22 Haziran 2007 Sayı: 2007/24(24)

  Kızıl Bayrak'tan
   Halkları düşmanlaştırma
oyununu bozalım!
  Düzen güçlerinin dalaşında değişen bir şey yok…
Darbe ve savaş senaryoları
CHP’nin vaadleri ya da yalandan
kim ölmüş!
Seçim bürosu açılışlarından...
BDSP’nin seçim faaliyetinden...
  İzmir’de seçim faaliyetlerinden...
  Adana’da seçim çalışmalarından...
  Ankara seçim çalışmalarından...
  22 Temmuz seçimleri üzerine BDSP temsilcisi İstanbul 1. Bölge Bağımsız Sosyalist Milletvekili adayı N. Şafak Özdoğan ile konuştuk...
  15-16 Haziran etkinliklerinden...
  Ya istikrar ya ölüm (mü?)- Yüksel Akkaya
  Özgürlükler için devrimci mücadele!
  BMİS 1 No’lu Şube Genel Kurulu gerçekleşti...
  İşçi-emekçi hareketinden...
  23 Temmuz Tüsiap-c’nin zaferinin tescili veya
devrimi/sosyalizmi yeniden düşünmek
Yüksel Akkaya
  Mercan’da katledilenler anıldı...
  Direnen Filistin halkı er geç kazanacak!
  İsrail’in 16 yıllık planı ve 80 dakikalık kararı
Abu Şehmuz Demir
  Komünist kadın önder
Clara Zetkin!
  Fikret Başkaya ile konuştuk...
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

İsrail’in 16 yıllık planı ve 80 dakikalık kararı

Abu Şehmuz Demir

Ortadoğu coğrafyasında siyasal iklim günlük olarak değişebiliyor ve saat be saat çeşitli zeminlerde kaygan bir atmosferde ilerliyor. Bu kaygan atmosferin merkezinde bulunan Irak’ı bir yana bırakırsak, İsrail’in Filistin topraklarında estirdiği zulüm, uluslararası emperyalist güçlerin Lübnan üzerindeki karanlık senaryoları ve Türkiye’nin Güney Kürdistan’ına yönelik estirdiği saldırgan, histerik ve ırkçı politikalar, bunların tümü, bu yıl Ortadoğu coğrafyasının çalkantılı bir süreçte ilerleyeceğini gösteriyor.

Bu çalkantılı süreci körükleyen gelişmelere bir göz attığımızda; uluslararası emperyalist merkezlerin sadece Lübnan üzerinde evirip çevirdikleri karanlık senaryoları, Türkiye’de generallerin, sağcıların ve Kemalist “sol” milliyetçi güçlerin örgütlediği “cumhuriyet mitingleri”ni, İsrail’de İşçi Partili Siyonist “solcu” Yossi Beilin ve Arapları sürgüne gönderelim diyen aşırı sağcı Effi Eitan’ın çağırısı üzerine Rabin Meydanında hükümete “evinize gidin mitingleri” ile sürdürülen gösterilerin ardından Filistin halkına yönelik yeni bir dizginsiz saldırının başlatılmasını görüyoruz.

İsrail devleti gibi yayılmacı ve saldırgan olan Türk devletinin generalleri de milli histeri yaratarak içte Kürt halkına, ilerici ve sosyalist güçlere karşı devlet terörü estirdiği gibi, Türkiye’yi de karanlık dehlizlere çekerek, özlemini çektiği misak-ı milli hayalleriyle Güney Kürdistan’a yönelik saldırı hazırlıklarını hızlandırıyor. Her iki devlet de Ortadoğu’nun mazlum halkları olan Filistin ve Kürtlere yönelik acımasız katliamcı tutumlarında ısrar ediyorlar.

Uluslararası emperyalist merkezlerin ve bölge gerici devletlerinin, bölge halklarına dayattıkları ve çok yönlü sürdürülen ucu açık siyasetin ucunda görünen siyasi süreç şu anda iki başlı sürdürülmeye çalışılıyor. Bunun birincisi; bölgede iç huzursuzluğa yönelik mezhepsel ve etnik süreci kışkırtmak ve iç savaşı körüklemektir. İkincisi; direk saldırılar düzenleyerek, halklarımızı psikolojik olarak korkutma, tedirginlik yaratma ve yok etme taktiğidir. Mayıs ayından bu yana İsrail’in Filistinlilere yönelik sürdürdüğü vahşi saldırıların yanı sıra, İsrail, Filistinlileri içten çökertme stratejisini dayatarak El-Fetih ile Hamas arasında hergün yeni bir şekil alan iç çatışma ortamını körüklemektedir.

