22 Haziran 2007 Sayı: 2007/24(24)

  Kızıl Bayrak'tan
   Halkları düşmanlaştırma
oyununu bozalım!
  Düzen güçlerinin dalaşında değişen bir şey yok…
Darbe ve savaş senaryoları
CHP’nin vaadleri ya da yalandan
kim ölmüş!
Seçim bürosu açılışlarından...
BDSP’nin seçim faaliyetinden...
  İzmir’de seçim faaliyetlerinden...
  Adana’da seçim çalışmalarından...
  Ankara seçim çalışmalarından...
  22 Temmuz seçimleri üzerine BDSP temsilcisi İstanbul 1. Bölge Bağımsız Sosyalist Milletvekili adayı N. Şafak Özdoğan ile konuştuk...
  15-16 Haziran etkinliklerinden...
  Ya istikrar ya ölüm (mü?)- Yüksel Akkaya
  Özgürlükler için devrimci mücadele!
  BMİS 1 No’lu Şube Genel Kurulu gerçekleşti...
  İşçi-emekçi hareketinden...
  23 Temmuz Tüsiap-c’nin zaferinin tescili veya
devrimi/sosyalizmi yeniden düşünmek
Yüksel Akkaya
  Mercan’da katledilenler anıldı...
  Direnen Filistin halkı er geç kazanacak!
  İsrail’in 16 yıllık planı ve 80 dakikalık kararı
Abu Şehmuz Demir
  Komünist kadın önder
Clara Zetkin!
  Fikret Başkaya ile konuştuk...
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Fikret Başkaya ile konuştuk...

“Bölgeden emperyalizm ve kapitalizm defedilmelidir!”

- Bir seçim sürecinin içine girmiş bulunuyoruz. Siz bu süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?

Demokratik ülkeler olarak adlandırılan emperyalist ülkelerde bir demokrasi oyunu oynanmaktadır. Bu oyunun resmi adına temsili demokrasi deniyor. Kitleler üzerinde seçim ve temsil yanılsaması yaratan bu mekanizmaya aslında ancak sirk oyunu demek mümkün. Çünkü demokrasinin önünü kesmek için oynanmakta bu oyun, demokrasi iddiası ve görüntüsü taşıyarak...

Türkiye’de bu oyun daha vahim bir hal alıyor. Türkiye’de bu oyunun bir kuralı da yok. Bu kuralsızlığın sebebi 1908’den beri ülkenin yönetimini elinde tutan asıl devlet partisinin yönetimidir. Son Cumhurbaşkanlığı seçimi de bu kanunsuzluğun bir ifadesi olmuştur. Yani bugün burada kuralları bile olmayan bir oyun oynanıyor ve bunun adına temsili demokrasi diyorlar. Geniş emekçi kesimler için bu seçim, bu parlamento, bir çözümü, kurtuluşu ifade etmemektedir ve tam da bu gerçekliğin üstü örtülmeye çalışılmaktadır. Bu oyun, bu oyun içindeki çıkışsızlık, parlamentonun çözüm olmayışı durumu güçlü bir şekilde teşhir edilmelidir. Şunu teşhir etmek lazım, emekçilerin kaderi nerede belirleniyor? İddia edildiği gibi bu mecliste mi? Yoksa MGK’da, TÜSİAD’da, IMF oturumlarında, emperyalist kuruluşların odalarında mı? İşte seçim söz konusu olunca bu gerçeği güçlü bir şekilde teşhir etmek lazım.

- Düzen partileri yine alanlara çıktı. Fakat her seçimde olduğu gibi aynı yalan ve emekçileri düzen ekseninde seferber etme hedefi ile. Sizce bu süreçten nasıl tablo oluşuyor, ya da oluşturulmaya çalışılıyor?

Partilere gelince, bu partiler zaten birer şirket. Bunlar yalnızca mevcut düzen politikalarının taşeronluğunu yapıyorlar. Bu sebeple hepsi de birbirinin aynı çizgiyi ifade ediyor, bu sebeple hiçbiri mevcut resmi çizgiden ayrı bir siyasi hat oluşturamıyor. Kürt sorunu, Kıbrıs konularında herhangi bir partinin bir siyasi hattı var mı, bir projesi var mı? Ermeni soykırımının değerlendirilmesi konusunda kendi hattı olan bir parti var mı? İşte bu sebeple düzen partileri, bir parti değil şirket gibidirler, devlet partisinin bir taşeronu gibidirler. Bu taşeronluk görevini yerine getirenlerin tek derdi bu süreçte kendi çıkarlarını gözetmek, kendi paylarına düşeni kapabilmektir.

