22 Haziran 2007 Sayı: 2007/24(24)

  Kızıl Bayrak'tan
   Halkları düşmanlaştırma
oyununu bozalım!
  Düzen güçlerinin dalaşında değişen bir şey yok…
Darbe ve savaş senaryoları
CHP’nin vaadleri ya da yalandan
kim ölmüş!
Seçim bürosu açılışlarından...
BDSP’nin seçim faaliyetinden...
  İzmir’de seçim faaliyetlerinden...
  Adana’da seçim çalışmalarından...
  Ankara seçim çalışmalarından...
  22 Temmuz seçimleri üzerine BDSP temsilcisi İstanbul 1. Bölge Bağımsız Sosyalist Milletvekili adayı N. Şafak Özdoğan ile konuştuk...
  15-16 Haziran etkinliklerinden...
  Ya istikrar ya ölüm (mü?)- Yüksel Akkaya
  Özgürlükler için devrimci mücadele!
  BMİS 1 No’lu Şube Genel Kurulu gerçekleşti...
  İşçi-emekçi hareketinden...
  23 Temmuz Tüsiap-c’nin zaferinin tescili veya
devrimi/sosyalizmi yeniden düşünmek
Yüksel Akkaya
  Mercan’da katledilenler anıldı...
  Direnen Filistin halkı er geç kazanacak!
  İsrail’in 16 yıllık planı ve 80 dakikalık kararı
Abu Şehmuz Demir
  Komünist kadın önder
Clara Zetkin!
  Fikret Başkaya ile konuştuk...
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Darbe ve savaş senaryoları

Amerika’da Pentagon’un uzantılarından biri olarak tanınan bir düşünce üretim kuruluşunda geçtiğimiz günlerde, Türk ordusunu temsilen generallerin de katıldığı bir toplantıda tartışılan Türkiye ile ilgili bir senaryo epeyce gürültü kopardı. Türkiye üzerine böyle “karanlık felaket senaryoları” üretilmesi hem siyasette hem de medyada ciddi bir tepkiyle karşılandı. Tayyip Erdoğan senaryoyu “deli saçması” olarak nitelerken, TBMM Başkanı Bülent Arınç, Genelkurmay’dan açıklama beklediklerini söyledi. Kitlelerden “refleks” bekleyen Genelkurmay ise, kendisi her nedense konuyla ilgili açıklama yapmada bir “refleks” göstermedi (!) Daha sonra gecikerek de olsa haberi yalanlamakla yetindi.

ABD yönetimiyle çok yönlü ilişkileri olan Milliyet’in Washington muhabiri Yasemin Çongar üzerinden medyaya sızdırılan senaryonun ana hatları şöyle:

* Bir intihar saldırganı, patlayıcı yüklü kamyonetiyle Beyoğlu’nda karakol binasına çarpar... Saldırıda en az 50 kişi hayatını kaybeder, 200 kişi ağır yaralanır. Hiçbir örgüt sorumluluk üstlenmese de eylemi PKK’nin yaptığı söylentisi birkaç saat içinde yayılır.

* İçişleri Bakanlığı yetkilileri, saldırganın Güney Kürdistan’daki PKK kampında eğitim gördüğünü açıklar. Genelkurmay bu tespite katılarak Irak sınırı iyi korunmadıkça ve örgütün emir-komuta yapısı dağıtılmadıkça, PKK’nin büyük şehirlerdeki eylemlerini sürdüreceğini açıklayarak derhal sınır ötesi harekât yapılmasını ister. ABD Dışişleri, Türkiye’ye itidal çağrısı yapar.

* Ankara’da, Anayasa Mahkemesi önündeki intihar saldırısında, (eski) Mahkeme Başkanı Tülay Tuğcu ağır yaralanır ve kaldırıldığı hastanede ölür. Kullanılan patlayıcıların Beyoğlu eylemindekiyle aynı olduğu anlaşılır.

* Eylemleri PKK’nin yaptığı, İçişleri ve Genelkurmay tarafından açıklanır. Milyonlarca kişi, Ankara, İstanbul, İzmir ve Samsun’da, orduyu PKK’ye öldürücü darbe vurmaya çağıran mitingler düzenler.

