu. Dünyadaki açlığın nedeni yeterli gıda maddelerinin olmaması değil, gıda üretiminin adil dağılmaması ve emperyalizmin çıkarlarına göre düzenlenen tarım politikalarıdır.

Biogüvenlik adı altında dünya tarımının tekelleşmesi!

Dünyada genetiği değiştirilmiş tarım ve yem ürünlerinin tohum piyasası 8-10 tekelin elinde. Bu tekellerin ana hedefi; dünyadaki tüm ülkelerin tarım ve hayvancılığını, tohum alımında kendilerine bağımlı hale getirecek şekilde biçimlendirmek. Sözkonusu alanı kontrol eden birkaç şirket, devletlerin politikalarını da yönlendiriyor. Her yerde ve ülkede, gıda ile ilgili her alanda aynı şirketler ön plana çıkıyor. Cargill, Monsanto, Archer Daniels Midland, Bunge, Dupont Agriculture and Nutrition, Potash, Mosaic gibi şirketler milyarlarca dolar kazanmanın ötesinde, gıda ticareti, tohum ve gübre konusunda dünyayı yönetiyor, ülkeleri kendilerine bağımlı hale getiriyorlar.

Genetik yapısı değiştirilen ürünler patentleniyor. Çünkü bu çalışmaları yapan şirketlerin temel kazanç modeli, patent bedeli tahsil etme üstüne kurulu. Örneğin sadece mikroorganizma bile patent kapsamında korunabiliyor, bunlarla ilgili büyük saklama kuruluşları bulunuyor. Halbuki doğada o mikroorganizma milyonlarca yıldır yaşıyor, fakat bir tekel onu doğal ortamından yalıttığı ve belirli özelliklerini gösterdiği-ispatlayabildiği için bir tekel hakkı, korunma hakkını almak istiyor ve bu istisna ona tanınıyor.

Oysa bu köhne düzende patent, sadece yenilik özelliği taşıyan ve sanayide uygulanabilirliği olan buluşları korumak için uygulanıyordu. Genetik değişikliklerde, ancak değişikliğin gerçekleştirildiği tekniğin patenti alınıyordu. Ancak emperyalist tekellerin doymak bilmez kâr hırsı, yaşamın kendisini patentlemeye kadar işi götürdü. Böylece tüm dünyadaki zengin tarım alanları, dünya halklarının yaşamsal kaynakları üzerindeki patent hakları birkaç ülkenin, hatta birkaç emperyalist şirketin elinde toplanıyor.

ABD Irak’ı işgal ettiğinde ilk el koyduğu şeylerden biri de, dünyanın en verimli tohumlarının yer aldığı gıda depoları oldu. Yapılan düzenlemelerin ardından Irak’taki tarım üretimi “fikri mülkiyet ve patent” uygulaması altına alındı. Bu düzenleme sonucunda Iraklı bir çiftçinin tescilli tohum alması dayatıldı ve tohumu bir sonraki yıl yeniden kullanılması yasaklandı. Bunun adı da, “kaliteli tarım ve bio-çeşitliliğin korunması” oldu! Yani yarın ABD’nin Irak işgali sona erse bile Irak halkının gıda üretiminin kontrolü Amerikan şirketlerinin elinde olacak.

Yine uzmanların verdiği bilgilere göre; Irak’ta işgal öncesi bir adet buğday tohumu başakta 300 adet buğday verirken, şu an GDO’lu bir buğday tohumu başakta 15-30 adet veriyor!

Ya barbarlık ya sosyalizm!

Bu yılın Mayıs ayında Türkiye’deki hükümet ve muhalefetten beş vekil ABD’ye bir haftalık bir “gezi” düzenlemişlerdi. Vekiller ABD Tarım Bakanlığı ve Monsanto gıda şirketiyle de temaslarda bulunmuştu. Bu temaslardan birkaç gün sonra AKP hükümeti tarım alanında değişik düzenlemelere imza attı. Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı’nın adı, Tarım ve Gıda Bakanlığı olarak değiştirildi. Bu düzenlemelerle Temmuz’da yürürlüğe giren “Türkiye Tarım Havzaları Üretim ve Destekleme Modeli” ile hangi ürünün, nerede, ne kadar üretileceği de önceden planlanacak ve çiftçiler ona göre yönlendirilecek.

Yapılan düzenlemelere dair o dönem açıklama yapan Cemil Çiçek, imzaya açılan Ulusal Gıda Güvenliği Kanun Tasarısı ile ulusal biogüvenliğin amaçlandığını vurgularken, düzenleme ile “ulusal biogüvenlik” konusunun tek çatı altında toplandığını söylemişti. Sözkonusu yasalar ve son yönetmelik, işbirlikçi uşakların emperyalist efendileriyle ne tür müzakereler yaptıklarını göstermektedir.

AKP’nin işçi ve emekçilere düşmanlıkta, sermayeye uşaklıkta bugüne kadarki sermaye hükümetlerinin eline su dökemeyeceği açıktır. Emperyalist tekellerin ve işbirlikçilerinin AKP hükümetini kollamalarının arkasında da bu başarısı bulunmaktadır.

Ülkenin bezirganları geçtiğimiz günlerde bol nutuklarla, şaaşalı törenlerle sermaye devletinin kuruluşunun 86. yılını kutladılar. Sermaye devleti 86 yıldır işçi ve emekçilere, ezilen halklara, kadınlara, çocuklara, doğaya yıkım, sefalet, imha ve açlıktan başka bir şey sunmamıştır.

İşçi ve emekçiler ise barbarlıktan kurtulmak için sosyalizmi seçmelidir!