Düzenin taşeronluğunu yapan şirket partilerin misyon olarak bir farkları yok. Görüntü ve şekil olarak da bir farkları kalmadı ve Türkiye siyasetinde daha önce hiç olmadığı kadar aynılaşıyorlar. Bu durum düzenin politik yönelimleri ile de ilgili. AKP Türkiye siyasetinin en özelleştirmeci partilerinden birisi oldu, fakat CHP’nin yönelttiği eleştiriye bakıyorsunuz “biz özelleştirmeyi daha planlı yapacağız” diyorlar. Bu emekçiler gözünde görüntü ve söylem düzeyinde de olsa düzen partilerinin aynılaşması anlamına gelmektedir. Bu bir anlamı ile bu çerçevede düzenin teşhir olması şeklinde de yorumlanabilir. İçinde bulunduğumuz süreçte düzen emekçi kitleler içinde siyaseti yeniden canlandırmak, onları taraflaştırmak açısından belli mekanizmaları harekete geçirdi. Örneğin, Cumhuriyet mitingleri ile geniş bir kamplaşma yaratılmaya çalışıldı. Ben bu kamplaşmanın seçime de yansıyacağını düşünüyorum, bu seçimlere farklı eksenlerde de olsa katılım yüksek olacaktır. Laik cephe-irtica cephesi gibi bir ayrım yaratıldı. Bu ülkede irtica tehlikesi diye özel bir tehlike, gündem yok. Siyasal İslamın bu ülkede alternatif bir politik hattı, yaşam kurgusu da yok. Rejimin dozunu ayarlayacağı dinsel gericiliğe sürekli ihtiyacı var. Burada rejimin bu gericiliği beslediğini vurgulamak gerekiyor. İkinci olarak bunu kontrol altında tuttuğunu...

Bugün siyaset iki ana kutupta merkezileştirilmeye çalışılıyor. Bir kutbu, Milli Selamet Partisi geleneğinden gelen, RP, FP sürecini izleyen ve giderek ehlileşen, merkeze kayan bir çizgi izleyen AKP oluşturuyor. Diğerini de sol adına var olduğunu iddia eden CHP. Tabi CHP’nin ne solla, ne adındaki halk ve cumhuriyet kavramları ile ve hatta ne de parti olma vasfı ile bir alakası yok. O doğrudan bir devlet kurumu gibi çalışıyor. Bu seçimlerde biraz böyle bir tablo yaratılmaya çalışıldığını düşünüyorum. Bu Demokratlar ve Cumhuriyetçiler ekseninde kutuplaşan fakat hiçbir farklılığı ifade etmeyen Amerikan sistemi ile de benzeşmekte. Tabii bu seçimlerde, merkezde bir politik düzlemde Kürtlerin de mecliste temsil edilmesi gibi bir durum var. Bu konuda sistem ilk başlarda belli engeller oluşturmakla birlikte bu durumu şimdilik kabullenmiş görünüyor.

- AKP ile ordu arasındaki gerilimler yer yer statükonun ısrarı ve onun karşısında belli liberal açılımların zorlaması olarak değerlendiriliyor. Bu konuda ne diyebilirsiniz?

Bütün partiler gibi AKP taşeron bir parti. Bu taşeron yeterince ehlileşmediği için bu çelişkiler ortaya çıkıyor. Bunlar burada yeni olduğu için uyum sorunu yaşıyorlar fakat bu uyum sorunu da hızla çözülüyor.

Şu çok önemli: Güdümlü bir hareket başlatabilirsiniz fakat bu hareket kitlelerin çelişkileri ile bütünleşirse kontrol edemeyeceğiniz sonuçlar ortaya çıkabilir. Çağırdığınız ruhları geri yollayamamak gibi bir durum. Örneğin serbest fırka deneyimi. Aslında rejimin güdümündeki bir hareket halkla buluşunca çok farklı yankılanmaya başlayabildi ve hareketi güden rejim hızla önünü kesmesini de bildi.

- Peki sol bu tablonun neresinde duruyor?