* Hükümet, TBMM’den sınır ötesi operasyon için yetki kararı çıkarttırır.

* 50 bin Türk askeri Irak sınırını geçer. ABD Dışişleri ve Irak, harekâtı kınar. Daha sonra Beyaz Saray, Türkiye’nin kendisini savunma hakkından söz eden bir açıklama yapar.

* Mesud Barzani, Türk işgalini kınar ve peşmergenin Kürdistan’ı savunacağını bildirir.

Tartışmalara konu olan senaryo bu. Peki senaryo çok mu hayali? Kuşkusuz ki, Hudson’da yapılan, hayali bir senaryo üzerine fikir jimnastiği değildir. Bugünün Türkiyesi’nde yaşıyor olup da Anayasa Mahkemesi Başkanı’na suikast düzenlenseydi kim şaşırırdı? Danıştay baskını ile bu suikast arasında bir fark var mı? Ya da Ankara’nın göbeğinde patlayan bombaya şaşırdık mı ki, Beyoğlu’nun göbeğinde bir bomba patlasaydı şaşıralım? Evinden, üçü daha önce Cumhuriyet gazetesi saldırısında kullanılmış, bir koli bomba çıkan emekli astsubayın ya da ortaya çıkan her çetenin bir şekilde irtibatlı olduğu emekli yüzbaşı Muzaffer Tekin veya Veli Küçük’un kim olduğunu bilmeyen mi var? Ümraniye’deki kontrgerilla çetelerinde ele geçen silah ve bombalar, gerçekten çöpten mi toplanmış? Bunların numarası yok mu? Menşei belli değil mi? Burada MGK gizli görüşme tutanaklarının bulunması rastlantı sayılabilir mi? Bu tutanakları da “çöpten” mi buldular yoksa? Bu gelişme, kontrgerilla çetelerinin sermaye devletine derinden bağlı olduğunu kanıtlamıyor mu? O senaryonun aktörleri bu çete bozuntuları değil mi?

Genelkurmay açıklamasında hiç de inandırıcı değil. Senaryonun ötesinde, yaşanan gerçekler ortada. Kuşkusuz ki, senaryoda patlatılan bombalar ve yapılan açıklamalar, Anafartalar Çarşısı’ndaki bombalamadan sonra geliştirilen süreçle benzerlik taşıyor. Senaryoda, ABD’nin önce Türkiye’yi kınaması, sonra Türkiye’nin kendini savunma hakkından söz eden bir açıklama yapması da dikkat çekici. Senaryo bu bakımdan, her koşulda ABD’nin Türkiye’yi kendi bölge planlarına yedeklemek için elinde hazır kartlar bulundurduğunu gösteriyor. Bu senaryodan önce, gerek Güney’deki Kürt hükümetine karşı tutum ve gerekse PKK’ye karşı operasyon konusunda ABD ile görüş ayrılığı bulunan Genelkurmay’ın ‘Think Tank’i olan SAREM’in, toplantıya başkan düzeyinde katılması da gösteriyor ki, hükümeti Güney’e operasyon konusunda sıkıştırmasına ve tüm efelenmelerine rağmen ABD’nin politikalarını gözeten bir tutum içindedir.

Senaryoyu duyuran Yasemin Çongar, askerlerin toplantıya katılanları önceden bildiklerini ve senaryodan haberdar olduklarını söylüyor ve “Askeri yetkililerin, 13 Haziran’da, Hudson’a kiminle, neyi konuşacaklarını bilerek gittiklerini tahmin ediyorum” diyor. Açıktır ki, Hudson Institute’de “Türkiye’de yapılması muhtemel bir askeri darbeyi ABD hangi koşullarda destekler“ konusu tartışılmaktadır. Taraflar, aralarında dolaylı ya da dolaysız aylardır tartıştıkları bir konuyu bir kere daha tartışmaktadır. Hepsi bu.

