1 Haziran 2007 Sayı: 2007/21(21)

  Kızıl Bayrak'tan
   Seçim aldatmacasına, gerici-saldırgan politikalara karşı devrimci sınıf mücadelesi!
  Ordu savaş çığırtkanlığı ile düzen içi çatışmada yol almaya çalışıyor!
Komünistler seçimlere sınıfının bağımsız devrimci adayları ile katılıyor!
Düzen cephesi, “üçüncü cephe” ve devrim cephesi
Çamurdan“orta direk/sınıf” ve siyaseti üzerine... Yüksel Akkaya
Ülkeyi sınırsızca ABD emperyalizminin kullanımına açanların ikiyüzlülüğü
  Mitinglerde kadın rengi!
  İşçi-emekçi hareketinden.
  Sendikal anlayış tartışmaları ve Birleşik Metal seçimleri üzerine
  Seçimler, sol hareket ve devrimci sınıf çizgisi
  BDSP’nin seçim çalışmalarından.
  “Öğrenci Sömürü Sınavı Kaldırılsın!”
  Sendikal hakları için işten atılan ve direnişe geçen Esen Plastik işçilerine…
  Gençlik hareketinden...
  Dünya işçi-emekçi hareketinden...
  Seçimler ve devrimci yurtsever tavır / II - M. Can Yüce
  Sermayenin seçim oyununu bozalım
  Mücadele postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Seçimler ve devrimci yurtsever tavır / II

M. Can Yüce

İlk yazımızda Kürdistan açısından seçimlerin, partilerin herhangi bir meşruiyetlerinin olmadığını; seçimlerin gayrı-meşruiyeti ve Kürdistan halkının kendi kaderini özgürce belirleme hakkını savunma ekseninde seçimlere girilebileceğini, ancak seçim kazanan yurtsever adayların kendilerini inkâr eden Meclis yeminini etmemeleri ve Meclis çalışmalarına katılamamaları gerektiğini vurgulamıştık. Devrimci yurtsever tavrın bu olduğunu belirtmiştik. Yine bugünkü verili koşullarda bu devrimci yaklaşımın pratik bir karşılığının olmadığını, çünkü Kürdistan devrimci dinamiklerinin teslimiyetçi ve düzen içi arayışların kontrolü altında olduğunu özetlemeye çalışmıştık.

Aslında bugüne kadar devrimci yurtsever bir seçim, Meclis ve yasal parti çizgisi izlenmedi. Bunun arka planını uzun uzadıya tartışmak mümkün, ancak biz kısaca satır başlıklarını ortaya koymakla yetineceğiz.

Devrimci taktikler, ancak devrimci program ve stratejilerin varlığı ile geliştirilebilir. Eğer kafanızdaki program ve strateji bazı kırıntılar karşılığında düzene kabul edilmek ve onunla bütünleşmekse, kuşkusuz, izleyeceğiniz taktikler bu hedefe yönelik olur; geliştireceğiniz bütün araçlar bu amaca hizmet temelinde şekillendirilir. Ama amacınız ülkenizin bağımsızlığı ve halkınızın özgürlüğü ise, düzen içi taktik hesaplar yapmanız düşünülemez, tersine attığınız her adım devrimci hedefinize dönük olur, ona hizmet eder...

PKK’ye, III. Kongre süreciyle birlikte bütün yönleriyle Öcalan tarafından el konulmuştur. Bu tarihten sonra Öcalan’ın yaptığı, ele geçirdiği parti iktidarını korumak, derinleştirmek, giderek bunu dokunulmaz bir “kutsal”a dönüştürmek olmuştur. Aynı zamanda bu iktidar süreciyle birlikte partinin devrimci çizgisini de tasfiye etmek, her şeye ve kendisine rağmen ortaya çıkan devrimci değerleri ve devrimci etkileri kendi iktidarı için kullanmak ve düzen için tehlike boyutlarını sınırlandırmak, Öcalan için başka temel bir uğraş alanı olmuştur. Yine bunlarla birlikte devlete de “tek iktidar benim, ben de sizinle uzlaşmak istiyorum” mesajını göndermiştir. Bunun böyle olduğunu hatırlamak için 1988 yılında M. Ali Birand ile yapılan röportaja yeniden bakmak yeterlidir. Fakat gelişmeler Öcalan’a rağmen Öcalan’ı aşan boyutlar kazanmıştır. Devrimci mücadele büyümüş, şehir serhildanlarıyla yeni bir aşamaya sıçramıştır. Öte yandan devlet, Öcalan’ın mesajlarını hiçbir zaman muhatap almamış, tersine bunları, ciddi bir zaaf, çözülmenin bir işareti olarak değerlendirmiştir.

Kurulan yasal partiler, HEP, DEP, HADEP ve en son DTP Kürtler’in temel haklarını yasal zeminde savunmak, bu konuda başı dik, ciddi ve tutarlı bir duruş sergilemek için değil, düzenle uzlaşma, daha doğrusu düzen tarafından kabul edilme amacına göre ele alınmış ve kullanılmıştır. Bu partilerin hemen hemen her düzeydeki yöneticileri de bu politik çizgiye uygun, onun yasal temsilcisi rolüne soyunmuşlardır.