Bu tablo içerisinde sola değinecek olursak, şu gerçeği ifade etmek gerekiyor ki, Türkiye’de resmi ideolojinin etki alanında bir sol hareket var. Bu çok önemli bir sorun, bunu vurgulamak lazım. Resmi ideoloji ile içiçe geçmiş bir sol hareketten bahsediyoruz burada. Geçmişini bağımsız bir hatta değerlendiremeyenin geleceğe dair bir iddia ve perspektifle bakması mümkün olabilir mi? Elbette ben genel adına konuşuyorum, bu çizginin dışında kalan unsurlar vardır yoktur, bunu tartışmıyorum, fakat genelinde böylesi bir etkileşim söz konusu. Yakın tarihin resmi ideoloji dışı bir kavrayışını oluşturmalıyız.

Bizim bu tablo içerisinde şunu ifade etmemiz gerekiyor. Bu partiler IMF-TÜSİAD programında mutabıklar, bu partiler özelleştirmecilik konusunda mutabıklar, düzenin taşeronluğunu yapan bu partilerin emekçilere sunabilecekleri hiçbir şey yok. Türkiye’de tamamıyla kompradorlaşmış olan sistem karşısında emekçilerin kurtuluşu için anti-emperyalist bir hat oluşturulmalı ve bu da ancak anti-kapitalist bir çizgi ile mümkündür. Bu konuda ulusalcı söylemin yapabileceği ve diyebileceği hiçbir şey yok. Çünkü onun anti-emperyalist söylemi hiçbir gerçekliğe oturmuyor. Ulusalcılık, milliyetçilik dememek için kullanılan bir söz, tabii bunda milliyetçilik kavramının 70’lerde yaşadığı teşhir olmuşluğun da etkisi var. Bu sözün bir ötesi yurtseverlik oluyor ki, bence dünyayı değiştirme iradesi taşıyanların kendilerini tanımlamak için böylesi sözcüklerle işi olmamalı. Bunlar mevcut gerçekliği karartan ifadeler. Şu açıktır: Türkiye’de tamamen kompradorlaşmış bir rejim var. Bu rejim emperyalizm ile tam bir uyum içerisinde.

- Güncel olarak, Kuzey Irak müdahalesi gündemi ile estirilen Türkiye ABD’den ayrı davranıyor havası var. Bu konuda neler söyleyebilirsiniz?

Kamuoyuna yansıtılan Amerika, Türkiye’nin hava sahasını birkaç dakika ihlal etti, Türkiye nota gönderdi yanılsamaları hiçbir şey ifade etmiyor. Türkiye’de sayısı, işlevi belirsiz Amerikan üsleri var. Türkiye’nin bunlar üzerinde bir denetimimi var mı ki, birkaç dakika kendi hava sahasına giren uçak için ABD’ye nota versin...

Bu durum, Ortadoğu politikası açısından da böyle. Emperyalizmin bölgeye yönelen tüm müdahalelerine eklemlenmiş bir Türkiye gerçekliği var. Keza Siyonizm ile, onun bölgedeki kanlı tarihi ile kesintisiz bir ortaklık söz konusu. Büyük Ortadoğu Projesinde gönüllü olarak yer alan bir Türkiye gerçekliği var. Türkiye’nin bu bölgede, Afganistan’da, Irak’ta, Filistin’de vb. emperyalizmden ayrı bir siyaseti yok.

- Emperyalizm derken, örneğin Kıbrıs sorununda ya da Irak işgali öncesinde kamuoyuna yansıdığı gibi AB ve ABD farklı emperyalist odaklar belli açılar oluşturuyor diyebilir miyiz? Türkiye burjuvazisi bu açı aralığında hamle yapmak isteyebilir mi?

Şunu birbirinden ayırmak gerekiyor. Sermayedarlar arasında ticari rekabet olur. Bölüşüm konusunda kendi aralarında çekişirler. Fakat bir bütün olarak emekçi sınıfların karşısında tek bir sınıfsal tutumda ortaklaşırlar. Bugün dünya üzerindeki üç temel emperyalist odağın (ABD, AB ve Japonya) birbirleri ile ilişkileri de bunu yansıtmaktadır. Irak’ın işgali öncesi Fransa’nın belli ölçülerde muhalefet etmesi gibi bir durum söz konusu, fakat gerek AB’nin gerek Japonya’nın ABD’den ayrı bir politikası söz konusu değildir.