Son haftalarda Filistinliler’in birbirlerine karşı sürdürdükleri karşılıklı saldırılar, üstüne üstlük İsrail’in 60 yıldır Filistin halkına yönelik havadan ve karadan sürdürdüğü vahşi saldırı, Filistin halkını derinden etkilemektedir. Filistin’de Hamas ile El-Fetih arasında devam eden iç çatışmalar herhalükarda ABD ve uluslararası emperyalist güçlerin emellerine yaradığı gibi, İsrail’in de bölgede elini güçlendirip, onun daha çok söz sahibi olmasına neden oluyor. Siyonist takımından, “biz her defasında söylüyoruz, Filistinlilerden bir devlet olmaz, onlar olsa olsa Yahudilere hizmet edebilirler” gibi argümanları duymak mümkündür. Filistinliler’in içine girdiği bu sığ, yersiz ve anlamsız çatışmalar, bölgeyi mezhepsel ve etnik temelde parçalamak isteyen ABD, Siyonizm ve müttefiklerinin ekmeğine yağ sürdüğü gibi, onların bölgede içine düştükleri zorluklar konusunda nefes almalarına yarıyor. Çünkü bölge (Ortadoğu) üzerinde hedefledikleri mezhepsel ve etnik iç çatışmalar ile böl-parçala-yönet politikasıyla bölgenin parçalanması hedefleniyor. Bu anlamda tali plana itilmiş olan FKÖ’nün yeniden toparlanması ve Filistin’deki sorunların aşılması için devreye girmesi gerekiyor.

Filistin’de devam eden iç çatışmaların tarafları olan El-Fetih ile Hamas’ı birbirine karşı getiren bu sürece bir göz attığımızda; bu çatışmanın kökleri eskilere dayandığı gibi, her iki güç arasındaki ideolojik ayrılık ve birçok sebeplerin yanı sıra birbirlerine karşı üstünlük sağlama, artı İsrail’in ve Batılı emperyalist güçlerin Filistinlilere dayattığı vahşi ambargo gibi olguları söyleyebiliriz.

2006’nın ilk aylarında yapılan Filistin seçimlerinde halkın demokratik iradesiyle iktidara gelen Hamas’ı gerekçe gösteren başta İsrail ve Batı merkezleri, sözüm ona “demokrasi” adına Filistinlileri bu demokratik kararlarından dolayı cezalandırdılar. Bu süreçten sonra inişli çıkışlı ve diken üzerinde ilerleyen Filistin süreci birçok handikapları aşarak ilerledi ama, bu kez Siyonistlerin, emperyalistlerin ve bölgenin gerici rejimlerinin senaryolarının bariyerlerini aşamadı. Bu handikapların aşılması doğrultusunda ne Mekke, ne Şam ne de Kahire görüşmeleri bir çözüm sağlayabildi. Bu görüşmelerin sonunda taraflar her defasında bir milli mutabakat (ulusal uyum) oluşturduklarını ve aralarındaki anlaşmazlıklara çözüm bulduklarını deklare etmiş olsalar da, bunlar hep ucu açık görüşmeler olarak kaldı.

Özellikle Mekke anlaşması olarak bilinen El-Fetih ile Hamas görüşmesi sonrasında, Hamas’ın bu toplantıda, El-Fetih’in İsrail ile yapmış olduğu tüm anlaşmaları kabul ettiğini ve prensipte İsrail’in varlığını tanıdığını dillendirmeye başladığı bir dönemde, iç çatışmalar hızlandırıldı. Daha önce de söylemiştik; İsrail kendisinin Araplar tarafından bir devlet olarak tanınmasından yana değil. Çünkü bölgede, bölge devletleri tarafından resmi anlamda tanınacak bir İsrail ne ABD emperyalizminin yayılmacı stratejisine, ne de İsrail’in “büyük İsrail” olma hayal ve arzularına uygun. Ayrıca gıdasını salt dini gericilikten alan bölgenin gerici rejimlerine de uygun değil. Hal böyle olunca, Filistin’de, Lübnan’da ve diğer yerlerde kaos ve çatışmacı ortamdan çıkarları olan güçler iç çatışmaları tahrik ederek, mazlum halkları birbirine kırdırma siyasetini sürdürüyorlar.