“Turkey Workshop” (Türkiye Çalıştayı) adı verilen basına kapalı sözkonusu toplantı,13 Haziran’da düzenlenmiş. Toplantının çağrıcısı, daha önce Newsweek dergisinde “Türkiye’de 2007’de darbe olması ihtimali yüzde 50-50” başlıklı makalesi ile 27 Nisan Muhtırası’nı aylar öncesinden haber vermesiyle bilinen Zeyno Baran. Kuşkusuz ki, bu toplantıyı ilginç yapan, ABD’li bazı yetkili ve analizciler değil, orada, bazı Türk generallerin ve “aşiretlerle görüşmeyiz” denmesine rağmen Kürdistan Bölgesel Hükümeti Washington Temsilcisi ve Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani’nin oğlu Kubad Talabani’nin yan yana olmasıdır.

Generaller takımı, iç dalaşmalarının bir sonucu olarak, bir yandan “terör”e destek verdikleri gerekçesiyle Barzani ve Talabani’yle görüşmeyi hükümete yasaklayan bir tavır takınırken, diğer yandan Talabani’nin oğlu ile iki general aynı masada oturup üstelik inanılmaz “terör” senaryoları tartışabilmektedir. Kuşkusuz bu ordunun dolaylı olarak Talabani’yle görüştüğü anlamına da gelmektedir. Bu konuda tam bir ikiyüzlülük içinde oldukları bir kez daha açığa çıkmıştır.

Yine sözkonusu “felaket senaryosu”nun en son bölümünde, ABD’nin Güney Kürdistan’da bulunan PKK liderlerini Türkiye’ye teslim etmesi olasılığı üzerinde duruluyor. Bunun üzerine, adı geçen generaller, seçime bu kadar az bir zaman kalmışken ABD tarafından böyle bir “jest” yapılmasını, siyasi dengeyi AKP’den yana çevireceği endişesini dile getirerek, reddediyorlar. Bu da, “terör” konusunda kopartılan onca gürültünün manüplasyondan ibaret olduğunu bir kez daha gösteriyor.

Bu toplantıya iki generalin katılması da tesadüf değildir. Toplantıya katılan Tuğgeneral Süha Tanyeri ile askeri ataşe Tuğgeneral Bertan Nogaylaroğlu sıradan generaller değildir. Tanyeri’nin Genelkurmay Başkanlığı bünyesinde yer alan Stratejik Araştırma ve Etüd Merkezi’nin (SAREM) başkanı olarak görev yaptığı biliniyor. Hatırlanacağı üzere, SAREM, 8 Ocak 2002’de, Yaşar Büyükanıt’ın Genelkurmay İkinci Başkanı olduğu dönemde ön ayak olması sonucu, dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu’nun da hazır bulunduğu bir tanıtım toplantısında resmen açılmıştı.

Tuğgeneral Bertan Nogaylaroğlu ise, Türkiye’nin Washington’daki askeri ataşesidir. Onu da Milliyet gazetesinin “Öyle görünüyor ki, Türk ve ABD askeri makamları arasından bugünlerde su bile sızmıyor” yorumu eşliğinde verdiği haber üzerinden, geçtiğimiz yıl Nisan ayında Türk-Amerikan Konseyi’nin savunma grubunun veda yemeğindeyken kadeh elde “to the United States” (ABD için!) haykırışıyla hatırlıyoruz.

Yaşananlardan hareketle söylersek, son derece gerçekçi bir senaryo ile karşı karşıyayız. Üstelik son üç-beş ayın gelişmeleri dikkate alındığında, benzer bir senaryonun zaten yürürlükte olduğu da görülmektedir. Bu senaryo, Türkiye’nin uyguladığı iç ve dış siyasetin nerelerde hazırlandığını, kimler eliyle manüple edildiğini, şekillendirildiğini apaçık ortaya koymaktadır. Şu gerçeğin altı çizilmelidir ki, eğer emperyalist kölelik zinciri toplumsal bir devrimle parçalanmazsa, sadece daha çok “felaket senaryosu” izlemez, yaşamak zorunda da kalırız.