1991 seçimlerinde SHP ile yapılan ittifak, Öcalan için düzene ulaşmanın, onunla ilişki geliştirmenin bir aracı olarak değerlendirilmiştir. Esas amaç bu olunca gösterilen adaylar da bu amaca uygun seçilmiştir. Milletvekili seçilen kadrolara bakıldığında, içlerinde devrimci, sömürgeci düzene cepheden tavır alan ve yaşamını buna göre şekillendiren kadronun sayısı 1-2 kişiyi geçmez. Bunlar da sonradan erimiş ve diğerlerine benzemiştir. Listeler hazırlanırken yerel halk önderlerinin, bu mücadelenin ağır yükünü çekmiş emekçilerin düşüncelerine ve önerilerine başvurulmamış, adaylar tepeden ve vurguladığımız amaca uygun seçilmişlerdir. Kürt orta ve egemen sınıflarından seçilen unsurların düzene cepheden tavır alma gibi bir duruşları olmamıştır. Gerilla ile de karşı karşıya gelememeye özen göstermişlerdir. Çünkü esas güçlerini ondan aldıklarını biliyorlardı. Yani bir elleriyle devrimci mücadelenin içinde, ama başları ve gövdeleriyle düzenin içinde olmuşlardır. SHP listelerinde yirminin üstünde seçilen DEP milletvekilinin hangisi bu sistem ve onun temsilcileri karşısında “em küm” etmeden tutarlı, ciddi ve saygın bir duruş sergilemiştir? Meclisin yemin töreninde esas yazılı metindekileri okuyan ve sonra bunu Kürtçe tekrarlayan ve bu andı iki halkın kardeşliği için yaptıklarını söyleyen L. Zana ve H. Dicle, bu yarım yamalak tutumlarını bile sürdüremediler ve estirilen terör ile sinerek geri adım attılar. Bir de bunlar, “en radikalleri” olarak görülüyordu. Sonra bu sinik ve “kendilerini bile taşımaktan aciz”, gerçekten hiçbir politik ciddiyetleri olmayan milletvekillerinden kimileri geldikleri düzen partilerine gitti, kimisi tutuklandı, kimisi yurtdışına kaçmak durumunda kaldı.

Devlet gerçekten tam bir terör estirdi. Bu terör bu kişilerin şahsından çok, Kürt halkını ve onun devrimci bağımsızlık mücadelesini hedefliyordu. Açık ki devlet, düzen içi arayışlara çok sert yanıt vermiş, hiçbir biçimde Kürt ve Kürdistan adını çağrıştıracak hiçbir gelişmeye izin vermeme çizgisindeki kararlılığını çok net olarak vurgulamıştır. 1991 DEP ve SHP ile yapılan seçim ittifakı, bununla devlete verilmek istenen mesaj ve bu mesajın ardındaki düzen içi çizgi iflas etmiştir. Özünde devrimci olan ve gerilla ve serhildan dinamikleriyle bunu pratik olarak kanıtlayan Kürdistan devrimci hareketi, ne yazık, yine kendi içindeki orta ve egemen sınıflardan kaynaklanan düzen içi anlayışlar tarafından engellenmiş, ortaya çıkardığı potansiyel ve olanaklar çarçur edilmiş, yanlış hedefler için kullanılmıştır.

1991 seçimlerinde izlenen çizgi ve sonuçları çok net olarak göstermiştir ki, inkâr ve imha sitemi ile Kürdistan sorunu en geri noktalarıyla bile yan yana olamıyorlar. Kürdistan sorunu bu düzene sığmadığı gibi, TC de inkâr ve imha sisteminde milim şaşma, esneme eğiliminde olmadığını sayısız kez göstermiştir. Dün de öyleydi, bugün de öyle… “Ne mutlu Türküm diyene” demeyenlerin sürekli ve baş düşman ilan edilmesinin başka bir anlamı olabilir mi?

Kürt halkı ve onun en sıradan istemi bile bu düzene sığmıyor. Bu çok açık ve sayısız kez kanıtlandı. Peki, buna rağmen hala kendini bu düzene kabul ettirme çabalarını nasıl okumalı, nasıl anlamalı?

İmralı çizgisi de, kısaca özetlemeye çalıştığımız, düzen içi arayışın açık teslimiyet ve tasfiye çizgisine sıçramasıdır. Bu çizgi temelinde yapılan yasal parti çalışmaları, girilen seçimler, yapılan seçim ittifaklarının özü aynıdır. En yumuşak deyimle; kendini düzene kabul ettirmek, düzenle ilişkide bir köprübaşı yaratmak! Ama bunda başarılı olamadıkları gibi sürekli bastırılma operasyonlarına muhatap olmaktan kurtulamadılar!

Şimdi bağımsız adaylarla bu hedeflerini gerçekleştirmek istiyorlar. Ama bunun önünde devletin ciddi engellemeleri var. Bunlar anlaşılırdır. Peki, DTP eliyle izlenen seçim çizgisi Kürtler açısından bir anlam ifade ediyor mu? Bu sorunun yanıtını bir sonraki yazımızda tartışmaya çalışacağız. Ancak bitirmeden “eğer”li bir kurgudan söz etmemiz gerekir:

Gerilla ve serhildan dinamikleriyle gelişen mücadele, yasal zeminde önemli bir çalışma olanağı yaratmıştı. Bu alan devimci hedefler doğrultusunda değerlendirilseydi, bu alan orta sınıf temsilcilerine değil emekçi yerel önderlere bırakılsaydı, bunların inisiyatifi de köreltilmeseydi, seçimler devrimci ölçüler ve ilkeler doğrultusunda değerlendirilseydi, bu alanda ortaya çıkan sonuç böyle mi olurdu? Kuşkusuz tarih, “eğerler”, “keşkeler” ile yazılmıyor. Ama bu soruların, yaşanan tarihi daha kapsamlı ve derinlemesine anlamak için epey bir zihin açıklığı yarattığına inanıyoruz.

Kısacası ‘90’li yıllardan sonra Kürdistan’da doğru devrimci bir yasal alan, yasal parti, seçimler politikası izlenmedi. Dolayısıyla bu alanda ortaya çıkan olanaklar, devrimci değerlerin tasfiyesinde kullanıldı, kullanılıyor...

(Devam edecek…)

29 Mayıs 2007