Bölgedeki ve Filistin’deki bu iç çatışma ve sürtüşmeden çıkarı olan ABD, AB, İsrail ve bölge gerici devletleri huzurlu bir Ortadoğu’dan rahatsız oldukları için süreci körüklüyorlar. El-Fetih ve Hamas arasında devam eden bu husumet Filistin halkının Siyonizm’e karşı verdiği haklı mücadeleye zarar verdiği gibi, birlik ve bütünlükleri açısından da kötü sonuçlara yolaçacaktır.

Öte yandan, Lübnan’da ne idüğü belirsiz olan, El-Fetih ül İslam adı altında birkaç haftadır Lübnan’ı karıştırmak isteyen ve Filistin adına hareket ettiğini söyleyen örgüt, bir piyon örgütüdür. Zaten birkaç yıldır ikide bir El Kaide’nin üst düzey yöneticilerinden Eymen El Zavahiri başta olmak üzere, “sıranın Filistin’e geldiği ve taraftarlarına Filistin’de farz-ı ayn’e (Cihad’a) hazırlanmaları” çağrısı yapılıp duruyordu. Değişik ülkelerden bir araya gelerek Lübnan’daki Filistinliler’in mülteci kamplarından biri olan Nahr El-Bared’te ortaya çıkan/çıkarılan yeni bir örgüt “İsrail’e ve batıya karşı savaş açtığını” söylüyordu. Oysa bu devşirme piyon örgütün misyonu, İsrail’in ABD’nin ve Fuad Sinyore hükümetinin Lübnan’da hayata geçirmeye çalıştıkları stratejilere yardımcı olmak. Bu örgüt kanalıyla Lübnan’da iç çatışmayı hızlandırmak, Lübnan Hizbullah’ı ve direniş cephesiyle karşı karşıya getirerek bu cephenin silahsızlandırılmasını sağlamak hedefiyle Lübnan üzerindeki karanlık senaryoların ateşini fitillemeye çalışıyorlar.

İsrail geçen yılki 34 günlük Lübnan savaşından sonra, uluslararası diplomasi sayesinde BM’nin ordularının Lübnan’a yerleşmesini sağladı. Bu NATO ordularının Güney Lübnan’dan Kuzey Lübnan’a kadar olan alanda güvenlik sorumluluğunu eline almasıyla birlikte, İsrail’in bir diğer korkusu olan Lübnan’daki Filistinli mültecilerin durumu sorgulanmaya başlandı. Filistinli mültecilerin mümkünse Lübnan dışına bir yerlere taşınması/sürülmesi tartışması gündeme taşındı. Ayrıca Hariri suikastı ile ilgili BM Güvenlik Konseyi’nin kurulmasını kararlaştırdığı uluslararası mahkemenin bir an önce yürürlüğe konulması hedefleniyor.

Yani Lübnan’ı iç kargaşa çekmek isteyen güçler her türlü entrikaya başvurarak bu ülkeyi deve dikeni üzerinde yürütüyorlar. Suriye karşıtı muhalif Parlamenter Velid Eidon’un öldürülmesi de Lübnan’ı karanlık bir sürece çekmek isteyen güçlerin işi olsa gerek.

İsrail’in işgali Arap topraklarında 40 yıldır devam ediyor

Kürt Salladdin Eyübü’nün Haçlılardan kurtardığı Kenanlar diyarında İsrail 60 yıldır zulüm uyguluyor. Yanı sıra, işgal ettiği Filistin topraklarıyla yetinmeyen bu yapay devlet, dönem dönem komşu Arap devletlerinin topraklarına da saldırarak, işgal ettiği bu toprakları bugün hala egemenliği altında tutmayı sürdürüyor.

İsrail tamı tamına 40 yıl önce komşu Arap topraklarına saldırarak, Mısır’dan Süveyş kanalına kadar olan alanı işgal etti. Bununla yetinmeyen İsrail, Ürdün ve Suriye’ye yönelerek, Ürdün’den Doğu Kudüs ve Batı Şeria, Suriye’den de Golan tepelerini işgal etti.