Bu tek başına bugünün değil, 1945’ten bugüne gelen tarihin gerçekliği. Bir De Gaulle süreci farklı bir eğilimi ifade etti ki o ayrı bir konudur ve bir sonucu da olmamıştır. Özellikle bugün Fransa’da Sarkozy’nin iktidara gelmesi bu birlikteliği daha da önplana çıkartacaktır.

Türkiye’nin kendine özgü bir Ortadoğu politikası mümkün değil. Ancak ABD siyasetinde uydulaşma söz konusu ki, bu uydulaşma bugün hat safhasına varmış durumda. Diğer yanıyla kompradorlaşan rejim, politik merkezine daha sıkı bağlanırken kendi yerel ayaklarından kopmaktadır. Türkiye’de komprador sistem, kendi halkına ve gerçekliğine karşı bir alternatif oluşturamaz. Bu tek kelime ile emekçiler açısından yıkım demektir. Bu yıkım rakamlarla perdelenmeye çalışılıyor. İşte ihracat şöyle arttı, ekonomi böyle düzeldi. Tabi bugün ihracatı artanların yarın ihraç edecek hiçbir şey bulamamaları ihtimali de var. Bugün satabildiğiniz kadar ormanları satarsınız, madenleri satarsınız, ihracat arttı dersiniz, ekonomik mucize olursunuz ve yarın çöl olmuş, kaynakları tükenmiş bir ülkede yaşarsınız. Düzenin bu manipülasyonları da düşünüldüğünde, bizim ideolojik mücadeleyi yükseltmemiz gerekiyor. Bilimsel bir yaklaşımla çözüm üretebilmeliyiz. Fakat kompradorlaşan rejimin içerisinde düşünsel süreçlerin kendi de, bilimsel yaklaşımın kendisi de benzer sıkıntıları yaşamakta. Bugün sosyal bilim olarak geçen fakat bilim olarak değerlendirilemeyecek bir gerçeklikle karşı karşıyayız.

- Ortadoğu gündemi içerisinde bir süredir öne çıkan bir İran gerilimi var. Burada süreç sizce nasıl ilerleyecek?

Bugün Amerika’nın politikalarına karşı durabilen İran vardır bölgede. Burada yaklaşımı doğru koymak gerek, İran anti-emperyalist değildir, anti-kapitalist değildir, buna belki yabancı düşmanlığı diyebiliriz. Fakat içinde bulunduğumuz süreçle birlikte sistem içerisinde değerlendirilirse, İran da bugün hızla uyumlulaşmaktadır. İran’da içeride hızlanan özelleştirme süreçlerine bakılırsa, Amerika ile süren pazarlıklara bakıldığında, Amerika ile ilişkilerinin hızla komprodoraşmakta olduğu gözlenebilir. Şunu belirtmek gerek ki, siyasal İslam asla anti-emperyalist değildir, çünkü kendisi emperyalizmin “doğal” müttefikidir...

- Filistin’deki güncel gelişmeleri nasıl değerlendirmek gerekiyor?

İsrail bir bölge devleti değil, Arap halkına yönelik bir saldırı üssü olarak bölgeye yerleştirilmiş olan, emperyalizmin bölgedeki varlığıdır. İsrail’in varlık sebebi Arap halkının ayakları üzerinde durmasını engellemektir. Bu tarihsel gerçek çerçevesinde değerlendirmek gerek güncel gelişmeleri. Bugün Filistin’de yaşanan trajedi bu çerçevede sürdürülen emperyalist-kapitalist komplonun bir devamıdır. Bölge halkının demokratik sosyalist bir mücadele hattı örmekten başka imkanı yok.

Filistin’de direnmesini bilen bir halk var. Bu kadar mücadele deneyimi olan bir halk için durum ümitsizdir demek mümkün değil.

- Ortadoğu’daki gelişmeler içerisinde Kürtler açısından son güncel gelişmeleri ve açıklamaları nasıl değerlendirmek gerekiyor?

Kırılma noktası İmralı’da başladı, geri tarafı teferruattır. Kuzey Irak’taki liderlerin tutumlarını tasvip etmek mümkün değil. Kuzey Irak bugün Irak’ın bütünü içerisinde Amerika için güvenli bir bölge. Kurtuluşunu, özgürlüğünü arayan halkların tutması gereken hat bölgeden emperyalizmin ve kapitalizmin defedilmesi olmalıdır.

- Bize ayırdığınız zaman için teşekkür ederiz...

Ben teşekkür ederim. Kolay gelsin.

Kızıl Bayrak/Ankara