Bu savaşın askeri mimarlarından olan Moşe Dayan, 22 Kasım 1976 ve 1 Ocak 1977’de Yediot Aharonot gazetesine verdiği ve 1997’de kamuoyuna açıklanan röportajında, Golan Tepelerinin işgal hikayesini söyle anlatıyor: “8 Haziran’da Kibbuz’dan Kudüs’e gelen delegasyon Golan Tepelerinin işgal edilmesi için hükümeti ikna etmeye çalışıyordu. Kibbuz delegasyonu, Başbakan Levi Esckol’a, Golan’ın işgal edilmesi halinde İsrail’in geniş topraklara sahip olacağı söylüyordu. Ben Kibbuz delegasyonuna dönerek, eğer Golan Tepelerini işgal edersek, sizler o toprakları işgal eder misiniz ve orda oluşacak yeni yerleşim birimlerini terketmeyeceksiniz” diyor ve ekliyordu; “Bu büyük özgürlük savaşı her ne olursa olsun bir barışla da sonuçlanmamalı”.

Moşe Dayan ertesi gün, yani 9 Haziran 1967’de “Golan Ovasına bir traktör gönderdik. Ve şoföre Suriyeliler ateş açana kadar arazide traktörü sürerek ilerlemesini söyledik. Suriyelilerin ateş açacaklarını biliyorduk. İlerleyen traktöre Suriyeliler ateş etmeye başladılar. Ve ondan sonra topçu güçler ile saldırıya başladık”1 diyordu. Moşe Dayan, aynı gazeteye yaptığı bir diğer açıklamada ise şunları söylüyordu: “Devlet olma tecrübesi bizde yoktu. Mütareke bölgesi olan Golan’ın durumunu er geç değiştirecektik. Çünkü bir parça ülke toprakları elde etmenin sancısını yaşıyorduk. Ta ki düşman gidin alın sizin olsun diyene kadar savaşı sürdürecektik”.

İsrail başta ABD emperyalizmi olmak üzere, diğer emperyalist merkezlerden de aldığı askeri ve ekonomik destek ile işgalci ve yayılmacı politikada ısrar ederek, bölgenin huzursuzluğuna yönelik altmış yıldır bölgenin diken üzerinde yürümesine sebep olmuştur.

1967 Arap-İsrail savaşı, Arap coğrafyasını olduğu gibi Ortadoğu’nun çehresini de altüst eden bir savaştı. Bu savaşta Arap ordularının 6 gün 134 saat gibi bir süre içerisinde bozguna uğramalarının bugünkü Ortadoğu’nun çetrefilli şekilenmesinde derinlemesine bir etkisi vardır.

5 Haziran 1967 savaşına giden stratejik işleyişi, dönemin İsrail Hava Kuvvetleri generali Mordechai Hod, İsrailli tarihçi Tom Segev’e şunları anlatıyor: “16 yıl planlanan karar 80 dakika içerisinde alındı. Biz planlarla yaşıyoruz. Planlarımızı gözden geçirmek için üzerine uyuyoruz ve planlarımızı temizliyoruz. Yaptığımız planları sürekli mükemmelleştiriyoruz. Yaptığımız en son planda, 1966 sonlarında iç istihbarat ve Mossad ile Batı Şeria’nın geleceğine yönelik senaryoları üzerinde son çalışma yapıldı”. Neden 1967 Haziran başlarında İsrail’in savaşı başlattığına yönelik soruya ise M.Hod, “İsrail’in geleceğinin belirsizliği ve Kudüs’ün kurtarılması ve İsrail (Thazal) ordusunun bir savaş durumuna hazır olup olmadığı ”3 cevabını veriyordu. İsrail’in Arap coğrafyasında elde ettiği bu üstünlüğün yarattığı deprem etkisinin üzerinden 40 yıl geçmesine rağmen, bu etki hala devam ediyor. İsrail’in bu hızlı ve seri saldırılar karşısında afallayan bölge insanının belleğinde, geçen yılın yaz aylarında İsrail’in Lübnan saldırısında aldığı yara kadar derin etkiler vardı.

Sonuç olarak, İsrail’in saldırgan ve yayılmacı siyaseti, ABD’nin bölgeye yönelik işgali ve hegemonya savaşı, Türkiye’nin “milli yarar” eksenli misak-ı milli histerisi, bölgenin dinsel gerici devletlerinin bölge üzerinde oynadığı domino oyunu, bölgeyi karanlık bir serüvene hazırlamaktadır.

15 Haziran ‘07